
VERSO Araştırma Şirketinin sahibi araştırmacı Erhan Göksel, Ekim 2009da ikinci büyük bir kriz dalgasının geldiğini belirterek, iktidarın bu krizi kaldıramayacağı için 2010un ilk çeyreğinde baskın erken seçime gitmek zorunda kalacağını öne sürdü.
Afyonda Genç Atılımcılar Derneğinin düzenlediği Kurulmakta Olan Dünya Ekonomisinde Türkiyenin Rolü başlıklı konferansta konuşan Göksel, Ekim 2009da ikinci bir büyük kriz dalgasının geldiğini ve bu krizin yine küresel orijinli bir kriz olacağını belirtti. ABDnin yayınladığı son verilere bakıldığında ekonominin dip yapacağının çok net biçimde görüldüğünü kaydeden Göksel, şunları söyledi:
ABD Çalışma Bakanlığı verilerine göre yüzde 9,5luk işsizlik rakamı son 26 yılın en yüksek işsizlik rakamı. Sadece Haziran ayında ABDde 467 bin kişi işsiz kalmış. Bununla birlikte, ABDde Obamanın başkanlığa geldiğinden bu yana geçen 5 aylık zaman zarfında tam 1 trilyon 362 milyar dolar basılarak kriz finanse edilmeye çalışıldı.
Obamanın açıklamalarına göre bu yıl ABD bütçe açığı 1 trilyon 750 milyar dolar olacak ki; bu ABD GSHnın yüzde 12,5i gibi akıl almaz bir açık. ABD anlaşılıyor ki; dolar basarak bu krizin maliyetini ABD-dışı ekonomilere fatura etmeye çalışıyor, ancak piyasalar bunu yutmuyor ve reaksiyon gösteriyor. ABD ve gelişmiş piyasalar bu politikaya itibar etmemeye başladı. Bu hafta borsaların verdiği tepki ortada. Sorulması gereken soru şu; Dolar basarak ABD krizi nereye kadar finanse edecek? Çünkü bu sefer monaterize olan piyasalar enflasyonist baskıyla karşı karşıya kalacaklar.
Talebin artmaması, üretimin daralması üstüne, ayrıca hem işsizlik hem enflasyonist baskının olduğu bir ülkede ağır kriz şartları ortaya çıkmış demektir. ABDde bu menfi durumun etkileri, Ekim 2009dan itibaren ikinci bir dalgayla daha açık ortaya çıkacaktır. Ayrıca unutulmaması gerekir ki; ABDde kriz olması demek Avrupada da kriz olması demektir. Çünkü Avrupanın en büyük ticaret partneri ABDdir. Avrupada kriz olması ise, Türkiyede hayli hayli kriz olacağı anlamına gelir; zira Türkiyenin de en büyük ticaret partneri Avrupadır.
-KRİZ İKTİDARI ERKEN SEÇİME ZORLAYACAK-
Büyüyen bu açıkla iktidarın bu krizi kaldıramayacağını ifade eden Göksel, Hükümetin 2010un ilk çeyreğinde erken baskın seçime gitmek zorunda kalacağını öne sürdü. Göksel, Önümüzdeki Ekim - Kasım döneminde krizindeki bu ikinci dalgaya karşı hazırlıksız yakalanarak bizi ne denli zor iktisadi koşulların beklemiş olduğunu şimdiden söyleyebilirim diye konuştu.
Türkiyede rakamlarla istenildiği gibi oynandığını savunan Göksel, esas itibariyle büyümenin yüzde -13,8 değil, dolar bazında hesaplandığında yüzde 29 olduğunu, büyümenin yüzde -13,8 çıkmasının nedeninin Türk Lirası olarak hesaplanılmasından kaynaklandığını belirtti. Göksel, buna karşın kişi başı milli gelir, borç, cari açık gibi tüm iktisadi verilerin uluslararası normlarda dolar üzerinden hesaplandığını, burada iktisadi bir oportünizmle dolar hesapları arasına TL sıkıştırılarak rakamlar çarpıtıldığını söyledi.
-TÜRKİYEYE HASTA ADAM ROLÜ YENİDEN BİÇİLİYOR-
Türkiyeye bugünkü Küresel Dünyada biçilen rol, ekonomik anlamda gölge ekonomisi olma rolüdür. Siyasi olarak biçilen rol ise; Bölgede kurulmakta olan Kürt Devletine gölge etmeme rolüdür diyen Göksel, sözlerini şöyle sürdürdü:
1853te ortaya atılan hasta adam tezi sonuçta yeniden gündeme gelmiştir. Geçen hafta yayınlanan ünlü Newsweek dergisi Türkiye için aynen hasta adam başlığını kullanmıştır.
Bu büyük global oyunda Türkiyeye biçilen rol; hiçbir zaman sahada aktif oyuncu rolü olmamıştır, olmayacaktır. Bu bakımdan, geleceğin dünyasında Türkiyenin önemli bir ülke konumunda olmadığını üzülerek söylemek zorundayım. Kendimize önem atfeden maalesef sadece biziz, Türkiyede hamaset daima iç politika malzemesinin besin kaynağı olmuştur.
-29 MART SEÇİMLERİ DÖNÜM NOKTASIYDI-
Türkiyede 29 Mart seçimleriyle siyaseten bir dönüşümün başladığına dikkat çeken Göksel, şöyle konuştu:
Kuzey Irakta fiilen bir Kürt devleti var halihazırda. Tehlikeli olan, son zamanlarda, bir şekilde seçimlerle birlikte Güneydoğuda özerk bölge haritalarının ortaya çıktığı söyleminin hızlandırılmış olmasıdır. Türkiye, BM nezdinde bir plebisit talebiyle karşı karşıya bırakılırsa kimse şaşırmasın. ABD bile 29 Mart seçimlerinden sonra DTPyi daha önemsemeye, ciddiye alıp muhatap kabul etmeye başladı. Süreç çok kaotik bir hal almaya başlıyor. Bu ise, Türkiyede iç siyasi dengeleri hızla değiştirecek.
-TÜRKİYEDE GELECEK VİZYONU OLAN SİYASETÇİ YOK-
Türkiyede ne yazıktır ki, geleceği planlayan, gelecek vizyonu olan bir siyasetçi yok diyen Göksel, Çine bakıldığında eğitime, bilgiye, donanımlı olmaya önem atfettiklerinin, 1978de bu işi planlamaya başladıklarının görülebileceğini ifade etti. Göksel, Bugün Çinin bakanlarından, belediye başkanlarından büyük kısmı Harvard, Oxford gibi en önemli dünya üniversitelerinden yetişmiş insanlardır. Geçen yıl, ABDnin en ünlü üniversitelerinden birisi olan Stanfordda siyaset biliminde, doktora derecesi alanında birinci de ikinci de üçüncü de İranlı idi. İran ki, nanoteknolojide dünya sıralamasında 9.olan, bu alanda Rusyayı bile geride bırakan bir ülke. Siyaset de gelecek de işte bu şekilde planlanır. Gelecek, yani bir ülkenin geleceği, Televole kültürü üzerinden, yozlaşmış kültürel değerler ve dejenerasyon üzerinden planlanamaz diye konuştu.
-SİYASİLER KORKUYA TESLİM OLUP POLİSLEŞİYOR-
Göksel, Türkiyede iktidarlar üzerinde hep bir korku imparatorluğu oluşturulmaya çalışıldığını dile getirerek, şunları söyledi:
Ben bunu, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller döneminde de gördüm. Türkiyede, üzülerek söylüyorum ama başbakanlar üzerinde bazı cenahların sırf dediklerini yaptırmak için, Sana suikast yapılacak, Aileni yok edecekler, Sana karşı komplo kuruluyor, Darbe yapacaklar türünden baskılar oluyor. Bu da, sivil iktidarların polisleşmesine yani korkuya teslim olmalarına, baskıcı bir tutum izlemelerine yol açıyor.
-ERGENEKON NE TAMAMEN HUKUKİ, NE TAMAMEN SİYASİ-
Gözaltına alınıp serbest bırakıldığı Ergenekon Davasına da değinen Göksel, davadan sadece siyasi ya da sadece hukuki bir dava olarak bahsetmenin güç olacağını ifade etti. Göksel, sözlerini şöyle tamamladı:
Ergenekonun üçte ikisi doğruysa, üçte biri siyasidir. Kamuoyu bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Bir taraf, tüm süreci hükümet komplosu, diğer taraf da tamamen herkesi suçlu görüyor. Her ikisi de yanlış. Yüzde 100 siyasi bir davadan ya da yüzde 100 hukuki bir davadan bahsedemeyiz. İkisi de yanlış. Ancak davanın gittikçe siyasileşmeye başladığı da gözden kaçmamalı.
Kaynak