
Peş peşe “işaret fişekleri” ateşleniyor.
İlki referandum öncesindeydi. Bizlerle aynı dili konuşan ve aynı dilden yazan ama başkalarının sözcülüğünü yaptığı kesin olan bir WINEP (Washington Institute of Near East Policy) elemanı “Yeni Kemalizm” yazısında kötüyü oynamıştı. Biraz uzunca ama diplomatik bir dille kaleme alındığı anlaşılan yazıda kısaca “bırakın bu ilkeleri, bağlılıkları” demeye getirilmekteydi. Referandum öncesindeki gergin günlerde bir tür gevşetici olarak da paylaşmıştı bu yazıyı besbelli.
Referandum sürecinde konuşulacak onca konu varken “türbanı ben çözerim!” ve “genel af” gibi iki konuya odaklanma hatasına düşen ana muhalefet sanki mesajın gereğini yerine getirir gibiydi.
Aynı kaynağın ikinci yazısı referandumdan sonraki günlerdeki umutsuz kitleye yönelmişti. “Referandum Sonrası Türkiye: Çıkış Avrupa’da” başlıklı bu yazı ise “enseyi karartmayın! Sarılın AB’nin ipine!” diyerek yatıştırmayı amaçlamaktaydı karamsar kesimleri. Bu da iyiyi oynadığı roldü.
Bu iki yazıda dile getirilenleri duymuş muydu Ana muhalefet bilemeyiz ama, referandum sonuçlanır sonuçlanmaz koşar adım Brüksel’e gidiş ve Avrupa ile barışma görüntüsü verme çabaları başka türlü açıklanabilir mi?
Bizimle aynı dilden ama dışarıdan ateşlenen bu işaret fişeklerine içeriden katılım da gecikmedi.
Bugünlerde önce AYM (Anayasa Mahkemesi) Başkanı birilerinin çok isteyip de söylemeyi beceremediğini seslendirerek deyim yerindeyse tabuları yıkıp, ezberleri bozma yolunda önemli bir adım atmış oldu. Anayasanın ilk üç maddesine ilişkin değişiklik dillendirmesi her ne kadar “olumlu yönde değişim” yaftası ile süslense de geri plandaki asıl amaçlar da bilindiğine göre topluma önemli bir ileti verilmiş oldu. Hem de, yargının doruğundan!
Bertaraf olma korkusundan mıdır nedir, patron örgütünün tepesindeki çağdaş görünümlü patroniçe de koroya katılmaktan alamadı kendisini! Yine bildik kalıplaşmış “din ve düşünce özgürlüğü sağlayacak anayasa isteği” ile kendince görevini yerine getirmiş oluyordu.
Dıştan ve içten ateşlenen işaret fişeklerinin verdiği ileti son derece açık ve anlaşılırdır.
Bundan böyle Türk siyasetinin ayrık otalarından temizlenmesi çabaları hız kazanacaktır.
Çatlak sese yer yoktur. Mızıkçılık yapılmamalı, oyunbozanlık olmamalıdır ki; Türkiye’nin içine sokulduğu cendere kazasız belasız hedefine erişsin.
Söylemde de eylemde de başarılan “bölünme” bu çabalar yoluyla “kâğıt” üzerinde gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır denilebilir.
Yanı başımızdaki Balkan deneyimi “Yugoslavyalaştırma” hedefinin bu kez belki de kansız şekilde kotarılması istenmektedir. Fincancı katırları ürkütülmeden!
Tıpkı, Çekoslovakya deneyiminde olduğu gibi.
Ceyhun BALCI, 3 Ekim 2010