Kimliğini Bırakıp Gidermiş!

Reyhanlı'’daki patlamadan beri aklımla vicdânım elele vermiş, beynimi mengenede sıkıyor sanki! Hükümetin istibdâtına, yayın yasağına rağmen sosyal medyada, Reyhanlı’'nın yürek paralayan görüntüleri paylaşılıyor!

Huzur ve barış kenti Reyhanlı’'nın hedef seçilmesini, anlamak ve anlatmakta sıkıntımız var!

Daha çoook tekrarlayacağım bir Kutadgu Bilig öğretisiyle giriş yapayım: Hakan’ın, milletten üç maddelik isteği, duyurulur:

1–. Yasalarıma uyun.
2.– Verginizi ödeyin.
3.– Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin.

Çok makûl istekler.

Millet, ilk kurultayda Hakan’ın isteklerine cevap verirler:

1–. Yasalarına uyarız ama âdil olursa!
2–. Vergimizi öderiz ama gümüşün ayarını düşürmezsen!
3.– Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan!

Üçüncü maddeye yoğunlaşalım! Sistem diye dayatılan sistemsizlik gereği Devletin başına RTE'’yi seçerek biz getirmişiz! Şimdi RTE'’nin dostunu dost, düşmanını düşman belleyebilir miyiz? Can ve mal güvenliğini sağlamış mı? Reyhanlı’'da olanlar ne? Çoluk– çocuk can veren 50’'den fazla vatandaşın, yüzden fazla yaralının kabahati ne? Evinde, iş yerinde her şeyden habersiz bombalara yakalanan sivil Reyhanlılı Kardeşlerimizin taksirâtı ne?

Evimizde, iş yerimizde; yolculukta yollarda, Millî nâmus sınırlarımızda can ve mal güvenliğimizi sağlayamayan Başbakanın dostundan, düşmanından bize ne? Onun fedâileri miyiz biz?

Yansız basın haberlerinde; Reyhanlı’'ya ilişkin resmî açıklamalarda da çelişkiler var! MİT bombalı araçların Rakka’'da yüklendiğini, Hükümet Türkiye'’de yüklendiğini söylüyor! Bomba yüklü araçların Ankara’'da da fink attığı ortaya çıkıyor! MİT'’in bombalı araçların yüklendiğini söylediği Rakka, Özgür Suriye Ordusu'’nun denetiminde...

Bu kentten Türkiye'’ye kadar olan hatta askeri kontrol noktası bulunmuyor! Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasında, daha vahîm gerçekler göze batıyor! TSK’'nin açıklamasında; hudut kapıları hariç, 911 km. uzunluğundaki Türkiye–-Suriye Kara Hududu emniyetinin Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nca sağlandığı söylendikten sonra; “3497 sayılı ‘Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında Kanun’ ile Kara Hudut Kapılarının sorumluluğu Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (K.K.K.’na) ait değildir” diye bir teknik detay veriliyor! Yani hudutlarımızın emniyetini sağlamakla görevli Ordu’'ya, tribündeki ateşli taraftar kadar yetki verilmemiş! Tezahürat bile yapamıyorlar!

Yine Genelkurmay, PKK’'lıların sınır dışına çıkışlarıyla ilgili; “... Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı'na mensup birlikler, geçmiş yıllarda olduğu gibi şu anda da, arazide, kendilerine emredilen üs bölgelerinde görevlerini sürdürmektedir. Ayrıca, insansız ve insanlı keşif araçları, eskiden olduğu gibi, rota değiştirmeden görev uçuşlarına meteorolojik şartların elverdiği ölçüde devam etmektedir. Teröristlerin sınır ötesine çekilmesine ait herhangi bir görüntü ve bilgi elimizde mevcut değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bölgede görevli unsurları yasalara uygun hareket etmektedir” açıklamasıyla da olanları görmemesi için TSK'’nin yasalarla gözlerinin kapatıldığı haykırılıyor! Başbakan ise; “Ağzında emzik olan bebeğe kurşun sıkılıyor! ... Banyas’'taki manzara en az Kerbela’'daki kadar acıdır. Katiller de en az Yezid kadar alçaktır. ... Yarın mahşer gününde Rabbim bize soracak; ‘O bebekleri gördün de ey Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ne yaptın’ diye! Ne diyeceğim?” diye hamâsetin zirvelerine çıkıyor ve “O bebeklerin ölümüne susmaktansa ben Başbakan kimliğimi şu kürsüye bırakır giderim” diyor!

Mahşer günü, şâh ile gedânın eşit olacağını makam ve unvanların tamamının bu dünyada kalacağını biliyoruz! Herkes, Mahkeme-–i Kübrâ’da yaptıklarının hesabını verecek. Mahşer günü olacağı, sadece Allah bilir ama bu dünyada bizim sorularımıza cevap vermek zorundasın Sayın BOP Eş Başkanı!

PKK'’lılar, yüzlerce Kürt– Türk bebeğini, on binlerce kadınını, ihtiyarını, askerini –sivilini kalleşçe katlederken –madem gücün yetmedi– neden çekip gitmedin? Bizim Şühedâmız, bebeğimiz Suriyeli bebekten değersiz mi?

Irak’ta, bir milyondan fazla Müslüman katledilirken, yüz binlerce Müslüman kadına kıza tecavüz edilirken, Iraklı bebeler feryâd ederken, niye sesin çıkmadı? Niye kimliğini de alıp gitmedin? Onlar da insan, Müslüman, Arap değiller miydi?

Psikopat –katil İsrail, Mavi Marmara'’da 9 yurttaşımızı canlı yayında katlederken neden sustun? Neden kimliğini, istikrar ve huzurunu, ileri demokrasini de alıp gitmedin?

Dağda kurda yem olan sahipsiz kuzudan sorumlu tutulan Müslüman– Türk emîri ile sınırları kevgire çevirerek âsâyişi yok eden ve vatandaşların can ve mal güvenliğini bitiren senin, İleri Demokrat Sultanlığın arasında, zerre kadar benzerlik yok!

Eğer gerçekten gitmeyi düşündüysen, bir an önce kaç! Yoksa Afrika’'nın Kuzeyine Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Bombalı Demokrasi getiren Haçlı’nın insâfına kalırsan; Mağrip– Maşrık’'ta Mübârek'’in, Saddam'’ın, Kaddafi’'nin; yüz yıl önce bizde Vahidettin'’in götürdüklerinden fazlasını götüremezsin!

İmam –hatiplisin, bilmen lazım ki mazlûmun âhı yerde kalmaz! Milyonlarca mazlûmun âhını duymuyor, görmüyorsan; sağırlaşmış, körleşmiş ve kendine zûlmedenlerden olmuşsun, Allah ıslâh etsin.

“OLAMAZ TÜRK’'E BAŞ, TÜRK’'ÜM DEMEYEN.”

Selâm, sevgi, duâ...

Mustafa ASLAN, 22 Mayıs 2013