
Şu hale bakın!.. Nereden nereye geldik. Eskiden Türkiye’de ve dünyada aydınların bir savaşı zımnen de olsa desteklemesi, savaşa “Ayar vermeye” kalkması, hele de emperyalist planlar doğrultusunda çağrıda bulunması en hafifinden “Ayıp” bir durum sayılırdı. Lakin “Çürüme”nin yerel sınırları aşıp “Küresel boyutlar” kazandığı günümüzde bu neredeyse “Normal” karşılanacak. Zaten kimilerine “Küresel borazan” olma cesareti veren de bu olsa gerek!
Bence Orhan Pamuk ve yazar arkadaşlarının (İsrailli yazar David Grossman, İtalyan yazar Claudio Magris, Cezayirli yazar Bualem Sansal, Alman yazar Martin Walser ve Fransız siyaset-toplumbilimci Alfred Grosse) Suriye’deki duruma dair Esad’a yaptığı “Çağrı” bence tam da bu türden. Artık olay sadece bir “Akıl tutulması” olmaktan çıkmış, düpedüz “Küresel vazifelilik”e dönüşmüştür.
Esad’a yönelik “Açık mektup” inanılmaz önerilerle dolu. (Bu “Şahane fikir” Orhan Pamuk’tan çıkmış!) Bir “Uyarı” veya “İnsani endişeler”den çok, adeta “Tehdit” havası kokuyor. Söz konusu metinde "İstifa et, yoksa sonun Saddam ve Kaddafi gibi olacak" denilmekte. Bu sayede Saddam Hüseyin’in işgal sonrası “Siyasal infaz”ı ve Libya lideri Muammer Kaddafi’nin alçakça katli de meşrulaştırılmış oluyor.
Böylelikle Beşar Esad'a "Suriye halkını kurtarması için" istifa etmesi gerektiği hatırlatılıyor. Hatta sonrasında “Cezayir’e sığın” önerisinde bile bulunuyorlar. Sonra gene tehdit gibi hatırlatma; "İstifa dışında ne yazık ki sizi ve ailenizi bekleyen tek yol var: Saddam Hüseyin veya Kaddafi gibi ölüm. Ya da La Haye'de mikropsuz bir hücrede ömür boyu hapis" Bu söylem tek kelimeyle iğrenç. Bir ülkenin meşru başkanına sesleniş biçimlerine bakın!
Dahası bunlarla da yetinmeyip korkutma politikalarına sözüm ona “Stratejik derinlik” katıyorlar. Esad'a kendisini destekleyen Rusya ve Çin'e “Fazla güvenmemesi” telkininde bulunuyorlar. Sanırsınız ki ABD Dışişleri sözcüleri konuşuyor!
Peki başlıktaki gibi, Orhan Pamuk’un eski Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’la ne ilgisi var? Aslında yok. Fakat böylesi “Uluslararası misyonlar” yüklenildiğinde Türk aydın geleneği damarının sadece Orhan Pamuk gibilerden ibaret olmadığını vurgulamak için hatırlattım.
Bilindiği üzere ünlü İngiliz filozofu Bertrand Russell’ın inisiyatifiyle 1966 yılında “Russel Mahkemesi” kurulacaktı. Hukuki bağlayıcılığı olmasa da sembolik düzeyde entelektüellerin “Vicdan”ını temsil ediyordu. Amaç ABD’nin Vietnam’da işlediği “Savaş suçları”nı saptamaktı.
Dünyaca tanınan 18 entelektüeli bünyesine katan mahkemede bizden de bir temsilci vardı. O da dönemin TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’dı. Aybar bu mahkemede görev alarak Türk aydınlarının “Yüz akı” olma görevini hakkıyla yerine getirmiştir.
Şimdi geçen 46 yılda gelinen noktaya bakın. 46 yıl sonra bir başka “Türk aydını” (Demeye dilim varmıyor ama!) çıkıp bunları söyleyebiliyor. Belki bir “Mahkeme” kurulmamış ama belli ki zihinlerinde çoktan bir “Mahkeme” kurmuşlar. Ve orada “Kaos projesi”nin yürütücüleri telin edileceğine, “Duyarlılıklar” bu yönde gösterileceğine kaosun muhatabı olmak zorunda kalmış bir ülkenin lideri suçlanıyor.
Dedik ya; nereden nereye?..
NOT: Konuyla ilgili ilaveten kitap tavsiyesi; “Vietnam Günlüğü / ABD'nin Vietnam'da İşlediği Savaş Suçlarına Karşı Russell Mahkemesi” Mehmet Ali Aybar. İletişim Y. 2012.
Atilla AKAR, 13 Aralık 2012