
Seçimlere 5 ay kala Başbakan 'muhafazakar popülizmin' gözünü çıkartırken Meclis'te kabul edilen yasalarla da neoliberalizmin bürokrasisi kurumsallaşıyor.
Başbakan 'milli iradeyi' seçimlere kadar daha da 'kitleselleştirecek' kurnaz popülist beyanatlarını art arda devreye soktu.
'Ecdadımızın sızlatılan kemikleri', 'kötülüklerin anası içkiyle mücadele', 'arkaik heykel düşmanlığı', '90 bin şehit vermeye hazır milli ruhumuz' söylemi geniş kitlelerin nabzına tatlı şerbet olarak gitmeye başladı.
Bunların üzerine 'kamuda çalışanlara neden türban hakkı olmasın' tartışması ve anayasayı illa 'milli irade' yapacak dayatmasının geleceğinden şüphe yok.
Milliyetçi, muhafazakar geleneğin ilkel ve çok tehlikeli 'saf ve temiz soy, sop, gen' söylemini yeniden üreterek; geniş halk kesimlerini heyecanlandırarak etkisizleştirip, sosyal adalet, eşitlik ve hak taleplerini siyaset dışına savuşturması muhtemel...
Bu arada iktidar muhalifleri de polisiye yöntemlerle, CSI teknikleriyle tespit edilip başta protestocu öğrenciler, emekçiler, HES karşıtı yerel halk, Galatasaray'lı taraftarlar olmak 'organize iş, karanlık örgüt, patolojiklik' suçlamalarıyla gereken adli takibata uğrayacaklardır...
Yani önümüzdeki süreç, başbakan= hükümet=meclis=devlet=milli irade=tüm siyasi alan kılacak hegemonya inşasına tahsis edildi.
Ve 'tek doğrunun' yani iktidarın 'doğrusunun' bütün hayatı kuşatarak, hukuk, siyaset, özgürlükler, bilim, sanat, kültür ve toplumun üzerine tartışmasız 'tek otorite' olarak yerleşmesinin de takvimi olacak.
Kayıtsız şartsız ve koşulsuz iktidarın 'doğrularını' kabullenmiş rıza toplumunun dönüşümü kadar yürütmenin yargıyı kapsayarak, parlamentoyu saf dışı bırakarak, ekonomik üst kurulların yönettiği piyasacı devlet yapılanmasında da iktidarın acelesi çok.
Kamu kaynaklarını sermayeye aktaracak hukuki ve yasal düzenlemelerle dolu yasa tasarıları peşi sıra Meclis'e sevk ediliyor ve gündem bile olamadan şıp diye meclisten geçiyor.
İş hayatını baştan un ufak eden Torba Yasa'yla çalışanlar temel ve kazanılmış haklarını geriye dönüşsüz kaybederken, ucuz ve genç emek piyasaları yasal çerçeveye alınacak...
Böylece küresel sermayenin sözünden çıkmayan iktidar cevvaliyetle Çin standartlarında düşük maliyetli 'köle' işçi projesini gerçekleştirmiş olacak.
Meclise gelen bir diğer düzenleme Anayasa Mahkemesi'ne ilişkin görünüyor ama fiiliyatta Yargıtay ve Danıştay'ın yargı hükümlerini kesin ve itirazsız geçersizliğe taşıyacak.
Anayasa Mahkemesi'ne tanınan olağanüstü yetkilerle 'kamu yerindelik denetimi' yapan Danıştay ve Yargıtay'ın kararlarına karşı süper temyiz ve nihai hüküm verebilecek.
AİHM'de bile olmayan bu yetkilerle nasıl bir yargı birliği ve dengesi kurulacak bilinmiyor ama 'piyasacı devletin' yargı düzenlemesinin tam da böyle tasarlandığını bilen biliyor.
Tabii ki AYM'nin 'yasama' ve 'yürütme' üzerindeki denetim görevi de yasaları 'esastan' görüşme yetkisini kaldırılarak bitiyor.
Yani yürütmenin kararları 'anayasanın değiştirilemez hükümlerine aykırılık' nedeniyle iptal edilmeyecek, yasama, yürütme ve yargı 'milli iradeye' bağlanmış olacak.
Dolayısıyla 'neoliberal devlet yasalaşırken' iktidarında seçim takvimine 12 Eylül referandumunun aşındırılmış 'ileri demokrasi' ya da artık foyası çıkmış '12 Eylül'le hesaplaşma' jeneriğiyle girmesi beklenemez.
Elbette, şoven dilin 'milli değerler, aile, maneviyat mukaddesat' popülizmi ayyuka çıkartılınca kitlelerin kanının coşacağını ve oy bloklarının 'milli bünyeye' zahmetsizce yapışacağını tahmin etmek zor değil...
Nihal KEMALOĞLU, 18 Ocak 2011, AKŞAM