Osmanlı'nın iflasından ders almak / Sinan MEYDAN

Tarihçi - Yazar

Osmanlı'nın iflasından ders almak / Sinan MEYDAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzt May 28, 2018 15:30

Osmanlı'nın iflasından ders almak

“Osmanlı Devleti gerçekte ve fiili olarak bağımsızlıktan mahrum bir duruma getirilmişti. Gerçekten bir devlet ki, kendi halkına koyduğu bir vergiyi başkasına koyamaz, gümrüklerini, vergilerini memleketin ve milletin ihtiyaçlarına göre düzenlemesi yasaktır. Ve bir devlet ki yabancılar üzerinde yargı hakkını uygulamaktan mahrumdur. Böyle bir devlete elbette bağımsız denilemez.” (Atatürk'ün İzmir İktisat Kongresi açılış konuşmasından, 17 Şubat 1923)

Türk Lirası, dolar ve Euro karşısında değer kaybetmeye devam ediyor. Geçen hafta 1 ABD Doları 5 TL'ye yaklaştı. Piyasalar altüst oldu. Hükümet, her konudaki başarısızlığı gibi, ekonomideki başarısızlığını da “dış güçlerin oyunu” teziyle açıklama yoluna gitti.

Türkiye geçmişte de ekonomik çöküşler yaşadı. Dahası, Osmanlı 19. yüzyılda iflas etti. Osmanlı ekonomisi; azalan üretim, köylünün ihmal edilmesi, savaşların kaybedilmesi, vergi adaletinin ve düzeninin bozulması, değişen dünyaya ayak uydurulamaması, sanayileşememe, korumacı politikaların terk edilmesi, borç-faiz-banker batağı, kapitülasyonlar, rüşvet, vurgunculuk ve emperyalist baskılar sonunda çöktü.

AKP iktidarı keşke, “ecdat edebiyatı” yapmak yerine Osmanlı'nın iflasından biraz ders almış olsaydı!

BÜYÜK KAÇGUN

Mustafa Akdağ “Türk Halkının Dirlik Düzenlik Kavgası” adlı önemli eserinde şöyle diyor: “Anadolu Türk halkı Osmanlı İmparatorluğu'nu başarıyla kurmuş olmasına rağmen, sağlam bir iktisadi düzen geliştiremedi. 16. yüzyılın başlarında bile halk kadar hükümet de para sıkıntısı çekmekteydi.” (Akdağ, s. 89) Vergi adaletsizliği, bitmek bilmeyen savaşlar, Celali İsyanları ve bunların sonucu olarak yaşanan köyden kente göç, zamanla üretimin ve vergi gelirlerinin azalmasına, bu da ekonominin bozulmasına neden oldu. Öyle ki, daha 16. yüzyılın sonlarında Anadolu'da kıtlık baş gösterdi. Celali isyanlarının büyük bir felaket halini aldığı 1603-1609 arasındaki “Büyük Kaçgun” devrinde köylerde ekip-biçen insanların sayısının çok azalması nedeniyle buğday darlığı görüldü. Hububat alım satımı resmi vesikaya bağlandı. (Akdağ, s. 421, 423). Yine Mustafa Akdağ'ın ifadeleriyle, “16. yüzyılın sonlarında birden kabarmaya başlayan iç karışıklıklar, tarlada uğraşan kişilere çiftlerini bıraktırıp, onları Celalilik etmeye çekmiş bu da memleketi kıtlığa, kıtlık da iç göçlere götürmüş, en az on beş yıllık ekmeksizlik halkın üzerinden bir silindir gibi geçmiştir.”

Demem o ki, Osmanlı ekonomisinin kronik sorunları, daha yükselme döneminde başladı.

Resim

KAPİTÜLASYONLAR

Osmanlı, 14. 15. yüzyıllarda ticareti canlandırmak amacıyla Venedik, Ragusa, Cenova, Floransa gibi İtalyan şehir devletlerine, 16. yüzyıldan itibaren de Fransa, İngiltere, Rusya gibi devletlere kapitülasyon adı verilen bazı ayrıcalıklar tanıdı. Kapitülasyonlar, 17. ve 18. yüzyıllarda genişletildi. Osmanlı artık Avrupalı ülkelere kapitülasyon verirken sadece ticari ve ekonomik değil aynı zamanda kültürel, dini ve hukuki ayrıcalıklar da veriyordu. Böylece kapitülasyonlar, zamanla, Avrupalı tüccarların, Osmanlı'da kendi mahkemelerini kurmalarına kadar varan bağımsızlığa aykırı haklar haline geldi. Kapitülasyonlar sayesinde Osmanlı'da yabancı tüccarlar, yerli tüccarlardan daha az gümrük vergisi ödemeye başladılar.

1535'te Fransa'ya verilen kapitülasyonlar hükümdarların sağlığında geçerli olacaktı. Öyle de oldu. Ancak 1740'ta Fransa ile imzalanan bir ahitnameyle kapitülasyonlar “sürekli” hale getirildi. Osmanlı, İngiltere'ye de kapitülasyon verdi. 1580'de İngilizlere verilen kapitülasyonlar, 1675'te kesinleşti, 1838'de genişletildi ve 1861'de sürekli hale geldi.

YABANCI SERMAYE

Osmanlı, 19. yüzyılda merkezi devleti güçlendirmek isterken sürekli Avrupalı devletlerden yardım ve akıl istedi. Avrupalı devletler, Akdeniz'e inmek isteyen Rusya'ya engel olacağı düşüncesiyle Osmanlı'yı bir süre desteklediler. Bunun karşılığında Osmanlı'dan akıl almaz ödünler, ayrıcalıklar, imtiyazlar kopardılar.

Tanzimat döneminden itibaren Osmanlı ekonomisi her bakımdan Avrupa sermayesinin denetimine girdi. 1838'de İngiltere ile Baltalimanı Ticaret Antlaşması'nın imzalanması,1854'te yüksek faizle dış borçlanmanın başlaması, 1856'da yabancı sermaye yatırımlarına izin verilmesi, 1867'de yabancılara toprak satılmaya başlanması, 1850'lerden itibaren yabancı sermayeye demiryolu imtiyazları verilmesi ve 1881'de Duyunu Umumiye'nin kurulmasıyla devletin temel gelir kaynaklarının yabancıların yönetimine bırakılması gibi adımlarla Osmanlı ekonomisi tamamen dışa bağımlı hale geldi.

Osmanlı ekonomisinin çöküşünde yabancılara verilen ayrıcalıkların etkisi büyüktü. Bu nedenledir ki Atatürk, 1923'te ancak “bağımsızlığımıza saygılı olmak” ve “kanunlarımıza bağlı kalmak” koşuluyla yabancı sermayeye kapılarımız açıktır demişti.

BALTALİMANI ETKİSİ

Birçok tarihçiye göre Osmanlı'yı iflasa sürükleyen ekonomik çöküş 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması'yla başladı.

Bir dizi reformla merkezi devleti güçlendirmeye çalışan II. Mahmut, 1826'da Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmıştı ki, 1827'de İngiliz, Fransız ve Rus birleşik donanması Navarin'de Osmanlı donanmasını yaktı. 1829'da Rus orduları Edirne'yi alıp İstanbul'a doğru ilerledi. 1833'te İngiltere ve Fransa'nın teşvikleriyle Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Kütahya'yı ele geçirip İstanbul'a yöneldi. Bunun üzerine II. Mahmut, Mehmet Ali Paşa'ya karşı Rusya'dan yardım istedi. Rusya'nın Akdeniz'e ineceğini gören İngiltere, Mehmet Ali Paşa ve Rus tehlikesine karşı Osmanlı'yı destekledi. Buna karşılık olarak da Osmanlı'ya, Baltalimanı Ticaret Antlaşması'nı kabul ettirdi. Böylece Osmanlı, İngiltere'nin açık pazarı haline geldi.

Antlaşma, 16 Ağustos 1838'de Sadrazam Reşit Paşa'nın Boğaziçi'nde Baltalimanı'ndaki konağında Reşit Paşa ile İngiliz elçisi Ponsonby arasında imzalandı.

Bu antlaşma ile;

Osmanlı'da bazı mallar üzerindeki devlet tekeli anlamına gelen “yed-i vahit” uygulamasına son verildi.

Osmanlı'nın savaşlarda maliyeye ek gelir sağlamak amacıyla koyduğu vergilere ve ihracat sınırlamalarına son verildi.

İngiliz tüccarlara Osmanlı topraklarının her yerinde mal satma izni verildi.

Osmanlı'da daha önce yüzde 3 olan ithalat ve ihracat gümrük vergisi ihracatta yüzde 12'ye çıkarken ithalatta yüzde 5 olarak belirlendi. Ayrıca daha önce Osmanlı'nın yerli-yabancı tüccarlardan aldığı yüzde 8 oranındaki iç gümrük vergisi de yerli tüccarlardan alınmaya devam edecek, yabancı tüccarlardan alınmayacaktı. Böylece bu antlaşma ile Osmanlı, kendi yerli tüccarına karşı yabancı tüccarı korumayı kabul etmiş oldu. (Şevket Pamuk, Türkiye'nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, s. 98).

Yabancı mallar Boğazlardan serbestçe geçecek, bu sırada ayrıca herhangi bir vergi alınmayacaktı.

Antlaşma hükümlerinden öteki devletler de yararlanabilecekti. Nitekim birçok Avrupa devletiyle de benzer antlaşmalar imzalandı.

Doğan Avcıoğlu'nuın ifadesiyle İngiliz Dışişleri Bakanı Palmerston bu antlaşmadan “Copa'd Opera” yani “şaheser” diye söz ediyor. Palmerston çok haklı! Osmanlı'yı İngiltere'nin açık pazarı haline getiren, İngiliz tüccara büyük ayrıcalıklar ve bol kazançlar sağlayan, Osmanlı'nın mevcut el sanayisini çökerten ve sanayileşmesini engelleyen, Osmanlı ekonomisini dışa bağımlı hale getiren bu antlaşma İngiltere açısından gerçekten de bir “şaheser”di.

PARA ARAYIŞI VE BORÇLANMA

18. yüzyıldan itibaren savaş gelirleri azalırken savaş giderlerinin artması, vergi gelirlerine ayanların el koyması, yabancılara verilen yeni ayrıcalıklarla yerli küçük sanayinin çökmesi, kurulan az sayıdaki fabrikanın yetersizliği, buna karşı devlet harcamalarının sürekli artması bütçede büyük açıklara neden oldu. Osmanlı yöneticileri bütçe açıklarını kapatmak için önce paraya müdahale ettiler. Paradaki altın, gümüş oranlarını azalttılar. Hatta paraları kırpmayı, parçalara bölmeyi bile denediler. Altın ve gümüş eşyaları eriterek para bastılar. 1780-1860 arasında Osmanlı tarihinin en büyük enflasyonu yaşandı. Bu dönemde fiyatlar ortalama 12-15 kat arttı. 1814'te 23 Osmanlı kuruşu 1 İngiliz Sterlini'ne eşitken, 1839'da 104 kuruş, 1 sterlin ediyordu. 1844'te belirlenen standarda göre 1.10 Osmanlı lirası, 1 İngiliz Sterlini'ne eşitlendi. I. Dünya Savaşı'na kadar da öyle kaldı. Osmanlı 1844'te altın lira ve gümüş kuruştan oluşan “çift metalli sisteme” geçti. Kuruşlar 1 gram saf gümüş, altın liralar ise 6.6 gram saf altın içeriyordu. Dönemin ağırlık ölçüsüyle buna “iki dirhem bir çekirdek” deniliyordu. 1840'larda Osmanlı piyasaya hem kâğıt para hem hazine bonosu yerine geçen “kaimeler” çıkardı. Fakat kısa sürede sahte kaimler ortalarda dolaşmaya başladı. Kaimeler hızla değer kaybedip enflasyona yol açınca 1862'de piyasadan kaldırıldı. (Pamuk, s. 112-115).

Osmanlı, 1848'de “sarraflar” olarak bilinen Galata bankerlerinden yüksek faizle borç almaya başladı. Ancak bu iç borçlanma Osmanlı'nın dertlerine derman olmadı. Kırım Savaşı'yla giderleri iyice artan devlet, 1854'te bu sefer ilk kez Avrupa'dan dış borç aldı. 1840'lardan itibaren Osmanlı'ya borç vermek için bankalar kurulmaya başlandı. 1847'de Galata bankerleri Dersaadet Bankası'nı, 1863'te bir İngiliz ve Fransız grup Osmanlı Bankası'nı kurdu.

Osmanlı'ya yüzde 6 ile yüzde 13 gibi yüksek faizle borç vermek çok kârlı bir işti. Galata bankerleri; İngiliz, Fransız, Avusturyalı sermaye gruplarına aracılık yaparak Osmanlı'ya borç buluyorlardı. Bunun karşılığında buldukları borçtan yüzde 10-12 komisyon alıyorlardı. Böylece hem Avrupalı yabancı sermeye grupları hem de Galata bankerleri kazanıyordu. Kaybeden ise -iliklerine kadar borçlanan- Osmanlı'ydı. Osmanlı aldığı borçları üretime yönelik değil, tüketime yönelik olarak kullandı. Alınan borçların bir kısmıyla da borç faizlerini ödemeye çalıştı.

Resim

DUYUNU UMUMİYE’DEN BAĞIMSIZ EKONOMİYE

1873'te dünyada “borsa krizleri” baş gösterdi. O ortamda Osmanlı yabancı piyasalardan yeni fonlar bulamadı. 1854-1875 arasında toplamda 3 milyon Frank borçlanan Osmanlı, 1875'te borç ödemelerini yarıya indirmek zorunda kaldı. 1876'da ise “iflas” edip borç ödemelerini tamamen durdurdu.

Resim

20 Aralık 1881'de Avrupalı alacaklılarla Osmanlı arasında Muharrem Kararnamesi imzalandı. Dış borç miktarı indirilip yeni bir ödeme planı yapıldı. İstanbul'da bir Duyunu Umumiye İdaresi kuruldu. Tuz inhisarı, tütün inhisarı, damga resmi, alkollü içki, balık avcılığı ve ipek aşarı ile Doğu Rumeli vergisi -devlet içinde devlet durumundaki- Duyunu Umumiye İdaresi'ne bırakıldı. (II. Abdülhamit dönemi.) Böylece alacaklı Avrupa ülkeleri, Osmanlı'nın en temel gelirlerine el koydular. Yabancıların yönetimindeki Duyunu Umumiye, çok kısa sürede, 20'den fazla şehirde 5000'den fazla çalışanıyla Osmanlı'nın gelir kaynaklarını işleten dev bir yabancı şirket durumuna geldi. Duyunu Umumiye ikinci bir maliye bakanlığı gibi çalışıyordu. Duyunu Umumiye memurlarının sayısı maliye bakanlığındaki memurların sayısından daha fazlaydı. Duyunu Umumiye memurlarının tayinleri ve görevden alınmaları da tamamen Duyunu Umumiye Meclisi'ne aitti. Osmanlı Devleti, tayin etme ve görevden alma hakkına sahip olmadığı bu memurlara emekli maaşı ödemekle de yükümlüydü. Duyunu Umumiye giderlerini de Osmanlı Devleti karşılamaktaydı. Parvus Efendi'ye göre devlete bağlı olmayan bir özel şirket durumundaki Duyunu Umumiye, “Türkiye'nin mali tutsaklığını pekiştirmek ve onun üzerinde ekonomik nüfuz kurmak” istemekteydi. (Parvus Efendi, s. 38, 77.)

Osmanlı, 1881'den sonra da dış borç almaya devam etti. Duyunu Umumiye'nin kurulmasıyla güven bulan yabancılar, Osmanlı'ya eskisine göre daha düşük faizle borç verdiler. I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı'nın toplam dış borcu 160 milyon İngiliz Sterlini'ne ulaştı. (Pamuk, s. 122,123).

1883'te tütün rejisi kuruldu. Böylece tütün ekimi ve satımı yabancıların kontrolündeki tütün rejisine bırakıldı. Reji, tütün alış fiyatını çok düşük tutunca ister istemez tütün kaçakçılığı başladı. Osmanlı, tütün kaçakçılığını önlemek için bir yasa çıkardı. Fakat o yasanın uygulanmasını rejiye bıraktı. Reji de jandarma ile tütün kaçakçılığını önlemeye çalıştı. Bir şirket gibi çalışıp kazanan reji, Osmanlı'ya yüksek faizle avans da verdi.

Osmanlı işte böyle iflas etti.

Parvus Efendi, 18 Ekim 1912'de Türk Yurdu dergisinde aynen şöyle yazıyor: “Avrupa dışarıdan indirmekte olduğu darbelerle Osmanlı'nın bağımsızlığını mahvetmekte olduğu gibi içerden uyguladığı mali oyunlarla da ülkeyi kapitalizmin sömürgesi durumuna getirmektedir.” (Parvus Efendi, s. 240.)

“Bunlar hep dış mihrakların işi!” dediğinizi duyar gibiyim!

Evet! Osmanlı'nın ekonomik iflasında, emperyalizmin ve emperyalizmin aç gözlü kapitalist şirketlerinin rolü büyüktü. Osmanlı, bu emperyalist ve kapitalist baskıya direnemeyerek çöktü.

Atatürk, Cumhuriyeti kurarken bu Osmanlı tecrübesinden aldığı derslerle ekonomik bağımsızlığa büyük önem verdi. Bu nedenle kapitülasyonları kaldırdı. Gümrükleri belirledi. Osmanlı borçlarını ödeyip Duyunu Umumiye'yi işlevsizleştirdi. İmtiyazlı yabancı şirketlere son verdi. Yabancıların elindeki demiryolu, liman, banka gibi stratejik yatırımları millileştirdi. Tütün rejisine son verdi. “Milletin efendisi” dediği köylüyü vergi yükünden kurtardı. İyice azalan tarımsal üretimini artırdı. Savaştan yeni çıkmış, yoksul, eğitimsiz, borçlu, sanayileşememiş, iflas etmiş Türkiye'yi mümkün olduğunca dış borç almadan, kendi kaynaklarını kullanarak, yerli-milli, devletçi yönü ağır basan karma ekonomiyle ayağa kaldırdı. 15 yılda fabrikalar, bankalar, limanlar, demiryolları kurdu. Onun döneminde Türk parası hiçbir zaman “pul” olmadı.

Ne diyor şair: “Hiç ders alınsaydı tekerrür eder miydi?”

Sinan MEYDAN, 28 Mayıs 2018
https://twitter.com/smeydan
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Sinan MEYDAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x