
Hocam Turgut Özakman'la bu 29 Ekim'de yapamadığımız söyleşiyi, geçen yıl gerçekleştirdiğimiz konuşma doğrultusunda sizlerle paylaşmaya başlamış, bugün de devam edeceğimizi yazmıştım.
Özakman hocam, okullardan Ant henüz kaldırılmamışken, bundan tam bir yıl önce, bakınız nasıl konuşmuş:
“Milli Eğitim, milli değildir. Milli olmaması için her bakan elinden gelen gayreti sarf ediyor. Bu konuda en başarılıları şimdiki bakan. İngiltere’de okullarda çocuklara ettirilen yeminle bizim andımızı karşılaştırırsa, sayın bakan bizim ne kadar medeni olduğumuzu anlar. Siz bir Amerikan kovboy filmi hatırlıyor musunuz ki; içinde Amerikan bayrağı olmasın. Hepsinin bir anlamı var. Yani dünyadaki herkes milliyetçi, kendi içinde.
Biz, birdenbire onların bize yutturmak istedikleri şeyi yapmaya çalışıyoruz. Bir milleti bir arada tutan bütün ortak değerleri, anlayışları, duyguları, heyecanları öldürmeye çalışıyoruz”.
Bizi bir arada tutan değerlerden biri de ‘Andımız’dı… Kim istemedi? ‘Türk Milleti’ demenin ‘ırkçılık’ olduğunu söyleyen iktidarın andımızı neden kaldırdığını anlamak için, dahî olmaya gerek var mı?
Andımızın kaldırılacağını bir yıl önce YURT gazetesine açıklayan Hocam, başka neler söylemiş, ona da bakalım:
“Türkiye’nin birliğe en ihtiyacı olduğu dönemleri yaşıyoruz. Bir milletvekili, birliği bozma amacıyla bir laf ederse, önemli değildir. Ama, iktidardaki insanlar, muhaliflerin sözcüleri çok tedbirli olmalı. Diyelim ki, biri konuşarak diğerini mat etti. Ne faydası olur? Hacivat-Karagöz işi bu.”
“Şimdi Atatürk, İnönü dönemini tartışmaya açıyorlar...” diye bir başka konuya geçen Turgut Özakman, şöyle sesleniyor:
“Bunlar, Cumhuriyet ne yaptıysa eleştirmeye bakıyor. Sizin varlığınız, Cumhuriyet’in iyi bir şey yaptığını göstermiyor mu?”
Kurtuluş Savaşı günlerine dönüyor Özakman ve devam ediyor:
“Yunanlılar giderken 8-10 bin cami yaktılar. Cumhuriyet ilk iş olarak, halka evden önce, sabır ve teselli versin diye camileri yaptırdı. Polatlı’dan İzmir’e kadar bütün köy camileri Cumhuriyet’in eseridir. Cumhuriyettir ki, din adamlarını kadrosuna aldı. Bunlar dilenmekten kurtuldular. Bunu yapan; Atatürk. İnsan ona bir dua etmez mi?.. En tehlikeli cehalet dinde. Dinde cahil olan adamı kullanırsınız. Matematik cahili olursanız, sizi bakkal kandırır. Ama öbürü çok büyük tehlike”.
Türkiye’nin bugün hukuksuz, Cumhuriyet karşıtı haline gelmesine katkıda bulunanlar… Aydın ve solcu geçinenler, 12 Eylül anayasa değişikliklerine “Yetmez ama, Evet” diyenler… Cumhuriyet’in 90’ıncı yılında vicdanınız sızlamıyor mu? Rahat uyuyabiliyor musunuz?
Neyse, tüm yurtseverlerin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.
Nahit DURU, 30 Ekim 2013
nahit.duru@yurtgazetesi.com.tr
Özakman: Cumhuriyet, Diktatörlükte Olmaz

"Şu Çılgın Türkler" romanının yazarı Turgut Özakman gazetemize konuştu. 29 Ekim(2012) özel ekimizde yayımlanan röportajın tamamını yayınlıyoruz...
ANKARA/ NAHİT DURU- İSMET DEMİRDÖĞEN- Atatürk’ün anayasada yapılacak değişiklikle ilgili yaptığı hazırlığın evveliyatı vardı…, o hazırlık 4 ay evvel yapılmıştı. O zaman ki Adalet Bakanı Seyit beyle birlikte çalışılarak 28 Ekim’den 4 ay önce zaten tadil tasarısı hazırlanmıştı. 28 Ekim akşamı arkadaşları ile birlikte, onlar daha farkında değiller yani ne olacağını bilmiyorlar. “Cumhuriyeti ilan edeceğiz.” Diyor. Sonra İsmet Paşa kalıyor yalnız. O hazırlanan tadil teklifi çıkarılıyor, üzerinde biraz daha duruyorlar. Bunların içerisinde ‘ devletin dini İslamdır’ yok. O sonradan Anayasa Komisyonu tarafından eklenmiş bir maddedir.
Cumhuriyet in kuruluşunu anlatan kitaplarınızı tamamladınız. Kitabınızdaki cumhuriyetle, bugünkü cumhuriyeti karşılaştırdığınızda neler göze çarpıyor?
Atatürk’ün, anayasada yapılacak değişiklikle ilgili hazırlığının evveliyatı vardı. O zaman ki Adalet Bakanı Seyit Beyle birlikte çalışılarak 28 Ekim’den 4 ay önce tadil tasarısı hazırlanmıştı. 28 Ekim akşamı arkadaşları ile birlikte, onlar daha farkında değiller yani ne olacağını bilmiyorlar, “Cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyor. Sonra İsmet Paşa kalıyor, tadil teklifi üzerinde biraz daha duruyorlar. Bunların içerisinde ‘devletin dini İslamdır’ yok. O sonradan Anayasa Komisyonu tarafından eklenmiş bir maddedir. Bazı siyasiler, ‘Atatürk İslam Devleti kurmuştur’ diyorlar, Atatürk’ün teklifinde İslam devleti kurma fikri yoktur. Anayasa Komisyonunda iki de din adamı vardı muhtemelen onlardan birinin teklifi olabilir.
Cumhuriyet 29 Ekim günü sabahleyin CHP grubunda konuşuluyor mutabık kalınıyor. Öğleden sonra Büyük Millet Meclisi toplantı halinde. Maddeler tek tek oya konuyor. En sonunda tasarının tümü oya konuyor. O zamanki anılarda ‘Başkanın sesi titriyor’ deniliyor. Heyecanlanmasın mı? Rejimi oylatacak… İttifakla kabul ediliyor, müthiş bir sahne: Salon milletvekilleriyle dolu, balkonlar dolu. Yer bulamayanlar da duvarların önünde ayakta. Herkes kucaklaşarak, ağlaşarak, ‘Yaşasın Cumhuriyet’ diye sevinç çığlıkları atıyorlar.
Sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine geçiliyor, 158 üyenin oy birliğiyle Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçiliyor. Saat 20.45’te kürsüye geliyor, kısa bir konuşma yapıyor. Cumhuriyet’in muvaffak olacağını söylüyor.
O sırada; Ali Fuat Cebesoy, Refet Paşa, Rauf Bey İstanbul’dalar, Doktor Adnan Bey ile beraber. Kazım Karabekir İstanbul’a gitmek üzere Trabzon’da. Şimdi onlar, iktidar dışında kalmışlar. Rahatsız oluyorlar kendilerine danışılmadığı için. Özel bir milli birlik komitesi gibi olmak istemişler. İsmet Paşa’nın anılarından anlıyoruz ki her şey bunlara danışılacak, ondan sonra kabul edilecek. Öyle bir şeyin olmayacağını İsmet Paşa, Fevzi Çakmak yoluyla kendilerine hatırlatıyor.
Cumhuriyet fikri olgunlaşmış mıydı? Erken ilan edildiğini savunanlar var.
Bakınız saltanat kaldırıldığı zaman Türkiye’de olaylar çıkacağını zannedenler vardı. Hiçbir şey olmadı. Cumhuriyet ilan edildiğinde, İstanbul’da esnaf dükkanlarını kapattı, üç gün milli saltanat bayramı ilan etti. Padişahlık kalkarsa harekete geçeceği zannedilenler bayram yaptı. İkincisi halifelik kaldırıldığı zaman da ayaklanma bekleyenler vardı. Ne yurtdışında ki Müslümanlardan ne Türkiye’den gık bile çıkmadı. Çünkü hem padişahlığın, hem halifeliğin hiçbir faydası olmadığını biz Milli Mücadele sırasında gördük. Halifeliğin, boş bir unvan olduğunu da Cihan Harbi’nin başında, o meşhur Cihan-ı Mukaddes çağrısıyla gördük. Cihada çağırdı halife bütün Müslümanları; Ruslara, İngilizlere, Fransızlara karşı. Bizden başka hareket eden olmadı.
Mecliste de karşı çıkanlar yok muydu?
Şimdi elbette meclisin içerisinde, 1. Büyük Millet Meclisinin üyelerinin Atatürk’e en karşı olanı, Cumhuriyete en karşı olanı bile kahramandır. Hepsi yurtseverdir. Belki içinden hain çıkmıştır, çünkü İngilizler bizim gizli toplantılarımız hakkında çok ciddi bilgi alabiliyorlardı. Muhtemelen biri vardı içeride, ya da bir geveze. Onun dışında hepsi kahraman. Neden? Bir kere hepsi zafere inanıyorlar, sonuna kadar zaferi destekliyorlar. Oraya gelmeleri sultana karşı isyan, cezası da idam. Yani hepsi kelle koltukta geliyor.
ATATÜRK’LE TARTIŞTILAR
Bunlar iki bölüm. Bir Cumhuriyetçiler var, Atatürk ve çevresi. Bir de meşrutiyetçiler var. Yani padişahlık, hilafet kalsın ama çok partili döneme geçilsin. Bizde padişah kutsaldır. Padişaha dokunamazsınız bile. 600 yıl tahtta oturmuş, şimdi İngiliz Kraliçesi ya da Norveç Kralı gibi sembol olarak kalacak, hiçbir şeye karışmayacak, halk da onun bir sembol olduğunu bilecek ve normal demokratik hayat yürüyecek. Bunu o tarihte düşünmek bile imkansızdı. Onun için Atatürk ve Cumhuriyetçiler her türlü hanedandan, mütegallibeden, oligarşiden uzak bir yönetim istediler. Saf Cumhuriyetçi oldular. Karşısındakilerin bir özellikleri vardı. Atatürk’le çok tartıştılar, çok çekiştiler, çok dedikodu yaptılar. Ama hiçbiri bir gün Atatürk’ü meclis başkanlığından almayı, yerine de falanın gelmesini önermediler. Çünkü bu sırat köprüsünden kendilerini Atatürk’ten başkasının geçiremeyeceğini bilecek kadar akıllı adamlardı. O tartışma meşrutiyet rejimini koruma tartışmaları, ama onlar meşrutiyet demiyor, öyle bir sanki aralarında öyle bir centilmenlik anlaşması var. Öbür taraf, hiçbir zaman Cumhuriyet demiyor. Hep bunlar üstü kapalı oluyor, bütün bu tartışma 3,5 yıllık 1. Meclisin bütün tartışmaları bu iki fikrin tartışmasından ibarettir.
1. Meclisin feshi ve Cumhuriyetin 2. Mecliste ilan edilmesini eleştirenler var…
1.Meclis birdenbire emri vaki olmuş, oldubitti ile kapatılmış yerine 2.Meclise geçilmiş. Böyle söyleyen ve yazanlar var. Bunlar meclis zaptını okusalar böyle demezler. Bizim magazin tarihçileri bunlar. Öyle değil tam tersine, o zamanki muhalefet de meclisin yenilenmesini kutsal karar diye değerlendirmiştir. Çünkü bu meclis zafere kadar kalmak üzere kurulmuş bir meclisti. 1 Kasım’da saltanat gitti, Mondros mütarekesinin yerine Mudanya mütarekesi geldi. Arasında dağlar kadar bile kadar demek küçük olur, dünya kadar fark var. Biz hiç olmazsa 200 yıldır savaşmadan bir metrekare toprak alamamıştık. Trakya’yı savaşmadan geri aldık. Bu, büyük zaferin ne kadar büyük olduğunu gösterir. Çok çalıştılar Batı Trakya’yı vermemek için. Bir takım hakları koruyabilmek için, Sevr’i okumadan bugün ne kazandığımız anlamak kabil değildi. Sevr dehşet verici bir olaydır.
Sevr’e göre Anadolu sekiz parçaya bölünecekti, bize bir parça düşüyordu. Ankara ve çevresindeki birkaç il. Sekizde birdik biz. Ebediyen galiplerin denetimi altında olacaktık. Jandarma dahil 35 bin kişilik ordu olacak. Deniz kuvveti yok. Harp sanayi söz konusu bile değil. Öyle bir devletçik, kolu kanadı kırılmış küçücük bir devlet. Türk’e, o zamanki tabiriyle söyleyeyim Osmanlıya ayırabildikleri tek şey, verdikleri hak ölmemek hakkı. Şimdi keşke her evde bugünkü harita ile Sevr haritası yan yana konsa. Çocuklarımız, Atatürk ve arkadaşları nereden alıp Türkiye’yi nereye getirmiş, her gün görseler. Uçurumun kenarından bir milleti ve bir devleti kurtarıyorsunuz, küllerinden yeni bir devlet kuruyorsunuz. Ve karşınızda dünyanın dörtte üçüne hakim emperyalistler var. Bunların dişlerinin arasından kurtarıyorsunuz, bağımsızlığınızı, ülkenizi. Bu insanları minnetle anmamak olmaz. Anmayanlar var, bu nankörleri Allah ıslah etsin.
SANAT İNSANI ZENGİNLEŞTİRİR
Bugün Cumhuriyet’in kazanımlarının tek tek elden çıktığı yönünde görüşler var. Bu konuda siz ne dersiniz?
Biz bugün bilimden çok uzağız. Üniversitelerimizin bir ikisi hariç, yüksek lise olduğunu unutmayalım. Hangi üniversitede araştırma yapılıyor. Okuyan adam sayısı; bundan 13-14 sene evvel 10 bin kitabevi vardı, bugün 500’e inmiştir belki de. Bu ülkede kitabevleri kapanıyor. Sanatla ilginiz yok. 4 yıl Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü yaptım. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası var, devletimizi yönetenlerin gittiklerini sanmıyorum. Opera, bale, gittiklerini sanmıyorum. Sanat insanın içini zenginleştirir, ufkunu açar. Devlet adamının sahip olması gereken bir görgü vardır. Görgüsüzlükten kurtarır. Roman okumadan, Mehmet Akif’e, Necip Fazıl’a kadar şiir okuyunca, iş bitmiyor.
Sanat bitti mi, sanat azaldı mı, sanata tekme vurdunuz mu, oranın geleceği tehlikelidir. O zaman Müslüman kadın sahneye çıkamaz. 1921 İstanbul’da durum öyleydi. Zavallı Afife’yi zorlukla kaçırabildiler. O gizli saklı yaşadı hayatını. Anılarında diyorlar ki, Atatürk İzmir’e eşiyle birlikte gelmişti, biz kendisini ziyaret ettik. Oyunumuza davet ettik. Sordu kimler oynuyor diye. Bediha hanım da oynuyor diye. Tabi diyor, Türk kadını da sahneye çıkmalı. Bizim kadınımız Kuvayı i Milliye ile sahneye çıktı.
Şimdi de sanatın içine tükürüyorlar. Heykelleri de ucube olarak nitelendirip, yıktırıyorlar.
Söylediğim gibi sanatın insana kazandırdığı bir görgü vardır. O görgüden yararlanmamış olanların, tabi durumu acıklı oluyor. Üstünde fazla durmaya gerek yok, bunu görüyoruz yani. Ama siz halkı, öğrenciyi, genci, az çok sanata zaman ayıracak insanı sanattan soğutursanız, sanatı kaldırırsanız geride bir kuru kalabalık kalır.
Asıl kaybettiğimiz kazanım şu: Trakya’yı güçlükle geri alabilmişiz. Meriç’e gidip dayanıyoruz. Buna karşılık, Lozan’a gittiğimiz zaman görüyoruz ki hala Ermenilere yurt isteniyor. Kürtlere özerklik isteniyor, Yezidilere, Mecusilere herkese azınlık hakkı isteniyor. Şimdi diyorlar ya 47 etnik gruptan oluşuyor diye, bu bir Alman’ın palavrasıdır. Buna inananların safiyetine şaşarım. Bir incelesinler bakalım Alman nasıl anlatıyor: Türkleri kendi içerisinde on ikiye bölüyor. Türkler, Türkmenler, Aleviler, böyle gidiyor. Herhalde iyi niyetli bir kitap değil. Bunu Türkçeye yıldırım hızıyla çevirdiler. Bir takım bizim siyasilerimiz de Türkiye’nin zenginliğidir diye yansıttılar bunu. Türkiye’nin zenginliği etnik çoğunluk içinde birlik yaratmış olmaktır. Türkiye Cumhuriyeti bunu yarattı. Asıl zenginlik bu birliktir.
ONUR ÇİZGİSİNDE DURDUK
Bir takım tarihçiler var, ödül de alıyorlar, şaşakalıyorum. Doktora tezi yazmış biri Atatürk dönemini anlatıyor. Biz okulda elbiselerimizin üzerine göğüslük giyerdik, erkekler gri, kızlar siyah göğüslük giyerlerdi. Diyor ki ‘bu faşist teamülüdür, herkesi bir örnek yapma’. Bunu yazan şaşkın… Bizim pantolonlarımız yamalıydı, gömleklerimiz eskiydi. Onları örtüyordu. Biz hepimiz aynı onur çizgisinde duruyorduk onları giydiğimiz için. Zengini, fakiri arasında fark kalmıyordu.
Bugüne bakarsak; Cumhuriyet’in kazanımlarını ve kayıplarını karşılaştırıyordunuz.
Bugün Türkiye’de çok çok ilginç şeyler duyuyorum. Bir gazeteci hanım İstanbul’a gitti iki ay sonra telefon etti, ağlayarak dedi ki, ‘’Ben yalnız bir hanımım, Üsküdar’da ben kiralık ev tutamadım. Yalnız olduğumu duyunca vermiyorlar’. Başı da açık. Galiba asıl büyük sorun o. Şimdi, mahalle baskısına lüzum yok devlet baskısı söz konusu. Kırıkkale’nin içindeki meyhaneler şehir dışına çıkarılacakmış. Yani devlet kendini eskiden Tanzimat döneminde çocuklar biraz medeni olsun, yemesini içmesini öğrensin diye yabancı mürebbiyeler tutulurdu. Devlet kendini milletin mürebbiyesi zannediyorsa yanılıyor. Halk rüştünü ispat etti, devlet rüştünü ispat etsin.
Eğitim sistemindeki değişikliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hasan Ali Yücel’den bu yana, bir iki kısa süreli Milli Eğitim Bakanlığı yapmış olanları bir kenara koyuyorum, hepsi milli eğitim ile oyuncak gibi oynamıştır. Milli Eğitim diyoruz ama milli olmaması için her bakan elinden gelen gayreti sarf ediyor. Bu konuda en başarılıları şimdiki bakan. İngiltere’de okullarda çocuklara ettirilen yeminle bizim andımızı karşılaştırırsa sayın bakan bizim ne kadar medeni olduğumuzu anlar. Siz bir Amerikan kovboy filmi hatırlıyor musunuz ki içinde Amerikan bayrağı olmasın.
Hepsinin bir anlamı var. Yani dünyadaki herkes milliyetçi kendi içinde. Ben Almanları çok iyi bilirim. Onlar milliyetçi de değil, ırkçıdır. Bize gelince biz birden bire onların bize yutturmak istedikleri şeyi kabul edip yapmaya çalışıyoruz, bir topluluğu bir arada tutan bütün ortak değerleri, sevgileri, anlayışları, kavrayışları, duygulanmaları, heyecanlanmaları öldürmeye çalışıyoruz. 40 yıldır bunun şahidiyim. Ve utanıyorum. İstanbul’da Parlamenterler Birliğinin bir şubesi var. Orada konferans verirken, Atatürk deyince hepsinin gözünden yaş inerdi. Ben de içimden derdim ki, ‘şimdi ağlayacağınıza vaktiyle iktidarda iken Atatürk deyip kolları sıvasaydınız’.
İKTİDAR YAKIN TARİHİ BİLMİYOR
Ben 5 yıl Anadolu’yu gezdim. Herkese yalvarıyordum ne olur yakın tarihimizi öğrenin, ne olur tarihimizi öğrenin. Öğrenseler aramızdaki birçok sorun azalacak. Yani, devlet demir yollarına yapılan yatırım. Bu devletin Başbakanına eksik, yanlış bilgi veriyorsanız, yanlış söyler. Gerçekler ortaya çıkınca da susmak zorunda kalır. Bu iyi bir şey değil. Bir başbakan mahcup olmamalı. Onun için etrafında, sahiden ciddi danışmanlar bulunmalı. Bir Başbakan her şeyi bilmez ama danışmanlar bilir. Atatürk’ün akşam sofraları danışmanlar toplantısıyla olurdu. Bugün her akşam bir yemekte buluşma şansları yok. Fakat gündüz belirli saatlerde herhalde o danışmanlarla durum değerlendirmesi yapılmalıdır. Yani bizi yönetenlerin yakın tarihi çok iyi çalışmalarını tavsiye ediyorum. Kaymakam da bilecek bakan da bilecek. Cumhurbaşkanı da bilecek. Cumhurbaşkanı, Nutuk’u okudu mu okumadı mı bilmiyorum. Turgut Özal, oraya çıktıktan üç sene sonra Nutuk’u okumuş, biraz da şaşmış. Öyle ya kendinden önceki kiracı bir not bırakmış, onun gibi okumuş. Yani Red Kit’i okurken birden bire Atatürk’ün Nutuk’unu okumak darbe gibi gelir insana, şok olmuştur. Bunları okumadan olmaz. Bir kere bunu bir bilelim: Osmanlı İmparatorluğu bir köylü devletiydi. Cumhuriyet de kurulduğu zaman bir köylü devleti olarak kuruldu. Hala yüzde 25 nüfusumuz köylerde yaşıyor. Hayvancılığımız öldü, tarımımız yavaş yavaş ölmek üzere .
Eskiden buğday üreticisi kendi tohumunu üründen ayırırdı. Şimdi yapamıyor…
Çünkü tohumu dışarıdan getiriyoruz. Atatürk zamanında tohum ıslah enstitüleri kurulmuştur. Fidanlıklar kurulmuştur. Özel bahçeler kurulmuştur. Aşı evleri kurulmuştur. Bunların hiçbiri şu anda yok. Dünyadaki en büyük sağlık savaşını Türkiye verdi, sıtmaya karşı 500 doktorla.
Cumhuriyeti değersizleştirme çabalarından söz edilebilir mi?
Cumhuriyetin yerine ne koyacaklar yani meşrutiyete dönülmez, komik olur. Yerine ne konur?
Şimdi keşke her evde bir bugünkü harita, yanına Sevr haritası yan yana konsa. Çocuklarımız, Atatürk ve arkadaşları nereden alıp Türkiye’yi nereye getirmiş olduklarını her gün görseler.
Yeni Osmancılık akımı var!
O komik bir şey. Onu geçiniz. Bakınız Yahya Kemal’in çok hoş bir lafı var, diyor ki ‘’ Bir imparatorluk yıkıldıktan sonra onun rüyasını gören bir kısım uzun yıllar yaşar.’’ Doğrudur, bunlar bir rüya görüyorlar. Yahu biz Irak’a giremiyoruz, Viyana’ya mı gireceğiz? Biz adalardaki bir kaya parçasını alamadık. Osmanlıyı alınca ne yapacağız halifeyi mi geri getireceğiz? Sorun bakalım Suudi Araplara bizim halife çıkartmamıza evet diyorlar mı?
Onun için alternatifleri yoksa Cumhuriyet’in içerisinde kalacağız. Bilime döneceğiz, sanata döneceğiz, halkı sevmeye döneceğiz, yukarılarda tartışarak halkı bölmekten uzaklaşacağız. İktidar ve muhalefet çok tedbirli olmalı. Diyelim ki birbirini mat ettiler konuşarak ne faydası olur? Hacivat ile Karagöz işi bu. Her seferinde Karagöz, Hacivat’ı kabaca mat eder. Ne olur? Sonunda hep Hacivat’ın dediği olur.
Şimdi Atatürk, İnönü dönemini tartışmaya açıyorlar. Adamları dinliyorum ben içlerinde hele bir profesör var, ikinci ya da üçüncü üniversitesi bu son 10 yıl içerisinde. Yahu o kadar yalanı uydurmakta çok büyük bir marifet. Bir başka profesör var, yanına da çok ciddi tarihçi gibi iki tane genç adamı alıyor, Cumhuriyet ne yaptıysa bir ucundan tutarak eleştirmeye bakıyor. Peki iyi bir şey yapmadı mı bu Cumhuriyet? Sizin varlığınız hiç olmazsa Cumhuriyet’in iyi bir şey yaptığını göstermiyor mu? Sen Osmanlı’nın içinde senin gibi bir adam gördün mü hiç? Felsefe var mıydı? Bilim var mıydı? Yalnız tıp çalışıyordu. O da tıp hocalarının fedakarlığı ve meslek arzusuyla.
Bugünkü eğitim sistemi bilimi öldürüyor. Bilim zevkini, bilim ciddiyetini, bilim araştırmasını öldürüyor. Üniversitelerde zaten çocukların araştırma yapma şansları yok.
Cumhuriyetle ilgili bir şey söyleyeyim. Yunanlılar giderken ahşaptan yapılmış 8-10 bin köy camiini yaktı. İçine insanları doldurup yaktı. Cumhuriyet ilk iş
olarak sabır ve teselli versin diye bütün camileri yaptırdı. Köylere hibe etti. Polatlı’dan İzmir’e kadar olan bütün köy camileri Cumhuriyet’in eseridir. Para toplayarak yaşıyordu din adamları. Cumhuriyettir ki onları kadrosuna aldı. İmam maaş alıyor. Bunlar ilk defa halka dilenmekten kurtuldular. Bunu yapan Atatürk. İnsan ona bir dua etmez mi?
1940’larda yeni Müslümanlar türedi. Bunlara göre herkes kafir, dine göre suçlu. Bir onlar Müslüman ve Allah’ın sevgili kulu. Bir avuç olduklarını zannetmiştik. Olmadıklarını gördük. En tehlikeli cehalet dinde cehalet. Çünkü onu koyun gibi kullanırsınız, dinde cahil olan adamı. İstediğiniz gibi kullanırsınız. Matematik cahili olursanız fazla bir şey değil bakkal kandırır. Ama öbürü çok büyük tehlike.
Fotoğraf: Seda Bugari
YURT, 30 Ekim 2012