“Q, W, X’in ortaya çıkardığı gerçekler” üzerine...

Tarih olan olayları burda paylaşabilir, yorumlayabilir ve öğrenebilirsiniz

“Q, W, X’in ortaya çıkardığı gerçekler” üzerine...

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Eki 03, 2009 2:39

“Q, W, X’in ortaya çıkardığı gerçekler” üzerine...

Dr. Enver Kerem Dirican

Arşiv kaynaklı yazılı belgelere dayanılarak yapılan köken araştırmaları bir yere kadar değerli bilgiler vermekle beraber, tüm bu alanlarda yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçlar, belgesi olan en eski ve güvenilir kaynakları esas kabul eden ve öncesine ait dönemler için bir değerlendirme yapmaya imkân vermeyen çalışmalar olarak görünmektedir. Örnek vermek gerekirse, “Türk” kelimesinin ilk kez milattan önce 400’lü yıllarda Hun döneminde Çin kaynaklarında kullanıldığından yola çıkarak tarihçiler Türk tarihinin başlangıcını bu dönemlere ilişkilendirmektedirler.

Ancak bu bilgi bize Türkler ile ilgili bize ulaşan en eski kayıt hakkında tarihi bilgi vermekte, Türklerin tarihinin kökenleri hakkında herhangi bir yorum yapma imkânı vermemektedir. Bu bulgu ve bilgiden yola çıkılarak yapılabilecek tek yorum kanaatimce “Türklerin varlığına işaret eden günümüze ulaşan en eski yazılı belge şu şu şu tarihlerde şu şu şu kaynaklarda yer almaktadır” ifadesi ile sınırlı kalmaktadır. Az bir akıl yürütme ile dahi Türk kelimesinin günümüze ulaşan en eski yazılı belgesinin üretildiği tarihte Türkler aniden ortaya çıkmışlardır demenin mümkün olmayacağı bellidir. Aynı zamanda Türk kelimesinin bilinen en eski kaydının şu şu şu tarihte olması; daha eski bir kayıt olmadığı veya bir gün bulunamayacağı anlamına gelmemekte olduğu gibi ne de o tarihten önce aynı coğrafyada yaşayan ve aynı kültüre sahip olan insanlara (neticede aynı insanlara) Türk demenin mümkün olmadığı anlamına gelmemektedir.

Tarih belgeler ile araştırılır esasından yola çıkarak elimize ulaşan en eski yazılı belgeyi, Türklerin başlangıcı olarak kabul etme yolunu seçmek bilimsel araştırma esasları açısından da hatalıdır. Burada asıl araştırılması gereken husus “Türkler ile ilgili” yazılı belgelerin değil, “Türklerin” tarih sahnesinde hangi dönemlerden itibaren hangi coğrafyada ve hangi kültürel özellikleri ile yer aldıkları olmalıdır. Bu sonuçlara ulaşabilmek için günümüzde kullanılan temel bilimsel dallar kalıtım bilimi, biyolojik ve kültürel antropoloji ve jeolojidir. Günümüzün önde gelen genetikçilerinden olan Dr. Spencer Wells, ünlü İtalyan genetikçi Luca Cavalli Sforza ile beraber yürüttüğü çalışmalarda insan genetiği ve insanın tarihi yolculuğu hakkında en geniş kapsamlı ve en dolu bilgilere ulaşmışlardır. Çalışmalarının ana hedefi insanın Afrika kıtasını ne zaman terk ettiği, nerelere hangi yollardan ulaştığının belirlenmesidir. Çalışmalarının aynı zamanda tüm insanlığın ortak bir kökenden geldiği ve kardeş olduklarının vurgulanmasına yardımcı olacağını düşünerek hayırlı bir iş de yapmışlardır.

Kalıtım ve köken çalışmaları biyoloji ve antropoloji bilim dallarında belli prensiplere dayanılarak uygulanır. Popülâsyon genetiği ve evolüsyon çalışmalarının temelleri ile benzerlik gösterirler. Bir araştırmacı, eğer günümüzde yaşamakta olan ve/veya biyolojik olarak analiz edilebilir bir numunesi bulunan bir canlının (tür-familya-ırk, vs…) diğer hangi canlılarla yakın akraba olduğunu, hangi kökenden hangi coğrafyada hangi koşullarda ayrılarak ortaya çıktığını incelemek istiyor ise bu türe ait biyocoğrafyayı iyi bilmeli ve örnekleme alanını “çalışmanın büyüklüğünü ve incelenecek tarihlerin genişliğini içine alacak şekilde” geniş tutmalıdır.

Örneğin; bir araştırmacı Malatya popülâsyonunun kökenini araştırıyor ise ve iki örnekleme alanı seçerse iki farklı sonuç elde eder:

    1- örnekleme Malatya ve çevre illerden yapılır ise elde edilen verilerin yorumlanması farklı ve sınırlı olur.

    2- örnekleme tüm İran-Turan coğrafyasından yapılır ise sonuçlar çok daha farklı ve anlamlı olur.

Bunun yanı sıra, örnekleme yapılacak bireylerin biyocoğrafya açısından ön incelemelerinin iyi yapılmış olması gerekir. Eğer aynı araştırmacı Malatya popülâsyonu üzerine yaptığı çalışmada kan örneği aldığı bireyleri subay-astsubay lojmanlarından elde ederse, yapacağı araştırmanın hiçbir anlamı kalmaz. Zira bu bireyler incelenen popülâsyonun asıl üyeleri değil ziyaretçileridir. Biyolojik köken çalışmalarında işte bu nedenlerle “izole popülâsyonlar” son derece önemlidir. İzole popülâsyonlar ilgili biyocoğrafyanın ve incelenen türün ana unsurlarıdır. Buna bağlı olarak bir diğer örnek vermek gerekir ise; Türkler üzerine köken çalışması yapan bir araştırmacı, Anadolu’dan örnekleme yaparken belli özelliklere dikkat etmelidir. Tutup da Polonezköy'den veya benzeri bir ziyaretçi popülâsyondan örnek almamalı ve ayrıca Anadolu coğrafyasında meydana geldiği bilinen göç hareketlerini dikkate alarak yorumlarını yapmalıdır.

Genetik çalışmalarda köken ve iz sürme çalışmalarında belli genlerden ve mutasyonlardan yararlanılır. İlgilenilen canlının, çalışılması mümkün, çalışmaya uygun, temel özelliklerini taşıyan, materyal elde edilmesi kolay ve en önemlisi “biriken mutasyonlar taşıyan” genlerinden biri seçilir. Bu mutasyonların farklı popülâsyonlardan elde edilen örneklerde ne kadar bulunduğu belirlenir. Bir köken ve akrabalık araştırmasında temel biyolojik bilgiler ışığında, eğer bir tür farklı biyocoğrafyalara yayılma ve göç yapıyor ise, bu gende en çok sayıda varyasyona sahip olan popülâsyon en eski popülâsyondur. Bu bir. İkincisi, göç eden popülâsyonlar, en eski popülâsyondan ne kadar fazla varyasyonu genlerinde taşıyorlar ise o popülâsyona o kadar yakındırlar. Üçüncüsü, varyasyonların ayrılma ve mutasyonların birikme oranı, araştırmacıya ilgilenilen popülâsyonların birbirlerinden ayrılma tarihleri ve sıraları hakkında “binli” yıllara varan hassasiyette bilgi verir.

Bu çalışmalardan elde edilen veriler soyağacı oluşturmak için kullanılır.Spencer Wells tarafından yayınlanan “The Journey of Man: A Genetic Odyssey, ISBN: 0-691-11532-X; Princeton University Press” adlı kitapta açıklamış ve eser, National Geographic kanalı tarafından televizyon belgeseli haline getirilmiştir (Journey of Man – İnsanın yolculuğu). Eserde genetik olarak hangi moleküllerden ve genlerden yararlanıldığı ve bulguların insanın kökleri hakkında neler ortaya koyduğu açıklanmaktadır. Bu çalışmanın ana özelliği, yukarıda anlattığım örnekleme prensiplerine ve göçlere son derece dikkat etmesi, örneklenen popülâsyonu önceki muadili çalışmalardan geniş tutması ve izole popülâsyonlara yönelmesidir. Bu nedenle insan tarihi alanında yapılmış olan diğer genetik araştırmalardan daha değerlidir.

Bu çalışmada dikkatimi çeken belli başlı hususları sizinle paylaşmak istiyorum:

    1- İnsanoğlu, yaradılışından itibaren geçirdiği zamanın büyük çoğunu sadece Afrika’da yaşamıştır. Çalışmada Afrika’yı ilk terk eden kabilenin kalıntılarına ulaşılmıştır. Araştırmacı bu kabileyi ziyaret etmiş ve incelemiştir. Kabilenin fenotipik yapıları da (gözle görünen özellikleri diyebiliriz) genotipik özellikleri ile uygunluk göstermektedir. Bu insanlara bakan araştırmacı hayretini saklayamamış ve adeta tüm dünya ırklarının bir araya gelmiş bir köye toplanmış haline bakar gibi hissettiğini belirtmiştir.

    2- Afrika’dan ilk göç Somali-Etiyopya-Yemen üçgeninde verilen bir molayı takiben Hindistan ve güneydoğu Asya yolu ile Avustralya’ya gitmiştir. Bu insanlar Aborijin adı verilen Avustralya yerlileri olmuşlardır.

    3- Somali-Etiyopya-Yemen üçgeninde verilen mola bölgelerinde kalan ve Hindistan’a ilerlemeyen insanlar ikinci bir göç ile orta Asya’ya ulaşmışlardır. Somali-Etiyopya-Yemen üçgeninde kalan insanların bir kısmı da müteakip bir göç ile Çinlileri oluşturmak üzere Çine göç etmişlerdir.

    4- Orta Asya’ya gelen insanlar burada bir süre yaşamışlardır. Bu yaşam süresi içerisinde giyinme-avlanma-sanat alanında ilerlemeler kaydetmişler ve kanaatimce modern insan denebilecek temel özellikleri kazanmışlardır. Bu insanların bir kısmı yaklaşık olarak 30000 (otuz bin) yıl önce Avrupa’ya göç etmişler ve günümüzün Avrupalılarını oluşturmuşlardır. Çalışmayı yürüten araştırmacı Dr Wells, bu bilgiyi sunarken eski teorinin, yani Avrupalıların Hindistan çıkışlı orta doğu kökenli olduklarını söyleyen teorinin geçerli olmaktan çıktığını açıkça ifade etmiştir.

    5- Orta Asya’da kalan insanların diğer bir kısmı iklim koşulları nedeniyle kapanan bering boğazından Amerika’ya geçerek ilk Amerikalıları oluşturmuşlardır (15-25000 – onbeş ila yirmibeşbin yıl önce). Buzul çağında geçekleşen bu göçün arkasından bering boğazı tekrar sular altında kalmış ve Amerika yerlileri ile diğer dünya insanları ayrı bir gelişim göstermişlerdir. Birbirleri ile bağlantıları kesilmiştir. Araştırmacı Dr Wells, TV belgeselinde tüm bu göç yollarını bizzat izlemiştir. Kendisi orta Asya’da bugün, tüm Avrupalıların, Anadolu medeniyetlerinin, Sümerlerin, Çin ve Hindistan hariç Asyalıların ve Amerika yerlilerinin ortak atası olan insanın torunu ile tanışmıştır.

Bu insan bugün Kazakistan’da yaşayan bir Türk’tür. Araştırmacı bu insana ne kadar değerli bir genetik mirasa sahip olduğunu bizzat anlatmıştır. Bu bilgilerden yola çıkarak birtakım yorumlar yapmamız mümkündür. Kanaatimce, Hint-Avrupa dil ailesi olarak bilinen ve aryan ırkın medeniyetin merkezine oturtulduğu teori yukarıda açıklanan genetik bilgilere ışığında çökmüştür; Avrupalılar orta Asya kökenlidir. Sümerler orta Asya kökenlidir. Anadolu medeniyetleri orta Asya kökenlidir. Kafkasların tamamı orta Asya kökenlidir. Amerikan yerlileri açık bir şekilde orta Asya kökenlidir. Bering boğazından göç teorisi genetik bilgiler ışığında kanıtlanmıştır.

Amerikan yerlilerinde günümüzde dahi yaşamakta olan bazı Türkçe kelimelerin varlığı ve bu insanların Amerika kıtasına 15-25 bin yıl önce orta Asya’dan göçmeleri ve göçten sonra aradaki bering bağlantısının kesilmesi bu insanların Türk olduğunu göstermekle kalmamakta, aynı zamanda Türkçemizin temellerinin en yakın tahmin ile 15000 (onbeş bin) yıl öncesine götürülmesi gerekliliğini basit bir mantık ile ortaya koymaktadır. 15000 yıl önce var olan bir dil demek 15000 yıl önce var olan bir halk demektir. Bu bilgi bize bilimsel olarak kanıtları olan ilk dilin Türkçe olduğunu göstermektedir. Günümüzde izleri bu tarihlere uzanan Türkçeden başka bir dil bulunuyor mu?

Ulu önder Atatürk’ün, genetik bilgilerin bulunmadığı bir dönemde “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş Dil Teorisi” çalışmalarını başlatması son derece anlamlıdır ve bilimsel takdirle karşılanmalıdır.

Saygılarımla

Dr. Enver Kerem Dirican



TürkCelil
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Türk Tarihi

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x