
Türkiye, akçalı vaatler ve düzeysiz söylemlerle dolu bir seçim dönemi yaşadı ve yönetimde bulunanlar yerini korudu. Ortadan ikiye bölünmüş ya da belki iki bine! bölünmüş Türkiye, belirsiz geleceğe doğru yol almayı sürdürmeye karar verdi. Sorun yaratanlara, bir kez daha sorunu çözme yetkisi verildi.
Osmanlının son dönemine benzer bir durum yaşanıyor. Üretimsizliğin ve borçlanmanın yol açtığı ekonomik tutsaklık, ülkeyi Batı’nın yarı-sömürgesi durumuna düşürmüş durumda. Türkiye, dağılmaya yol açacak sorunlar içinde giderek güç yitiriyor. Dışarıya verilen siyasi ve ekonomik ödünlerden sonra, şimdi ulusal haklardan ödün verme aşamasına gelindi.
Geçen 16 yılın sorumluluğunu taşıyanların, ülke yönetiminde kalması kimseyi üzmemelidir. Ülkeyi bugünkü duruma getirenler, yarattıkları olumsuzluklarla karşı karşıya kalmışlardır. Siyaset bir süreçler toplamıdır. Ortaya çıkan sorun büyükse, doğuracağı sonuçların bedelini sorunu yaratanlar ödemelidir. Öyle görünüyor ki, ülkeyi yönetenler yarattıkları sorunların ağır yükünü taşıyamayacaklardır. Altından kalkamayacakları sorunların yıkıcı sonuçları altında ezileceklerdir...
Türkiye’yi bekleyen tehlikelerin farkında olup birşeyler yapılması gerektiğini düşünenler, henüz karar birliğinden uzaklar. Yeterince güçlü ve örgütlü değiller. Ancak, fabrikaları kapatılan işçiler, tarlasını ekemez duruma düşen çiftçiler, işyerini yitiren esnaf, yoksullaşan memur, terörün acısını yaşayan şehit aileleri ve ülke için kaygı duyan aydınlar; yaşanan sürecin ne anlama geldiğini kavramaya başladılar. Gerçeği, önceden görerek değil, yaşayarak öğrendiler; öğreniyorlar.
Kendisinin, çocuklarının ve ülkesinin geleceğini düşünen herkes, çok şey yitirmekte olduğunu ve karışık bir geleceğe doğru sürüklenildiğini daha net biçimde görmeli, tehlikeli gidişi durdurmak için çaba harcamalıdır. Bunu yaparlarsa, kaçınılmaz olarak Atatürk’e ulaşacaklar ve onun başardığı eylemin, Türkiye için ne anlam ifade ettiğini daha iyi kavrayacaklardır. Türkiye, yaşadığı ve yaşayacağı sorunlardan ancak ve sadece Atatürk’ün uyguladığı politikalarla kurtulabilir. Bunu herkes bilmeli, ona göre davranmalıdır.

Başarısı uygulanarak kanıtlanan ve Türkiye’nin gücünü oluşturan Atatürkçü eylem, günün koşullarına uygun olarak yeniden geçerli kılınmazsa, ulusal varlık korunamayacaktır. Geç kalınırsa, uzun olmayan bir zaman diliminde korunacak bir Cumhuriyet kalmayacaktır.
Bu savın kanıtları, günlük yaşamda en açık biçimiyle görülmektedir. Bilgi yetersizliği nedeniyle çıkış yolu bulamayanlar, içine düştükleri karamsarlık ve edilgenlikten kendilerini kurtarmalıdır. Çıkış yolu vardır ve ulusun birliği sağlanırsa başarı kesindir.
Yapılacak iş açık ve yalındır. Ulusçu aydınlar, önce kendilerini sonra halkı örgütlemeli ve Türk Devrimi’ni yeniden toplum yaşamına sokmanın yolunu bulmalıdır.
Türk ulusunun gerçek gücü görülmeli, bu gücün harekete geçirilmesinin herkesin üzerine düşen bir görev olduğu bilinmelidir. Bu görev, hem geçmişe karşı ödenmesi gereken bir borç, hem de gelecek için yerine getirilmesi gereken bir ödevdir.
Ulusal birliği sağlama yönünde geç kalınan her gün, kaçınılmaz gibi görünen ilerdeki karmaşa günlerinde çekilecek acıların artması demektir. Ulusu ve özgürlüğü savunanlar, haklı ve meşru oldukları için güçlüdür. Gücümüzü bilelim, gerçek dışı sanlara, aldatıcı sözvermelere ve sanal amaçlarla halkın kandırılmasına izin vermeyelim. Bir araya gelelim ve örgütlenelim.
Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimi, güçlü dayanaklarımızdır. Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkmanın, haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkmak olduğunu bilelim.
Bunlar yapılmadığında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 776 bin kilometrekare yüzölçümü, Başkenti Ankara olan ulus devlet yapısıyla korunamayacaktır. Ekonomik ve siyasi çürümüşlük, idari yapıyı etkisiz kılmış halkı sahipsiz bırakmıştır. 1919 Amasya Bildirisi, akıldan çıkarılmamalıdır. Halkı ve ulusu ancak halkın kendisi ve örgütlü gücü kurtaracaktır.
Metin AYDOĞAN, 26 Haziran 2018