Solcular & İslamcılar arasına kimler girdi?

Solcular & İslamcılar arasına kimler girdi?

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Haz 30, 2009 13:43

Solcular & İslamcılar arasına kimler girdi?

Türkiye’de İslamcılar neden sağcıdır? Bu soruyu bugün sormamın nedeni İran’daki gösterilerdir. Komşudaki olaylar Türkiye’deki İslamcı medyanın kafasını karıştırdı. Ancak yavaş yavaş “Batı’nın İran’a müdahale etmek için bu tür olayları çıkardığını-desteklediğini-abarttığını” söylemeye/yazmaya başladılar. O halde artık şu kritik soruyu sorabiliriz: İran’daki gösterilerle Türkiye’deki Ergenekon arasında nasıl bir bağ var? Tüm bunlar size karışık gibi gelebilir ama inanın hiç değil...

Tüm sorunların kaynağı olarak moderniteyi ya da kaba pozitivizmi gören İslamcılar, “düşman belirleme” konusunda -dün olduğu gibi bugün de- hata yaptıklarını hiç düşünüyorlar mı?

Soruyu açmak için siyasal İslamcılığın ortaya çıkış sürecine bakalım...

Siyasal düşünce tarihine İslamcılık -şaşırtıcı gelebilir ama- 1860’ların ikinci yarısından itibaren Jön Türkler ile girdi. Asıl gelişimini 1908 Temmuz Devrimi’nden sonra gösterdi.

Osmanlı’daki üç siyasal tarzdan -Osmanlıcılık,Türkçülük ve İslamcılık- biriydi.

Türkçülerle hiçbir zaman problemleri olmadı. Hep kardeş ilişkisi içinde oldular; tıpkı bugün gibi. Hedeflerinde sadece modernist/pozitivist Batıcılar bulundu.

Parantez açmalıyım: Bu konuda da anlaşılması zor “beğeni tercihleri” var.

Örneğin İslamcı belediyeler bugün Namık Kemal’e mesafelidir; nedense adını bir yere vermezler. Niye? Rakı içtiği için mi!?

Şaka bir yana halbuki Kanun-i Esasi’nin daha katı şeriat hükümleriyle dolu olmasını isteyenlerin başında komisyon üyesi Namık Kemal gelmekteydi. Sorun Namık Kemal’in padişaha başkaldırması mıdır? O halde Mehmet Akif Ersoy’u niye çok seviyorlar? Namık Kemal’den daha ilerici ve modernisttir. Yoksa bu beğeninin altında, “Atatürk’ün şapka devrimine karşı çıkıp Mısır’a gitti” şeklinde uydurulmuş bir yalana inanmaları mı yatmaktadır? Mesele bu kadar yüzeysel mi algılıyorlar? Galiba.

Bakınız, İslamcı kadroların siyasal duruşlarını belirleyen ana eksen, “milli-manevi değerlere bağlılık” diye ifade edilen kültürel duygusallıklarıdır. Küçümsemek gibi kastım yok- ama birkaç istisnai isim dışında İslamcı kadroların çoğunun bilgisi “imam-hatip” düzeyindedir. Bilmezler ki din bilgi kaynağı değil kuvvet kaynağıdır.

Bu nedenle sürekli siyasetin dinsel dilinin “figüranı” olmaktadırlar.


Aslında hala 35’inci madde tartışılıyor

Bizim İslamcılar’ın olaylara bakış perspektifleri dardır; meseleleri “okuma” sorunları vardır.

Örneğin: 31 Mart 1909’daki gerici ayaklanma salt Osmanlı’nın iç sorunu olarak görülebilir mi? Gericilerin arkasında İngilizler olduğu bugün sır değildir. (Dışişleri Bakanı Edwards Grey ile İstanbul’daki İngiliz büyükelçiliğinin yazışmaları üzerinde artık gizlilik kararı yoktur.)

Meselenin özü İngiltere ve Almanya’nın Osmanlı üzerindeki nüfuz mücadelesidir.

Hadi Prens Sabahattin sırtını nereye dayadığını biliyordu. Ya ayaklanan Derviş Vahdeti gibi İttihadı Muhammedi örgütü mensupları? Hayır! Onlar sadece “Gavurluk istemeyiz” diyorlardı. İttihatçılar Anayasa’da yer alan Padişah’a meclisi kapatma yetkisi veren 35’inci maddeyi kaldırmak istiyorlardı. Gericilere göre ise bu 35’in anlamı; 30 ramazan, 5 de beş vakit namaz idi!

Mesele bu kadar yüzeyseldi. Bugün Türkiye’de hala “35’inci madde” benzeri oyunlar oynanmaktadır!

Diyoruz ya ortada bir “okuma” sorunu var.

Peki bunun sebebi nedir? İslamcılığın zihinsel paradoksunu kimler belirledi? Onları kuşkucu değil “ezberci” yapan kimlerdi? Ellerine bu basma kalıp reçeteleri kim verdi?

Burada karşımıza bir isim çıkıyor: Cemaleddin Afgani (1838-1897).

Afgani, Osmanlı’daki İslamcıların düşünsel haritalarını çizen ilk kişiydi.

Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Şeyh Ömer Fevzi Mardin, Babanzade Ahmed Naim, Prof. Ebulula Mardin, Mehmet Akif, Eşref Edib, (CHP genel başkanı) Şemseddin Günaltay, Mehmet Ali Ayni, Prof. İsmail Hakkı İzmirli, Sadrazam Said ve Nazır Abbas Halim Paşalar gibi “seçkinci” İslamcılar’ın hepsi Cemaleddin Afgani’nin “müritleriydi.”

Sırat-ı Müstakim’den Sebil ür-Reşad’a kadar siyasal İslamcılar’ın yayın organlarının çizgisini onun görüşleri belirledi.

Temel görüş şuydu: İslam ilerlemeye engel değildir; onu geri bırakan etkilerden kurtarılmalıdır. Kültürel değerlerimizi kaybetmeden Batı’ya yönelinmelidir.

Burada derinlikli bir siyasi ve iktisadi tahlil yoktur. Sorun sadece kültürel olarak görülmektedir.


Şeyh Mason çıktı

Şeyh Cemaleddin Afgani ve takipçisi İslamcıların sorunu analiz edememelerinin nedeni İngilizler idi.

Hindistan’ı sömürge yapan İngilizler, Müslümanlar’ı hep kontrolleri altında tuttular.

Sıkı durun; siyasal İslam dünyaya 1840’larda Hindistan’dan yayıldı. Tabii İngilizlerin himayesinde olduğunu söylemeye gerek yok.

Bize de buradan geldi; yani İngiliz patentlidir.

Şeyh Afgani’nin aynı zamanda Kahire’deki Şark Yıldızı Locası’na 7 temmuz 1868’de girdiğini ve Mısır’da kurulan mason locasının başına getirildiğini yazarsam mesele daha iyi anlaşılır mı?

Hadi bir ek bilgi daha vereyim: Afgani, dünyadaki İslamcıları derinden etkileyen Ziya ül-Hafıkayn dergisini de Londra’da çıkardı.

Bakınız; denir ki “ilk İslamcılar antikolonyalisttir.” Bu uydurmadır. Afgani ortada; amansız hastalığından kurtulması için İngilizler ellerinden gelen her fedakârlığı yaptılar.

Örnek çok; işte Muhammed İkbal! İngilizler, İkbal’e sadece büyük bir şair olduğu için mi “Sir” unvanı verdi? İslamcıların beğenilerini bile belirleyen İngilizlerdi! Neyse…


Hintli Müslümanlar’ın etkisi

Yazıyorlar; “ilk İslamcılar anti-kolonyalistmiş!” Açmayalım şimdi Süveyş Kanalı meselesini; ya da Hasan el Banna’nın İngiliz parasıyla kurduğu Müslüman Kardeşler hikâyesini.

Kim kimi kandırıyor? Antikolonyalist olanlar ulusal hareketlerdi, sosyalist örgütlerdi ve ne yazık ki İslamcıların hedefinde de sadece bunlar vardı!

Türkiye’de farklı mı oldu? Daha önce bu sayfada yazdım. Osmanlı İslamcıları ilk başta Bolşevik hareketine sıcak baktılar. Sosyalist fikirlere düşmanlıkları yoktu. Hatta, İslam ile sosyalizmin benzerliklerini yazıyorlardı. Bolşeviklik revaçtaydı.

Sonra düşmanlık girdi araya... Kimler yaptı bunu?

Alın size bir örnek daha; merkezi yine Hindistan!

Hint Müslümanlardan Şeyh Müşir Hüseyin Kıdvay’ın İngiltere’de çıkardığı “İslam ve Sosyalizm” kitabı ilk düşmanca yazılmış kitaptır.

Kimler tercüme edip Osmanlı’ya getirdi bunu? Cemaleddin Afgani’nin müritlerinin çıkardığı Sebil ür-Reşad, 4 gün boyunca neden sayfalarını bu kitaba açtı?

İslamcılar hâlâ ezberletilen sözleri tekrarlayıp duruyorlar. İyi niyetli olanların, İngiliz Askeri Haberalma Servisi’nin 1920 yılına ait gizli raporlarını açıp okumaları gerekir. Bu belgelerde Müslümanları sosyalistlere karşı nasıl harekete geçirdikleri açık açık görülmektedir.

“Komünistlerde kadınlar ortaklaşa kullanılan maldır” yalanı Londra üzerinden Osmanlı’ya gelmedi mi?

Bakınız laf lafı açıyor...

Ne zaman ki Ankara hükümeti, Sovyetler Birliği’nden silah-altın yardımı almıştır; ne tesadüftür ki Hintli Müslümanlar da Ankara’ya para göndermişlerdir! Hintli Müslümanların bu yardımının arkasında, Ankara’nın tamamen Bolşeviklere yanaşmasından çekinen İngilizlerin parmağı yok mudur sanıyorsunuz? Sorunun sorulamadığı tarih resmi/dogmatik tarihtir!..


Yeşil Gladio faaliyetleri açığa çıkarılmadı

Önce bu sorunun yanıtını aramalıyız: Türkiye’deki İslamcılar niye sağcıdır? Kimse dinsel nedenler ileri sürmesin; Latin Amerika’daki kiliseler-Hıristiyanlar niye solcudur o zaman? Üstelik Vatikan ve Opus Dei’nin büyük dinsel kampanyalarına rağmen. Türkiye’deki İslamcılar “baş düşman” olarak sürekli Tanzimat- İttihat ve Terakki ile Cumhuriyet modernizmini görmüşlerdir? Bakış açılarının baş çelişkisi bu kültürel/modernist gelişmelerdir.

Nasıl bir sarmal içine alındıklarının farkında mıdırlar? Soğuk Savaş başlangıcında Komünizmle Mücadele Derneği’ni, İlim Yayma Cemiyeti’nin neden kurdurulduğuna kafa yoruyorlar mı?

O tarihe kadar solcularla İslamcılar aynı dergilerde çalışıyorlardı.

Sonra devreye Gladio’nun anti-komünist güçleri girdi. ABD’nin 6. Filosu’nun gelişini protesto eden solcu gençleri öldürenler bunlar değil miydi?

Gladio, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü “babasının hayrına mı” organize etti?

Peki bu Gladio şimdi Ergenekon’un neresinde? İçinde mi, karşısında mı?

Samimi İslamcılar bu soruyu düşünmelidir...


İran olayları Ergenekon’dan bağımsız değil

İslamcıların temel sorunu “düşman” tanımından kaynaklanıyor.

Meseleleri hep kültürel bir iç sorun olarak görüyorlar. Doğru dürüst bir “emperyalizm” tanımları yok.

Siyaseti bilinçli olarak içeriksizleştiren liberaller gibi, emperyalizme “geçmiş çağın safsatası” gözüyle mi bakıyorlar? Hayır!

İşte bu “hayır” yanıtıyla geldik İran olaylarına…

İslamcıların çoğu diyor ki: “ABD, İngiltere ve İsrail, İran’a müdahalenin gerekli olduğunu dünya kamuoyuna ikna etmek için olayları abartıyor.”

Bu analiz doğru mudur? Önemli değil, bu başka bir yazının konusu olabilir. Burada üzerinde durulması gereken konu, İslamcıların bu meseleye “antiemperyalist” bir söylemle yaklaşıyor olmasıdır.

Demek İslamcıların antiemperyalist bir bakış açıları var! Demek İslamcılar, ABD’nin Irak ve Afganistan’a “özgürlük” - “demokrasi” götürdüğüne inanmıyorlar.

Demek İslamcılar Batı’nın Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna gibi ülkelerde Batı destekli “renkli devrimler” yaptırdığını kabul ediyorlar.

Demek İslamcılar, Soğuk Savaş’tan sonra dünyanın yeni bir paylaşım mücadelesine sahne olduğu tespitine katılıyorlar.

O halde…

İran’daki olayları içişleri olarak görmüyorlar ise, Ergenekon’u nasıl Türkiye’nin iç meselesi olarak değerlendiriyorlar?

Hiç düşünmüyorlar mı; TSK niye hedeftir? “İran ve Rusya yeni müttefiklerimiz olsun” diyen paşalar niye gözaltına alınmış, tutuklanmıştır? Bu görüşü savunan Avrasyacı siviller niye Silivri’ye tıkılmıştır?

Komşu İran’da “emperyalist parmağına” işaret edeceksiniz; Türkiye’de “o parmaktan” hiç bahsetmeyeceksiniz!

Türkiye’deki meseleleri hala modernite sorunu olarak görmeleri İslamcıları düşünsel körlüğe iteklemiştir.

Değiş tokuş yapalım

Şimdi buraya; “İslamcılar Türkiye’de çatışmanın ekseni olarak kültürel hakları görüyorlar ise, dünya ölçeğindeki bu büyük paylaşım savaşının piyonu olarak kalmaya mahkûmdurlar” diye yazsam ağır mı olur?

Hadi öyleyse yazıyı sert bir üslupla değil, bir değiş tokuş önerisiyle bitirelim.

İslamcılara; Mehmet Altan’ı, Ufuk Uras’ı, Yasemin Çongar’ı verelim; onlardan Ali Bulaç’ı, Mehmet Bekaroğlu’nu ve Ayşe Böhürler’i alalım. Yetmez derlerse üstüne bir de Engin Ardıç’ı ekleyelim…


Münevver Ayaşlı’nın Cumhuriyet düşmanlığı

İslamcı yazarlar arasında en çok yararlandığım yazarların başında merhum Münevver Ayaşlı gelmektedir.

O, İslamcıların sembol isimlerinden biridir... Özellikle her kitabında mutlaka “Selanik’te doğdum ama umumi manada anlaşıldığı gibi Selanikli değilim“ demesini hep tebessümle okurum. Öyle olsa ya da böyle olsa ne fark eder ki? Yazılarının değeri mi düşer; saygınlığı mı azalır? Ya da hitap ettiği cemaatteki etkinliği mi? Neyse...

Münevver Ayaşlı tam bir “Osmanlı aristokratıdır.“

Osmanlı İslamcılarının son temsilcilerindendir. Cemaleddin Afgani’nin tüm öğrencileri gibi o da, Batılılaşma ile gelenek arasında sıkışmıştır.

Kitaplarında, saraya ve Osmanlı kültürüne ne kadar bağımlı olduğunu özenle- ısrarla gösterir.

Saltanatı ve halifeliği kaldıran Cumhuriyet’e ise ateş püskürür. Cumhu-riyet’i Osmanlı kültürünün, hayat tarzının, terbiyesinin yıkılmasının sebebi olarak görür. Ancak...

Rahmetli Ayaşlı, saray sevgisini o kadar abartır ki, salt Osmanlı sarayını değil Avrupa’daki tüm saraylara övgüler dizer.

Bu yıl çıkan “Hamin-ne’nin Suret Aynası“ adlı eserinde İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth ve Hollanda Kraliçesi Juliana’ya övgüde sınır tanımaz. “Bu güzel, akıllı, müdebbir (tedbirli), memleketini ve eski ‚hayali cihan değer’ maziden arta kalan ‚Commun World’ü gayet iyi idare eden bu dört çocuk anası ve çok iyi zevce genç kadın kimdir: II. Elizabeth!“

Peki Münevver Ayaşlı kimi sevmez?

”Efendim, Napolyon karakter bakımından de pek sağlam bir şey değildi. İhtilal subayı olarak sahneye çıkan Napolyon bir imparatorluk kurmuştu. Krallar ve hanedanlar aleyhinde olan Napolyon, Avrupa’nın en eski bir hanedanı olan Habsburglardan kız istedi ve Avusturya imparatoriçesinin kızını aldı. Napolyon bir kraliyet ailesine mensup olmamanın ve meşru yoldan tahta oturmamanın kompleksi içinde idi. Enver’i Napolyon’a benzetebiliriz. Baldırıçıplak bir ihtilalci olarak sahneye çıkan Enver, sonradan padişahın damadı olmak ihtirasına düşmüştü.“

Ona göre, Napolyon kötüydü General de Gaulle iyiydi; çünkü, “dünyadaki tek emperyalist ülke“ olan Sovyetler Birliği“ ne karşı çıkmıştı! Türkiye’deki İslamcıların düşünsel paradigmasını “Osmanlı aristokratı“ Münevver Ayaşlı gibi yazarlar oluşturdu.


Soner YALÇIN, HÜRRİYET
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

İletigönderen İrade-i Milliye » Çrş Tem 01, 2009 19:17

Gerçekten Soner Yalçın'dan beklemediğim bir yazı. Ona şimdiye kadar çok haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Hep önyargıyla yaklaşmıştım, ama Soner Yalçın'ın derin bilgi birikimi ile olayları çok güzel yorumladığını farkettim. İslamcıların neden emperyalizmin ve kapitalizmin kucağında oturduklarını ve bunun tarihi arka planını çok güzel açıklamış. Batıcı demesem de pozitivistler ve duygularının yerine akla önem verenler hedeftedir. Ben biraz daha Soner Yalçın'dan farklı düşünüyorum. İslamcılar, anti-emperyalist olabililer, ama anti kapitalist olabilirler mi? Tabii ki olamazlar. Kendi sınıfsal çıkarları açısından emperyalistlerle işbirliği yapan bir oligarşinin İran hakkında anti emperyalizm kokan yorumlar yapmasını samimi bulmuyorum.
Kullanıcı küçük betizi
İrade-i Milliye
Üye
Üye
 
İletiler: 85
Kayıt: Prş Mar 05, 2009 2:38

İletigönderen Ram » Prş Tem 02, 2009 1:41

İslamcıların beğenilerini bile belirleyen İngilizlerdi!


Bu yıl çıkan “Hamin-ne’nin Suret Aynası“ adlı eserinde İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth ve Hollanda Kraliçesi Juliana’ya övgüde sınır tanımaz. “Bu güzel, akıllı, müdebbir (tedbirli), memleketini ve eski ‚hayali cihan değer’ maziden arta kalan ‚Commun World’ü gayet iyi idare eden bu dört çocuk anası ve çok iyi zevce genç kadın kimdir: II. Elizabeth!“


Bu "Kadir Egyptianson" gibilerin, "Tanrı Kraliçe'yi korusun!" nida'larını, bir türlü tam bir yere oturtamıyorum. Yalnızca cehâlet midir bunları bu rezil hale sokan¿? Şüpheli... Cehâlet bir temel oluşturur, üzerini kendileri tamamlarlar. Bence aileleri tarafından yeterince ahlâklı yetiştirilememe veyahut ahlâksız yetiştirilme sorunları var. Zira cehâletle kurulan (yâni yanlış verilerle, çarpıtmalarla, yalan ve uydurmalarla oluşturulan) temel, akılla/bilgiyle bir şekilde yıkılabilir. Fakat ailenin verdiği temeli yıkmak için, çetin bir duygusallığı da yıkmak gerekir -ki bu durumda akıldan ve bilgiden fazlası gerkir.

Ne zaman ki Ankara hükümeti, Sovyetler Birliği’nden silah-altın yardımı almıştır; ne tesadüftür ki Hintli Müslümanlar da Ankara’ya para göndermişlerdir! Hintli Müslümanların bu yardımının arkasında, Ankara’nın tamamen Bolşeviklere yanaşmasından çekinen İngilizlerin parmağı yok mudur sanıyorsunuz? Sorunun sorulamadığı tarih resmi/dogmatik tarihtir!..


Burada biraz basite indirgeme var. Cinnah ve hareketi mi İngiliz kuklasıydı¿? Bu gibi durumda, "parayı İngilizler göndertti" anlamı çıkartılabilecek cümleler yerine, "İngilizler ilgili konuda koydukları bazı engelleri, Ankara'nın Sovyet'e yakınlaşmasından çekindikleri için kaldırmıştır" benzeri cümleler sarfetmek daha doğru olurdu. Soruyu soralım, meseleleri sorgulayalım da, bir de ilgili yaşanmışların olduğu dönemdeki inanılmaz koşulları da göz önünde tutalım.

Gladio, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü “babasının hayrına mı” organize etti?

Peki bu Gladio şimdi Ergenekon’un neresinde? İçinde mi, karşısında mı?

Samimi İslamcılar bu soruyu düşünmelidir...


Bence, bu soruları evvelâ, daha önceden "konsept danışmanı" olduğun kurtlu bir dizinin, son serisinde Fetullahçılarla işbirliği yapan Kadirî yapımcılarına sorman gerekir. Bir cevap alırsan çekinme yaz ki, biz de neden bu kadar yanar-döner olduklarını iyice bir öğrenelim.

Şimdi buraya; “İslamcılar Türkiye’de çatışmanın ekseni olarak kültürel hakları görüyorlar ise, dünya ölçeğindeki bu büyük paylaşım savaşının piyonu olarak kalmaya mahkûmdurlar” diye yazsam ağır mı olur?


Ağır mı olur¿? Yapma Soner Yalçın, hafif kalır. Zaten aralarında senin yazdıklarından bir şey anlayacak olan az olduğu için, çok da sorun olmaz.

Soner Yalçın'dan, bu gibi yazıları okumak her zaman nasip olmuyor. Esasen, birilerine karşı tavır alıp da yazması değil, verilere dayanarak yazması ve bunu yazarken sıkıcı bir biçim benimsememesidir.
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 4 konuk

x