
Türkiyede İslamcılar neden sağcıdır? Bu soruyu bugün sormamın nedeni İrandaki gösterilerdir. Komşudaki olaylar Türkiyedeki İslamcı medyanın kafasını karıştırdı. Ancak yavaş yavaş Batının İrana müdahale etmek için bu tür olayları çıkardığını-desteklediğini-abarttığını söylemeye/yazmaya başladılar. O halde artık şu kritik soruyu sorabiliriz: İrandaki gösterilerle Türkiyedeki Ergenekon arasında nasıl bir bağ var? Tüm bunlar size karışık gibi gelebilir ama inanın hiç değil...
Tüm sorunların kaynağı olarak moderniteyi ya da kaba pozitivizmi gören İslamcılar, düşman belirleme konusunda -dün olduğu gibi bugün de- hata yaptıklarını hiç düşünüyorlar mı?
Soruyu açmak için siyasal İslamcılığın ortaya çıkış sürecine bakalım...
Siyasal düşünce tarihine İslamcılık -şaşırtıcı gelebilir ama- 1860ların ikinci yarısından itibaren Jön Türkler ile girdi. Asıl gelişimini 1908 Temmuz Devriminden sonra gösterdi.

Türkçülerle hiçbir zaman problemleri olmadı. Hep kardeş ilişkisi içinde oldular; tıpkı bugün gibi. Hedeflerinde sadece modernist/pozitivist Batıcılar bulundu.
Parantez açmalıyım: Bu konuda da anlaşılması zor beğeni tercihleri var.
Örneğin İslamcı belediyeler bugün Namık Kemale mesafelidir; nedense adını bir yere vermezler. Niye? Rakı içtiği için mi!?
Şaka bir yana halbuki Kanun-i Esasinin daha katı şeriat hükümleriyle dolu olmasını isteyenlerin başında komisyon üyesi Namık Kemal gelmekteydi. Sorun Namık Kemalin padişaha başkaldırması mıdır? O halde Mehmet Akif Ersoyu niye çok seviyorlar? Namık Kemalden daha ilerici ve modernisttir. Yoksa bu beğeninin altında, Atatürkün şapka devrimine karşı çıkıp Mısıra gitti şeklinde uydurulmuş bir yalana inanmaları mı yatmaktadır? Mesele bu kadar yüzeysel mi algılıyorlar? Galiba.
Bakınız, İslamcı kadroların siyasal duruşlarını belirleyen ana eksen, milli-manevi değerlere bağlılık diye ifade edilen kültürel duygusallıklarıdır. Küçümsemek gibi kastım yok- ama birkaç istisnai isim dışında İslamcı kadroların çoğunun bilgisi imam-hatip düzeyindedir. Bilmezler ki din bilgi kaynağı değil kuvvet kaynağıdır.
Bu nedenle sürekli siyasetin dinsel dilinin figüranı olmaktadırlar.
Aslında hala 35inci madde tartışılıyor
Bizim İslamcıların olaylara bakış perspektifleri dardır; meseleleri okuma sorunları vardır.
Örneğin: 31 Mart 1909daki gerici ayaklanma salt Osmanlının iç sorunu olarak görülebilir mi? Gericilerin arkasında İngilizler olduğu bugün sır değildir. (Dışişleri Bakanı Edwards Grey ile İstanbuldaki İngiliz büyükelçiliğinin yazışmaları üzerinde artık gizlilik kararı yoktur.)
Meselenin özü İngiltere ve Almanyanın Osmanlı üzerindeki nüfuz mücadelesidir.
Hadi Prens Sabahattin sırtını nereye dayadığını biliyordu. Ya ayaklanan Derviş Vahdeti gibi İttihadı Muhammedi örgütü mensupları? Hayır! Onlar sadece Gavurluk istemeyiz diyorlardı. İttihatçılar Anayasada yer alan Padişaha meclisi kapatma yetkisi veren 35inci maddeyi kaldırmak istiyorlardı. Gericilere göre ise bu 35in anlamı; 30 ramazan, 5 de beş vakit namaz idi!
Mesele bu kadar yüzeyseldi. Bugün Türkiyede hala 35inci madde benzeri oyunlar oynanmaktadır!
Diyoruz ya ortada bir okuma sorunu var.
Peki bunun sebebi nedir? İslamcılığın zihinsel paradoksunu kimler belirledi? Onları kuşkucu değil ezberci yapan kimlerdi? Ellerine bu basma kalıp reçeteleri kim verdi?
Burada karşımıza bir isim çıkıyor: Cemaleddin Afgani (1838-1897).
Afgani, Osmanlıdaki İslamcıların düşünsel haritalarını çizen ilk kişiydi.
Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Şeyh Ömer Fevzi Mardin, Babanzade Ahmed Naim, Prof. Ebulula Mardin, Mehmet Akif, Eşref Edib, (CHP genel başkanı) Şemseddin Günaltay, Mehmet Ali Ayni, Prof. İsmail Hakkı İzmirli, Sadrazam Said ve Nazır Abbas Halim Paşalar gibi seçkinci İslamcıların hepsi Cemaleddin Afganinin müritleriydi.
Sırat-ı Müstakimden Sebil ür-Reşada kadar siyasal İslamcıların yayın organlarının çizgisini onun görüşleri belirledi.
Temel görüş şuydu: İslam ilerlemeye engel değildir; onu geri bırakan etkilerden kurtarılmalıdır. Kültürel değerlerimizi kaybetmeden Batıya yönelinmelidir.
Burada derinlikli bir siyasi ve iktisadi tahlil yoktur. Sorun sadece kültürel olarak görülmektedir.
Şeyh Mason çıktı
Şeyh Cemaleddin Afgani ve takipçisi İslamcıların sorunu analiz edememelerinin nedeni İngilizler idi.
Hindistanı sömürge yapan İngilizler, Müslümanları hep kontrolleri altında tuttular.
Sıkı durun; siyasal İslam dünyaya 1840larda Hindistandan yayıldı. Tabii İngilizlerin himayesinde olduğunu söylemeye gerek yok.
Bize de buradan geldi; yani İngiliz patentlidir.
Şeyh Afganinin aynı zamanda Kahiredeki Şark Yıldızı Locasına 7 temmuz 1868de girdiğini ve Mısırda kurulan mason locasının başına getirildiğini yazarsam mesele daha iyi anlaşılır mı?
Hadi bir ek bilgi daha vereyim: Afgani, dünyadaki İslamcıları derinden etkileyen Ziya ül-Hafıkayn dergisini de Londrada çıkardı.
Bakınız; denir ki ilk İslamcılar antikolonyalisttir. Bu uydurmadır. Afgani ortada; amansız hastalığından kurtulması için İngilizler ellerinden gelen her fedakârlığı yaptılar.
Örnek çok; işte Muhammed İkbal! İngilizler, İkbale sadece büyük bir şair olduğu için mi Sir unvanı verdi? İslamcıların beğenilerini bile belirleyen İngilizlerdi! Neyse
Hintli Müslümanların etkisi
Yazıyorlar; ilk İslamcılar anti-kolonyalistmiş! Açmayalım şimdi Süveyş Kanalı meselesini; ya da Hasan el Bannanın İngiliz parasıyla kurduğu Müslüman Kardeşler hikâyesini.
Kim kimi kandırıyor? Antikolonyalist olanlar ulusal hareketlerdi, sosyalist örgütlerdi ve ne yazık ki İslamcıların hedefinde de sadece bunlar vardı!
Türkiyede farklı mı oldu? Daha önce bu sayfada yazdım. Osmanlı İslamcıları ilk başta Bolşevik hareketine sıcak baktılar. Sosyalist fikirlere düşmanlıkları yoktu. Hatta, İslam ile sosyalizmin benzerliklerini yazıyorlardı. Bolşeviklik revaçtaydı.
Sonra düşmanlık girdi araya... Kimler yaptı bunu?
Alın size bir örnek daha; merkezi yine Hindistan!
Hint Müslümanlardan Şeyh Müşir Hüseyin Kıdvayın İngilterede çıkardığı İslam ve Sosyalizm kitabı ilk düşmanca yazılmış kitaptır.
Kimler tercüme edip Osmanlıya getirdi bunu? Cemaleddin Afganinin müritlerinin çıkardığı Sebil ür-Reşad, 4 gün boyunca neden sayfalarını bu kitaba açtı?
İslamcılar hâlâ ezberletilen sözleri tekrarlayıp duruyorlar. İyi niyetli olanların, İngiliz Askeri Haberalma Servisinin 1920 yılına ait gizli raporlarını açıp okumaları gerekir. Bu belgelerde Müslümanları sosyalistlere karşı nasıl harekete geçirdikleri açık açık görülmektedir.
Komünistlerde kadınlar ortaklaşa kullanılan maldır yalanı Londra üzerinden Osmanlıya gelmedi mi?
Bakınız laf lafı açıyor...
Ne zaman ki Ankara hükümeti, Sovyetler Birliğinden silah-altın yardımı almıştır; ne tesadüftür ki Hintli Müslümanlar da Ankaraya para göndermişlerdir! Hintli Müslümanların bu yardımının arkasında, Ankaranın tamamen Bolşeviklere yanaşmasından çekinen İngilizlerin parmağı yok mudur sanıyorsunuz? Sorunun sorulamadığı tarih resmi/dogmatik tarihtir!..
Yeşil Gladio faaliyetleri açığa çıkarılmadı
Önce bu sorunun yanıtını aramalıyız: Türkiyedeki İslamcılar niye sağcıdır? Kimse dinsel nedenler ileri sürmesin; Latin Amerikadaki kiliseler-Hıristiyanlar niye solcudur o zaman? Üstelik Vatikan ve Opus Deinin büyük dinsel kampanyalarına rağmen. Türkiyedeki İslamcılar baş düşman olarak sürekli Tanzimat- İttihat ve Terakki ile Cumhuriyet modernizmini görmüşlerdir? Bakış açılarının baş çelişkisi bu kültürel/modernist gelişmelerdir.
Nasıl bir sarmal içine alındıklarının farkında mıdırlar? Soğuk Savaş başlangıcında Komünizmle Mücadele Derneğini, İlim Yayma Cemiyetinin neden kurdurulduğuna kafa yoruyorlar mı?
O tarihe kadar solcularla İslamcılar aynı dergilerde çalışıyorlardı.
Sonra devreye Gladionun anti-komünist güçleri girdi. ABDnin 6. Filosunun gelişini protesto eden solcu gençleri öldürenler bunlar değil miydi?
Gladio, 12 Martı, 12 Eylülü babasının hayrına mı organize etti?
Peki bu Gladio şimdi Ergenekonun neresinde? İçinde mi, karşısında mı?
Samimi İslamcılar bu soruyu düşünmelidir...
İran olayları Ergenekondan bağımsız değil
İslamcıların temel sorunu düşman tanımından kaynaklanıyor.
Meseleleri hep kültürel bir iç sorun olarak görüyorlar. Doğru dürüst bir emperyalizm tanımları yok.

İşte bu hayır yanıtıyla geldik İran olaylarına
İslamcıların çoğu diyor ki: ABD, İngiltere ve İsrail, İrana müdahalenin gerekli olduğunu dünya kamuoyuna ikna etmek için olayları abartıyor.
Bu analiz doğru mudur? Önemli değil, bu başka bir yazının konusu olabilir. Burada üzerinde durulması gereken konu, İslamcıların bu meseleye antiemperyalist bir söylemle yaklaşıyor olmasıdır.
Demek İslamcıların antiemperyalist bir bakış açıları var! Demek İslamcılar, ABDnin Irak ve Afganistana özgürlük - demokrasi götürdüğüne inanmıyorlar.
Demek İslamcılar Batının Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna gibi ülkelerde Batı destekli renkli devrimler yaptırdığını kabul ediyorlar.
Demek İslamcılar, Soğuk Savaştan sonra dünyanın yeni bir paylaşım mücadelesine sahne olduğu tespitine katılıyorlar.
O halde
İrandaki olayları içişleri olarak görmüyorlar ise, Ergenekonu nasıl Türkiyenin iç meselesi olarak değerlendiriyorlar?
Hiç düşünmüyorlar mı; TSK niye hedeftir? İran ve Rusya yeni müttefiklerimiz olsun diyen paşalar niye gözaltına alınmış, tutuklanmıştır? Bu görüşü savunan Avrasyacı siviller niye Silivriye tıkılmıştır?
Komşu İranda emperyalist parmağına işaret edeceksiniz; Türkiyede o parmaktan hiç bahsetmeyeceksiniz!
Türkiyedeki meseleleri hala modernite sorunu olarak görmeleri İslamcıları düşünsel körlüğe iteklemiştir.
Değiş tokuş yapalım
Şimdi buraya; İslamcılar Türkiyede çatışmanın ekseni olarak kültürel hakları görüyorlar ise, dünya ölçeğindeki bu büyük paylaşım savaşının piyonu olarak kalmaya mahkûmdurlar diye yazsam ağır mı olur?
Hadi öyleyse yazıyı sert bir üslupla değil, bir değiş tokuş önerisiyle bitirelim.
İslamcılara; Mehmet Altanı, Ufuk Urası, Yasemin Çongarı verelim; onlardan Ali Bulaçı, Mehmet Bekaroğlunu ve Ayşe Böhürleri alalım. Yetmez derlerse üstüne bir de Engin Ardıçı ekleyelim
Münevver Ayaşlının Cumhuriyet düşmanlığı

O, İslamcıların sembol isimlerinden biridir... Özellikle her kitabında mutlaka Selanikte doğdum ama umumi manada anlaşıldığı gibi Selanikli değilim demesini hep tebessümle okurum. Öyle olsa ya da böyle olsa ne fark eder ki? Yazılarının değeri mi düşer; saygınlığı mı azalır? Ya da hitap ettiği cemaatteki etkinliği mi? Neyse...
Münevver Ayaşlı tam bir Osmanlı aristokratıdır.
Osmanlı İslamcılarının son temsilcilerindendir. Cemaleddin Afganinin tüm öğrencileri gibi o da, Batılılaşma ile gelenek arasında sıkışmıştır.
Kitaplarında, saraya ve Osmanlı kültürüne ne kadar bağımlı olduğunu özenle- ısrarla gösterir.
Saltanatı ve halifeliği kaldıran Cumhuriyete ise ateş püskürür. Cumhu-riyeti Osmanlı kültürünün, hayat tarzının, terbiyesinin yıkılmasının sebebi olarak görür. Ancak...
Rahmetli Ayaşlı, saray sevgisini o kadar abartır ki, salt Osmanlı sarayını değil Avrupadaki tüm saraylara övgüler dizer.
Bu yıl çıkan Hamin-nenin Suret Aynası adlı eserinde İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth ve Hollanda Kraliçesi Julianaya övgüde sınır tanımaz. Bu güzel, akıllı, müdebbir (tedbirli), memleketini ve eski hayali cihan değer maziden arta kalan Commun Worldü gayet iyi idare eden bu dört çocuk anası ve çok iyi zevce genç kadın kimdir: II. Elizabeth!
Peki Münevver Ayaşlı kimi sevmez?
Efendim, Napolyon karakter bakımından de pek sağlam bir şey değildi. İhtilal subayı olarak sahneye çıkan Napolyon bir imparatorluk kurmuştu. Krallar ve hanedanlar aleyhinde olan Napolyon, Avrupanın en eski bir hanedanı olan Habsburglardan kız istedi ve Avusturya imparatoriçesinin kızını aldı. Napolyon bir kraliyet ailesine mensup olmamanın ve meşru yoldan tahta oturmamanın kompleksi içinde idi. Enveri Napolyona benzetebiliriz. Baldırıçıplak bir ihtilalci olarak sahneye çıkan Enver, sonradan padişahın damadı olmak ihtirasına düşmüştü.
Ona göre, Napolyon kötüydü General de Gaulle iyiydi; çünkü, dünyadaki tek emperyalist ülke olan Sovyetler Birliği ne karşı çıkmıştı! Türkiyedeki İslamcıların düşünsel paradigmasını Osmanlı aristokratı Münevver Ayaşlı gibi yazarlar oluşturdu.
Soner YALÇIN, HÜRRİYET