
7 Haziran 1945 günü yeni anlaşmanın koşullarını belirlemek üzere başlatılan görüşmelerde Molotov, "1921 Kars Antlaşması"nın iptalini (Kars ve Ardahan'ın Sovyetler Birliği'ne verilmesini), Boğazları birlikte denetlemeyi (Rus ordusunun Boğazlar'da üslenmesini) ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nde Rusya'nın istediği değişiklerin yapılmasını istiyor. Türkiye, Rusya'nın toprak istemlerini kabul etmediğini Molotov'a bildiriyor. Türk-Rus anlaşmazlığı kamuoyunda büyük kaygı doğuruyor. Sovyetler Birliği, 7.8.1946 günü verdiği notada, Türkiye'nin savaş yıllarındaki tutumunu suçlayarak, Boğazlar'da ortak savunma araçları (üs) bulundurma istemini yineliyor.

Türkiye Rusya'nın bu ikinci notasına, 18.10.1946 günü bir yanıt notası vererek, suçlamaları bir kez daha kanıtlarla çürütüyor ve eğer Rusya bu kanıtları gözardı edip suçlamalarını sürdürecekse, Türkiye'nin hakeme başvurmaya hazır olduğunu bildiriyor. Amerika ve İngiltere, Türkiye'yi "desteklediklerini" duyu-ruyorlar; Türkiye'de Rus yayılmacılığına karşı Amerikan "yardımı" propagandası başlıyor.

"Sovyet Rusya haksız toprak ve üs taleplerini gerçekleştirecek durumda değildir. Asgari daha beş sene Sovyetler bir dünya harbini göze alamazlar." diyor;
12 Nisan 1947 günü "Amerikan yardımını bizde kimler istiyor?"başlıklı yazısında:
"Sovyet tehdidi hakkında söylenenleri hakikate uygun bir şekilde kıymetlendirmek lazımdır. Herkes biliyor ki, bugün Sovyet Rusya bize dost bir siyaset takip etmiyor. Bunun sebebini ve menşeini aramağa lüzum yoktur. Sebep ve menşei ne olursa olsun son zamanlarda Sov-yetler bize düşman bir tavır takınmışlardır. Bazı Şark vilayetlerimizi istiyorlar. Boğazlarda üsler istiyorlar. Bunları hepimiz biliyoruz. Yalnız çoğumuzun bilmediğimiz bir nokta var: Sovyetler bugün, bu düşmanca emellerini gerçekleştirecek durumda değillerdir. Uzun bir harpten bitkin bir halde çıkmışlardır. Bellerini doğrultmaları için, asgari altı yedi seneye muhtaçtırlar." diyor;
19 Nisan 1947 günü "Yardımın aleyhinde bulunmak, her Türk için mukaddes bir vazifedir." başlığıyla yayımlanan yazısında:
"Hakkımızdaki kötü niyetlerini öğrendiğim günden beri, hatta Sovyetlerin düşmanıyım. Amma buna rağmen Amerikan yardımını istemiyorum. Amerikan yardımını bir kere bizi şimdiden istiklalimizden mahrum edeceği ve Amerikan himayesi altına koyacağı için istemiyorum." diyor ve 5 Şubat 1948 günü "Dosta Düşmana Beyanname" başlığıyla yayımlanan yazısında:
"Ama denebilir ki, Sovyet Rusya'nın dostluğa sığmayan birtakım üs ve toprak taleplerinde bulunmasına karşı başkaca ne yapılabilirdi?" "Ne Sovyet peykliği, ne Amerikan köleliği. Dosta düşmana karşı ilan ediyoruz: iç politikada ve dış politikada bu memleketin hayrına bildiğimiz yol işte budur." diyordu.

"Sovyet Hükümeti son zamanlarda, S.S.C.B.'nin komşularıyla ilişkileri sorunlarına eğilmiş ve bu arada dikkatini Sovyet-Türk ilişkilerine de çevirmiştir. Bilindiği gibi, 1925 Sovyet-Türk Andlaşmasının süresinin dolmasına ilişkin olarak Sovyet-Türk ilişkilerinin düzenlenmesi sorununa bir kaç yıl önce her iki devletin temsilcilerinin resmi görüşmelerinde değinilmişti."
"Bu görüşmelerde Ermeni Cumhuriyeti ve Gürcü Cumhuriyeti'nin Türkiye'den bazı toprak istekleri olduğu anlaşılmış olup, Sovyet Hükümetinin S.S.C.B.'nin güvenliğine Karadeniz Boğazları yönünden muhtemel tehdidin ortadan kaldırılmasına dair düşünceleri de söz konusu olmuştu. Bunlar Türk Hükümeti ve kamu oyunca fena karşılanmış ve Sovyet-Türk ilişkilerini de bir dereceye kadar etkilemekten geri durmamıştı. İyi komşuluk ilişkilerini korumak ve barış ve güvenliği güçlendirmek için, Ermenistan ve Gürcistan Hükümetleri Türkiye üzerindeki toprak isteklerinden vaz-geçmeyi mümkün bulmuşlardır."
"Boğazlar sorununa gelince, Sovyet Hükümeti bu konudaki eski görüşünü bir kez daha gözden geçirmiş olup, S.S.C.B.'nin Boğazlardan gelecek güvenliğinin S.S.C.B. ve Türkiye'ce aynı zamanda kabul edilebilecek koşullar altında, hükme bağlanmasını mümkün görmektedir. Böylece, Sovyet Hükümeti S.S.C.B.'nin Türkiye üstünde hiçbir toprak talebi olmadığını ilan eder."
[Bkz: Türkkaya Ataöv, "Amerika, NATO ve Türkiye", Aydınlık yayınları, 2. basım, 1969, s.191, 192. - Kaynak: Denise Folliot, der., Documents on International Affairs (Uluslararası sorunlarla ilgili belgeler: 1953), London, Oxford University Press, 1956, s.277-278; The Times, 20 Temmuz 1953; Documentation Française, No.1899 (26 Julliet 1854), s. 25-26.]
Sovyet Rusya Dışişleri Bakanı Molotov'un, Rusya'daki Türkiye Büyükelçisi'ne okuyup yazılı olarak sunduğu bu nota, ne denli Sovyet Rusya'nın 1945-1953 arası yürürlükte kalan Boğazlar'da üs ve Doğu Anadolu'da toprak taleplerinden artık vazgeçtiğini bildiriyorsa da, o taleplerin toplumsal bellekte bıraktığı izlerin bir notayla kolayca silinmesi olanaksızdı.
Türkiye'de bir Sovyet Rusya sevgisi oluşturmaya çalışan sosyalist yazarlar, Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den hiçbir zaman böyle bir talepte bulunmadığını propaganda etmeye koyuldular. Bunlara göre: "Sovyet talepleri", "Sovyet tehlikesi", "Sovyet tehdidi"masaldı, yalandı; ABD yanlısı Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin ve Rusya Büyükelçimiz Selim Sarper, 1945'te Türkiye'yi Rusya'dan uzaklaştırıp ABD yörüngesine sokmak amacıyla, Sovyet Rusya'nın Türkiye'den toprak istediği yalanını uydurmuşlardı. Bu ikisi bir "uluslararası ihanet şebekesi"nin üyesiydiler ve "uluslararası barışın inanmış düşmanları"ydılar. Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den toprak ve üs istediği masalı, Ankara'da ve Dışişleri Bakanlığı'nda" yazılmıştı.
(Bkz: Yalçın Küçük, "Türkiye Üzerine Tezler", 2. basım, s. 260, 264, 280, 282, 289, 291, 293, 302, 303, 304, 305, 307.)

(Bkz: Teori Dergisi, Aralık 2004, s.48.)
Aynı derginin Şubat 2005 sayısında bu görüş diğer yazarlarca şöyle savunuluyordu:
"SSCB Dışişleri Bakanı V. M. Molotov'un Türkiye'ye verdiği 30 Mayıs 1953 tarihli nota dışında hiçbir resmi belge, yazışma vs. yoktur" (s.3) "talep ne bir notaya ne bir resmi belgeye dayanmaktadır." (s.3) "Belge yoktur; eldeki tek resmi belge (Molotov'un 30 Mayıs 1953 notası-c.ö.) bir ikrar değil bir rettir." (s.


"Savaşın bitiminde Türklerden Çanakkale'nin kontrolüne ortak olmayı talep ettik. Buna yanaşmadılar. Müttefiklerimiz de desteklemedi. Bu bizim hatamızdı." (...)
"Pek de doğru davranmış olduğumuz söylenemez." (...)
"Boğazların denetimini Türkiye'yle ortaklaşa yapmamız gerektiğini ileri sürmüştüm. Bu fikir aslında çok iyi bir fikir değildi ama görevi yerine getirmem gerekiyordu. 1945'te, savaş bitince, bu sorunu masaya getirdim: Boğazlar, Sovyetler Birliği ve Türkiye'nin koruması altında olmalıydı. Bu zamansız ve gerçekleştirilmesi imkansız bir öneriydi. Stalin'in büyük bir politikacı olduğuna inanıyorum, fakat o da bazı hatalar yaptı. Sovyet ordusunun kazandığı zafere dayanarak böyle bir düzenleme önerdik. Ancak bunun kabul edilemez bir şey olduğunu biliyordum. Aslında bu bizim yönümüzden bir hataydı." (...)
"Türk toprakları üzerinde hak talebimiz vardı. Konuyu Gürcü bilim adamları ortaya attılar. Bunu ortaya atmak beceriksizlik. Boğazı, Türklerle birlikte korumak... Milyukov'un iki lafının biri Boğazlardı. Rus generallerin de öyle. Karadeniz'den çıkış kapısı... Olmadı. Bu başarılamadı. Çanakkale'ye girebilseydik her şey farklı olurdu." (...)
"Hayatının son yıllarında Stalin'de kendini beğenmişlik gibi bir özellik gelişmişti; şöyle ki dış politikada ben Milyukov'un talep ettiği şeyi istemek zorunda kaldım: Çanakkale! "Bastır!" diyordu Stalin, "Ortak egemenlik rejimi öner!" "Razı olmazlar," diyordum ben. "Sen yine de iste!" diyordu." (...)
"Çanakkale sorununu da, kuşkusuz, çözmek gerekiyordu. İyi ki tam zamanında geri adım atmışız, yoksa bu bize karşı saldırgan ortak bir koalisyonun doğmasına sebep olabilirdi." (...)
"Ek olarak Batum'a sınır bir bölgeyi de talep ettik, çünkü bu Türk toprağında eskiden Gürcüler yaşıyordu. Azeriler İran'ın Azeri kısmını almak istiyorlardı, Gürcüler de Türkiye'nin Gürcü bölgesini. Ağrı'yı da Ermenilere vermek istiyorduk."
(Bkz: Feliks Çuyev, "Molotov Anlatıyor", Yordam Kitap, s.116 117, 118)
* * *

Atatürk döneminde 1925'te imzalanan "Sovyetler Birliği-Türkiye Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması", 1945'te, Rusya'nın II. Dünya Savaşı sonundaki yayılmacı tutumu nedeniyle, işte böyle bozulmuştu. Molotov'un sözleriyle ortada ve resmi belgelerle kanıtlı olduğu üzere; ilişkilerin bozulmasının her iki ülke için çok olumsuz sonuçlar doğurduğu açıktır.
Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesinin, yalnız Türkiye için değil, dünyadaki tüm ülkeler için ve özellikle de komşularımızla ilişkilerimizde ne büyük bir önem taşıdığını, Türk-Rus ilişkilerinin son yüzyılına baktığımızda, bir kez daha somut olarak görüyoruz.
Cengiz ÖZAKINCI, “Bütün Dünya”, Ocak 2018
cengizozakinci@butundunya.com.tr
cengizozakincibd@gmail.com