Süleymancı-Mason İşbirliği / Uğur MUMCU

Gazeteci-Yazar / Devrim Şehidi

Süleymancı-Mason İşbirliği / Uğur MUMCU

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Oca 01, 2013 15:31

Süleymancı-Mason İşbirliği

Süleymancıların Türkiye'de en çok kızdıkları kişi Diyanet İşleri'nin eski Başkanı Tayyar Altıkulaç ise, Almanya'da da Mete Aksu'dur.

Mete Aksu, DGB kısa adıyla bilinen Alman Sendikalar Biriiği'nde çalışan bir Türk sendikacıdır.

Mete Aksu, 1979 yılında Köln'deki İslâm Kültür Merkezi'nin "kamu yararına çalışan dernek" olmak ve bu statünün getirdiği akçalı haklardan yararlanmak için yaptığı başvuruyu önleyen adam olarak tanınır. Bu yüzden "Süleymancı" adı verilen kişi ve çevreler Mete Aksu'ya çok kızariar. Kendi açılarından kızmakta da haklıdırlar.

Mete Aksu ile İslâm Kültür Merkezleri arasındaki kavganın nedeni neydi?

Özetleyelim: İslâm Kültür Merkezleri 1979 yılı nisan ayında Kuzey Ren Westfalya eyaleti Kültür Bakanı'na başvurarak, kamu yararına çalışan dernek olmak ister. Bu başvurudan önce de Kuzey Ren Westfalya Kültür Bakanlığı, tüm okullara bir genelge göndererek, Müslüman çocuklarının dinsel sorunlarında İslâm Kültür Merkezlerine başvurulmasını salık vermişti.

Süleymancı adı verilen akım, Almanya'da kurduğu ilişkilerle böylece önemli bir adım atıyordu. Diyanet İşleri henüz yurt dışında örgütlü değildi. Bu yüzden, Almanya'da Müslümanların temsilciliğini İslâm Kültür Merkezleri üstlenmek üzereydi.

Böyle bir sonuç İslâm Kültür Merkezleri'ne ne gibi ayrıcalıklar ve kolaylıklar getirecekti?

1. Kısaca NWR diye anılan Kuzey-Ren Westfalya eyaletinde, Katolik ve Hıristiyan kiliseleri dışında İslâmiyetin temsilciliği, doğrudan doğruya manevî başkalığını Kemal Kaçar'ın yaptığr İslâm Kültür Merkezleri'ne verilecekti.
2. Hukuk açısından İslâm Kültür Merkezleri, Katolik ve Protestan kiliselerine eşdeğerde sayılacaktı.
3. İslâm Kültür Merkezleri, kamu yararına çalışan dernek statüsünü kazansaydı, Alman hükümetince kendisine malî destek sağlanacaktı.
4. İslâm Kültür Merkezleri, Hıristiyan toplumlarında kiliselerin üstlendiği toplumsal işlevleri de üstlenecekti.
5. Bu başvuru kabul edilseydi; İslâm Kültür Merkezleri, tıpkı, kiliselerin Hıristiyanlardan aldıkları "kilise vergisi" gibi Müslüman yurttaşlardan vergi alacaktı.
6. NWR eyaletinde bu hakkı elde eden İslâm Kültür Merkezleri, Federal Almanya'nın öteki eyaletlerinde de etkili olacaktı.
7. Böyle bir temsil yetkisini bir kez İslâm Kültür Merkezleri'ne verirse, artık hiçbir Müslüman kuruluş -Diyanet İşleri başta olmak üzere- bu hakkı elde edemeyecekti.

1971 yılında Kur'an Kursları Yönetmeliği darbesini unutmayan Süleymancılar, rövanşı Almanya'da bu yolla kazanacaklardı.

İslâm Kültür Merkezleri, bu başvuruyu yaparken bir büyük destek de sağlıyordu. Almanya Büyük Mason Locası!

Bu şaşırtıcı destek, Alman Büyük Mason Locası'nın Kuzey Ren Westfalya eyaleti Başbakanı Johannes Rau'ya gönderdiği 27.2.1979 tarihli mektupla sağlanmak isteniyordu.

Süleymancılık ve Masonluk.. Yan yana gelmeyen, gelmeyecek olan iki kavram değil miydi?

Alman Masonlarından Kuzey Ren Westfalya eyaleti Başbakanı'na gönderilen 27.8.1979 tarihli mektup şöyleydi: İslâm dini kuruluşlarının "kamu yararına çalışan kuruluş" olarak tanınması..

"Sayın Başbakan;
Monchengladbach'daki «Vorwarts» adlı Mason locası büyük üstadı Dr. Klaus Borchers bu ayın 22'sfnde size şu nedenle başvurmuştu:
A) İslâm Kültür Merkezi.
B) Köln Nur Cemaati adlı kuruluşlarca temsil edilen İslâm dini cemaatleri, kamu yararına çalışan kuruluş olarak tanınmayı amaçlamaktadırlar. Ancak bu kuruluşlar bugüne kadar bir sonuç elde edememişlerdir.
Dr. Borcher, sizden işlemlerin hızlandırılması ricasında bulunmuştu. Biz de büyük loca olarak bu isteğe katılıyoruz.
Özgürlükçü demokratik bir devlette herkes eşit haklara sahip olmalıdır.
Kökenimiz ve amacımızı göz önüne alarak, bu grupların toplumumuzda hakların eşit olarak yararlanamadıklarını sizlere anımsatmayı görev sayıyoruz.
Devletimiz, kiliselere ve benzeri kuruluşlara, hoşgörüsü nedeniyle olacak, kamu yararına çalışan dernek statüsü sağlıyor. Böylece, milliyet ayrımı yapılmaksızın bütün Hıristiyanlar bu hak ve ayrıcalıklardan yararlanıyorlar.
Bu nedenle Kuzey Ren Westfalya eyaletinde yüzbinlerce Müslümana bu hakların verilmemiş olmasının nedenlerini anlayamıyoruz.
Biz Masonlar, bu durumun emeklerine büyük saygı duyduğumuz büyük bir halk topluluğunun dışlandığı sonucu doğurduğuna inanıyoruz.
Sayın Başbakan;
Bu soruna çözüm yolu bulmak için ilgi göstermenizi rica ediyoruz. Saygılarla."


Alman Masonları'nın eyalet başbakanına gönderdikleri bu mektup üzerine İslâm Kültür Merkezleri Başkam Necdet Demirgülle, Almanya Büyük Mason Locası büyük üstadı Dr. Trawy'ye şu teşekkür mektubunu gönderiyordu:

"Sayın Bay Trawy;
İslâm Kültür Merkezleri ve cemaatinin Almanya ve Batı Berlin'de Müslümanlığın resmen tanınması için yaptığı teşebbüsü, aldığınız cesur bir kararla desteklediğinizi duymuş bulunuyoruz.
Nord-Rhein Westfalen Başbakanı'na gönderdiğiniz mektup gerçek insanlık ve diğerkâmlık ruhu ve dolayısıyla çağdaş demokrasi anlayışına çok uygundur.
Sayın Dr. Trawyn' biz de size karşılık olmak üzere, Masonik faaliyetlerinizde cebrî veya kanunî bir şekilde engel olunmayacağı konusunda öteden beri sahibi olduğumuz inancı muhafaza ve savunmakta devam edeceğimizi temin ederiz.
Buna karşılık, Masonluk âleminin de sizin gösterdiğiniz yolda samimiyetle ve sürekli olarak çaba göstermesini temenni ederiz.
Hıristiyanlarla ortak noktamız, metafizik âleme inanmaktır. (Her ne kadar bu inançlar arasında çok büyük farklar olsa da) metafizik âleme inanmayan siz Masonlarla da ortak noktamız, demokrasiye ve başında vicdan özgürlüğü gelen insan hak ve hürriyetlerine olan inancımızdır.
Bu vesile ile içten duygularımızın ve Masonluk âleminin esenliğini dileriz.
Saygılarla.."


Alman Sendikalar Birliği, Türk-İş ile görüş birliği içinde hareket ederek, Federal Almanya'da Müslümanlığın resmî dm olarak tanınması için girişimlerde bulunuyor, bu amaçla Diyanet İşleri Başkanlığı'na yazılar yazıyordu.

Ancak şimdi hiç de beklenmedik bir durum ile karşılaşılmıştı.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yapması gereken girişim, "Süleymancı" olarak adlandırılan İslâm Kültür Merkezlenence yapılmaktaydı.

Mete Aksu'nun girişimlerine DGB Yürütme Kurulu üyesi ve yabancı işçiler sorumlusu Kari Schwab, Kuzey Ren Westfalya Eyaleti Başbakanına, 20 Ekim 1979 günü şu mektubu gönderdi:

"Sayın Başbakan Rau,
Kuzey Ren Westfalya Kültür Bakanlığı'nın 21.3.1979 tarihinde tüm okul yönetimlerine Türk çocuklarının dinî bayram nedeniyle okuldan serbest bırakılmalarını sağlamayı amaçlayan bir genelge gönderdiğini, bu genelgede İslâm Kültür Merkezleri kuruluşuna değinildiğini öğrendik.
Söz konusu merkezin Federal Almanya'da yaklaşık olarok 130 şubesi olduğu ileri sürülüyor.
Adı geçen kuruluşun genelgede İslâmiyeti ilgilendiren konularda kuruluşun Köln merkezine veya Medrese-i Nuriye adlı kuruluşa başvurmaları salık verilmektedir.
Böylece Türkiye'de yasaklanmış bir kuruluşa Almanya'da olanak sağlanmış olunmaktadır.
Söz konusu genelge, bizde, yetkililerin Köln İslâm Kültür Merkezi ve şubelerini yeterince tanımadıkları kanısını doğurdu.
Ayrıca, söz konusu kuruluşun, hükümetimizin Kültür Bakanı Sayın Girgensohn'a başvurarak 'kamu yararına çalışan dernek' statüsü kazanmak istediklerini öğrendik.
Bu nedenle Sayın Başbakan, İslâm Merkezi'nin dinsel-politik tutumu hakkında özetle bilgi vermek istiyoruz:
Yukarıda adı geçen İslâm Kültür Merkezi, resmen Süleymancılığı benimsemektedir. Bir cins tarikat olan Süleymanctlık, 1888'de Silistre'de doğan, 1959'da ölen Süleyman Hilmi Tunahan tarafından kurulmuştur.
Bu kişi Türkiye'ye göçmen olarak gelmiştir. Süleymancılığın esası ibadet olup, bu tarikata göre bütün gerçeklerin kaynağı Kur'an'dır.
İnsan her davranışında, Kur'an hükümlerine ve Sünnî esaslarına bağlı kalmalıdır.
Süleymancılık, Kur'an dışında hiçbir kanun ve kural tanımaz. Devlet yönetimi, mahkemeler ve devlet kurumlan Kur'an hükümlerine göre düzenlenmeli, kadılar Kur'andan başka bir şey okumamalıdırlar. Nikâh şeriat kuraklarına göre olmalı, yeni harfler ve şapka atılmalıdır.
Süleymancılar, İkinci Dünya Savaşı döneminde Hit-ler'in aslında Müslüman olduğunu, Türkiye'ye girerek Hıristîyan yandaşı dinsiz İnönü hükümetini düşüreceğini, Türkiye'de İslâm devleti kurarak, bu devletin başına Süleymancıların lideri Tunahan'ı geçireceğini öne sürüyorlardı.
Bu nedenle eski Kudüs Müftüsü'nün yönetiminde bir birlik oluşturdular ve gizli olarak Yugoslavya'ya giderek Hitler'in İslam SS birliklerine katıldılar.
Savaştan sonra Süleymancılar, Menderes'in DP'sini desteklediler. Bu destek, Menderes hükümeti 1952 yılında devlet eliyle imam hatip okulları açıncaya kadar sürdü. 1961 devriminden sonra RDU tarafından yasaklanan DP yerine kurulan partileri desteklediler.
1977 seçimlerinde kendilerine 12 sandalye vaat eden Demirel'in AP'sini desteklediler. Ancak seçim sonunda Süleymancılardan 3 milletvekili ve bir senatör seçilebildi. Bunlardan biri Süleymancılık tarikatının kurucusu olan Tunahan'ın damadı Kemal Kaçar'dı. İstanbul AP Milletvekili Kemal Kaçar, bu tarikatın günümüzdeki başı olarak kabul edilmektedir:
Süleymancıların 12 üst kademe yöneticisi Avrupa'da yaşamaktadır. Bunlardan çoğu Federal Almanya'da oturmaktadır.
Federal Almanya'da Türklerin arasında Süleymancılığın yayılmasındaki boş etken, Türklerin, Süleymancılığın; başka deyiş ile İslâm Kültür Merkezi'nin gerçek amacını bilmemeleridir.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bakanı'ndan öğrendiğimize göre, 24.7. — 25.8.1979 tarihleri arasında Ramazan ayı döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı 26 din adamını Avrupa'ya yollamıştır.
Aynı donemde Süleymancılar 150, Türkeş'in MHP yandaşları 100 ve Erbakan'ın MSP yandaşları 150 vaizi Avrupa'ya göndermiştir.
Ramazan ayında Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç Federal Almanya'da bulunmasına rağmen İslâm Kültür Merkezi'nin davetini kabul etmeyerek, camilerindeki toplantılara katılmamıştır. Bunun nedeni, Diyanet İşleri Başkanlığı ile İslâm Kültür Merkezleri'nin Kur*an'ı farklı biçimde yorumlamalarıdır.
Öte yandan Türkiye'de Süleymancılık görüşünü savundukları saptanan din adamları derhal görevlerinden alınmaktadırlar. Ancak bunların, kısa bir süre sonra İslâm Kültür Merkezleri tarafından vaiz olarak Federal Almanya'ya gönderildikleri görülmektedir.
İslâm Kültür Merkezi'ne 'kamu yararına çalışan dernek' statüsü kazandırması ve bu kuruluşların devlet eliyle desteklenmeleri, Federal Almanya'da yaşayan Türkler arasında din terörünün doğmasına yol açacaktır.
Türk vatandaşlarının tek dinsel temsilciliği haline gelecek olan bu kuruluşlar, ellerindeki bu olanaklardan sonuna kadar yararlanabileceklerdir.
Böylece Federal Almanya devleti içerisinde İslâm devletinin doğmasına yal açılacak ve iki kültürün bir arada yaşaması daha da zorlaşacaktır.
Diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk işçileri ve ülkemizin dış politikası açısından doğacak sorunları da ayrıca hatırlatmak isteriz.
Bu nedenle Federal Almanya'da yaşayan Türk işçilerinin çıkarlarını da düşünerek, söz konusu İslâm Kültür Merkezleri'ne devletin sahip çıkmamasını ve bunlara kamu yararına dernek statüsü tanınmamasını sizden rica ederiz.
Bu konuda sizinle ve Sayın Girgensohn ile her an görüşmeye hazırız.
Saygılarımla."


Alman Sendikalar Birliği'nin bu yazısı üzerine, İslâm Kültür Merkezi kamu yararına çalışan dernek statüsü kazanamadı.

Alman Sendikalar Birliği DGB, Federal Almanya'daki dinsel akımlar fle ilgiii bir rapor hazırlayarak, bu raporu Almanya'da ilgili çevrelere ve yetkililere dağıttı.

Aynı günlerde Mete Aksu, Almanya Büyük Locası'na mektup yazarak İslâm Kültür Merkezi'ne sağladıkları desteğin yol açabileceği sakıncaları anımsatıyor ve Büyük Loca'dan şu mektubu alıyordu:

"Sayın Mete Aksu, 28.11.1979 tarihli yazınızı ve mektuba ek olarak gönderdiğiniz ekler üzerine bilgi edinmiş bulunmaktayım. Konuyla ilgili olarak şunları belirtmek istiyorum:
Kuzey Ren Westfalya hükümetine 27.8.1979 tarihli başvurumuzdaki amacımız, özellikle İslâm Kültür Merkezleri'ne kamu yararına çaJışan kurum statüsü tanınması değil, dinlerin eşit biçimde ele alınmasıydı.
İslâm Kültür Merkezleri veya Federal Almanya'daki Müslümanların başka kuruluşları üzerinde değerlendirmede bulunmak bizim görevimiz değildir.
Mason olarak görevimiz, yalnızca ayrı inançlara sahip insanların ve örgütlerin ülkemizin anayasasına ve Masonların temel ilkelerine aykırı olarak, eşit olmayan bir biçimde ele alındıklarını işaret etmektir.
Hangi örgütün kamu yararına çalışan bir kuruluş olarak kabul edilebileceği, buna ilişkin tüm verilerin toplanması, hoşgörü düşüncesi ve devletimizin yasaları çerçevesinde kabul edilebilir bir karara varılması Başbakan Rau ve bakanların sorumluluk alanlarına girer.
Yazınızın ve eklerinin bizim için çok bilgi verici ve yararlı olduğunu belirtmeme izin verin.
Size önemli gelen gelişmeler hakkında bize ileride de bilgi verirseniz çok memnun oluruz. Dostça selâmlar.."


Bu konu Federal Almanya Büyük Mason Locası'nın yayın organı Humanitas'ın 1980 yılı ocak-şubat sayısında yer aldı.
Kuzey Ren Westfalya eyaleti Başhukuk Danışmanı'nın Büyük Mason Locası'na gönderdiği yazının ilgili bölümü şöyle:

"Sayın Başbakan, bu arada talebiniz ile ilgilendi ve benden, size şu konuları iletmemi rica etti:
Sayın Başbakan, sizinle beraber buradaki Müslümanların anayasaca güvence altına alınmış din özgürlüğüne kayıtsız koşulsuz sahip olmaları gerektiği kanısındadır. 8u yüzden talebinize büyük önem veriyor.
Kültür Bakanı da aynı görüşte; o da, din özgürlüğünün herkes için geçerli olması gerektiğine inanıyor.
Bazı İslâm kuruluşlarının tarafınızdan desteklenen kamu yararına çaiışan kurum olarak kabul edilme talebinin bazı hukuksal özelliklerinin göz önüne alınması gerekir. Kültür Bakanı, bu konudaki yoğun uğraşına rağmen bu konuyu tam olarak çözüme kavuşturamamış; ancak sür'atli biçimde konuya çözüm yolu bulacağını söylemiştir.
Kültür Bakanı, bu arada Nurcuların dilekçelerini geri aldıklarını ve yalnızca
Köln İslâm Kültür Merkezi'nin dilekçesinin desteklendiğini bildirdi.
Köln İslâm Kültür Merkezi büyük üstada şunları yazmıştı:
«Aziz locanızın, jslâm Kültür Merkezleri'nin Federal Almanya'da ve batı Berlin'de Müslümanlığı tanıması yönünde girişimlerini desteklediğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Bunun için tüm kuruluşlarımız adına teşekkürlerimizi sunarız.
Kuzey Ren Westfalya eyaletinin Başbakanına yazdığınız mektubu insanlığa ve modern demokrasiye yakışır bir hareket olarak değerlendiriyoruz.
Sayın Trawny,
Mason hareketine zorla ve kanunî yollarla karşı çıkılmasına razı olmadığımızı bundan böyle kesin bir şekilde açıklayacağımıza lütfen emin olun.
Buna karşılık Masonluğun, bizim gösterdiğimiz örneğe uygun olarak bizleri destekleyeceğini temenni ederiz. Tüm ayrslıklara rağmen, İslâm ve Hıristiyanlığın ortak bir yanı metafiziğe olan inançtır. Bizi, metafiziğe inanmayan Masonlarla birleştirmeyen nokta ise, demokrasiye ve başta vicdan özgürlüğü olmak üzere hak ve özgürlüklere olan inancımızdır.
Masonluğun geleceğiyle ilgili tüm iyi dileklerimle..."


İslâm Kültür Merkezi'nin bir de haftalık yayın organı vardır. Adı "Anadolu". Anadolu Gazetesi'nin sahibi Erdoğan Olcayto'dur. Federal Almanya'da yayımlanan Anadolu Gazetesi'nin basım yeri Tercüman tesisleridir.

Anadolu Gazetesi artık çıkmıyor. Gazetenin sahibi Erdoğan Olcayto şu anda Hürriyet Gazetesi'nin Bonn temsilcisi olarak görev yapıyor!

İslâm Kültür Merkezi'nin kamuya yararlı demek statüsünü kazanması için yaptığı girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Anadolu Gazetesi sahibi Erdoğan Olcayto, İslâm Kültür Merkezi!nin manevî başkanı Kemal Kaçar'a gelişmeler hakkında bilgi verir.

Anadolu Gazetesi, genellikle AP eğilimli denebilecek bir yayın organı. Yayınlarında AP ve MHP'yi kollayan bir siyaset egemen. Gazete, MSP'ye ve Erbakan'a karşı yayınlar yapmış. Orta sayfaları İslâm Kültür Merkezi haberlerine ayrılmış.

Harun Reşit Tüylüoğlu ve Mithat Tarhan İslâm Kültür Merkezleri'ne ayrılan sayfalarda köşe yazarlığı yaparak zaman zaman siyasal polemiklere de girmişler. Gazetede "Üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (K.S.) Efendi Hazretlerinden Duyduklarımız ve Gördüklerimiz" başlıklı tanıtıcı yazılar da yazılmış.

Hamburg ve çevresi İslâm Kültür Merkezi Başimamt Nihat Tarhan'ın, Anadolu Gazetesi'nde yayımlanan bu yazısından bir bölüm aktararak "Efendi Hazretleri" Tarhan'ın hangi görüşe sahip olduğunu anlayalım:

"Âlem-i Ekber, sema ile arzı içine akın âleme denir.
İnsanın da ayaklarına doğru kısmı arzı temsil eder. Semada arzı aydınlatan güneş, ay ve yıldızlar olduğu gibi insanın sadrındaki letâif de arz kısmını aydınlatır. Dünya küresinin güneşin ziyasından faydalanarak gündüzün aydınlığına sahip olabilmesi için icap ettiği gibi insanın da manevî güneşe meyletmesi ve ilâhî cereyanla irtibat kurarak göğüs istikametinde bulunan 'kalb, ruh, sır, hafî ve-ahfâ' isimli letâifi, yani manevî kandilleri sırayla yakması lâzım. Buda ancak rabıta ile mümkündür. Kavuşturan yolların en kısası da Rabıta-i Şerife'dir.
Bu dünya birinci kat sema yanında Arabistan yarımadasına atılan bir yüzüğün işgad ettiği yer kadardır. Yedi kat semanın her biri diğerinin yanında bir yüzük kadar küçük kalıyor. Henüz fen birinci kat semayi dahi keşfedememiştir. Yedi kat semadan sonra âlem-i kürsü gelir. Kürsiyy-i ilâhî yanında yedi kat sema bir yüzük gibidir. Âlem-i kürsüden sonra arş-ı âlâ emir gelir. O muazzam Arş âlem-i emir yanında bir yüzük mesabesinde kalır. İnsanların kalbine gelen nurun merkezi işte burasıdır. Buraya hiç bir varlık, hatta melekler bile varamıyor. Âlem-i emrin mesafesi melâike sür'atiyle 50 bin yrtlık yol. Ayet ile sabittir. İşte rabıta ehli bir mü'min, vazifeye başladığında ân-ı vahitte âlem-i emre ulaşabiliyor. Ne acayip-esrâr-ı ilâhî?"


Anadolu Gazetesi'nde bu ve bunun gibi yazılar yayımlanmış; Federal Almanya'da İslâm Kültür Merkezleri-çatısı altında gelişen ve yayıtlan Kur'an kursları ile ilgili haberler de yer almıştı.
Anadolu Gazetesi'nin. «Dinî Sohbetler» sayfasında Nihat Tarlan ve Harun Reşit Tüylüoğlu'ndan başka, Mannheim ve çevresi İslâm Kültür Merkezleri Başimamı Nizamettin Azap'm, Münih ve çevresi İslâm Kültür Merkezleri Başimamı Süleyman Olmuştur'un, Stutgart ve çevresi İslâm Birliği Başimamı Mehmet Gaye'nin, Esslingen İslâm Birliği Başimamı Mehmet Özaşık'ın da yazıları yayımlanmış.

Gazetenin başka yazarları da var. TRT eski genel müdürlerinden Prof. Şaban Karataş. AP eski milletvekillerinden GöKhan Evliyaoğlu. Gazeteci Güngör Yerdeş.

Anadolu Gazetesi'nin orta bölümü «İslâm Kültür Merkezlerinin yayınlarına ayrılmış. Diğer bölümlerde siyasal içerikli yazılar var. Karataş'ın, Yerdeş'in, Evliyaoğlu'nun yazıları böyle.

Köln İslâm Kültür Merkezleri, 1980 yılında Ramazan nedeniyle bir iftar yemeği verir. Bu yemeğe, Bonn Büyükelçiliğimiz Basın Yayın Turizm Koordinatörü, eski milletvekillerinden Mehmet Ali Arsan. Eğitim Müşaviri Ali Rıza Özgüç, Köln Konsolosluğu Eğitim Müşaviri AP eski milletvekillerinden Gökhan Evliyaoğilu, Köln Çalışma Ataşesi İsmet Çomoğlu, Köln İslâm Kürsüsü Profesörü Manfred Gotz de katılırlar.

Yemekte bir konuşma yapan Harun Reşit Tüylüoğlu. "Türk-Alman dostluğunun en büyük düşmanının Allahsızlık ve Komünizm" olduğunu söyler. İftar yemeği haberi Anadolu Gazetesi'nde yayımlanır.

Mete Aksu, Bonn Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Semih Belen'e bir mektup göndererek, elçilik görevlilerinin İslâm Kültür Merkezleri'nce düzenlenen iftar yemeğine katılmalarını eleştirir ve şunları yazar:

"Sayın Semih Belen;
Hişikte fotokopisi bulunan 15.8.1980 tarHıli Anadolu Gazetesi'nde izlendiğine göre İslâm Kültür Merkezleri Birliğ-i bir iftar yemeği vermiş ve söz konusu yemeğe T.C. Bonn Büyükelçiliği Müsteşarlığı'ndan Basın Yayın Turizm Koordinatörü Mehmet Ali Arsan ve Eğitim Başmüşaviri Ali Rıza Özgüç ile T.C. Köln Konsolosluğu Eğitim Müşaviri Gökhan Evliyaoğlu ve Çalışma Ataşesi İsmet Çomoğlu katılmışlardır.
Gazete, haberini aşağıdaki biçimde bitirmektedir:
Türk Büyükelçiliği adına görüşlerini açıklayan Basın Yayın Turizm Koordinatörü M. Arsan, İslâm Kültür Merkezleri'nin Müslüman vatandaşlarımız için verdiği sayısız yararlı hizmetlerinden sırasıyla bahsetti ve İslâm dininin Almanya'da resmî din olarak kabulü yönünde yaptığı çalışmaları övdü. Eğitim Boşmüşaviri Ali Rıza özgüç de İslâm Kültür Merkezleri'nin de yavrularımızın millî şuur, dil ve dinlerim kaybetmemesi açısından değeri inkâr edilemeyecek çalışmalar içinde bulunduğunu ve bu hizmetleri takdirle karşıladıklarını ifade etti.
Oysa T.C. Bonn Büyükelçiliği tarafından da bilindiği üzere İslâm Kültür Merkezleri Birliği T.C. Anayasasının laiklik ilkesini kesinlikle tanımayan ve T.C. yasalarının yasakladığı tarikat niteliğinde bir kuruluştur. Öte yandan söz konusu kuruluş, T.C. yasalarının İslâm dinine ilişkin konularda tek başına yetkili kıldığı T.C. Diyanet İşleri Başkanlığını da tanımamakta; Türkiye içinde ve dışında gerçek İslâmın tek temsilcisi olarak kendilerini görmektedirler.
T.C. Diyanet İşleri'nin ilkelerine ve T.C. Anayasası'na uymayan yorum ve görüşlerini Alman Federal Cumhuriyeti'nde açıkça savunmaktadırlar. Geçen Ramazan döneminde T.C. Diyanet İşleri'nin ibadet takvimine bile uymamışlar ve karşı çıkmışlardır.
T.C. Anayasası'nın, yasalarına ve kurumlarına ters düşen böyle bir kuruluşun iftar sofrasına, Türkiye Cumhuriyetini çeşitli alanlarda Almanya Federal Cumhuriyeti kapsamında temsiJ yetkisi bulunan diplomatik pasaportlu Türk devletinin memurlarının bulunması ve yukarıda belirtilen konuşmaları yapmaları, kuşkusuz ki, politik bir anlam taşımaktadır.
Acaba, T.C. Bonn Büyükelçiliği, Almanya Federal Cumhuriyetinde yaşayan Türk vatandaşlarının dinsel kurumu olarak İslâm Kültür Merkezleri Birliğini mi tanımaktadır? Yoksa Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bu konuda izlediği resmî bir politika mı vardır?
Şayet bunların hiçbirisi söz konusu değilse, adı geçen devlet memurları Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na açıkça ters düşmüş ve 657 sayılı Devlet Memurları Yasasının en azından 6, 7, 8, 9 uncu maddelerini çiğnemiş bulunmaktadırlar.
Yukarıdaki konulara T.C. Bonn Büyükelçiliği tarafından açıklık getirilmesinde kuşkusuz ki çok yarar vardır.
Alman Federal Cumhuriyeti'nde yaşayan T.C. vatandaş işçi toplumunun ve aile üyelerinin, anavatan ve dinlerine dönük böyle bir konuda açıklığa kavuşturulmaları onların en tabii haklarıdır. Ayrıca T.C. Anayasası'na yürekten bağlı sendikaların Meriye dönük politikalarını saptamalarına, kanımca ışık tutacaktır. Saygılarımla.."


Halefoğlu'nun Gizli Raporları

Aksu'nun bu başvurusu İslâm Kültür Merkezlerini telâşlandırır. Tabii, bu merkezlerin manevî başkanı Kemal Kaçar'ı da..

Mete Aksu'nun mektubu 4 Eylül 1980 tarihini taşıyor. Bu mektup üzerine büyükelçilikte bir tedirginlik başlar. Konu, Ali Rıza Özgüç ve Gökhan Evliyaoğlu tarafından öğrenilir.

Anadolu Gazetesi sahibi Erdoğan Olcayto, 27.12.1980 günü saat 16.45'de Köln 9332303 numaralı teleksten İstanbul 23203 numaralı telekse bir not geçer. İstanbul'daki 23203 sayılı teleks Fazilet Yayınevi üzerine kayıtlıdır. Olcayto'nun teleks notu "Kemal Kaçar Bey'e iletilmesi ricasıyla" diye başlar ve şöyle devam eder:

"Kemal Ağabey;
Bonn Büyükelçiliği'ne Mete Aksu'nun gönderdiği, "İftar Yemeğine Katılan Elçilik Memurları" konulu yazıyı, bugün teleksle Fazilet Kitabevr adresine postaladım.
Bir fotokopisini de Harun Hoca'ya vereceğim. Gökhan vs M. Ali Bey beni ziyaretle konuyu mahkemeye intikal ettireceklerini, DGB ile Aksu aleyhine dava açacaklarını, ayrıca Alman Dışişleri Bakanlığı'na da DGB ve Aksu'yu resmen şikâyet edeceklerini bildirdiler. Anadolu Gazetesi'nde geniş bir kampanya ile konuyu kamuoyuna en etkili biçimde yaymaya başlayacağım. Bazı malzeme daha toplamam gerekiyor.
İkinci konuyu da Fransızca yazayım."


Erdoğan Olcayto'nun Fransızca yazdığı ikinci konu ile ilgtli not da şöyle:

"İslâm Birliği'nin abone ücretlerini üçer aylık aralarca tahsil edebilmem için müsaade verecek olursanız, şükran borçlu kalacağım. Şu anda tahsilat iki aylık sürelerle yapılıyor ve hesaplarda birçok hatalar doğuyor. Hesapları sürekli kontrol etmek ise çok güç oluyor.
Sizi yakında Almanya'da görmekten büyük bir mutluluk duyacağım.
En iyi dilek ve saygılarımla.."


Anadolu Gazetesi'nin bu tarihten sonraki sayılarında Büyükelçi Vahit Halefoğlu'nu eleştiren sert yazılar çıkıyor. Anlaşılan Olcayto, Kemal ağabeyine verdiği sözü tutuyor. 6.1.1981 günü Kemal Kaçar ile Erdoğan Olcayto teleks başında görüşüyorlar. Kaçar, «Abonelerle alâkalı neticeyi birkaç güne kadar bildirmeyi umuyorum» diyor ve şunları yazıyor:

"... Son toplantı ve yemek hakkında verdiğin izahata teşekkür ederim. Senden daima vaziyet hakkında tam malûmat beklerim. Manfred'in tutumu hakkında pek müspet değil, demiştin. Bu haber benim için çok mühimdir. Mümkünse, bu hususta daha etraflı ve objektif haberlerini tam olarak bildirmeni rica ederim. Sende hasıl olan bu intibaın sebebi nedir ve Manfred kanaatini ne şekilde, hangi kelimelerle ifade etmiştir? Hafızanı toplayarak aynen bildirmeni bekliyorum."

Kemal Kaçar'ın bu talimatına karşı yanıtı aynı teleksten vermeyi pek istemiyor. Bunun üzerine Kemal Kaçar:

"Senin maiyetindeki adamların aramızdaki bu husustaki yeni Manfred hakkındaki muhaberemizden haberdar olmalarını da mahsur mütalâa ettim. Onun için seni Köln'e çağırdım, senin için aksi varit ise Bonn'dan bildirirsin." Bu uyarı üzerine Olcayto şu yanıtı veriyor: «Ağabey, teleks notlarını Bonn'dan umumiyetle ben bizzat çekiyorum ve dosya sadece benim odamda dolapta mahfuz tutuluyor. Bu itibarla Bonn'dan teleks çekmekte mahzur yok ve siz müsterih olun."

Kemal Kaçar ile Erdoğan Olcayto arasındaki 14 Şubat 1981 günlü teleks görüşmesi. Son Havadis Gazetesi'nde "Almanya'da Hıyanet Şebekeleri" başlıklı yazı ile ilgilidir. Yazı imzasızda.

Olcayto, Son Havadis Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Yüksel Baştunç ile bir teleks görüşmesi yaparak bu yazının Cihad Baban tarafından kaleme alındığım öğrenir ve durumu Kemdi Kaçar'a şu teleks notu ile bildirir:

"Gönderdiğiniz makaleyi tetkik ettim. Son Havadis Yazı İşleri Müdürü ile dün yaptığım teleks görüşmesi sonucu makalenin Cihad Baban tarafından kaleme alındığını öğrenmiş bulunuyorum. Takriben onbeş gün önce de Cihad Baban Bey Tercüman'a giderek Kemal İlıcak Bey ile görüşmüş ve Anadolu Gazetesi'nin Frankfurt'ta Tercüman tesislerinde basılmamasını talep etmiştir. Bir hafta önce bana gönderilen iki satırlık yazıyla (zaman darlığı) ileri sürülerek baskının devam edemeyeceği bildirilmiştir. Anadolu geçen haftadan itibaren bir başka matbaada basılmaya başlamıştır."

Türkiye'de o günlerde "Süieymancılık" ile ilgili soruşturmalar sürmekte; Diyanet İşleri Başkanlığı müfettişleri Süleymancılık akımı ile ilgili raporlar hazırlamaktadırlar. Olaylar hızlanmıştır. Bonn Büyükelçisi Vahit Halefoğlu da Türkiye'deki gelişmeler doğrultusunda davranır. Erdoğan Olcayto, Kemal Kaçar'a teleks ile şu raporu gönderir:

"Büyükelçilik, DGB ve Diyanet İşleri tam bir mutabakat halinde hazırladıkları ortak programı tatbik sahasına koymaya başlamışlardır.
— Diyanet İşleri Başkanı, «12 Eylül Harekâtı Almanya'da Türkler arasında yapılmalıdır' şeklinde beyanat vermiş, (Günaydın, Milliyet) tasarlanan program ile ilgili niyetini basına açıklamıştır.
— Büyükelçi Halefoğlu, IKM ve Anodolu Gazetesi'yle ilgili menfî bir ropor hazırlayarak Anakara'ya takdim etmiştir. Elçi bu teşebbüsünü, elçilikteki benim arkadaşlarıma bizzct açıklamış, anlatmıştır.
— Ankara'daki yönetim, geien raporlar istikametinde tatbikata geçilmesi görevini Cihad Baban Bey'e tevdi etmiştir."


Olcayto, bu raporundan sonra «hiç bir şekilde, hiç bir seviyede, hiç bir konuda ve hiç bir zaman asla taviz verilmeyeceğini» yazıyor ve izleyeceği yayın siyasetini şöyle açıklıyor:

"Büyükelçilik ve Halefoğiu'nun yanlış ve asılsız raporlar düzenleyerek Ankara'daki yönetimi yanılttığı teması sürekli ve çeşitli misaller verilerek, begeler ve fotoğraflarla Anadolu'da işlenecektir."

Teleks notunda daha sonra şu satırlar yer alıyor:

"Büyükelçilik Askerî Ataşemiz Sayın Amiral Özkan ile bir haftadır devamlı irtibatta bulunuyorum. Bu İlişki daha da yoğunlaştırılacaktır.
Amiral Turgut Özkan görevine bağlı bir asker. Siyaset ile hiç bir ilgisi yok.
— Büyükelçiliğin asılsız ve yanlış raporlarıyla ilgiii bilgi CDU Genel Merkezi'ne verilmiştir. Öte yandan, Ankara'ya gitmesi tasarlanan Partilerarası Komisyon'da yer alan Dr. Worner ile önümüzdeki günlerde görüşeceğim."


Büyükelçilik raporları gizlidir. Olcayto, bu raporları öğreniyor ve Hıristiyan Demokrat Parti Genel Merkezi'ne bu konuda bilgi veriyor!

Kemal Kaçar ile Erdoğan Olcayto arasındaki teleks görüşmeleri yalnızca bunlar değil tabii.. Olcayto, Kaçar'ın, Federal Almanya'da gözü ve kulağı gibi..

1981 başlarında hükümet, Süleymancılar ile ilgili soruşturmalara başlar. Daha önce gördüğümüz gibi Antalya'da ceza davası açılır. Ulusu hükümetinin Kültür Bakanı Cihad Baban Son Havadis Gazetesi'nde "Almanya'da İhanet Şebekeleri" başlıklı imzasız yazılar yazar.

Diyanet işleri Başkanlığı'nda Süteymancılık ile ilgili araştırmalar hızlanır.

İşin bir de yurtdışı cephesi önemlidir. Süleymancıların Federal Almanya'daki en etkili sözcüleri başimam Reşid Tûylüoğlu hakkında da soruşturma başlatılır.

12 Nisan 1981 günü Erdoğan Olcayto, 932330 numaralı teleksten İstanbul 23203 numaralı teleksi arar:

"Burası Anadolu, ben Olcayto, Kemal Ağabey'e bir teleks notu geçmek istiyorum, kendileri orada mı?" diye sorar.
"Evet" yanıtı alınca şu notu geçer:
"Kemal Ağabey;
Avukat ile yaptığımız görüşmenin özetini arzediyorum.
— Harun Hoca'ya Türkiye'ye dönmesi için talep yapıldığı takdirde, Almanya'dan çağrılış nedeni öğrenilecek, hukukî açıdan bu husus önemli.
— İkamet müsaadesi süresince ne Türkiye, ne de Almanya'nın müdahale hakkı doğuyor. Ancak ikamet süresi sona erince temdit ile yapılacak müracaata bir engel çıkmaması açısından
Bochum Savcılığı'nın izleyeceği yol önemli. Bu bakımdan Jochum önümüzdeki hafta Bochum'a bizzat giderek savcıyla 'Ne olacak, ne olmayacak' sorusunu aydınlatmaya çalışacak.
— Şahsî dava açılması görüşünde ise yazılı karar elde bulunduracak, Türkiye'den gelecek itham karşısında delil olarak kullanılacak. İKM Başimamı Harun Hoca'nın Almanya'da siyasî faaliyet göstermediği, bölücülük, kışkırtıcılık yapmodığı cevaben teşvik edecek.
— Savcı dava açılması görüşünde ise durumu esasen bildirdiği Köln yabancılar polisine ileteceği için davanın bir an önce görülmesi ve beklediğimiz 'beraat' sonucuna ulaşılması sağlanacak.
— Türkiye'nin tespit edeceği 'geri dön' tarihinde avdet etmeyeceği bakımından Harun Hoca'nın vatandaşlıkken çıkarıldığı takdirde kendisine 'yabancılar pasaportu' -Fremdenpass- tanzimi için Alman makamlarına başvuracak.
— İltica talebi en son yol ve çare olarak ele alınacak (JlUSUS.."


Erdoğan Olcayto, uzun yıîlar Federal Almanya'da yaşıyor. Çevresi de çok geniş. Propaganda nedir, bunu çok iyi biliyor.

Teleksin bundan sonraki bölümü İslâm Kültür Merkezteri'nin propaganda işlerini nasıl yaptıklarını kanıtlıyor. Okuyalım:
— ...Jochum, İslâm Kültür Merkezleri ile ilgili 200 sayfa kadar tutulacak bir rapor hazırlama çalışmaları içinde. Başak Yayınevi de bulunduğunu ve asgarî 1000 adet satacağını umduğunu, böylece, mesaisini ve masraflarını karşılayacağını açıkladı.

Telekste şu bölüm ise çok ilginç.. Bu bölüm, İslâm Kültür Merkezleri île emniyet görevlileri arasındaki ilişkiyi gösteriyor.
— 17 Mart tarihinde Alman emniyet görevlileri ile Bosphor Restauran'ta yemeğe Jochum da katılıyor. Jochum, anlaşıldığı üzere, İslâm Kültür Merkezleri'nin tuttuğu Alman avukat.

İslâm Kültür Merkezleri, Federal Almanya'da en güçlü örgütlerden biridir. 12 Eylül öncesi Türkiye'de AP içindeki milletvekili ile belli bir siyasal güce sahip bulunan Süleymancı akım, Avrupa'da gün geçtikçe gelişiyordu.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nı da tedirgin eden gelişme işte buydu.

Kemal Kaçar'ın ilişkileri çok genişti. Hemen hemen herkeste efendi adam izlenimi uyandıran Kaçar, her çevreden dost ve arkadaş edinmişti. AP'lisiyle, CHP'lisiyle, MHP'lisiyle çok yakın dostluk ilişkileri kurmasını bilmişti Kaçar..

Kaçar'ın en yakın dostlarından biri de AP Adana Milletvekili ve Avrupa Türk Grubu Başkanı Cevdet Akçalı'ydı. Akçalı, 1979 yılındd İslâm Kültür Merkezleri'nin Ha-gen'deki toplantısına da konuşmacı olarak katılmıştı.

Öteki konuşmacılar: AP İstanbul Milletvekili Kemal Kaçar.. AP Konya Milletvekili Prof. Şaban Karataş.. AP İçel Milletvekili Ali Ak'tı.

Kemal Kaçar. 12 Eylül 1980 tarihinden sonra açılan dava nedeniyle tutuklandığında kendisine dostluk elini uzatan yine Cevdet Akçalı olmuştu. Kara gün dostuydu Akçalı..

Cevdet Akçalı'nın Kemal Kaçar'a yaptığı dostluk şu olayda da kendini belli etmişti. Kemal Kaçar, Avrupa Konseyi üyesiydi. Kaçar, Strasbourg'a hep İslâm Kültür Merkezleri başimamı Harun Re-şid Tüylüoğlu'nun mercedesi ile gelir ve öteki parlamenterler He birlikte Avrupa Konseyi'ndeki Türkiye daimî temsilcisi Büyükelçi Semih Günver ile görüşürdü.
Büyükelçi Günver, Kaçar'ın, 26 Nisan 1978 günü Avrupa Konseyi Danışma Meclisi'nde yaptığı konuşmada, Fransız sosyalist senatör Perrider'in Kıbrıs konusundaki Yunon yanlısı konuşmasına verdiği yanıtı çok beğenmişti.

Doğrusu bu ya; Kaçar, o gün yaptığı konuşmada, cumhuriyetçi, demokrat, laik ilkeleri de savunmuştu. Büyükelçi Günver, 12 Eylül 1980'den sonra çeşitli suçlarla tutuklanan Avrupa Konseyi'nin Türk üyeleri ile yakından ilgilenmektedir.

Büyükelçi Günver, MHP'li Agâh Oktay Güner, MSP'li Temel Karamolla ve AP'li Kemal Kaçar'ın tutuklanmaları ile ilgili sorularla da sık sık karşılaşmaktadır.

Günver, Kaçar'ın Antalya'da "Laikliğe aykırı olarak, devletin temellerini din esas ve inançlarına uydurmak" amacıyla örgüt kurmak suçundan tutuklanmasından sonra Dışişleri Bakanlığı'na 4.2.1981 tarihinde bir yazı yazarak Kemal Koçar'ın Avrupa Konseyi Danışma Meclisi'nde yaptığı konuşmada laiklik ilkesinden söz ettiğini belirtip Kaçar, hakkında şu kanısını yazmaktadır:

"Kaçar'ın bu sözleri, cumhuriyette çoğulcu demokrasiye, laik devlet mefhumuna bağlılığını ve Atatürk prensiplerini benimsemiş olduğunu göstermektedir. Sayın Kemal Kaçar. Avrupa Konseyi içinde ocak 1981 ayına kadar sürdürdüğü çalışmalarda, daima bu görüşe sadık kalmıştır.

Yukarıdaki hususların ve ek fotokopinin gereği için Genelkurmay Başkanlığı'na, İçişleri ve Milli Eğitim Bakanlıklarına ve Diyanet İşleri Riyasetine ulaştırılmasını saygılarımla müsaadelerinize arz ederim.."


Büyükelçi Semih Günver'in, Cevdet Akçalı'ya Kaçar ile ilgili bu yazıyı yazıp Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiğini söylemesi üzerine Akçalı, bu yazının Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmesi için kolları sıvar.

Konu, Kaçar'ın avukatlarına yansıtılır. Avukatların girişimleri sonunda, bu yazı mahkeme dosyasına girer. Mahkeme dosyasında İstanbul Hukuk Fakültesi'nde görevli beş öğretim üyesinin özel olarak alınan ilmî mütalâaları da yer almaktadır.

Süleymancılık aleyhine açılan davada suç öğesi bulunmadığını bildiren öğretim üyeleri Şunlardır:

Prof. Dr. Sulhi Dönmezer.
Prof. Dr. Kayıhan İçel.
Doç. Dr. Erol Cihan.
Doç. Dr. Koksal Bayraktar.
Doç. Dr. E. Yurtcan.

Kemal Kaçar ve çevresinin çok yönlü ilişkileri başarı ile yürütmekte çok hünerli oldukları her olayda ortaya çıkıyor.

Prostat Melekleri

Bir yandan, İslâm Kültür Merkezleri'nin Federal Almanya'da kamu yararına çalışan dernek statüsünü kazanması için Alman masonlarını harekete geçirirken, öte yandan Bonn Büyükelçiliği içindeki müşavir ve ateşelerle kişisel dostluk kuruyorlar ve bunlar olurken de Avrupa'da "Türk Federasyonu" adıyla bilinen ülkücü kuruluşun önde gelen adlarından İnci Kütük ile birlikte Ulm kentinde ortaklaşa bir bina satın alıyorlardı!

İslâm Kültür Merkezleri, Diyanet İşleri Boşkanlığı'nı tedirginliğe sürükleyecek ölçüde gelişmekteydi.

Kur'an kurslarına, Türkiye'de bir yönetmelik değişikliği ile darbe vurulmuş, "Süleymancı" adı verilen Kur'an kurslarının üzerlerine kayıtlı bütün mal varlığı bir yönetmelik değişikliği ile Diyanet İşleri'n'm eline geçiverrnişti.

Süleymancılık akımı, bu darbnin öcünü Federal Almanya'da alıyor ve 1973 yılında kurulan ve manevî başkanlığını Kemal Kaçar'ın yaptığı İslâm Kültür Merkezleri aracılığı ile önce camileri sonra da cemaati ele geçiriyordu..

Diyanet İşleri, tıpkı 1971 yılında yapıldığı gibi ad değiştirip "pansiyon" ya da "yurt" adlarını alan Kur'an kurslarına el konulmasını öneriyor; ancak hükümet bu öneriyi uygulamıyordu.

Kaynak: Uğur MUMCU / Rabıta
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Süleymancı-Mason İşbirliği / Uğur MUMCU

İletigönderen 10kaf » Prş Nis 27, 2017 22:29

Uğur Mumcu'yu kim, neden öldürdü,

Yirmi yıl önce bugün Uğur Mumcu, faili meçhul bir suikasta kurban gitti…
Başbakan Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin katillerin bulunacağına dair sözler vermelerine rağmen olayda arpa boyu yol alınamadı.

Gelinen noktada bırakın katillerin bulunmasını dava zaman aşımına uğramak üzere…

Cinayet dosyası, Güldal Mumcu’nun ‘İçimden Geçen Zaman’ kitabıyla yeniden açıldı.

Suikasta dair şüpheleri ve soru işaretlerini alt alta dizen kitap, derin karanlığa ışık tutuyor.

Güldal Mumcu, katilin ismini söylemiyor ancak somut bir tarif ve net bir eşkal veriyor.

Zaman içinde bu cinayet kontrgerilla ve ‘rutin dışına’ çıkmanın simgesi haline geldi.

Hayatını derin yapılarının ortaya çıkarılmasına adamış bir aydının bu yapılar tarafından katledilmesi büyük bir trajedi...

Olayla ilgili çok söz söylenmiş gibi gösterilse de Güldal Mumcu’nun kitabında anlatıldığı üzere sorulması gereken sorular sorulmamış.

Türkiye bugün, Uğur Mumcu’nun arabasının uzaktan kumandayla mı, yoksa kontak ateşleme sistemiyle mi öldüğünü dahi net olarak bilmiyor?

DERİN DEVLETİN TUĞLASINI KİM ÇEKECEK?

Nasıl ki, Abdi İpekçi, Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Gün Sazak cinayetleri 12 Eylül darbesiyle sonlandıysa, Uğur Mumcu suikastında de aynı film sahneye konuldu.�

Uğur Mumcu cinayeti Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç suikastları, büyük stratejinin, taktik hamlesi olarak gerçekleştirildi.

Cinayetler, seçilen isimler, yöntem, kullanılan semboller ne kadar benziyor değil mi?

Mumcu suikastı, ülkeyi 28 Şubat’a götürecek toplum mühendisliğinin parçasıydı…

Kanlı senaryo işlemedi ve silah geri tepti…

Bir diğer hedef ise soğuk savaşın bitmesiyle tasfiye sürecine giren gladyo örgütlenmesini yeniden yapılandırmaktı…

Gladyo varlığını devam ettirmek için Fırat’ın doğusunda kendisine yeni sorun alanı yaratırken bir anlamda tasfiyeden de kurtuldu.

Devleti, milletin ve tarihin önünde ayıplı hale getiren bu yapıların artık çözülmesi gerekiyor.

Buradaki en büyük sorumluluk ise cesur savcılara ve hükümete düşüyor.

UĞUR MUMCU CİNAYETİNDE CEVAPSIZ SORULAR…

1. Ankara DGM Savcısı Ülkü Coşkun’un ifade ettiği belirtilen ‘üstüme gelmeyin devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer' cümlesinin üzerine neden gidilmedi?

2. Ülkü Coşkun, daha sonra bu ifadeyi neden inkar etti? Ona susmasını kim tembihledi?

3. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ‘olayı aydınlatmak namus borcumuzdur’ sözünün arkasında neden durmadı? Demirel’e kimler engel oldu?

4. Önce Hiram Abas daha sonra İsrail Büyükelçisi tarafından sorulan ‘öldürülmekten korkmuyor musunuz?’ sorusu cinayetin önceden tasarlandığını mı ortaya koyuyor?

5. Hüsamettin Cindoruk, hangi duyum ve istihbarata dayanarak ‘zaten bekliyorduk’ dedi?

6. Uğur Mumcu’nun nikah şahidi olan ve ilk defa kontrgerillayı telaffuz eden Bülent Ecevit olayın üzerine neden gitmedi?

7. Güldal Mumcu’nun kitabında anlattıklarıyla olay yeri tutanağı arasındaki fark neden kaynaklanıyor.

8. Cinayetten hemen sonra süpürgelerle sokağı temizleyenlerin ifadelerine şimdiye kadar neden başvurulmadı?

9. Uğur Mumcu’ya bazı devlet kurumlar bir güvence mi vermişlerdi, ölüm tehditlerine rağmen Mumcu, neden koruma almadı?

10. Devlet, öldürüleceğine dair istihbarata rağmen Mumcu’ya neden koruma vermedi?

11. Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra herkes olay yerine gelirken beyaz renkli kartal arabayla uzaklaşan kişiyle ilgili neden bir soruşturma açılmadı?

12. Dönemin DGM Başsavcısı Nusret Demiral neden konuşmuyor, gizli bir tehdit mi alıyor?

13. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı cinayetleriyle Uğur Mumcu olayı arasında bir bağ var mı? Diğer cinayetler neden aydınlatılamadı?

14. Mehmet Ağar’ın ifade ettiği ‘tuğlanın birini çekersen duvar göçer’ sözü ne anlama geliyor? Mehmet Ağar bu konuda neden susuyor?

15. Doğan Güreş, Teoman Koman, Sönmez Köksal, Mehmet Eymür, Hanefi Avcı ve dönemin güvenlik bürokrasisi neden konuşmuyor? Olayın ucu kime ve nereye varıyor?

16. Yeşil Kod, Mahmut Yıldırım’ın Uğur Mumcu cinayetiyle ilgisi nereden kaynaklanıyor? Mahmut Yıldırım’ın emniyette alınan ifadesinin tam metni nerede?

17. 90’ların karanlık olaylarının bilgisine sahip Mahmut Yıldırım şimdi neden susuyor?�

18. Olaydan hemen sonra dile getirilen İslami Hareket Örgütü isimli yapılanma asıl faillerin üzerini örtme operasyonu muydu? Bu iddiayı ilk kim ve hangi kurum ortaya attı?

19. Suikastta kullanılan C4’ün adresi bilinmesine rağmen olayın üzerine neden gidilmedi?

20. Suikast dosyasında neden bu kadar çok savcı değiştirildi? Savcı Kemal Ayhan’ın ani ölümüyle ilgili herhangi bir soruşturma açıldı mı? Kemal Ayhan’a otopsi neden yapılmadı?

hyayman@hurriyet.com.tr
Twitter.com@HuseyinYayman
Kullanıcı küçük betizi
10kaf
Üye
Üye
 
İletiler: 1
Kayıt: Prş Nis 27, 2017 22:26


Şu dizine dön: Uğur MUMCU

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x