Tarih Dersleri ve Haritalar / Barış DOSTER

Tarih Dersleri ve Haritalar / Barış DOSTER

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Oca 04, 2013 12:23

Tarih Dersleri ve Haritalar

İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy adına üniversite açıp, sempozyum düzenleyip, sonra da hiç utanmadan Ersoy’un uğruna şiir yazdığı vatan topraklarını yasayla yabancılara satanlara sözümüz yok. İnanç hortumcularına, iman simsarlarına, kutsal değer pazarlamacılarına, maneviyat tacirlerine, mukaddesat avcılarına yakışanı yapıyorlar. Muhatabımız para sayanlar, çanta taşıyanlar, emperyalizmin uşaklığını, tetikçiliğini yapanlar değildir. Tarih okuyanlar, emperyalizme direnenler, yerli, milli ve sınıfsal bilinç taşıyanlardır.

Sykes – Picot Antlaşması İngiltere ve Fransa arasında 1916’da imzalanmıştır. Osmanlı’nın Ortadoğu topraklarının paylaşıldığı gizli antlaşmadır. Balfour Deklarasyonu 1917 tarihini taşır. İngilizlerin ünlü devlet adamı Lloyd George’un başkanlık ettiği hükümette, dışişleri bakanı olan Arthur James Balfour’un kaleme aldığı metindir. Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasına hükümetinin vereceği desteği belirtir. Sevr Antlaşması ise 1920 yılında imzalanmıştır. 1918’de Mondros Mütarekesi ile silah bırakan Osmanlı Devleti’ni tarihe gömen antlaşmadır. Her üç adımın hedefi de Osmanlı’dır. Ortadoğu’yu emperyalistler arasında bölüştürmüştür.

Bu adımlara Osmanlı Devleti’nin fazla direnecek gücü yoktur. Araplar’ın da öyle. Kaldı ki büyük bölümü zaten İngiliz ve Fransızlar tarafından kandırılmıştır ve kullanılmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın diğer mağlupları da kaderlerine razıdır. Bir tek ATATÜRK önderliğindeki KUVAYI MİLLİYECİLER inatçı, isyancı, inançlı, iddialı çıkmışlardır. Emperyalizme hayır demişler, kafa tutmuşlardır. 1920’de Osmanlı Devleti’nin imzaladığı Sevr’i silahla yırtıp atmışlardır. 1923’te de Lozan’da galip devlet olarak masaya oturmuş, istediklerinin büyük bölümünü de almışlardır.

Lozan müzakerelerinde sadece Birinci Dünya Savaşı’nın hesabı görülmemiştir. Yüzyılların hesabı görülmüştür. Avrupa’nın oryantalist bakış açısının, “hasta adam” yakıştırmasının, “Türkleri geldikleri yere, Asya içlerine sürmek gerekir” şeklinde özetledikleri ırkçı, yayılmacı, sömürgeci, emperyalist siyasetin hesabı görülmüştür. O yüzden Lozan’da Lord Curzon, Türklerin reddettiği İngiliz taleplerini bir kenara yazıp, cebine koymuştur. Ve o yüzden emperyalizm Atatürk’ü ve Milli Mücadele’yi hiç unutmamıştır. Asla içine sindirememiştir. Ve şimdi günü geldiği için, uydularını, uşaklarını, ulaklarını, uzantılarını, devşirmelerini, yamaklarını işbaşına getirdiği için, Lozan’da cebine koyduklarını teker teker cebinden çıkarıp, masaya sürmektedir.

Emperyalistler, vahşidir, acımasızdır, talanı, barbarlığı, sömürüyü her türlüsüyle, uygularlar. İyi tarih bilirler. Kendileri açısından gereken dersleri hemen çıkarırlar. Akılcı, gerçekçi, çıkarcıdırlar. O yüzden “İngiltere’nin ezeli ve ebedi dostları yoktur, değişmez menfaatleri vardır” sözleriyle bilinen Başbakan Lord Palmerston’un, Osmanlı Devleti’nin parçalandığı süreçteki şu sözlerini iyi düşünmek gerekir: “Türklere Müslümanlıkları açısından hiçbir şekilde taraftar değilim. Eğer Hristiyan yapılabilirlerse son derece mutlu olacağım”. 1839’da Tanzimat Fermanı ilan edilirken İngilizlerin İstanbul büyükelçisi olan Lord Strasford Canning’in, Osmanlı Sultanından Müslümanların din değiştirme hakkını açıkça ilan etmesini istemesi de tesadüf olmasa gerektir.

Tarihi bu şekilde okuyunca, 100 yıldır toprak kaybetmekte olan bir imparatorluğu yöneten Sultan Abdülhamit’in, neden okullarda tarih dersi verilmesinden pek hoşlanmadığı daha iyi anlaşılır. Büyük tarihçi Joseph von Hammer, arşivlere girerek Osmanlı tarihini yazarken, Osmanlı’nın son 200 yılı, Osmanlı münevverleri için tarihi acılarla doludur. O nedenle arşivlerimizdeki 150 milyon belgeyi tasnif edip değerlendirmek, büyük bölümü Osmanlı dönemine ait olan Balkan ve Arap arşivlerini (çoğu belgenin dili de Osmanlıcadır) incelemek için Atatürk, Türk Tarih Kurumu’nu kurmuştur. Osmanlı Devleti’nin sadece Osmanlı arşivleri incelenerek tam anlamıyla anlaşılamayacağını çok iyi bilmektedir. Önemli tarihçilerimizden Kemal Karpat’ın da sık sık vurguladığı gibi, dağılması sonucunda 60 kadar cemaatin (farklı etnik yapı, anasır anlamında), 30’dan fazla devletin ortaya çıktığı bir büyük devlet söz konusudur. Ve ondan koparak bağımsızlıklarını kazananlar, 300 – 400 yıl Osmanlı egemenliğinde yaşadıklarından, biraz da kolaycılığa kaçarak, tüm geri kalmışlıklarını, yoksulluklarını, güçsüzlüklerini Osmanlı’yı suçlayarak açıklamaya çalışırlar.

Ancak Batılı emperyalistlerin Osmanlı’yı çok iyi incelediğini unutmamak gerekir. Kilise baskısı, dinsel dogmatizm altındaki Avrupa, Osmanlı’nın ve İslam’ın yükseliş dönemlerinden hayli ders çıkarmıştır. Rönesans, Reform, Aydınlanma öncesinde neredeyse 700 yıl kanlı iç savaşlar yaşayan eski kıta, geçmişinden ders çıkararak yükselmiştir. Osmanlı’nın devlet aygıtını, bürokrasisini çok iyi incelemiştir. Onu parçalarken, kimi, nasıl, nerede, ne zaman, hangi yolla birbirine düşüreceği, merkeze karşı ayaklandıracağı konusunda bilgi sahibidir. Okuryazar oranı kabaca yüzde 10 kadar olan (bunun yarısı da gayrimüslim tebaadır) Osmanlı’da, en iyi eğitimin verildiği Enderun’da bile niteliğin azaldığı bir dönemde, 19. Yüzyılda Avrupa okuma yazma sorununu büyük ölçüde çözmüştür. Kıtanın tamamı olmasa bile çok büyük çoğunluğu okuryazar duruma gelmiştir. O dönemde Osmanlı’ya bağlı yaklaşık 20 milyon Arap arasındaki okuryazar sayısı ise yüz bin bile değildir. Ve bu durum, gerek İslam, gerekse Arap dünyasındaki gerileyişin, giderek çöküşün temel nedenleri arasındadır. O nedenle doğudaki tarih, yenilgi ve kayıpların da büyük etkisiyle ya bilimsel, nesnel düşünceden uzak, tepkisel biçimde yazılmıştır ya da övgüden, methiyeden ibaret olmuştur. Bu iş öylesine şirazesinden çıkmıştır ki, ilk kez, Osmanlı’nın gücünün zirvesi sayılan Kanuni Sultan Süleyman döneminde kullanılan “devlet-i ebed müddet” deyimi, devlet batarken bile yürürlüktedir.

Kabul edelim, çöküş dönemlerinde, tarihsel kırılma noktalarında alınan kararların mutlaka bedeli olur, olumlu ya da olumsuz. Bu Osmanlı’nın dağıldığı süreçte de geçerlidir. Devlet tasfiye edilirken, kendilerince haklı olarak kurtulmak isteyenler, kopanlar, ayrılanlar, kararlarının sonuçlarına katlanmak zorunda kalmışlardır. Bu durum, devletin kurucu unsuru olan Müslüman Türkler için de böyledir. Sultan II. Mahmut’a, Sultan Abdülmecit’e “gâvur padişah” yaftasını yapıştıranların torunları da çok acı bir bedel ödemişlerdir imparatorluk dağılırken.

Ve toz kondurmadığı tarihini TV dizilerinden öğrenen halkımız, tarihini bilmediğinden, çok daha acı bir bedel ödemek üzeredir. Kanla çizdiği sınırlarını, Washington’daki toplantılarda, Brüksel’deki salonlarda, Oslo’daki müzakerelerde, kısacası masa başında değiştirdiğinin farkında değildir maalesef.

“Yapıcı bir eleştiri akıllı insanları güçlendirir, ahmakları ise öfkelendirir” diyen Napolyon haksız mıdır?


Barış DOSTER, 3 Ocak 2013
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

x