
Bunlara göre resmi tarihi öteleyip, gerçeklerle yüzleşip hesaplaşırsak her şey peri kızının sihirli çubuğu değmiş gibi düzelip ortalık güllük gülistanlık oluverecek! Resmi tarihi hallaç pamuğu gibi atan gayrı resmi tarihçilerin görüşleri toplum ve devletçe kabullenildiğinde her şey iyi olacak, tüm sorunlar ortadan kalkacak!
1914-1918 arasında iki emperyalist blok arasında I. Paylaşım Savaşı na yol açan Şark Meselesi Osmanlı terekesinin paylaşılmasıyla çözümlenmiş olacaktı. Osmanlının doğal kaynaklarca zengin coğrafyasını aralarında pay etmekle yetinmeyen sömürgenler Türkler in Anadolu nun birkaç ilini kapsayan bozkırına hapsedilmesi, gerekirse buradan da çıkarılıp Asya steplerine, geldikleri yerlere sürülmesi konusunda görüş birliğine varmışlardı.
Sevrle sonlandığı sanılan proje Mustafa Kemal önderliğinde verilen Ulusal Kurtuluş Savaşıyla tarihin çöp sepetine atılıverdi. Çok milletli, çok dilli, çok dinli yapıdaki dağılan imparatorluktan elde kalan coğrafyada kurulacak devletin ulus devleti esas alması, Türk unsuruna dayanması kaçınılmazdı.
Osmanlının trajik sonunu hazırlayan borç tuzağına düşmemek, uluslar arası tefecilerin, finans kodamanlarının kıskacında yeniden can çekişir hale gelmemek Cumhuriyeti kuranların göz önünde bulundurdukları birincil esastır. Bu nedenle ulus temelinde, milli sermayeye dayalı, milli ekonomiyi esas alan, üniter, çağdaş, demokratik bir Cumhuriyet amaçlanmıştır.
Ulus devleti ayakta tutacak ana unsur ulus bilincine erişmiş yurttaşlardır. Ümmet anlayışına sahip, ulus bilincini taşımayan toplumlarda yönetici kadroların ulus devlet inşa etme çabaları daima sonuçsuz kalmıştır. Gücünü halktan almayan, halkın benimsemediği rejimlerin yaşaması, kökleşmesi imkansızdır. Böyle durumlarda yönetici kadroların süreç içinde tasfiyesi, geriliğin ve gericiliğin içinde yok olması kaçınılmazdır.
Başta Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyet in kurucu kadroları bu nedenle ulus temelinde kurulan devleti yaşatacak, sahip çıkıp geliştirecek kuşaklar yetiştirecek bir eğitim politikası belirlemişlerdir. Bu eğitim sonucu övünüp, çalışıp geleceğe güvenle bakan çağdaş, laik, demokratik bir rejimin gönüllü savunucuları yetiştirilebilecektir. Alfabe devrimiyle başlayan örgün eğitimin yanında, yetişkinler için ülke çapında açılan Millet Mektepleri, Okuma Odaları bu düşüncenin ürünüdür.
Onuncu Yıl Marşındaki dünyaya meydan okuyan, özgüven içinde geleceğe bakan bütün bir ulusun dile geldiği koro, onuncu yılında Türkiye Cumhuriyeti nin Atatürk ün gösterdiği hedefleri yakalamaktan duyduğu gururu ve heyecanı yansıtmaktadır. Ekonomisi milli, eğitimi milli, kurumları milli olan bir ulus devletin geleceğe, gelişmeye, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamaya yönelik olağanüstü çabası, umudu, coşkusu, sevincini anlatan bu marş Türk ulusunun Atatürk dönemi psikolojisini yansıtan en çarpıcı fotoğrafıdır.
Ekonomide bir yandan yabancı şirketler millileştirilerek, sermayenin millileşmesi, ekonominin Türkleşmesine, halkın durumu iyileştirilmeye çalışılırken, diğer yandan da devletin öncülüğünde sanayileşme, kalkınma girişimleri planlı ekonomi anlayışıyla sürdürülmektedir.
Atatürk Türkiye sinin yukarıda anlatılan kısa kronolojisinde görüldüğü gibi amaç; ulusal temelde çağdaş bir eğitimle özgür düşünen, bilimin yol göstericiliğine inanan, Cumhuriyetin değerlerini benimseyen ve savunan Türk yurttaşları yetiştirmektir. Dünyanın diğer ulusları yanında kendini küçük görmeyen, en güçlü devletlerle, en büyük zorluklarla ulusal çıkarlarımız gerektirdiğinde mücadeleyi göze alan, ulusal bilince ermiş özgür bireylerden oluşan bir ulus oluşturmaktır. Sonuç olarak siyasal bağımsızlığı ekonomik bağımsızlıkla taçlandırmış, yerli kaynaklarla kalkınmış, sermaye birikimini sağlamış, Cumhuriyet i ayakta tutacak sağlam temellere dayalı bir ekonomik yapıyla ülkenin, ulusun geleceğini güvenceye alarak Cumhuriyeti gelecekteki olası tehditleri kolayca savuşturacak bir güce kavuşturmaktır.
Yukarıdaki kısa açılımdan sonra tarihimizle yüzleşmeye, Cumhuriyetle hesaplaşmaya başlayabiliriz: Tarihimizle yüzleşmek söylemiyle asıl istenen Ulusal Kurtuluş Savaşında mücadele edilen, savaşılan hasımların, Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin, kurucu iradenin yeniden değerlendirilmesi ve sorgulanmasıdır. Anadolu da Türk ulusunun dışında farklı etnisiteler için de siyasi haritalar olmasını öngören, halklara özgürlük tanıyan (!) Sevr in yerine niçin Lozan da diretildiğinin eleştirilmesidir.
Bu anlayış sahiplerine göre Anadolu coğrafyasında Yunanistan uzantısı İyonya Devleti ( Küçük Asya Helenlerinin yurdu ) ve Pontus Devleti ( Karadeniz ) Büyük Ermenistan (Doğu Anadolu ), Kürdistan ( Güneydoğu ) yerine yekpare Türkiye Cumhuriyeti nin çıkması tarihsel bir hata ve haksızlıktır. Bu hatanın düzeltilmesi için tarihimizle yüzleşmek gerekir. Tarihimizle yüzleşmeli, bu tarihsel hataları tez elden gidermeliyiz!
Yine bu iddia sahiplerine göre saltanatın, hilafetin kaldırılması, Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri totaliter bir anlayışın yukarıdan aşağıya, dayatmayla gerçekleştirdiği halktan kopuk, antidemokratik uygulamalardır. Türkiye Cumhuriyeti çok etnikli bir yapı yerine ulus devlet inşasıyla ortak yaşama kültürünü yok etmiş, ülkeyi kültürel çeşitlilikten yoksun bırakmış, çoraklaştırmıştır.
Son dönemlerde nedense peş peşe yazılan romanlarda, çekim aşamasından başlayarak büyük reklam kampanyalarıyla gösterime giren filmlerde, televizyon dizilerinde bir takım sancılar, bir takım karın ağrıları ortaya dökülüvermektedir. Kurucu ideolojiye yönelik bu kültürel kampanyaya göre 1923 ten günümüze Cumhuriyet e ilişkin olumlu, iyi hiçbir yön bulunmamaktadır. Azınlıklardan özel vergi toplayan, ekonomik olarak baskı altına alan, devlet kaynaklı kampanyalarla toplumsal histeriler yaratıp işyerlerini yağmalatan, asimilasyoncu, talancı bir devlet fotoğrafı 1923 ten günümüze değişmeyen bir Cumhuriyet simgesi olarak belleklere, bilinçaltına kazınmaktadır.
Atatürk sonrası tek parti döneminde ve Demokrat parti iktidarında gerçekleşen bazı olumsuzluklar dönem koşulları atlanarak Atatürk e ve Türkiye Cumhuriyeti ne fatura edilmektedir. Bu psikokültürel saldırının asıl hedefinin Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti inin kurucu ideolojisi olduğu açıktır. Yine asıl karın ağrısının, kronik mevsim sancılarının Türk ulus devletinin tasfiyesine kadar süreceği anlaşılmaktadır!
Dönemin AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Karen Fogg Türkiyeli bir gazeteciye gönderdiği elektronik postada Türk tarihinin hakkından gelmek gerektiğini yazmıştı. Bogaziçi Üniversitesinde düzenlenen bir konferans sonrasında: Kıbrıslı Türklerin Türkiye ve Denktaş tan kurtulmak için yollara dökülüp koloni olmaktan kurtulana kadar kalkmamaları önerisinde bulunmuştu. Yine Türkiye AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkan Vekili Andrew Duff; Artık Atatürk resimleri görmek istemiyoruz. İndirin o resimleri diye buyurmuşlardı.
Dışarıdakilerde Lozan la yeniden başlayan, bizimkilere de bulaştırdıkları, içeride, dışarıda artarak devam eden karın ağrılarının, mevsim sancılarının, ortalama Türk ün bilincindeki güvenme, övünme duygusunun, tarihimizle yüzleşerek, 1923 den bu yana olumlu hiçbir özelliğinin bulunmadığını keşfedeceği Cumhuriyetten utanmaya dönüşünceye kadar devam edeceği anlaşılıyor.
Av.Hüseyin Özbek
GERÇEKGÜNDEM