Ozer86 yazdı:Ne Baykal, ne Bahçeli, ne Erdoğan vatan haini. Hepsi en az senin benim kadar ülkelesini seven namuslu insan.
Türkiyenin çıkarlarıyla örtüşmeyen politikaları desteklemelerinin arkasında Amerikanperestlikten ziyade realist bir bakıs açısı var. Amerıkancı olmayana bu ülkede iş yaptırmazlar; Türkiye Komünist Partisinin öyle bir iddaası olmadığı içindir ki, bağımsizca konusabiliyor.
Bizlere düşen en önemli görev prangaları bir bir ortaya çıkarmak, vatandaşlarımıza göstermek ve birlikte yıkmaktır.
Amerikaperestlik, Amerikancılığın bir üst noktasıdır. Kısaca, tam bir Amerikalı olmaktır. Görünüşe göre, tam bir Amerikalıdan bir seviye düşük olan Amerikancılık, senin gözünde vatan hainliği değil. Bu gariplikten hareket eden, Vahdettin'i de, Damat Ferid'i de vatan haini olarak görmez. Mühim olan bugünkü durum dersek; bana "vatan hainliğinin" tanımını yapmanı istiyorum. Gerçi vatan hainliğini "(ilgili kimselerin) gerçekçi bakış açısı" olarak tanımlamışsın. Bu durumda senin yanlış bilgiler edindiğin, stratejik görüşler adı altında kim bilir hangi yıkıcı ve çarpıtıcı yorum ya da çözümlemelere maruz kaldığın konusunu ele almalıyız. Emperyalizmden adalet ve barış bekleyen birine göre yine iysin. Tabii güce tapan biri için bu olağan olsa gerekir.
Yine, öteki iletilerine baktığımda, "küçük dağları ben yarattım, siz de kim oluyorsunuz" anlayışı ile devam etmektedir. İletilerine bakarak bu rahatlıkla görülüyor.
Stratejiden anladığın 'gerçekçi bakış açısı', gerçekçi bakış açısından anladığın 'Amerikancılığa karşı çıkmamak' olan ve bunun nedenini de 'zaten Amerikancı olmayana iş yaptırmazlar' diyerek açıklayan senin, "CHP takiyyesinde haklıdır" diyerek, bunu iç politikadaki stratejik bir hamle (ben samimiyetsizlik ve ahlâksızlık olarak değerlendiriyorum) olarak değerlendirmen de açıkçası beni şaşırtmadı.
Gelelim paylaştığın yazıya...
Yazıya genel bir bakış:
Prof. Dr., bilimsel bir dil kullanmamış -ki bu yazdıklarının bilim dışı olduğunu göstermez- olması, bireylerdeki algı seviyesi değişikliği için iyi diyebiliriz. Fakat Türkçe'deki bozuklukları, bazı yerlerdeki anlatım eksikliği ve sıkça tekrarlanan kalıp ve tanımlar okumayı ve algıyı güçleştirecek niteliktedir. Kaldı ki, bu oldukça gereksiz olan tekrarlamalar olmasa, dört sayfalık yazı, üç sayfa olabilirdi. Prof. Dr., ortada olanı belgelemek yerine, kendi fikirlerini ortaya koymuş. Tabii bu da, orta olanla, fikirlerinin çatıştığı anlamına gelmez. Yazıda yeni bir şey de yok açıkçası...
Değerlendirme:
Ekonomik varlık olarak dünyanın en büyük ve güçlü ülkesinin ABD olması (yaklaşık 13 trilyon dolar) ve azgelişmiş yardıma muhtaç ülkelerin sayısının oldukça fazla olması (sadece Afrikada 40 kadar ülke), ABDyi bu ülkeler ile karşı karşıya getirmiştir. 1991in koşulları, ABDyi küresel sorumlulukları bağlamında bu ülkelere yardım etmek zorunda bırakmıştır. ABDnin karşılıksız yardımlarının çok sınırlı olması ve azgelişmiş yardıma muhtaç ülkelerin verebilecekleri fazla şeylerinin olmaması, Washingtonı sıkıntıya sokmuştur. Bu ülkelerin BMdeki desteğini kaybetmek istememesi ve onların desteğine ihtiyaç duyması, ABDyi onlara yardım etmeye zorlamıştır. Bu ülkelerden umduklarını bulamayanlar ise, ABDden uzaklaşmışlardır. Yani ABD, hem ekonomik/mali yardımda bulunmak, hem de uluslararası kamuoyu nezdinde destekten yoksun kalmak durumlarını yaşamıştır.
Altını çizdiğim yerde yanlışı vardır. Bahsi geçen ülkelerin çoğunluğu Birleşik Devletler'e öyle ya da böyle muhtaçtır, muhtaç bırakılmışlardır. Birleşik Devletler'in bu ülkelere bir şey vermemesi durumunda bir soğukluk söz konusu olsa dahi, bu ülkeler BM'de Birleşik Devletler karşısında olmaktan imtina etmek bir yana buna cesaret edemezler. Muhtaç ülkeleri kıtalara göre ayırsak da, bunların kayda değer birlikleri yoktur, tek başlarınadır. Bunlar bir yana, Azmanistan'ın BM'yi ne kadar ciddiye aldığı tartışılır diyeceğim ama ortada olanı tartışmaya lüzum yoktur diye düşünüyorum. Esasen yazar, bu takıldığım noktayla çelişircesine bunu kendisi çürütüyor:
Amerikan Yönetimi, dış temsilciliklerinden gelen bu raporlara istinaden her yıl ülkelerin durumlarını yansıtan raporlar yayınlamakta ve bu raporlarda serbesti ve özgürlük açısından olumsuz görüş beyan edilen ülkeler ABDden değişik şekillerde politik ve ekonomik baskı görmektedirler. ABD Yönetimi bu baskılar için Amerikan Silahlı Kuvvetleri dahil, Dünya Bankası, BM, Uluslararası Para Fonu gibi, kendisinin etkisine açık uluslararası örgütleri kullanmaktadır.
BM Birleşik Devletler'in değil, Birleşik Devletler BM'nin dizginlerini elinde tutmaktadır.
Diğer taraftan Amerika çökerken ve dünya ciddi bir kaos ortamına sürüklenirken, mikro milliyetçiliğin ve radikal dini akımların ülkeleri tehdit edici özelliklerinin daha da belirgin hale geleceği değerlendirilmektedir. Kaos ortamının, her kesim gibi, bu kesimler için de bir fırsat olarak görülmesi ve değerlendirilmesi, kaçınılmaz gözükmektedir. Bu itibarla özellikle etnik ve dinsel nitelikli ciddi sorunlar yaşayan ülkelerde, ülkeyi yönetme sorumluluğunu üzerine almış olanların, kucaklayıcı1, toparlayıcı2, sosyal devlet anlayışını3 öne çıkarıcı, ortak tarihe4 vurgu yapıcı, sorumlu politik açılımlar5 yapmalarında ve bu açılımlarını uygun yapılanmalar ile desteklemelerinde yarar görülmektedir.
1) Ülkeyi yönetenler, kucaklayıcı değil dışlayıcıdır.
2) Toparlayıcı değil, dağıtıcıdır.
3) Sosyâl devlet anlayışı yerine, sadaka ekonomisi savunan ve yaygınlaştıranlardır.
4) Ortak tarihe değil, ortak olduğunu iddia ettiği dinî (zaman zaman ümmetçilik üzerinden kısmen dolaylı olarak, zaman zaman alenen) vurgulamaktadırlar. Aradaki tarih serpiştirmeleri, esas meseleye meze olmaktan öteye gitmemiştir.
5) Sorumsuzdurlar. Sonuncusu DAVOS'ta görülmüştür.
EK: Bütün bunlar hâlâ geçerliliğini korumaktadır ve bunlardan vazgeçileceğini düşündürecek zerre kadar veri yoktur. Fakat yine de bazı lügâtlarda bahsi geçen yönetimin başı ve olan-bitenin baş sorumlusu "namuslu" olarak yer alır.
Gelelim, yazının ana konusuna -ki sen de bundan bahsediyorsun:
Uzatmadan değinelim; öncelikle biz bir imparatorluk ya da dünya gücü değiliz. Böyle olmadığımız için, bizim sonumuzu hazırlayabilecek unsurlarla ilgili güçleri yıkacak unsurlar farklıdır. İlgili güçleri yıkacak unsurlar bizi az etkiler, çok etkiler, bu ayrı konudur. Vurgu yaptığın yer, öncelikle burada yanlış. İkinci olarak, asıl Amerikancılığa ve Amerikan yayılmacılığına, sömürüsüne karşı çıkmamak, gerçekçi bakış açısından uzak, yıkıcı bir görüştür. Yazıda özetle, Birleşik Devletler'in dünyaya, doğru ve tam hesaplar yapmadan eşkıya kesilmesinin sonucu olarak çöktüğü, Sovyetler'in çöküşünü okuyamamasının da bu hesapsız hesapların yapılmasında önemli rol teşkil ettiği anlatılmaktadır. Yâni Amerikancılığa ve sömürüsüne karşı çıkarsan diye çökersin demiyor. Hatta Türkiye Birleşik Devletler'e o kadar esirdir ki, sömürge çöktüğünde sömürgesini de aşağı iteceğinden Türkiye'nin bunlara da hazırlıklı olmasını söylüyor. Sovyetler'e bağımlı olmadığı halde bundan oldukça etkilendiğini söylediği Türkiye'nin, Birleşik Devletler'in çökmesi sonucunda çok daha kötü etkilenebileceğini söylüyor. Kalkıp da Amerikaya rest çekmeyin, bağları gevşetmeyip sıkı tutun, peşinden koşun demediği gibi, bunları yapanları da hoş görmeyi bir yana bırak, "elimizden gelse de hemen kurtulsak" der gibi yazdığını olumsuzluklarla ortaya koyuyor. Ayrıca yazıda ideolojik bir saplantıdan değil, hesapsız girişimler yüzünden ilgili güçlerin ideolojilerinin yani sistemlerinin çökmesinden bahsediyor. Sovyetler daha fazla komünistleştiği için değil, başında Birleşik Devletler'in bulunduğu demokrasi-özgürlük-çok seslilik dalgalarını yayan güçlere karşı koyamadığı için çöktü. Amerika ise aç gözlülüğü ve sınırsız insan dışılık sonucu çökmektedir. Bunu yaratan da, kendi devletini aşan çokuluslu şirketlerdir -ki yazıda bu da geçmektedir.
Not: Yazarın bazı yazdıklarını es geçiyorum. Bu es geçtiklerim Mustafa kemâl ATATÜRK ile bahsettiği ve gelecek ile ilgili iddialarıdır. Bunu değerlendirmeyeceğim. TKP konusu da yorumlarım dışındadır.