
Ergenekon soruşturması kapsamında (!) tutuklanan emekli Orgeneral Hurşit Tolonun sağlık durumu da cezaevindeyken bozulmuştu ama serbest bırakılma nedeni bu değilmiş.
Gazetelerde Tolonun tahliyesini bildiren haberlerde sağlık nedeniyle değil, delil ve hukuki duruma göre tahliye edildiği yazıyordu. Olayın tam açıklaması ise şöyle: Hurşit Tolonun avukatı İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesine tutukluluğa itirazda bulunuyor. Mahkeme bu istemi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderip görüş istiyor. Savcılık Tolonun tutukluluğunun devamı yönünde görüş bildiriyor. Ama Nöbetçi Mahkeme savcılığın bu talebini yerinde bulmayarak Tolonun delil yetersizliğinden tahliyesine karar veriyor.
Delil yetersizliği de şöyle: Hurşit Tolonun tutuklama kararı sadece kendisinde Ergenekon yapılanmasını içeren bir kitap fotokopisi bulunması üzerine alınmış. Mahkeme ise bu kitabın daha önce birçok basın kuruluşunda haber konusu yapıldığını, gizliliğinin bulunmadığını belirterek kitabın tek başına şüphelinin suç örgütüne üye veya yönetici olduğunu göstermeyeceğine, yaptığı telefon görüşmelerinin ise örgütle bağlantı gösterecek unsur içermediğine karar vermiş.
Orduyu kışkırtma çabası
Buyrun buradan yakın! Bu ülkeye değerli hizmetler vermiş üst düzey bir TSK mensubu olan Hurşit Tolon 1 Temmuz 2008de gözaltına alınıp 6 Temmuzda tutuklanmış. 6 aydır yaptığı telefon görüşmeleri veya evindeki bir kitap fotokopisi nedeniyle Metris, Kandıra, Silivri cezaevlerinde süründürülüyor, suçlu muamelesi görüyor.
O ve onun gibi abuk sabuk iddialarla, delil sayılamayacak nedenlerle tutuklanan üst düzey askerler üzerinden ülkenin ordusu birçok işgüzarın işbirliğiyle toptan okka altına gönderiliyor. Ve neymiş elde delil yokmuş.
O zaman Hurşit Tolon ve onun durumunda neyle ve hangi delillerle suçlandığı, bunların gerçekten delil sayılıp sayılmayacağı belli olmadığı halde tutuklu bulunan onlarca kişiye yapılan bu ciddi hukuksuzluğu, haksızlığı kim telafi edecek?
Her konuda elmalarla armutların karıştırıldığı; din istismarından, yolsuzluklara, Gazze ve Davos olaylarından Ergenekon soruşturmasına kadar Durun bir dakika, aldatmacalara, göstermelik kahramanlıklara, duygu istismarlarına değil gerçeklere bakalım diyenlere toplu tepkiler verildiği bir ülkede bunların hesabı nasıl sorulacak?
Bu ülkede herkesin yalanlarla gerçekleri ayıracak bir gözlüğe ihtiyacı var, çünkü ayırabilenler de dinlenmiyor.
Kabile devleti mi?
Elbette her türlü gizli örgüt, çete ortaya çıkarılsın, artık huzur içinde yaşansın, kimse gizli dolaplar çevirmesin ama bu mazeretle iktidarın gizli işlerini görebilen veya tepki duyduğu insanlar da suçluluğu sabit isimlerle yanyana aylarca hapse tıkılmasın. Bunları hep söyledik.
Türkiye bir hukuk devletiyse: Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi delil yok derken İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı hangi delillere dayanarak Tolonun tutukluluğuna karar verebildiğini açıklamak zorundadır. Aynen ona tutuklama kararı çıkaran mahkeme ve savcının bunun nedenini açıklama zorunluluğu gibi.
Türkiye muz cumhuriyeti değil, kabile devleti değil diyen Başbakan Erdoğandan da başta Adalet Bakanı Şahinle birlikte bu konunun (ve cezaevindeki benzerlerinin) üzerine gitmesi bekleniyor. Gerçi son zamanlarda AKP kanadından yapılan her açıklamada bir yalan çıkmakta ama olsun.
Egemen Bağışa Başbakan, ABD Başkan Yardımcısı Cheneye: Ben gözaltında olmanın, cezaevinde olmanın zorluğunu bilirim, çabuk o askerlerimizi serbest bırakın dedi açıklamalarını yaptıran, cezaevinde olmanın anlamını bildiğini söyleyen bir başbakanın başka insanlara yapılan bu tür bir haksızlığa da aynı tepkiyi göstermesi gerekir.
Hele de çocuk tecavüzcülerinin serbest bırakılması için Adli Tıp kadrolarını bile değiştiren bir hükümet döneminde ve her türlü ağır suçlunun serbest kaldığı bir ülkede.
Millet açıklama bekliyor.
***
Çelişkilerle tırlatmak mümkün mü?
Hani aklını kaçırmak, keçileri kaçırmak filan da diyebilirim ama bence tırlatmak daha çok yakışıyor. Zira her zaman siyasetçilerden çelişkili sözler, yalanlar duymaya alışmış bir toplum olmamıza rağmen yaklaşan yerel seçim öncesi bu yalanlar, çelişkiler ve ilkesizlikler öyle ayyuka çıktı ki dayanmak mümkün değil.
Muhallebiciye imar değişikliğinden, altın mağazası ortaklığına, kömür ve beyaz eşya dağıtımına kadar hangisine baksanız hepsinde bir yalan ya da hukuksuzluk gizli.
Her köşede bir yolsuzluk veya ilkesizlik haberi bizi bekliyor.
İki büyük parti arasına sıkışmış, ülkesinin rejimini mi korumaya çalışsın, olmayacak çelişkili açılımları mı kabul etsin ne yapacağını şaşırmış bir halk da orta yerde bakakalıyor.
Dün yazımın sonunda uysal koyun olmayanları uysal olmayan koyunlar yazmış olduğumu fark edince güldüm. Ama sonra düşündüm de fazla yanlış sayılmaz, bunlar zaten o sıkışmışlıkta, çaresizlikte hepimizi koyun pozisyonuna getiriyorlar.
Çarşaf açılımından sonra her mahalleye Kuran kursu açılımını destekleyen Deniz Baykal kendisini gazlayanlardan gazı almış:
Siyasetin ezberini bozduk diyor. Bence halkın psikolojisini bozduk dese daha doğru söylemiş olacaktı. Devlet yönetiminde, dürüst siyasette gerçekler, doğrular, yasalar, kurallar, ilkeler vardır, bunlara bağlı iseniz ezber filan bozamazsınız. Milletin fazla seçme şansı olmadığını bilerek yüksekten atmayın.
Diğerine bakıyorsunuz Tayyip Erdoğan daha önce CHPnin çarşaflı üyelere rozet açılımına zoraki olarak destek çıkmışken Kuran kursu açılımına fena halde bozulmuş.
Hamdolsun diyor camilerimiz de var Kuran kurlarımız da. Bu tür kursları alacak olanlar gelirler Diyanet İşleri Başkanlığı onlara gerekli kursları verir... Hızını alamayıp atlıyor Hani dini siyasete alet etmeyecektiniz?
Şimdi tabii balık hafızalı (veya uysal koyun) olmayanlar hemen Başbakan Erdoğanın çok değil birkaç yıl önce kaçak Kuran kurslarına destek verdiğini, bu konuda uyarıda bulunan o dönemin TÜSİAD Başkanına Dikkat edin size dinsiz derler dediğini hatırlayacaklardır.
Madem ki Diyanetin yeterince kursu var (7000ün üstünde) neden üstelik kaçak kursları destekliyor, karşı çıkanlara (ki çocuklar kaçak kurs binasının yıkılmasında nasıl yaşamlarını yitirdiler gördük) gözdağı veriyordunuz? Kuran kursu açmak, çarşaflı türbanlı kadınlarla parti reklamı yapmak kendi deyişinizle dini siyasete alet etmekse siz bugüne kadar neden türban, din, Kuran üzerinden bile bile reklam yaptınız?
Neden laik rejim gereği sadece devlet alanlarında dinî kıyafet ve ibadet yasağını dine ve dindarlara karşı olmakmış gibi, her alanda dindarlara baskı varmış gibi anlatıp durdunuz ve halkı laikler-dindarlar gibi olmayacak bir bölünmeye sürüklediniz? Neden hâlâ o dindarlara hakaret eden parti şimdi onların yanında görünüyor benzeri gerçekle alakasız konuşmalar yapıyorsunuz?.. (Cevap: oy... Oy, oy.)
Sizin türban forması haline getirdiğiniz kadının başörtüsü tek başına dindarlık işareti sayılmayacağı gibi bugüne kadar hiç kimse de dindarlara bir hakarette bulunmamıştır.
Anladık seçim saçmalıkları dönemindeyiz ama midelerimiz artık bu kadarını da kaldırmıyor yahu!
Ruhat Mengi
VATAN