Türk Dünyasında ''Nevruz!''

Belgeseller buraya

Türk Dünyasında ''Nevruz!''

İletigönderen Ram » Sal Mar 27, 2007 4:11

Boyut: 50 MB
Çözünürlük: 352x288
Süre: 13 dk. 39 sn.
Görüntü: XVID 25.00fps [Stream 00]
Ses: MPEG Audio Layer 3 44100Hz stereo 64Kbps [Stream 01]


İzle


Renklerimize (kültür) sahip çıkalım.
İndir
Türk Dünyasında Nevruz!

İM
guncelmeydan
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

İletigönderen yolcu999 » Prş Ara 13, 2007 12:46

arkadaş dosya bulunamadı diyor ?
Kullanıcı küçük betizi
yolcu999
Üye
Üye
 
İletiler: 4
Kayıt: Cum Kas 16, 2007 9:18

İletigönderen Ram » Prş Ara 13, 2007 13:05

yolcu999, artık bulunuyor diyecek.
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzt Nis 20, 2009 21:47

İzlence eklenmiştir.

Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

İletigönderen Ram » Pzt Nis 20, 2009 22:29

zafercem teşekkürler, ana içeriğe ekledim.
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

İletigönderen sessiz sedasız » Sal Nis 21, 2009 7:07

sahip çıkmadığımız geleneklerimizin herbirinin birileri tarafından provakatif amaçlarla sahiplenip,anlamının yüzeyselleştirilip,kullanıldığını görüp hakikaten tüm renklerimize geleneklerimize sahip çıkmamız gerekiyor
Sen ne kadar bilirsen bil,Senin bildiğin karşındakinin anladığı kadardır.
Kullanıcı küçük betizi
sessiz sedasız
Üye
Üye
 
İletiler: 988
Kayıt: Cum Mar 28, 2008 1:55
Konum: istanbul

İletigönderen sonsuzsaat0905 » Sal Nis 21, 2009 10:35

Cok tesekkur ederim, elinize emeginize saglik. Nevruz'un bu kadar guzel oz anlami oldugunu bilmiyordum diyerek cahilligimi sergilemis olacam ama gercekten bilmiyordum. Bana cocuklukta anlatilan Alevilere/Kurtlere ait bir kutlama idi. Belgesel benim icin "uyanis" oldu.
Kullanıcı küçük betizi
sonsuzsaat0905
Üye
Üye
 
İletiler: 9
Kayıt: Çrş Mar 25, 2009 8:39

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Nis 21, 2009 12:07

sonsuzsaat0905 yazdı:Bana cocuklukta anlatilan Alevilere/Kurtlere ait bir kutlama idi. Belgesel benim icin "uyanis" oldu.

Bu yazıya ne yorum yapılır bilmem ki. Alevilik ile Kürtlüğü birbirine karıştırmışsın. Bence sen uyanmaya devam et :wink:
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

İletigönderen sonsuzsaat0905 » Çrş Nis 22, 2009 11:00

zafercem yazdı:
sonsuzsaat0905 yazdı:Bana cocuklukta anlatilan Alevilere/Kurtlere ait bir kutlama idi. Belgesel benim icin "uyanis" oldu.

Bu yazıya ne yorum yapılır bilmem ki. Alevilik ile Kürtlüğü birbirine karıştırmışsın. Bence sen uyanmaya devam et :wink:


Alevilikle kurtlugu karistirmiyorum sadece bazilari Alevilerin bazilari ise kurtlerin kutlamasi olarak anlatmisti. Cahil dediysem, o kadarda degil yani :smile:
Kullanıcı küçük betizi
sonsuzsaat0905
Üye
Üye
 
İletiler: 9
Kayıt: Çrş Mar 25, 2009 8:39

Re: Türk Dünyasında ''Nevruz!''

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Mar 23, 2010 22:52

Türk Bayramı Nevruz-Ergenekon

NEVRUZ Avrasya’nın Ortak Bayramı

Günümüzde 6 Türk devletinde (Azerbaycan, Türkmenistan, Tataristan, Kırgızistan,Kazakistan ve Özbekistan) ve 9 Türk özerk cumhuriyetinde Resmi Tatil olan ve Milli Bayram olarak kutlanan en eski Türk bayramı olan Nevruz, Türkler aracılığıyla Avrasya’ya yayılmıştır.

Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı “ana” olarak vasıflandıran Türk’ün düşünce sisteminde “baharın gelişi” elbette önemli bir yere sahip olacaktı.

Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır.Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğduğuna inanılır.

Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı “ana” olarak vasıflandıran Türk’ün düşünce sisteminde “baharın gelişi” elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Çünkü insan vücudu, baharda uyarıldığı kadar kışta uyarılmaz. İç karartıcı, yeknesak günlerin ardından doğan hareketli, pırıl pırıl güneşli, kuş ve hayvan sesleriyle kurulmuş îlahî orkestranın musikisi insan hayatını canlandırır. Ayrıca ortaya çıkan rengârenk tablo kıştan bahara geçişi ne de güzel tasvir eder: “Bir yanda her tarafı kaplayan soluk, mat ve daha çok beyazın hakim olduğu renkler, diğer yanda yeşilin değişik tonları arasında baş veren binbir renk cümbüşü… Birisi hareketsiz, şekilsiz; diğeri kıpır kıpır, şekil şekil, çiçek çiçek… Kış, sağır ve dilsiz; ilkyaz duygulu, coşkulu, kulaklara fısıldadığı nağmelerle cazibeli… Birinde tabiat hayat dolu, diğerinde donmuş, yeniden doğmak üzere uyuşmuş kalmış…

Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı “ana” olarak vasıflandıran Türk’ün düşünce sisteminde “baharın gelişi” elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Çünkü insan vücudu, baharda uyarıldığı kadar kışta uyarılmaz. İç karartıcı, yeknesak günlerin ardından doğan hareketli, pırıl pırıl güneşli, kuş ve hayvan sesleriyle kurulmuş îlahî orkestranın musikisi insan hayatını canlandırır. Ayrıca ortaya çıkan rengârenk tablo kıştan bahara geçişi ne de güzel tasvir eder: “Bir yanda her tarafı kaplayan soluk, mat ve daha çok beyazın hakim olduğu renkler, diğer yanda yeşilin değişik tonları arasında baş veren binbir renk cümbüşü… Birisi hareketsiz, şekilsiz; diğeri kıpır kıpır, şekil şekil, çiçek çiçek… Kış, sağır ve dilsiz; ilkyaz duygulu, coşkulu, kulaklara fısıldadığı nağmelerle cazibeli… Birinde tabiat hayat dolu, diğerinde donmuş, yeniden doğmak üzere uyuşmuş kalmış…

Genellikle Nevruz, yani Farsça “Yeni Gün” adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir. Mesela, Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek ve Noel Baba sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı “Noel Bayramı” bunun farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem “çam ağacı” motifi etrafında şekillendiriliyor. Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda Türk’ ün kutladığı “bahar bayramı”nın da bir takvim değişikliğini yansıttığı görülüyor. Burada dikkati çeken husus “baharın başladığı zaman”dır. Türk, bu takvim değişikliğini “toprağın uyandığı gün” ile özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında baharı kutlamaz. Türklerde bir tabiat, varoluş, diriliş bayramı niteliğinde olan Nevruz’un ruhî atmosferini ve eskiliğini anlayabilmek için kültürümüzün yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor. Bu coşkuyu Türk kamları dualarında, niyazlarında şöyle ifade ediyorlar:

“… Yüce Göktanrı’nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk’ün Atası) yaradıldın!”

Bu sözler Türk’ün yaratılış felsefesinin, inancının, hayat tarzının ifadesidir. Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiattan doğduğundan bahsetmiştik. İşte millî bir bayram olan Nevruz da Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk toplulukları arasında kamların dua ettikleri asırlar öncesinden günümüze kadar farklı farklı şekillerde, ama aynı ruhla hâlâ kutlanmakta. Bu bayram İslâmiyet’i kabul etmiş olan ilk Müslüman konar göçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi İslâmiyet’le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam edegelmiştir. Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası olarak intikâl etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula kalmıştır. Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir gelenektir.

Nevruz, çeşitli kültür çevrelerinde, farklı etnik gruplarda farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuştur. Kültürler arasındaki iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir. Eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikler hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir.

Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig’e, Kaşgarlı Mahmud’dan Bîrûnî’ye, Nizâmü’ı Mülk’ün Siyasetnâme’sinden Melikşah’ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey’in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk’ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nev’î Efendi, Nef’î, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa’nın; büyük Azeri şairi Şehriyar’ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu’nun uzun bir tarih boyunca Nevruz bayramının gelişini “Nevruziye” veya “Bahariye” denilen şiirlerle kutladıklarını da biliyoruz.

Ayrıca Nevruz’un Türk musikisinin en eski mürekkep makamlarından biri olarak da kültürümüzde yedi yüzyıldan fazla bir maziye sahip olduğunu da biliyoruz. Bu makam ilk defa Urmiyeli Safıyûddîn Abdulmü’mîn Urmevî (1224-1294) tarafından kullanılmıştır. Bu şekilde elimizde yirminin üzerinde makam bulunmaktadır.

Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyetten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.

1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri’nde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı’nı “Milli Bayram” olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Türkiye’de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.

Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak “ortak kültür ocağı”nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya’nın ,Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun,Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.

Nevruz’un Türk Dünyasındaki İsimleri

Türk dünyasında, Hunlardan bazen farklı isimlerle günümüze kadar ulaşan tabiatın ve millî uyanışın birleştirilmesi anlamını taşıyan Nevruz (Yeni Gün) şenliklerinin şu isimlerle kutlandığı biliniyor:

NevruzKüniMart Dokuzu
NavruzUlusun Ulu GünüMereke
NovruzUlu KünMeyram
Sultan-ı NevruzErgenekonNartukan
Sultan-ı NavrızBozkurtNartavan
NavrezÇağanIsıakh Bayramı
NevrisBabu MartaAltay Ködürgeni
NaorusKürklü MartaBahar Bayramı
Novrozİlkyaz YortusuYörük Bayramı
Navrıs OyıxYeni GünMevris
Nevruz NorusYengki Kün
Ulustın UluYeni Yıl


Nevruzun Tarihi Kaynakları

En eski Türk bayramı olan Nevruz, Türkler aracılığıyla Avrasya’ya yayılmıştır.Eski Doğu geleneklerinin devamı olarak yaşamıştır. Çin kaynaklarına dayanarak Hunların milattan yüzlerce yıl önceleri 21 Mart’ta hazır yemeklerle kıra çıktıklarını, bahar şenlikleri yaptıklarını, bugün Nevruz kutlamalarındaki geleneklerin o zamanda da yer aldığını biliyoruz. Aynı gelenekler, Hunlardan sonra Uygurlarda da görülmüş ve bugüne kadar uzanmıştır. Çağdaş Uygur resminde Uygurların Nevruz kutlamalarını temsil eden tablolar yapılmıştır. Nevruz’u İran geleneğine bağlayan Firdevsi’nin Şehnamesi ve diğer kaynaklar yanıltıcıdır. Çünkü Nevruz hakkındaki bilgiler orada XI. yüzyıldan itibaren görülür. Milâttan önceki yıllarda Nevruz hakkında İran metinlerinde herhangi bir iz ve kayıt yoktur. Ancak Hunlarda bu kayıtlar mevcuttur

Nizamü’l-Mülk de XI. yüzyıl yazarı olarak Siyasetnâme adlı eserinde bu bayramdan söz eder. Bu bayramın aynı zamanda yılbaşı olduğunu belirterek Nevruz geleneklerini anlatır. Aynı zamanın yazarlarından Kaşgarlı Mahmut da Divân-ı Lügati’t-Türk’te Türklerde yıl başlangıcının Nevruz olduğunu ifade eder. Ayrıca, 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nin başlangıcının da 21 Mart olduğu bilinmektedir. Selçuklularda Nevruz bayramı eğlencelerinin kutlandığı, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, özel hediyeler alınıp verildiği de bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin koç burcuna girdiği gün olan Nevruz günü olarak kabul edilmiştir. Osmanlı devrinde de Nevruz, çok canlı biçimde kutlanmaktaydı. Osmanlı ailesini çıkarmış olan Kayı Boyu’na mensup Karakeçililerin, Karakeçili aşireti mensuplarının 21 Mart tarihinde Ertuğrul Gazi’nin türbesi etrafında toplanarak burada bayram yaptıklarını biliyoruz. Bu bayramın bir diğer adı da “Yörük Bayramı”dır. Osmanlı Devrinde 21 mart günü özellikle padişahın yani sultanın nevruz tebriklerini kabul ettiği, halkın Nevruz’unu kutladığı, Nevruz şenliklerinde bulunduğu gün olmak hasebiyle, 21 Mart tarihinin Nevruz-ı Sultanî, yani sultana mahsus, sultan tarafından veya sultanın katılmasıyla kutlanan Nevruz günü olmak bakımından böyle bir isim aldığı söylenilebilir.

Osmanlı devrinde kutlanan Nevruz kutlamaları Cumhuriyetin ilk yıllarında da resmî olarak devam etmiştir. Bu konuda Prof. Dr. Reşat Genç şu bilgileri veriyor: “Geri planlarda bırakılmış ve unutulmaya yüz tutmuş olan Türk insanına kendi kültür kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırmak hareketi Atatürk’ün başlattığı bir hareketti. Bu ne ile mümkün olurdu? İşte bu, öze dönmekle, kendi kültürel değerlerimize, örfümüze, âdetimize, geleneğimize dönmekle mümkün olurdu. Bu yüzden Atatürk diyor ki “Bilelim ki, kendi benliğine sahip olamayan milletler başka milletlerin şikârıdır”, yani yaşayamaz. O yüzden, yine, Atatürk der ki, “Gençlerimize, çocuklarımıza görecekleri eğitimin hududu ne olursa olsun en evvel ve herşeyden evvel kendi geleneklerine, millî ananelerine ve Türkiye’nin bağımsızlığına düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.” Millî hareketin özü bu. Diğer taraftan kendi kimliği, kişiliği, millî benliği kazandırılmış olan millete çağdaş olma yolunu açıklamak da Atatürk hareketinin temellerindendir.

İşte bu öze dönme, kendi tarihine, kültürüne dönme hadisesi millîciliğin özü idi. Bu yüksek idrakinin icabı olarak , O’nun milli kültür unsurlarının her biri üzerinde, en küçük ayrıntısına kadar çok büyük bir dikkatle durduğunu biliyoruz. Nitekim, Nevruz ile ilgili hassasiyeti bunun bir göstergesi olmuştur. Bilindiği gibi Atatürk 22 Mart 1922 tarihinde Ankara’nın Keçiören semtinde Nevruz şenlikleri düzenletmiş ve kendisi de bu şenliklerde hazır bulunmuştur.

Netice itibariyle görülmektedir ki, kaynağı neresi olursa olsun M.Ö. 3. Yüzyıldan, Mete Han zamanından beri Türklerde var olan bir bayram, bir bahar bayramı geleneğidir. Özellikle 1200 yıldır öbür Türk gruplarının hemen hiç birisi ile ilgisi kalmamış olan Saha yani Yakut Türklerinde Nevruz geleneklerinin izlerinin kuvvetli bir şekilde bugün de var oluşu dikkate değer. Doğrusu, eğer Nevruz batı kaynaklı bir gelenek idiyse, bu, Nevruz bayramının Sahalara kadar nasıl gittiğini ve 1200 yıldır, diğer Türk boylarıyla ilgisi olmayan bu Sahalara nasıl etki ettiğini de tarihî olarak, kaynaklara müracaat ederek açıklamak gerekir. Değilse şimdi kaynak Hunlar olarak veya daha eski bir tarihte Türkler olarak ağır basar görülmektedir. Ama neticesi itibariyle bugün Afganistan’da da yaşatılmaktadır, İran’da da yaşatılmaktadır, Irak’ta, Suriye’de en azından belli kesimlerde ve bütün diğer Türk dünyasında; Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar, Hindistan’dan, Afganistan’dan, Yakutistan’a, Çuvaşistan’a, Tataristan’a, Moldova’ya, Macaristan’a ve Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada bugün canlı bir şekilde yaşamakta ve yaşatılmaktadır.

Türklerde Takvim İhtiyacı ve Nevruz

İnsanların hayatlarında takvim, gerekli bir kültür unsurudur. Günümüzde bu konu bir bilim, meslek haline gelmiştir. Geçmişte ise bu ihtiyaç bugünden farklı olarak karşı karşıya kalınan şartlara göre şekillenmiştir. Türkler de konar göçer bir toplum olarak hayatlarını sürdürdükleri için kır ekonomisi yapısı içinde takvimi bilmek zorundaydılar. Böylece takvim ihtiyacı içinde bir kültür kalıbı olarak ortaya çıkmıştır.Geçimlerini toprağa bağlı olarak sürdüren Türkler, genellikle yazın, baharın başlangıcı ile hayvan sürülerinin otlağa çıkarılması, çiftçilik yapanların ekin döneminin başlaması için geleneklere uygun olan bir takvim kullanmışlardır. Bilindiği üzere, Türklerde yılların adları da, ayların adları da, hayvan isimlerine bağlı olarak söylenmiştir. Yeni yılın başı ise 21 Mart’tır. Ancak Güneş Yılı ile Ay Yılı arasında 13 günlük bir fark bulunduğundan, 21 Mart tarihi, bazı topluluklarda Mart’ın 9′una, nadiren bazı topluluklarda 1 – 3 Nisan ve 21 Haziran’a tekâbül eden kutlamalara yol açmıştır.

Tabiat dinlerinin bu cins kutlamaları bünyesine alarak kutsallaştırdığı bilinmektedir. Hanifilik özelliği taşıyan, “Şamanlık” denilen Türklerin milli inanışında yer yer Türk destanlarının (Ergenekon, Göç, vb.), yer yer inanışların bünyesine karışmış olan “Yılın Başı” yahut “Yeni Gün”, Türklerin Müslümanlığa geçişi sırasında farklı anlayışlarla İslâmîleştirilmeye çalışılmıştır. Bazı Türk topluluklarında Hz. Ali’nin doğumu, bazı Türk topluluklarında Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın evliliği, bazı Türk topluluklarında isme Hz. Hüseyin’in hilâfeti almak üzere arkadaşlarıyla hareket edip, Kerbela vakasıyla, bazılarının ise Hz. Hasan veya Hüseyin’in doğum tarihi olarak kabul ettikleri “Mart Dokuzu”, destandan menkabeye, menkabeden efsaneye, efsaneden tevâtüre ve oradan da kültür tavrının görünüşü olmuştur.

Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türkleri’nin Avrupa’ya yürümesiyle Macaristan’a ve Balkanlar’a ulaşmış, Milâttan sonra 800′den itibaren Hazar’ın güneyinden Anadolu’ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınışla birlikte yeni bir coğrafyada yaşatılmaya başlanmıştır. Hatta son yıllarda yapılan ve yeni bir kıta da, Amerika’da yaşayan Kızılderililer hakkında yapılan karşılaştırmalı halk bilimi çalışmalarına göre bu coğrafyada da Nevruz aynı ruhla kutlanmaktadır. Geçmişten gelen bu bayramın Müslüman Türkler arasında sadece gerekçesinin İslâmîleştirilmeye çalışıldığı görülmüştür. Takvimin başlangıcı kimilerince Hz. Nuh’a, Hz. Yunus’a, kimilerince Hz. Ali’ye bağlı yorumlara sığınılarak fakat hep Şamanlık kalıntısı ile sürdürülmüştür.

Destanlarda Nevruz’un İzleri

Destanlar, milletlerin din, fazilet ve millî kahramanlık maceralarının şiirleşmiş hikâyeleridir. Destanlar, bir milletin bütün varlığını ifade ederler. Gerek tarih, gerek fikir ve sanat bakımından büyük değer taşırlar. Destanlar tarihi aydınlatarak fikir ve sanat hayatına kaynak olurlar. Tarihleri bilinemeyecek kadar eskilere uzanan milletlerin ilk çağlarını bize bir takım mitolojik menkıbeler halinde anlatırlar. Bunlar gerçek olmasalar, hatta gerçeğe uymasalar bile, milletlerin kendi millî mazileri hakkında neler bilip neler düşündüklerini haber vermek bakımından önem taşırlar. Ancak destan, tarih demek değildir. Kökü tarihe dayanan, ilhâmını tarihten alan bir halk edebiyatı verimidir. Bazı milletler, millî mizaçları gereğince, destanlarında tarih gerçeklerinden uzaklaşmaz ve halk diliyle söylenmiş birer tarih gibi, destanlarını tarihe uyan bir ifade ile söylerler. Türk Milleti’nin destanlarında bu vasıflar üstündür.

Türk destanlarının İslâmiyetten önce de, İslâmî devirde de öz bakımından aynı karakteri göstermeleri; İslâmî devirdeki Türk destanlarının, sadece değişen bir medeniyet ve yeni bir kültür anlayışının icabı olan değişikliklerin dışında bir farklılık getirmemesi, bütünlüğün bozulmamış olması destanlarımızın özelliklerindendir. Çeşitli ve farklı devirlere ait olmasına rağmen Türk destanları hiçbir zaman dağınık ve birbirlerinden uzak bir halde değildirler. Bu destanlar farklı zaman dilimlerinde hep aynı ülkünün peşindedirler: Dünya yaratılmıştır “Yaratılış Destanı”; insanların çoğalması için “Türeyiş Destanı”. Çoğalan insanlar nereye sığar dersek göç başlar “Göç Destanı”. Varılan ilde bazen de yok olma belası ile karşılaşılır. İşte bu anda “Bozkurt Destanı” doğar. Oğuz Kağan Destanı, bu yeniden dirilen milletin gelişmesi ve yayılışıdır. Ancak su uyur da düşman uyumaz. O zaman Türk, kabuğuna çekilir güç toplar. Şu Destanı ve Ergenekon destanı, bu ebedî gücün toplanışıdır.

Toprağın önce yağmur sularıyla sulanarak ardından da karın beyaz örtüsü altında kısa bir ölüm uykusuna yatıp ilkyaz ile yeniden doğması , Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon’da bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da “Ergenekon Bayramı”dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını koruyor. Bu bayram aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendiriyor. Ergenekon da böyle bir gelenektir. Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk’ünde naklettiği Ergenekon menkıbesi eski Çin kaynaklarının verdiği tarihî olayların bir yankısıdır. 400 yıl dört tarafı yüksek dağlarla çevrili bir vadide kalan Türk’ün yaşama kavgasıdır. Ergenekon’dan bir bahar günü tekrar ata yurduna döndüğünde hürriyetini, istiklâlini tekrar kazanmış dosta, düşmana Türk’ün varolduğunu tekrar duyurmuştur.

İşte o gün 21 Mart günü, “İstiklâlin kazanıldığı” kurtuluş günü Türkler’de bir geleneğin doğmasına sebep olmuştur. Türk milleti için bu derecede önem kazanan destanı her Türk genci çok iyi bilmelidir. Çünkü geçmişten günümüze kalan bu miras, karşımıza aldatıcı maskelerle çıkacak farklı iddialara doğru cevaplar vermemize yardımcı olacaktır.

Bu destan, Gök Türkler’in en büyük destanıdır. Türk destanları arasında müstesna ve çok mühim bir yeri vardır. Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları; etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, mukaddes bir toprağın adıdır.

Ergenekon Destanı, çoğu kaynaklara göre Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir. Hatta, ÇianKen’in M.Ö. 119 yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz ettiği bilinmektedir.

Ergenekon Destanı ile Gök Türkler’in tarihi arasında açık benzerlik vardır. Herşeyden önce Hun birliğinin dağılışından Gök Türk devletinin kuruluşuna kadar geçen 450 yıllık zamanla, destandaki 400 yıl birbirine çok benzemektedir.

Büyük Hun birliğinin Çinlilerle birleşen bozguncu boyların hücumu ile dağılıp yok oluşu sırasında Altay Dağları çevresine göçen Gök Türkler’in hikâyesi, destanda Kayıhanlı ve Dokuz Oğuzların göçü olarak anlatılır. Ergenekon Destanı; bir bakıma, Gök Türkler’in doğuş destanıdır. Bu destan ilk defa 13. Asırda tarihçi Reşîdüddin tarafından yazıya geçirilmiştir. Yazarın “Câmiü’t-Tevârih” adlı kitabına kaydettiği bu rivayet, Farsça yazılmıştır.

Destanların milletlerin şekillenmesinde önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmiştik. Özellikle son yıllarda, Doğu ve Güneydoğu Anadolulu bir kısım kişiler Ergenekon destanında yansımaları olan Nevruz bayramını vesile ederek bölücülüğe yeltenmektedirler. Aslında Türk’ün dirilişinin ve milliliğinin ifadesi olan Nevruz’u Kürt bayramı gibi tanıtmaktadırlar. Bu iddialarında ise delil olarak “Demirci Kava Destanı”nı esas almaktadırlar. Onlara göre bu günde (21 Mart’ta) Demirci Kava’nın önderi olduğu Kürtler Dahhak’a karşı ayaklanarak istiklâllerine kavuşmuşlardır. Bu iddialarını sabitleştirmek için bazı piyesler de kaleme almışlardır. Mesela Kemal Burkay imzasıyla yayınlanan “Dehak’ın Sonu” bunun bir örneğidir.

Bu destan Ergenekon Destanı ile paralel olarak düşünülerek Kürtlerin doğuşu için bir kaynak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Kava Destanı’nın Ergenekon Destanı’nın değişik bir rivayeti olduğuna ise hiç dikkat çekilmemektedir. Ayrıca bu destanın bir benzerine de Dede Korkut’taki “Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü Destan”da rastlıyoruz. Ergenekon Destanı’nın 13. Yüzyılda ilk defa Farsça olarak yazıya geçirildiğinden bahsetmiştik. Kava Destanı ile ilgili ilk yazılı rivayet Firdevsî’nin “Şehnâme”sinde ve Şeref Han’ın “Şerefnâme”sinde yine Farsça olarak yazılıdır.

Peki Firdevsî kimdir? Şehnâme’yi niçin yazmıştır? Ve nasıl olur da kaynağını ancak XI. Yüzyıla indirebildikleri bir destan parçası ile Nevruz bayramı özdeşleştirilebilir? Bu soruların cevaplarını tarihin yazılı kayıtlarında kolayca bulabiliyoruz.

Firdevsî dağılmaya yüz tutan Fars birliğini yeniden bir araya getirmek için, otuz yıl emek vererek manzum bir eser yazar. Bu eser Şehnâme (Şahnâme) adını taşır. Altmış bin beyit tutarındaki bu eser, İran’ın milli destanı olarak kabul edilir. Defalarca yayınlanır ve kısa zamanda dünyanın sayılı klasikleri arasına girer. Şehnâme’deki mücadele dışa dönüktür. Firdevsî, eserini bir çok tarihî olaya, efsane, menkıbe, rivayet ve hayal unsuru motiflerle süsleyerek, Fars ırkının, Arap ve daha ziyade Türk ırkından üstün bir ırk olduğunu ispatlamaya çalışır. Bu destanda mücadelenin büyük bir bölümü Türkler’e karşı verilmiştir. Nitekim bu durum, Türklerin “Buku” veya “Buka Han” dedikleri “Alp Er Tunga” destanda “Afrasyab (Efrasiyab)” adıyla karşımıza çıkar; İran Şahı Keyhüsrev tarafından tuzağa düşürülerek, hile ile öldürülür. Onun ölümüyle birlikte Farslar kendilerine göre dolayısıyla büyük bir belâdan kurtulmuş olurlar. Bu günü kurtuluş günü kabul edip, bayram yaparlar. Bu bayram bildiğimiz Nevruz bayramından başka bir şey değildir. Daha sonraki asırlarda tarihe mal edilecek olan Kava ve Dahhak gibi şahısların varlığı da yine bu eserdeki efsanelerden kaynaklanır.

Böylece Firdevsî Nevruz’u İran geleneğine bağlamaya çalışır. Ancak onun kaynağının tarihi ancak XI. Yüzyıla kadar inebilmektedir. Ayrıca Kava Destanı, Türk destanları ile çok benzerlikler göstermekte ortak noktalar taşımaktadır.

Her iki destanda; müşterek olup önemli yer tutan unsurlar, şöyle gösterilebilir:

1. Çadır hayatı
2. Düşman saldırısı
3. Esaret
4. Esaretten kurtulmak
5. Dağlara sığınmak
6. Hayvan beslemek
7. Çoğalmak
8. Demircilik sanatı
9. Ateş yakmak
10. Yayılmak, göç etmek
11. Bayrak dalgalandırmak
12. Yeni bir hükümdarın başa geçmesi
13. Düşmandan intikâm almak
14. Huzura kavuştukları günü “bayram” olarak kutlamak.

Gerek Demirci Kava, gerekse Ergenekon Destanı’ndaki ortak noktalar içinde özellikle “Demircilik sanatı” üzerinde durulması gereken önemli bir konu olarak dikkatimizi çekmektedir. Bilindiği üzere demirin Türk kültür ve medeniyeti tarihindeki yeri, çok eskilere dayanmaktadır. En aşağı, M.Ö. 1400′lerde Altay’ların batısında bol miktarda demir elde edilmekte olduğunu söyleyen W. Ruben; “tarihî vesikalara dayanarak bu eski Türk sahasını demir kültürünün doğduğu yer kabul etmekte zaruret vardır.” Demektedir.

M.Ö. 1022 yılına ait kayıtta, “lüks kılıç” anlamında bir “kingluk” kelimesi, “Hunların eski ecdadının sözü’ olmak üzere M.Ö. 47 yılında yazılan bir Çin kaynağında zikredilmiştir. Fr. Hirt, bu sözü Türkçe’de “iki yüzlü bıçak” anlamında, bugün dahi kullanılan “kingirlik” kelimesi ile birleştirmiş ve bunu “tarihte kayıtlı en eski Türkçe kelime” olarak kaydetmiştir.

Gök Türkler sahasından İran sahasına, mesela Horasan’a “demir levhalar’, “karaçori’ ve “bilgatekinî” denilen güzel kılıçların ihraç olunduğu bilinmektedir. İran destanı bile, Türkleri en eski zamanlardan beri bir “çeliğe bürünmüş” millet olarak anlatır.

Oğuz Kağan Destanı’nda; “canavar geyik yedi, ayı yedi. Çıdam onu öldürdü. Demir olduğundandır” diyen Türkler, insanı başka mahlûklara ve başka insanlara hâkim kılan silahın kıymetini elbette çok iyi biliyorlardı. Ergenekon Destanı’nın en önemli motiflerinden biri de, kuşkusuz bu “

Gök Türkler’in demirden bir dağ eritmeleri, bunu yapan kahramanlarını da “demirci” sözüyle ebedîleştirmeleri bu yüzden önemlidir. O kadar ki Türkler, bu günü bayram bilmiş; Ergenekon’dan çıktıkları günün yıldönümlerini tiyatroyu andırır temsilî törenlerle kutlamışlardır. Bu törenlerde, ocakta kızdırılmış demirleri örs üstüne koyup iri çekiçle döverek asırlarca Avar’lara silah yapan ve bu silahlarıyla Türk illerinde büyük hakimiyet kuran atalarını, hep saygıyla anmışlardır. Nitekim, birçok Türk boyları demiri mukaddes saymışlar, üzerine and bile içmişlerdir.

Arapların “hakiki Türk” dedikleri Hakanlı Türkler, kendilerini soy itibarıyla bir “demirci millet” olarak tanımışlar, hükümdarları demirciliği kutlamışlar ve demircilik sayesinde esaretten ve zulmetten kurtulduklarına inanmışlar, onlara Çinliler de Cucen (Avar)lerin demircileri demişlerdir.

Gök Türk devletini kuran Bumin Kağan ile İstemi Kağan “demirci” idi. Özbek Türkleri’nin şahları arasında da demirciler vardır.

Yukarıdan itibaren vermiş olduğumuz bu bilgiler ışığında Kürtleri Dahhak’ın zulüm ve esaretinden kurtaran Kava’nın da bir “demirci” olması, bu bakımdan önemlidir. Kava, sıradan bir demirci değil, tıpkı Gök Türkler’de olduğu gibi, demirden savaş araç ve gereçleri yapan bir sanatkârdır. Kava’nın kimliği hakkında Ferhengi Ziya/Gencine-i Güftar’da bu yönde bilgiler verilir. Bu isme ilk defa İranlı Firdevsi’nin “Şehnâme”sinde rastlanmıştır. Ondan önceki eserlerde bu isim yoktur. Şehnâme’de Kava’nın kimliği ve milliyeti hakkında hiçbir bilgi verilmediği halde bir takım Kürt kaynakları bu kahramanı sahiplenerek kendilerine uydurma bir tarih oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu konuyla ilgili ilmî bilgiler de mevcuttur. Arthur Christensen’in öne sürdüğü iddia bir hayli ilgi çekicidir. Ona göre, Kava, Sasanîler (M.S. 226-642) döneminde ortaya çıkmıştır. Kava’nın adı bu devirde duyulmaya başlamış ve Dahhak Efsanesi’ne dahil edilmiştir. A. Christensen’in görüşü aslında bir gerçeği ifade etmektedir. Bu da şudur ki, Demirci Kava, Gök Türkler devrinde yaşamıştır. Bu bilgilere göre Demirci Kava’nın İran soyundan değil, Türk soylu bir kahraman olduğu ortaya çıkmaktadır. Kava, İran-Turan (Türk) savaşlarına sahne olan bir coğrafyada, zulme ve zorbalığa karşı direnen ve başkaldıran bir önderdir. Her iki destan da aynı coğrafyada kaleme alınmış, aşağı yukarı aynı asırlarda derlenmiş ve her ikisi de zamanın geçerli yazı dili olan Farsça ile yazılmıştır. Motifler hep aynıdır.

Resim

Aslında, Ergenekon Destanı, çok daha gerilere dayanmaktadır. Hunlar devrindeki bazı Çin kaynakları Ergenekon Destanı’ndan haberler vermektedir. Bu bilgilere dayanarak Demirci Kava’nın yaşadığı devri Hun’lar çağı olarak düşünebiliriz. Hun Türkleri’nin bir kahramanı olarak Kava, Türk boyları ve kavimlerinin muhayyilesinde hep canlı olarak yaşamış ve unutulmamıştır. Bu düşünceyi kuvvetlendiren bir diğer kaynak ise Hunlara ait Oğuz Kağan Destanı’nda, “Tömürdü Kağul” adı ile karşımıza çıkan kahramanda şekillenir.

Destana göre; Oğuz Kağan, Çürçet Kağan üzerine yürürken, yolda bir ev görmüştü. Bu evin duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı ise demirdendi. Bu demir çatıyı ancak, Oğuz ordusundaki Tömürdü Kağul adlı bir “demirci” açmıştı. “Tömür”, “demir”, “tömürdü” demirci demektir. Tömürdü Kağul da, Demirci Kağul anlamındadır.

Günümüze kadar gelebilmiş destan parçalarından hareketle Nevruz hakkında ortaya atılan iki görüşe rahatça cevap verebiliyoruz. Bu görüşlerden birincisi; Türklerde bahar bayramı (Nevruz), bilinebilen en eski zamandan beri Türklerin bayramıdır ve onlar vasıtasıyla bütün Asya’ya ve Avrupa’ya (Avrasya) yayılmıştır. İkinci görüş; bu bayram İran menşelidir, eski İran efsaneleriyle bağlantılıdır. Her iki görüşe Prof. Dr. Reşat Genç’in sözleriyle cevap vermek yerinde olacaktır: “Eğer İran’da da, Hunlarda olduğu gibi milattan önceki yıllarda Nevruz bayramı olsaydı, milattan sonra XI. yüzyıla gelmeden önceki İran metinlerinde de bunların izlerinin bulunması gerekmez miydi?”.

Nevruz Kutlamaları İle İlgili Adetler

Çeşitli adlarla ve yaygın olarak Nevruz adıyla kutlanan bu bahar bayramıyla ilgili olarak Türk topluluklarında çeşitli gelenekler meydana gelmiştir. Orta Asya’dan, Balkan Türkleri’ne ve hatta Amerika’daki Kızılderililerin yaşatılan âdetlerinde bu gelenekleri ve törenleri tespit edebiliyoruz.

K. K. Yudahin’in eserinden Kırgız Türkleri’nde Nevruz gününün, Mart ayında olduğu ve yeni yılın ilk günü anlamına geldiği ifade edilir. Bu günde “Nouruz Köcö ” denilen özel bir yemek yaparlar. “Köcö”, darı yarması veya bulgur konulmak suretiyle yapılan bir nevi tirittir.

Kazak Türkleri de Kırgız Türkleri’nin yaptığı aşı pişirirler. Ayrıca Nevruz törenlerinde mevlit okuturlar. O günü evler baştanbaşa temizlenir, yeni elbiseler giyilir. Nevruz törenleri sırasında ev duvarlarına veya çeşitli eşyaların üzerine kil kaplar atılarak parçalanır. Ateş üzerinden atlanır. Çadırlar kurulup sofralar açılır.

Özbekistan’ın Semerkant, Buhara, Andican taraflarında, Nevruz günü başlayan törenler bir hafta kadar devam eder. Halk bu törenlerde çadır çadır gezerek birbirlerinin bayramını kutlar. Bu ziyaretlerde ikram edilen yemek “aş” adı verilen pilavdır. Köpkarı, güreş, at yarışları, horoz dövüşleri gibi gösteriler düzenlenir.

Tacikistan’da Nevruz Mart ayının başından, 21 Mart gününe kadar baharın gelişini ve tabiatın canlanmasını karşılamak amacıyla kutlanır. Nevruzda yenilen “Ş” harfi ile başlayan 7 yiyecekten süt; temizliği, tatlı; yaşama sevincini, şeker; serinlik ve dinlenmeyi, mum; ateşe tapınmayı, tarak; kadının güzelliğini temsil eder. İslâmeyetten sonra İslâmî geleneklere göre “Ş” ile başlayan 7 nesne bunların yerini almıştır.

Afganistan’da Nevruz, Türkler arasında doğum günü olarak kutlanır. Bugün herkes en yeni elbiselerini giyerler. Kabir ve akraba ziyaretleri yapılır, güreş tutulur ve oğlak oyunu oynanır. İnsanlar arasındaki dargınlıkların kaldırılmasına çalışılır. Yeni yıla nasıl başlanırsa, yılın öyle geçeceğine inanılır.

Türkmenistan’da Nevruz bayramında halk gününü ülkemizdeki dini bayramlara benzer bir şekilde geçinmekte, karşılıklı ev ziyaretleri yapılmakta, tebrik mesajları gönderilmektedir. Nevruz kutlamaları basın yayın organlarında geniş bir şekilde yer almaktadır.

Resim

Azerbaycan’da her yıl Mart’ın 2123′ünde, Nevruz bayramı büyük törenlerle kutlanır. Mezarlık ziyareti yapılır. Bu ziyaretlerde hazırlanan helva pilav ve diğer yiyecekler fakirlere dağıtılır. “Gapı Pusma”, “Suya Yüzük Atma”, “Su Başı”, “Baca Baca” adetlerinde uzun yılların gelenekleri çeşitli motif ve oyunlarla sürdürülür. Semeni göğertilir. Yani tohum çimlendirilir.

Nevruz; Karapapaklar’da Nevruz, Kırım Türkleri’nde Navrez, gündönümü; Batı Trakya Türkleri’nde Mevris, Makedonya ve Kosova Türkleri’nde Sultanı Navrız , Gagauzlarda İlkyaz bayramı adıyla yukarıda bahsettiğimiz ortak coşku ve geleneklerle kutlanmaktadır.

Çok geniş coğrafyaya yayılmış olan topluluklarda Nevruz törenlerinde genellikle şu oyunların değişmeden devam ettiği gözlenir: Gökböri Oyunu. Türkistan’da oynanan milli oyunların başında yer alır. Bu oyuna “gökböri, köpkâri, oğlak/ulak, buzkaşi, kökpar, kükbar” gibi isimler de verilir. At yarışları, cirit oyunu, kılıç sallama, yamba kapma, güreş, at üzerinde güç gösterisi, sinsin oyunu, huntu oyunu. Bu oyunlar genellikle spora dayalıdır.

Oyunların bir kısmı ise seyirliktir. Bunları halk tiyatrosu veya Orta oyunu şeklinde değerlendirebiliriz: Koskosa oyunu; deve oyunu; ekende yoh, biçende yoh, yeyende ortag gardaş oyunu; kış bovay; yolbars; argımak.

Nevruz bayramında mahalli eğlencelere de yer verilir. Gençler aralarında mani ve şiir söyleyerek yarışırlar. Bunlardan bazıları : Halay oyunu, Yaşıl yarpag, Gızılgül, Hahışta, Benövşe, Bahtıyar ve atışmalardır.

Anadolu sahasında da oynanan bu oyunların yanısıra 21 Mart’ta büyük bir coşkuyla kutlamalar yapılmaktadır. Geçmişte o güne has olarak macunlar, şerbetler, hediyeler hazırlanarak devlet erkanı büyükten küçüğe, bunları birbirlerine takdim ederlerdi. Bu adetler günümüzde Mesir Macunu Şenlikleri adı altında hâlâ devam etmektedir. Anadolu’da Yörük Bayramı günümüzde de kutlanarak bu adeti yaşatmaktadırlar.

Anadolu’da “Sultanı Nevruz”, “Nevruz Sultan”, “Mart Dokuzu” ve “Mart Bozumu” gibi adlarla bilinen nevruz, gelenekleriyle bütün Türk toplumu içerisinde yaşamaya devam etmektedir.

Tahtacı Türkmenleri’nde; Nevruz Bayramı eski Mart’ın dokuzudur ve Sultan Nevruz olarak adlandırılır. Nevruz, Tahtacı Türkmenleri’nin yaylaya çıkışında; 22-23 Mart tarihlerinde kutlanmaktadır. Tahtacı Türkmenleri’nde Nevruz; ölülerin yedirilip içirildiği gün olarak kabul edilir. Burada eski Türk inanç sisteminin atalar kültürü kendini gösterir.

22 Mart Nevruz’dan bir gün önceyi karşılamaktadır. Bu gün Nevruz hazırlıkları yapılır. Çamaşırlar yıkanır, yemekler hazırlanır Nevruz günü yenilen yemekler arasında ıspanaklı börek, soğan kabuğu ile boyanmış yumurtalar, yufka, sarı burma, şeker, leblebi, lokum sayılabilir. 23 Mart günü öğleden sonra kadınlar geniş bir tabağa çerezler koyarak “hak üleştirir”ler. Yiyecekler dağıtılarak “ölünün ruhuna değsin” dileğinde bulunurlar. Bu bayramda herkes güler yüzlüdür. Suçlar bağışlanır. Bayrama katılmak zorunludur. Katılmayanlar köy halkınca dışlanır.

Yörükler arasında; Nevruz ile birlikte, kışın bittiği ve bahar mevsiminin başladığı kabul edilir. Köy ve yaylalarda 22 Mart’ta, şehirlerde ise Nevruz günü pazara rastlamazsa, bu tarihi takip eden Pazar günü kutlanır. Köy halkı 22 Mart sabahı yaylalara doğru yola çıkarlar. Daha önceden “davar evleri”ne yerleşmiş olanlar köylerden gelen akraba ve komşularına ev sahipliği ederler. Köylerden gelen grupla, yayladakiler karşılaştıklarında bir el silah atarak “Nevruzunuz kutlu, dölünüz hayır ve bereketli olsun” şeklinde selamlaşırlar. Gelen misafirler çadırlara yerleşir, kendilerine ikramlarda bulunulur. Sürü sahipleri tarafından kesilen kurbanlar birlikte yenilir. Sünni olan yörüklerde imamlar tarafından yapılan dualara halk katılır ve şükrederler.

Gençler tarafından eğlenceler düzenlenir, yemekler yenir, şarkı ve türküler söylenir, oyunlar oynanır. Eğlenceler geç saatlere kadar devam eder.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerimizden Gaziantep ve çevresinde 22 mart gününe “Sultan Nevruz” adı verilir. Diyarbakır’da; Nevruz günü halk, eğlence ve mesire yerlerine giderek Nevruz’u kutlarlar. Kars ve çevresinde; bu tarihte kapı dinleme, baca baca adetleri görülür. Evde bulundurulan çeşitli meyvelerden baca baca gezenlere verilir.

Tunceli ve çevresinde; bu gün erkekler alınlarına kara sürerek su kaynaklarına giderler. Bu karaları orada temizleyerek dua ve niyazda bulunurlar. Özellikle Orta Anadolu’da Nevruz, “Mart Dokuzu” olarak bilinir. Diğer bölgelerdekine benzer kutlama adetleri yapılır. Nevruzla ilgili Anadolu’da görülen diğer gelenekler arasında, ağacın güneşten etkilenmemesi için ağaca bez bağlanarak yapılan “Mart ipliği” adeti ve özellikle Giresun’da “Mart Bozumu” adeti önem taşır.

Tekirdağ’da Nevruz soğukların sonu, baharın başlangıcı olarak kabul edilir ve “Nevruz Şenlikleri” adıyla kutlanır. İzmir, Uşak, Sivas ve Şebinkarahisar’da hemen hemen aynı geleneklerin devam ettiği görülür.

Bilindiği üzere eski takvim Mart ayından başlardı. Mart ayının ilk on iki günü ayrı ayrı ayları temsil etmek suretiyle, o yıl içinde neler olacağı ilk on iki günden tespit olunurdu. O gün yedi çift, bir tek baş harfi “S” ile başlayan yiyeceklerden yenilmesi adettendir.

Altay Türkleri arasında 21 Mart’a tekabül eden günde kutlanan “Cılgayak” bayramı vardır. Bu bayram da Nevruz gibi baharın gelişi, tabiatın canlanması ve yeni bir yıla giriş bayramı olarak kutlanır. Bu bayramın hazırlıkları yaz mevsiminde başlar. Bir önceki yıldan toplanarak saklanmış yılın ilk çıkan bitkileri olan kandıklar ve onların sargay adı verilen kökleri çıkarılarak bunlardan çeşitli yiyecekler hazırlanır. Ayrıca bu bayram için bal katılmış yoğurt, dondurulmuş ve kurutulmuş et, koyun ve mal tırnaklarından yemekler yapılır. Dört tahıl hazırlanır. Güneş bayramının kutlandığı kır başına vurmaya başladığı zaman dört tahılın üzerine arçın bırakılır. Ateşle bu arçınlar alaslanır. Büyükler çocuklar gibi oyunlar oynar. Akşama doğru köye dönülürken hep bir ağızdan şarkılar söylenir.

Nevruz’un bir bahar bayramı olduğun ortaya koyan delillerden birisi de Saha Türkleri arasında yaşatılan Isıah Bayramı’dır. Bu bayram hakkında ilk bilgileri veren Dr. Yakup Deliömeroğlu şunları söylemektedir:” Göktanrı dini geleneklerinin hâkim olduğu Saha Türklerinde Isıakh bayramı, ilkbaharın gelmesi ve yılın bereketli geçmesi için Tanrı’ya bir şükür bayramıdır. Saha Türkologları ve halkı Isıakh bayramının Türkistan kökenli olduğunu bilmektedirler.

21-22 Haziran tarihleri de Nevruz’da olduğu gibi güneş sisteminin ayrıcalıklı bir dönemidir; çünkü bugün yılın en uzun günüdür. Diğer yandan Saha Türkleri’nin yaşadığı Sibirya’da bahar yeni hissedilmeye başlanır.

Isıah bayramında törenlere, Akşaman’ın dualar ve kımızla tören alanını temizlemesiyle başlanır. Tören alanına yarım ay şeklinde genç ak ağaçlar dikilir. Alana ateş yakılır ve bu ateş törenler bitene kadar söndürülmez. Akşaman’ın yere kımız serpmesi, duaları ve dualarla yakılan ateşle geçmiş yılın kötülüklerinin kovulduğuna, yeni başlayan güzel günlere zarar vermelerinin önlenmiş olduğuna inanılır. Ak ağaçlara başta genç kızlar ve genç erkekler olmak üzere halk yeni yılda olmasını istedikleri dileklerini tutarak bez parçası bağlarlar. Bu inanış ve âdet dünyanın hemen her yerinde bütün Türk halklarında hâlâ yaşamaktadır.

Isıah bayramı hakkında ilk belgelere Hollandalı gezgin İdesa’nın notlarında rastlanmaktadır. İdesa 17. Yüzyılda Sibirya’dan Çin’e yaptığı seyahatte Isıah bayramının Sahaların tek bayramı olduğunu yazar. Saha halkının İlkbaharın gelişini büyük bir coşkuyla kutladıklarından, ateş yakma ve ateşin törenler son bulana kadar söndürülmesi, bol miktarda kımız yapılması, yerlere kımız serpilerek “temizlenmesi” ve misafirlerin bu içki ile ağırlanmaları adetlerinden bahseder.

Bugün de yaşayan bu geleneklerle Isıah, takvimî bir bayram olarak Saha halkının örf, adet ve tarım faaliyetleriyle kopmaz bir hal almıştır. Sahalar bu bayramı 2122 Haziran günlerinde yılbaşı olarak kutlamaktadırlar. Onlar bu bayramı yenilenme, tabiat ve insan doğasının kaynaşması, iyilik, temizlik ve aydınlığın başlangıcı ve geleceğe umutla bağlanmanın günü olarak kutlamaktadırlar.

Uzun süren bir kışın ardından Saha halkı bir araya gelip eğlenir; eğlencelerde kımız içilmesi, bayram yerinde pişirilen şiş kebapların yenmesi, milli oyunların oynanması, güreş, at yarışları, Olonhosut yarışları ve vazgeçilmez olarak Osuohay dansı yapılmaktadır. Olonhosut yarışları kaya parçalarını kaldırarak omuzdan arkaya atarak yapılan güce dayalı bir Sibirya sporudur. Sibirya’da yaşayan Hakaslar ve diğer Türk halklarında da aynı spor yaygındır. Osuohay ise Isıakh törenlerinin vazgeçilmez kısmını oluşturmaktadır. Kımızlar içilip bazı yarışmalar, eğlenceler yapıldıktan sonra Anadolu halaylarında da bulunan, ellerin parmakların birebir kilitlenmesiyle yanyana dizilen insanlar Isıakh ateşinin etrafında dans veya halay çekmeye başlarlar. Bazı destanlarda bu halayın 9 gün sürdüğü yazılmaktadır.”

Bugün de büyük coşkuyla kutlanan Isıah bayramı 1991 yılında Saha Cumhuriyeti kurulduktan sonra diğer Türk Cumhuriyetlerinde olduğu gibi resmi tatil olarak ilan edilmiştir.

Son yıllarda Amerika’daki yerli Kızılderili Kabileleri’nin “soy kütüğü” ile ilgili çalışmalar Türk kültürünün yayıldığı sahalar hakkında bize ilgi çekici bilgiler vermektedir. Bu konuyla ilgili olarak Dr. Ahmet Ali Arslan şu bilgileri veriyor: ” Son yıllarda bağımsız araştırmacı uzmanların, Sibirya ve Alaska’da ve Alaska’nın daha güneyinde bulunan insan kemikleri ve toprağa yayılmış insan yağı kalıntıları üzerinde yaptıklan “gen” araştırmaları Amerika ve Asya kıtalarında vakti ile yaşamış bu insanların birbirleri ile yakın akraba olduklarını tespit etmesine rağmen, Amerika’ya Avrupa üzerinden gelenler bu gerçeklere sırt çevirmektedirler.

Amerika yerli Kızılderili kabileleri ile Sibirya Saka, Altay, Hakas, Telvit ve Tuva bölgelerinde yaşayan eski Türk âdetlerinin ve mevsimlik dinî merasimlerin birbirine benzemesi ve paralellikler göstermesi oldukça ilgi çekicidir.

Resim

Amerika’nın toprakla ve ziraatla uğraşan Kızılderili kabileleri arasında dinî ağırlıklı merasimlerle kutlanan mevsimlik bayramların başında Mart ayında “Yeni Yılın Başı” için yapılan kutlama törenleri ve şenlikleri gelir. Kaliforniya Eyaletinde geçimini topraktan temin eden yerleşik, şehirli Kızılderili kabileleri, göçebe bir hayat sürerek, yazın serin dağ yamaçlarına ve kışın ise daha ılık ve mülayim bölgelere göç eden ve geçimini avcılıkla temin eden Kızılderili kabilelerine kıyasla “Yeni Yılın Başı” kutlamalarına daha büyük bir bağlılık göstermektedirler. Bu kutlamalar, “Eski yıldan yeni yıla geçişi, ölümden sıyrılıp yeniden dirilişi, kısırlıktan kurtulup yeniden üremeye dönüşü kutlamak maksadıyla” yapılmaktadır.

Kaliforniya ve etrafındaki topraklarda dağınık olarak yaşayan Amerika yerli Kızılderili kabilelerinden Yurok, Karuk, Hupa, Yuki, Pomo, Modoc ve Maidu kabileleri yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen “Mart” ayında, bahar bayramını, tabiatın yeniden canlanması ve uyanmasına bağlı olarak “Yeniden Doğuş”un bir sembolü olarak kutluyorlar. Bununla ilgili dinî merasimlere diğer Kızılderili kabilelerinde olduğu gibi, yine kabilenin Şamanı öncülük etmekte ve yönetmektedir.

Yeni yılın başlangıcı olan Mart’ta kutlanan “Diriliş” kutlamaları ile ilgili Kızılderililerin yaptığı merasimlerde kabilenin yaşadığı köy veya kampın tam orta yerine uzun ve düzgün bir “direk” dikilir. New Mexico, Arizona ve Kaliforniya eyaletlerinde yaşayan Kızılderili kabileleri köyün orta yerine dikilen bu “direğin” kâinatın “ekseni” olduğuna ve dünyayı yaratan “Bir”i temsil ettiğine inanırlar. Bu inanç yerleşik ve şehirli manasına gelen “pueblo” yerli Kızılderili kabileleri arasında da aynı şekilde yaygındır.

Kızılderililerin yaptığı merasim ve kutlamaların en ilginç yanlarından birisi, kabilenin Şamanı’nın “Gök Tanrı” olarak kabul edilen “Ulu Ruh”a daha çok yaklaşmak ve kabilesi için O’nun yardımını ve rahmetini talep etmek maksadıyla, bu düzgün “direğe” tırmanmasıdır. Dinî maksatlı bu merasimi yöneten Şaman’ın bu direğe tırmanması, mensubu olduğu kabilesini kötü ruhlardan ve onların sebep olabileceği hastalıklardan koruması, yeni yılda kabilesine bol mahsul bahsetmesi konularında görüşme talep etmek maksadıyla “Gök Tanrı”ya daha yakın olma amacı taşır. Direğe tırmanma merasimi Kaliforniya eyaletindeki Camella Kızılderilileri arasında oldukça yaygındır.”

Demirin Türk kültür tarihindeki yerinden yazımızda bahsetmiştik. Demir Türk’ün inanç sistemi içinde bütünleştirici bir unsurdur. Ergenekon destanının ana temasını oluşturan “demirin eritilmesi ve kutsallığı” motifleri Amerika’daki Kızılderililer arasında da yaygındır. Onlar da demire hürmet ederek özellikle yılbaşı kutlamalarında mutlaka demir uçlu silahlar itina ile taşırlar. A. Arslan araştırmasında bu konuyu şöyle anlatıyor: ” Türk kültür tarihinde ve önemli mevsimlik merasimlerde mühim bir yer tutan “demir”e Kuzey Amerika kızılderili kabileleri arasında da büyük önem verilmekte ve bazı kimselerin demirden yapılmış mukaddes sayılan “silah”lara dokunması katiyen yasaklanmıştır. Amerika Kızılderili kabilelerinden Algonquian Kızılderili kabilesinde, hamile kadının demir ve çelikten yapılmış silahlara dokunması yasaktır. Öldürücü gücü kaybolur ve düşmana tesir etmez korkusu ile özellikle hamile kadınların ve yetkili olmayan şahısların kabilenin saaşçılarının silahlarına dokunması yasaktır. Yaygın olan söylentilerin tam aksine, bu kadar tabu ve yasaklamaya rağmen, Kızılderili kabilelerinden hiç birisi, ne şekilde olursa olsun diktikleri toteme tapınmazlar.

Amerika’da Alaska’nın Güneyinde yaşayan Yakutat ve Tlingit Kızılderilileri arasında “demir”e Sibirya Türkleri’nin verdiği değere eş bir hürmetle yaklaşılmaktadır. “Yakutat ve Tlingit Kızılderilileri de diğer Kızılderililer gibi çelikten yapılmış bıçak ve savaş baltaları veya sivri uçlu silahlar yapmak için kullandıkları demire büyük hürmet ve rağbet gösteriyorlar.”

Ahmet Ali Arslan’ın yapmış olduğu bu araştırma şu sonucu ortaya çıkarıyor: “Türk Şamanizmi ile Amerikan yerli Kızılderili Şamanizminin izlerine “Yeni Yılın Başı” merasimlerinde yoğun bir şekilde rastlanmaktadır. Aynı zamanda paralellikler mevcuttur. Mart ayında kutlanan yeni yıl merasimleri Orta Asya Türk şamanizmine paralel olarak Güney Amerika’da, Bolivya’da yaşamakta olan “Aravak” ve “Manası” Kızılderili kabilelerinin varlıkları tespit edilmiştir. Ayrıca Amerika’nın Mexico eyaletinde yaşayan “Arıkara” Kızılderili Şamanı’nın ilkbaharda Türk Şamanlarının yaptığı ayinlerin aynısını yaptığına dair kayıtlar mevcuttur. Bütün bu kalıntılar Orta Asya’dan Amerika’ya geçen Şaman kültürünün dolayısıyla Türk kültürünün kalıntılarıdır.

Kaynak: Hatice Emel AŞA / Yeni Avrasya Dergisi, Mart-Nisan 2000

guneyturkistan.wordpress.com
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Türk Dünyasında ''Nevruz!''

İletigönderen sair » Çrş Mar 24, 2010 3:23

Nevruz


Neymiş efendim...

Türkler Nevruz diyormuş.

Kürtler Newroz diyormuş.

Hadi len!

*
Kimse kimseyi yemesin.
Nevruz bayram değildir.
*
PKK dayattı, kutluyoruz.
Hepsi bu.
*
Eminim mesaj yağacaktır bugün... Göktürklerde bile varmış, vay efendim, omuzlarında yılan taşıyan zalim krala haddini bildiren demirci Kawa’yı nasıl bilmezmişim filan.
*
Lafonten misiniz kardeşim...
Bu ne masal merakıdır böyle?
*
Hafızanızı yitirdiyseniz... Mitoloji kurcalayıp, taaa milattan önceye gitmenin âlemi yok, ananıza babanıza sorun, var mıydı bu ülkede böyle bi bayram?
*
Bazıları da çiçek çocuk... “Buzul çağının bitişini müjdelediğinden beri kutlandığını” iddia ediyorlar... Buzul çağı 1991’de mi bitti Türkiye’de? PKK’dan önce bahar gelmiyor muydu?
*
(Yek, dü, cihar diye zar atıp, “Tavla Türk icadıdır” demeye benzer, Nevruz... İran geleneğidir çünkü, Farsçadır. Türkçe değildir. Kürtçe de değildir. Kürtçe olsa, newroj demen lazım... Niye newroz diyorsun? Beri yandan... İnternete girerken “www” yazacaksın, “show” tiviyi izleyeceksin, ampul kaç “watt” diye soracaksın, bin yıllık kenefe “wc” yazacaksın... Sonra da “newroz”daki “w”ya itiraz edeceksin! Böyle mi koruyorsun Türkçeyi?)
*
Koca koca bakanlarımız örs dövüyor, yumurta tokuşturuyor, olimpiyat ateşi gibi meşaleler yakılıyor, göbekli göbekli valilerimiz el ele tutuşup ateşten hopluyor, sanırsın çocukluğundan beri kutluyor...
*
Benim anam Mardin doğumlu, şark çıbanını kaşıkçı elması gibi taşır yanağında... Dedem desen, hayatı Diyarbakır’da geçti, karayollarındaydı, Bingöl’ün Muş’un Hakkâri’nin asfaltında emeği var, “nevruz” diye bi bayram kutladıklarını duymadım... Sülalede ateşten atlayan bir ben varım, o da 21 Mart’ta değil, 5 Mayıs gecesi, hıdrellezde.
*
Kimse kimseyi yemesin... Bugün 40 yaşında olan biri, 5 yaşındayken çekilmiş nevruz bayramı fotoğrafını göstersin, lastik yakıp atlamazsam namerdim
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/141 ... 249&gid=61
Kullanıcı küçük betizi
sair
Üye
Üye
 
İletiler: 104
Kayıt: Cum Kas 27, 2009 20:49

Re: Türk Dünyasında ''Nevruz!''

İletigönderen ayee » Çrş Mar 24, 2010 3:38

sevgili "sair" üstadım,
nevruz için wikipedia'da 15.000 yıllık gelenek diyor. ceviz kabuğu ve teketek özel'de çıkan, alanlarında öncü profesörler de bu gelenek için binlerce yıl geride iz sürüyorlar. biz bu adeti unutmuş olabiliriz ama rusya basınında bu etkinlik "kürt bayramı" olarak yer buluyor. kim bilir dünyanın kaç ülkesinde daha bu yolda propaganda yapılıyor. fena mı unutmuş olsak da kendi kültürel mirasımıza (çok geç de) olsa sahip çıkmamız?
Kullanıcı küçük betizi
ayee
Üye
Üye
 
İletiler: 26
Kayıt: Cum Ağu 28, 2009 7:35

Re: Türk Dünyasında ''Nevruz!''

İletigönderen sair » Çrş Mar 24, 2010 16:39

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ




NEVRUZ GELENEĞİ

Prof. Dr. Ensar ARSLAN*

Nevruz, yüzyıllardan beri Orta Asya ve Ortadoğu’da yaşayan ulusların değişik amaç ve şekillerde kutladıkları geleneksel bir kültür olgusudur. Nevruz’un özünde ve mentalitesinde, baharla başlayan yeni bir yılın tazeliği ve heyecanı vardır. Uluslar, bu yeni yılın ilk gününün bahar heyecanını, çeşitli mitolojik ve efsanevi unsurlarla örüp, kendi örf ve gelenekleriyle kaynaştırarak yüzyıllar boyu devam ettirmişlerdir.

Yeni yılın ilk günü, yeni gün, anlamında olan Nevruz’un tarihi başlangıcı konusunda, eldeki yazılı ve sözlü kaynaklarda değişik bilgilere rastlanmaktadır. Bu bilgiler, ulusların tarihleri, destanları, efsaneleri ve her çeşit geleneksel değerleri ile kaynaşıp bütünleştiği için, gerçek bilgileri ayırıp, değerlendirmek olanaksızdır. Bu nedenle, Nevruza ulusal veya dinî bir kimlik aramak yerine, onun yüzyıllar boyu halk arasında yaşayarak, nesilden nesile aktarılmasının nedenlerine ve amacına bakmak daha doğru olur kanısındayız. Zira çok geniş bir coğrafyada, her çeşitten din, dil, ırk ve kültüre sahip ulusların bu bayramı kutlayıp devam ettirmesi, onun kimliğinden çok, amaç ve yararları üzerinde durmanın toplumların barış ve mutluluğu için daha yararlı olacağı düşüncesindeyiz.

Nevruz, genel anlamda bir “doğa bayramı” dır. Baharın başlangıcı, hem insanın hem de doğadaki tüm canlıların organizmalarının kıpırdanışı, tazelenmesidir. Toprağın nefes alması ve mahsulün bolluğu dileğidir. Bu nedenle, her şeyi ile toprağa bağlı olarak yaşayan eski toplumlar, daha çok verim alabilmek, daha çok mutlu olabilmek için, doğanın yenilendiği günü bayram kabul ederek, çeşitli geleneksel etkinliklerle kutlamaktadırlar.

Nevruzla ilgili bilgiler veren yazılı kaynakların sayısı oldukça sınırlıdır. Ayrıca bu bilgilerin ne kadar doğru ve güvenilir olduğu da tartışılabilir. Çünkü her kaynağın, Nevruzu kendi ulusunun tarihî, din ve geleneklerine adapte ederek kendisine mal etmeye çalıştığı dikkati çekmektedir. Bu nedenle Nevruz, tarihin her döneminde, çeşitli ulus ve coğrafyalarda ayrı ayrı renklerde karşımıza çıkmaktadır. Ancak asıl ve ortak olan bir şey var ki, o da Nevruz’un, belli bir takvime bağlı olarak baharın karşılanması ve kutlanmasıdır.

Nevruz takvimi ve Nevruz bayramı, yazılı ve sözlü kaynaklarda çeşitli olaylara ve kişilere bağlanmıştır. Şöyle ki; M.Ö. 7.Yüzyılda yaşadığı varsayılan Zerdüşt’ün kurduğu din olan Zerdüştlüğün kutsal kitabı “Avesta” da Nevruz’dan “Ekin Bayramı” diye söz edilir. Kitapta ayrıca, Zerdüştler’in mahsul bolluğu için, yüce tanrı Ahura Mazda’ya sadaka ve kurban ver­mek yerine, şarkı söyleyip bayram yaptıkları kaydedilir. Bu nedenle Zerdüştler, Nevruzu kendi örf ve gelenekleriyle bağlayarak, bir Zerdüşt bayramı olduğunu savunmuşlardır.

Nevruz, eski İran takviminde birinci ay olan Ferverdin’in ilk günüdür. Miladi takvimde 22 Mart’ın karşılığı olan bu gün, hasat zamanına rastladığı için, eski İran şahları halkla birlikte bayram olarak kutlar, halka armağanlar dağıtır, dilek ve isteklerini yerine getirirlerdi.

Türkler’in İslamiyeti kabul etmeden önce, bahar aylarında açık arazilerde, ekin ve mahsulün bol olması dilek ve temennilerini ifade etmek için çeşitli etkinlikler yaptıklarını, hatta Oğuzlar’ın, bahar ayının başlangıcını yılın başı olarak kabul ettiklerini bazı kayıtlardan öğrenebiliyoruz.1 Türkler’de Nev­ruz geleneği, Anadolu’da biçimlenip yaygınlaşmıştır. Özellikle Alevî ve Bektaşî toplulukları Nevruz’u, Hz. Ali’nin doğum günü ve Hz. Fatma ile evlendiği gün olarak kabul ederek ayrı bir önem verirler.

Osmanlılarda padişahlara ve devletin ileri gelenlerine “Nevruziyye Pişkeşi” adıyla çeşitli armağanlar verilirdi. Divan şairleri de padişahlara “Nevruziyye” kasideleri sunarlardı. Yine Osmanlılarda Nevruz bayramında türlü baharat ve kokulu otların karışımıyla hazırlanan ve “Nevruziyye” denilen mesir macunu yemek âdeti vardı.

Mesir macunu geleneği günümüzde de devam etmekte ve Manisa’da her yıl bahar ayında “Mesir Şenlikleri” yapılmaktadır.

Millattan önceki yıllardan beri hemen hemen bütün Orta Asya ve Ortadoğu ulusları, güneşin Hamel (Koç) burcuna girip, gece ile gündüzün eşit olduğu 22 Mart’ı tabiatın canlanması olarak bayram edip kutlarlar.

Selçuklu Sultanı Melikşah, takvimde değişiklik yaptırarak yılın ilk gününün 15 Mart’a, yani Nevruz ayına gelmesini sağlamıştır.

Ömer Hayyam ( XI-XII. yüzyıl ), “ Navrûz- nâma” adlı eserinde, “Cemşid bu günün bayram olmasını ve yeni yılın ilk günü kabul edilmesini ferman ettiğini...” kaydetmektedir.

Genceli Nizami’nin ( 1150-1214) “İskender-nâme”sinde ve Ali Şir Nevai’nin (1441-1501) “Seddi İskender” adlı eserinde, Nevruz’un büyük halk bayramı olarak kutlandığı bildirilmektedir.

İran şairi Firdevsi’nin ünlü “ Şehnâme” adlı uzun manzum destanı, Farsların, Arap ve Türklerden daha üstün bir ırk olduğu iddiasını kanıtlamak için yazılmış bir eserdir. Destandaki olaylar genel olarak, İran - Turan (Türk) mücadelelerini anlatmaktadır. Birçok efsane, menkıbe, rivayet ve hayal unsuru motiflerle, gerçek dışı olayları anlatan destanda, tarihi kişilerin yanında, hayalî kahramanlara da geniş yer verilmiştir.

Şehname’de, İranlılarla Türkler arasındaki mücadelelerde, büyük Türk kahramanı olarak takdim edilen Afrasyab’ın, İran Şahı Keyhüsrev tarafından tuzağa düşürülerek hile ile öldürüldüğü günü kurtuluş günü kabul edip, bayram yaptıkları ve bu günün, daha sonraları Nevruz bayramı olarak kutlandığı kaydedilir.

Şehnâme’de karşılaştığımız diğer bir olay da, Kava efsanesidir. Bu efsaneye göre; zalim bir Arap hükümdarı olan Dahhak, hastalanır, vücudunun her tarafından ejderhalar çıkmaya başlar. Hekimler bir çare bulamaz. Bir gün, tabip kıyafetinde gelen Şeytan, onun insan beyni yerse iyileşebileceğini söyler. Bunun üzerine Dahhak, halkından her gün iki kişiyi öldürterek beynini yer. Bu kişiler arasında Kürt kavminden demirci Kava’nin onyedi oğlu da vardır. Halk, Hükümdara karşı ayaklanır. Oğulları Dahhak tarafından öldürülen demirci Kava da bu isyanın elebaşlarındandır. Dahhak’ın saltanatına son veren halk, bu günü bayram olarak kutlar. Firdevsi destanında, Dahhak’ın hükümdarlığının “bin yıldan bir gün noksan” sürdüğünü kaydeder.

Yukarıda görüldüğü gibi Dahhak ve Kava olayına bağlanan Nevruz geleneği, tamamen fantastik unsurlarla bezenmiş, hayalî ve efsanevî anlatmalara dayandırıl­maktadır. Şöyle ki, Firdevsi’nin, bir yandan Türk kahramanı Afrasyab’ın, Fars hükümdarı Keyhüsrev tarafından öldürülmesinin, diğer taraftan da zalim hükümdar Dahhak’ın zulmünden kurtuluş gününün Nevruz bayramı olarak kutlandığını söyleyerek çelişkiye düştüğü görülmektedir. Zira Nevruz bayramının menşei, aynı eserde tamamen farklı iki olaya bağlanmıştır.

Nevruz bayramının çıkışı, amacı ve geleneği ile ilgili çok eski devirlerden beri halk arasında yaygın olan pek çok inanış ve rivayetlerin olduğu görülmektedir. Bu inanış ve rivayetlerden bazıları şunlardır:

Hz. Adem’in yaratıldığı gündür. Bütün insanoğlunun bayramıdır.

Dünyanın yaratıldığı gündür.

Nuh Peygamber’in gemisinin Tufandan sonra karaya oturduğu gündür. Kâinattaki tüm canlı varlıkların kurtuluş bayramıdır.

Hz. Muhammed’e peygamberlik eriştiği gündür.

Yunus Peygamber’in balığın karnından kurtulduğu gündür.

Hz. Ali’nin Halife olduğu gündür.

Türklerin Ergenekon’dan çıktığı gündür.

Dünyadaki bütün nebatatın dirildiği gündür.

Görüldüğü gibi halkın Nevruz’la ilgili görüş, inanış ve düşünceleri oldukça değişiktir. Yazılı kaynaklardaki sınırlı bilgiler de, efsane ve rivayetlere dayandırılmış sağlıksız bilgilerdir. Bu nedenle, yukarıda da söylediğimiz gibi Nevruz’un çıkışı konusunda söyleyeceklerimiz birer varsayımdan öteye gidemeyecektir. Aslında, yine belirttiğimiz gibi, bu konu pekte önemli sayılmamalı. Önemli olan Nevruz geleneğinin yüzyıllardan beri pek çok folklorik unsuru özünde taşıyarak halk arasında devam edip gelmesi, amacı ve mentalitesidir. Çünkü her toplum Nevruz’u kendisine mal ederek, kendi düşünce ve inanışının mantığı çerçevesinde yorumlamaktadır.

Berdüştlükten İslamlığa, Şamanizmden, Kıptiliğe kadar bir çok din, inanış, tarikat, mezhep ve hatta kişiler, Nevruz’a kendi rengini vurmaya, kendi örf, âdet ve inanışlarıyla bağdaştırmağa çalışmışlardır. Ancak Nevruz, hiçbir dinî inanışın etkisi altına girmeden, doğa sevgisine ve zenginliğine dayalı, insanların barış ve hoşgörü içerisinde bayram yapmalarını savunan bir halk düşüncesinin ürünüdür.

Yüzyıllardan beri çeşitli din ve ırklara mensup uluslar tarafından geleneksel yöntemlerle sürdürülen Nevruz bayramı, sadece İran’da millî bir hüviyet almış ve devlet tarafından resmi bir şekilde kutlanmaktadır

Nevruz geleneği ve bu geleneği oluşturan folklorik unsurlar, halkbilimi çalışmalarında oldukça önemli bir yer tutar. Bayramların kutlama şekilleri, sergilenen seyirlik oyunlar, halkın ferdî beceri ve yeteneklerinin gösterildiği güreş, at binme, cirit, kement ve kılıç oyunları ile, koç ve boğa dövüştürme, boyalı yumurta tokuşturma, halk şâirlerinin atışma ve yarışmaları, genç kız ve oğlanların mâni atışmaları vb. Nevruz geleneğinin önemli halk kültürü unsurlarındandır.

Halk arasında yaşamakta olan Nevruz bilmeceleri ve Nevruz mevsimi ile ilgili atasözleri ve deyimler, halkın Nevruz konusundaki düşünce ve inanışlarını ortaya koymaktadır.

Nevruz bayramlarında, özellikle gençler bir niyet tutarak, gizlice komşularının kapı veya bacasını dinler, içerideki konuşmalara göre niyetlerini yorumlarlar.

Gece damlarda ateş yakılarak üzerinden atlanır. Nevruz ateşinin üzerinden üç defa atlayanın, bütün dert ve hastalıklardan kurtulacağına inanılır. Bolluk ve bereketin geleceği inancıyla, hayvan ahırlarının bacasından içeriye ateş parçaları atılır.

Nevruz geleneğinin bir başka boyutu da, manzum ürünlere yansımasıdır. Halk ve divan şairleri çeşitli eserlerinde Nevruz bayramını çeşitli yönleriyle dile getirmiş, terennüm etmişlerdir. Osmanlılar başta olmak üzere, hemen hemen bütün Türk devletlerinde divan ve halk şairleri, Nevruz bayramlarında, padişahlara ve devlet büyüklerine Nevruziyye kasideleri ve koşmalar sunarak bahşiş alırlardı.

Halk şairlerinin Nevruz bayramlarında dile getirdikleri doğa ve bahar tasvirleri, halk edebiyatımızda oldukça geniş bir yer tutmaktadır.

Nevruz bayramları için söylenmiş olan bu renkli, tablo gibi manzumelerden bazı örnekler aşağıya alınmıştır.

Babür Şah, ( 1483-1530) Ramazan ve Nevruz bayramlarının aynı güne rastlamasını, bir gazelinin aşağıya aldığımız beyitlerinde şöyle belirtir:

Yengi ay yâr yüzi birle körüp il şad bayramlar,

Menge yüz ü kaşıngdın aynı bayram ayıda gamlar.

Yüz i nevrûz i vaslı aydıpnı Bâbür ganimet tut,

Ki mundın yahşi bolmas bolsa yüz nevruz bayramlar.

***

Beşaret, sizlere ey can bu gün nevrûz-ı sultandır,

Kuruldu meclis-i irfan bu gün nevrûz-ı sultandır.

Beşer suretine girdi, kadem basti cihâne şah,

Boyandı nûra asumân, bu gün nevruz-ı sultandır.

Müzeyyen oldu sahralar, şitâ gitti, bahar geldi,

Gönüller oldular şâdân, bu gün nevrûz-ı sultandır

Sun ey sâki kadeh doldur, neşat eyyamıdır şimdi

Her yer oldu bir gülistan, bu gün nevrûz-ı sultandır.

Kadîmî , bâde-nûş ol sen o şâhın aşkına durma,

Bu ıydi bekler âşıkan, bu gün nevrûz-ı sultandır.

***

Hayât -ı tâze verip dehre maktem-i nevrûz,

Hoşa erişti meşâm-ı deme dem-i nevrûz.

Dağıttı leşker-i sermâyı sahn-ı gülşenden

Kurunca bârgehin şah-ı ekrem-i nevrûz.

Taravetiyle yüzü güldü gonce-i bâğın

Olunca mazhar-ı feyz ü mükerrem-i nevrûz.

Harîm -i bağ o kadar cilve-rîz-i şevk olmuş

Ki görse bâğ-ı behişt ola mahrem-i nevrûz.

***

Yine nevruz iyân oldu, karanfil, yasemen güldü

Güneş deydikçe her lâle kızardı, nesteren güldü

Baharın hoş nesiminden bu gün ruhlandı sümbüller

Dönüp bir cennete yurdum, açıldı cürbe cür güller.

Bütün gülşenlere ey dil nigâhbân oldu bülbüller

Yeşil çöller sefalandı, çiçek güldü, çemen güldü.

Kemale çattığım günde neler gördüm tabiatta

Onun esrarı gark etti beni derya-yı hayrette,

Başım taştan taşa degdi düşündüm ki hakikatte

Hemişe dâmen- i Hakkı tutup yol giden güldü.

Danış, gül kalpten sen de, aziz bayramdır, ey millet

O kesler ki olup dâim şehid-i şâh-ı hürriyet

Cihanda ruhu şâd oldu, mezar içre yatıp rahat

Bize baktı ferahlandı, o alkanlı kefen güldü.

***

Gelin ey nazenin canlar

Bu gün sultan ı nevrûzdur.

Sefalar sürsün ihvanlar

Bu gün sultan ı nevrûzdur.

Bütün mümin bütün islam,

Bu gün etmek gerek bayram,

Hemen sun sâkiyâ, gel câm

Bu gün sultan ı nevrûzdur.

Ali’nin doğduğu gündür,

Bu gün her günden üstündür;

Hemen sâki kadeh doldur

Bu gün sultan ı nevrûzdur.

Nice sırlar oldu zâhir,

Ali’den oldu hak bâhir,

Şükür eyle sen ey Fâhir

Bu gün sultan ı nevruzdur.

***

Evvel bahar oldu açıldı güller,

Nağmesaz olmuştur bütün bülbüller,

Yüz göstermiş bize lâle sümbüller

Nevruz bayramınız mübarek olsun.

Bakın âsumâna nûrlar saçıyor,

Arzdaki çemenzâr çiçek açıyor,

Cümle âlem gamı atıp kaçıyor

Nevruz bayramınız mübarek olsun.

Bir arada şükür nice kardeşler

Kurulmuş sofralar, kaynıyor aşlar,

Gülçehre sâkiler dönrürür başlar,

Nevruz bayramınız mübarek olsun.

Şükrü Baba, hamd et erdik bu deme,

Gönüller girmiştir bag ı ireme,

Verilmiş zevk ile safa Âdeme

Nevruz bayramınız mübarek olsun.2

***

e-kaynak: http://www.akmb.gov.tr/ata/metinler/v.5.htm




http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/52.php
Kullanıcı küçük betizi
sair
Üye
Üye
 
İletiler: 104
Kayıt: Cum Kas 27, 2009 20:49


Şu dizine dön: Belgesel Filmler

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x