
Ülkemizin içinde bulunduğu durumdan endişe eden okurlarımız hep soruyor; “Ülkemizin durumunu yazıyorsunuz, artık çözüm önerilerini de yazın; bizler ne yapabiliriz?”
Bu gün bir öneri getiriyorum:
Dostlar; önceleri başımızda Atatürkçüyüz deyip emperyalist ülkelerle flört eden hafif meşrep aydınlarımız vardı. Şimdi de Allah, Peygamber deyip deveyi hamuduyla götüren bir güruh var. Üstelik bunlar flörtü falan aştı, emperyalist ülkelerle ileri seviyede “seviyeli beraberlik(!)” yaşıyor. Namusu örtüye bağlayıp kurtuldular. Çalmak, çırpmak, ülke mallarını peşkeş çekmek, iftira etmek, tuzak kurmak, fitne çıkarmak, yalan söylemek, hukuku arkadan dolanmak sıradan olaylar haline geldi. Oysa bir ülkenin teni de topraklarıdır! Topraklar ülkenin bedeni ise, sınırlarımızın güvenliği de “ülkemizin tesettürü” dür. Ülkeyi soyup çırılçıplak bırakmak; tacizcilere, tecavüzcülere, katillere, soygunculara teslim etmek hangi dinde yazıyor? Hangi Ahlak dersinde yazıyor?
Ben köyden kasabaya, kasabadan kente ülkemizi tanıyan bir insanım. İl ve ilçelerde siyaset yapanların büyük çoğunluğunun inanılmaz derecede cahil, kendi çıkarlarına odaklandığını biliyorum. Hiçbir birikimi olmayan bu insanlar maalesef ülkenin Valisi, Kaymakamı, Doktoru, Mühendisi, Öğretmenini yönlendiriyor, işine gelmezse sürdürüyor, süründürüyor.
Eğitimli ve birikimli insanlar siyasetin içinde yer alamıyor. Zaten siyaset sistemi de bu şekilde kurulmuş, parti başkanları kendilerini alkışlayan çıkarcılar sayesinde krallığını ve dokunulmazlığını sürdürüyor. Yani gene bir “seviyeli beraberlik”, gene bir çıkar ilişkisi…
Ben Kastamonuluyum. Hep doğu doğu diyorlar ya?.. Benim memleketimde hala kışın ulaşılamayan köyler var. Köylerde insanlarımız 30 yıldır değişmeyen şartlarda yaşıyor. Stabilize yollar, çeşmelerden taşınan sular, bahçelere akan tuvalet giderleri… Hala karasaban ile çift sürülen kullanılan birçok köy var. Çocukların ayağında hala naylon ayakkabılar var. Hala hamam dolaplarında dökme sularla yıkanılıyor. Peki, o zaman bu gariban köylülerin, yani milli gelirden en az pay alan, hatta alamayan insanların “torunlarının torunu bile” nasıl borçlandırıldı? İşte artık bunların hesabını sorma zamanıdır! Yoksa elimizde hesap soracak bir değer kalmayacak.
1980’lere kadar köylünün çocuğu en azından yatılı bir öğretmen okuluna gidip öğretmen olabiliyordu, artık o da ellerinden alındı.
1980 sonrası orta halli ailelerin çocukları yurt dışına doktora yapmaya gitti. Bana söyledikleri; “bizden önce buralara hep beyaz Türklerin çocukları gelmiş. Biz orta halli ailelerden gelen ilk kuşağız.” Ne yazık ki, bu orta halli ailelerin çocukları da büyük oranda cemaatin eline geçti. Yani Bush gitti diye sevinirken Obama geldi. M. Olbrayt(Clintin döneminin Yahudi kökenli Dışişleri Bakanı, şimdi Obama’nın yakın danışmanı) gitti zannederken C. Rice geldi. Olbrayt Houston şehrinde ki Gülen Enstitüsü’nde bir konuşma yapıp Gülen’in başlattığı diyalog hareketinin dünya barışını sağlayacağını söylemişti(!).. Kısacası; dışı beyazlar gitti, içi beyazlar aynı amaç için sahne aldı. Bizde ki beyazlardan sonra gelen siyahlar, beyazdan bin defa daha beyaz olan siyahlardır! İşte bu beyazdan beyaz olan siyahlar artık çocuklarınızın okuyup kaderlerini değiştirmelerini engelleyen yeni sistemler getirdi. Halk uyanmasın diye de, başörtüsüne serbestlik aldatmacasıyla öğretim hakkı gasp ediliyor. Bunu nasıl mı yapıyor? Okul puanı ile… Kolej ve özel okullarda ile bir kasaba okulu yarışabilir mi? Biri her imkana sahip, diğeri öğretmen bulamıyor. Okul puanıymış!?..
Gelelim ne yapacağımıza;
Bütün eğitimli, aydın, ülkesini seven insanlara önerim şudur:
Her il ve ilçede milletvekillerini izleme derneği kuralım. Ben espri olsun diye “Türkiye” matik Derneği dedim. Bu dernek o ilin milletvekili ve yakınlarını, ilişkilerini izlesin. Bir hukuksuzluk ve kayırmacılık varsa, aylık raporlar çıkarıp afişe etsin. Aynı zamanda bulunduğu ilin talan edilen, peşkeş çekilen maddi-manevi kaynaklarına karşı sivil tepki oluştursun. Ülkemizin milli aydınlarını, meslek örgütleri yöneticilerini davet ederek konferanslar vermesini sağlasın. Böylece karartma yapan medya engelini kırarak halka yerinden ulaşsın. Bu dernekler siyaset üstü, yani bilimsel gerçekler ilkesi ile çalışmalıdır. Amaç; yaşadığınız ilin ve ülkemizin çıkarlarını korumak olmalıdır. Böylece “bir başıma ne yapabilirim” diyen duyarlı insanlarımız da, hukuk dışına çıkmadan ülke çıkarlarımızı korumak için çalışabilecektir!
Belediyelerin yandaşlarını zengin etmek için yaptığı ihaleler mercek altına alınır, afişe ederek sivil baskı uygulanabilir. Vekillerin ülkemiz zararına olan yasalara destek vermesine tepki verilebilir. Sonuçta hepsi kendi iline gelecek. Verilen vekaletin kötüye kullanmasının hesabı ancak hukuk zemininde ve afişe edilerek sorulabilir.
Başarının sırrı, particilik zeminine kaymadan, hangi siyasi olursa olsun, ülke çıkarlarımıza zarar veriyorsa afişe etmekten geçer!
Bireysel tepkiler bastırılabilir, oysa örgütlü toplumlar denetler, hesap sorar. Kısacası demokrasinin teminatı olur!
Midesinden ve koltuğundan bağlı siyasilerin yapamadığı birçok çalışmayı dernek yapabilir. Mesela bulunduğunuz illerde emperyalist ülkelerin Türk’e yaptığı soykırımları anıtlaştırabilirsiniz. Böylece de toplumun sistemli bir şekilde yok edilen hafızası geri getirilir. Erzurum, Kars, Van gibi illerde Ermenilerin yaptığı soykırımı anlatan anıtlar dikilebilir.
Yalova’nın Yunanlılar tarafından toptan yok edilen köyleri var. Bu köylerin bağlı olduğu ilçelere şehitlerimiz anısına anıt dikilebilir. Yunanistan’da Rum Pontus soykırımı iftira anıtı dikildiğinde RTE Atina'da idi. Böyle bir durumda milli bir başbakan olsa geri dönerdi ama kendilerinin başı zaten Türklerle hoş değil(!).. O zaman kendi ülkemize sahip çıkacağız. Unutturulan hafızamızı geri çağıracağız. Yakılan, yıkılan Ege’de tarihe ışık tutan anıtlar dikeceğiz!
Bu dernekler kurulabilirse; yönetmeninin ABD, satışının cemaat tarafından yapıldığı şu meşhur “Yalan Rüzgarı” davasını da dernek adına takip edebiliriz. Davayı takip edip iline dönen dernek üyeleri halka davayı anlatır. Böylece halk gerçekleri ilk ağızdan öğrenir.
İlimizde ki orman talanı, arazi talanı ve halkın yaşam kaynağı olan akarsularımızın yabancılara peşkeş çekilmesinin de önüne geçilir. ABD’nin tarımı destekleme(köstekleme) adına dikte ettirdiği toprağı ekmeyene de dönüm başı para verilmesine itiraz edilmeli. Balık tutulmasın diye balık verenlerin denizleri kuruttuğunu artık halka anlatılmalıyız. Denizler kuruyunca balık da olmayacak, balık veren de…
Evet, “biz ne yapabiliriz” diyen dostlar… Siyaset “arsız-yolsuz-hırsız”ın elinde diye hayıflanan okumuş, aydın insanlar, yurtseverler… Bu cahillerin, arsızların, hırsızların sizleri, dolayısı ile de ülkeyi yönetmesini istemiyorsanız, bu günden işe koyulun, bu dernekleri kurun.
İşte sizlere hukuk zemininde bir mücadele yöntemi…
Haydi Çılgın Türkler; “Türkiye” matik Derneğinde Buluşalım!!
Z_eucar@yahoo.com.tr
Zahide UÇAR, 24 Mart 2010