Ucuz Ajan, Bomba Haber ve Hâsıl Olmuş Bir Amaç: "2 Yıl Ömrünüz Kaldı!" / Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Ucuz Ajan, Bomba Haber ve Hâsıl Olmuş Bir Amaç: "2 Yıl Ömrünüz Kaldı!" / Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Mar 06, 2012 22:16

Ucuz Ajan, Bomba Haber ve Hâsıl Olmuş Bir Amaç: "2 Yıl Ömrünüz Kaldı!"

Wikileaks'in sahibi Julian Assange, CİA adına 'think-Tank' yapan Stratfor adlı kuruluşun e-mail yazışmalarını ele geçirdiklerini, sayısı 5 milyonu bulan bu belgelerde Türkiye ile ilgili önemli bilgilerin yer aldığını bir süre önce açıklamıştı.

Ve Assange'ın belirttiği gibi bu yazışmalar 5 Mart 2012, yani dün itibarıyla yayımlanmaya başladı.

İlk 'sızıntı' doğrusu pek çarpıcı oldu. Stratfor'un kaynağı, üst üste iki ameliyat geçiren Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "2 yıl ömrünün kaldığı" bilgisini veriyor, üstelik bu bilgiyi Erdoğan'ın hekimlerine dayandırıyordu.

Bu konudaki en ufak bir spekülasyon veya algının bile siyasi dengeler üzerinde nasıl bir etki yaptığı bilindiğine göre Stratfor'un bu ilk bombası, bütün yalanlamalara rağmen Türk siyasetini tsunami gibi kuşatacaktır.

Bir kere şunu söyleyelim: Stratfor'un ismi açıklanan kaynağı ile yaptığı mail yazışmasından yansıyan bu çarpıcı başlık, kesin bir bilgi olmayıp bir spekülasyondur. Kaynağın tamamen kendi öznel yaklaşımlarını ihtiva etmektedir. Bilgiyi Erdoğan'ın doktorlarına dayandırması bu gerçeği değiştirmez, çünkü söz konusu kişinin Tayyip Erdoğan'ın doktorlarını bu kadar yakından tanıyıp tanımadığı şaibelidir. Nitekim, Stratfor'un TR-325 kodunu verdiği kaynak, yaptığı açıklamada doktorları tanımadığını söylemektedir.

Aynı şekilde, Erdoğan'ın doktorları da kaynağı tanıdıklarını ve Başbakan'ın ölümcül bir hastalığı bulunduğu bilgisini reddetmektedir.

Zaten Stratfor veya CİA de bütün istihbarat kuruluşları gibi bu spekülasyonun arkasında durmayacaklardır. Kendileri doğaları ve çalışma esasları gereğince her türlü bilgi, belge, spekülasyon, dedikodu veya şaibeyi 'değerlendirmekle' yükümlüdürler. Değerlendirdikleri ve kayda aldıkları her söylenti gerçeği yansıtıyor anlamına gelmez. Tersi de geçerlidir..Bunlar, wikileaks'in tüm dünyayı sarsamaya başladığı günden beri çok yazıldı, çizildi, söylendi...

Ancak bütün bu gerçeklere rağmen, ortaya saçılan bilgi veya söylentilerin sarsıcı etkiler yapmayacağını kimse söyleyemez; çünkü siyasette algılar gerçeklerin her zaman önünde gider. Ve olumsuzun gücü vardır..

O bakımdan Başbakan'ın stratejist, sözcü, yakın çalışma arkadaşı, eş-dost vesairesinin kuru yalanlamaları, bu tür haberleri yazan basına tehditler savurmayı filan bir yana bırakıp bundan sonra ne yapacaklarını düşünmelerinde hem kendileri, hem de memleket açısından fayda vardır.

Şunu biliyorlar ki, Tayyip Bey'in sağlık durumu bundan sonra Türkiye'nin bütün odaları, salonları, kahvehaneleri, gazete merkezleri, köy otobüsleri, sosyete toplantıları, resmi dairelerinde vs. ama fısıltıyla, ama yüksek sesle konuşulacaktır.

Ve Tayyip Bey'in "2 yıl ömrü kaldığına" inananların sayısı, Başbakanlık'tan yapılan açıklamaları yeterli bulup da inanmayanlardan her zaman fazla olacaktır..

Sırf bu algı, Erdoğan'ın 8 yıldır demir bir yumruk gibi tek başına yönettiği parti grubu ve bürokrasinin, bir dediğini iki etmeyen büyük bir sermayenin sonu gelmez çalkantıların içine girmesi için yeterlidir. Siyasi ikbalini düşünenler şimdiden kendilerine güvenli liman aramaya başlayacaklardır. El altından o "güvenli limanın" kendileri olduğunu vaadeden "lider adayları" çıkacaktır. Hafiften kafa tutmalar, "Ergenekon" davaları nedeniyle iyiden iyiye bozulan sicilden kendilerini ayrı tutmak isteyenler baş gösterecektir. Çeşitli sebeplerle "küskün" duranlar inceden harekete geçecektir. Ortam yoklamalar, koku almalar başlayacaktır..

"Erdoğan'ın 2 yıl ömrü kaldı" spekülasyonunun kısa vadede neden doğrulanır veya yanlışlanır bir şey olmadığını ve arafta kalışın getireceği bu belirsizliğin Erdoğan'ın aleyhine işleyeceğini yukarıda yazdık.

Ancak, madalyonun diğer yüzüne baktığımızda, bir "istihbarat spekülasyonu" haliyle ortalığa saçılmış olsa bile, bu iddianın kendi içinde 'dayanaklar' barındırdığını görebiliriz.

Bir kere, ahalideki "CİA diyorsa doğrudur" ön kabulünü cebimize koyalım...

İddianın doğru olabileceğini düşündüren en önemli unsur, doktorların bizzat "yalanlamalarında" gizlidir.

Stratfor yazışmasını yayımlayan Taraf gazetesi, mesajı Dr. Dursun Buğra'ya aynen okuyor. Buğra'nın yanıtı şu:

“Tamamen dedikodu, ben bu konuda böyle bir mülahazada bulunmadım. Külliyen yalan ifadelerdir. Bu ifadeler Başbakan’ın sağlığıyla ilgili gerçeği yansıtmamaktadır ve benim de böyle bir ifadem olmamıştır. Bir kere, bir hasta hakkında etik olarak kimseye böyle bir bilgi verme hakkımız yoktur. Başbakan’ın sağlığıyla ilgili olarak da zaten bütün açıklamalar, benim tarafımdan değil, her zaman resmî kanallardan yapılmıştır.”

Güzel bir açıklama..

Ancak şu cümlesi çok can alıcı:

"Başbakan’ın sağlığıyla ilgili olarak da zaten bütün açıklamalar, benim tarafımdan değil, her zaman resmî kanallardan yapılmıştır.”


Abartılı ve telaşlı bir yalanlamanın sonuna eklenen bu cümle;

1- Doktor'un topu taca atıp, "Beni bu işlere karıştırmayın" mesajını;

2- Bilginin sızma noktasına ilişkin bir adres göstermeyi (resmi kanallar);

3- Doktorlara "Açıklama sadece bizim tarafımızdan yapılacak" şeklinde bir talimatın verildiğini

sizce de ortaya koymuyor mu?

Başbakan'ın sağlık durumu madem bu kadar güllük gülistanlıksa, bu yöntemin spekülasyonları arttırdığı biline biline neden "Açıklamalar sadece Başbakanlık tarafından yapılacak" dayatmasından vazgeçilmemektedir?

Oysa doktorların, gazetecilerin telefonlarına çıkıp gayet rahat bir şekilde Başbakan'ın sağlık durumunun "iyi" olduğunu söylemeleri daha ikna edici olmaz mı?

Nitekim, ikinci ameliyatta Dr. Buğra'nın "resmi kanallar" dediği odak tamamen çuvallamıştır. Başbakan'ın Koşuyolu Medipol Hastanesi'nde ikinci bir ameliyat geçirdiği Odatv tarafından yayımlandığında, bütün medya saatlerce haberi doğrulatmak için çalışmış, haber ısrarla yalanlanmış, ancak sonra haberin doğru olduğu ortaya çıkmıştı!

Dr, Buğra'nın da satır arasında (bence) sitem ettiği (bir açıdan da sığındığı) bu tavır, Başbakan'ın hastalığı konusundaki spekülasyonları daha da arttırmamış mıdır?

Cevabı merak edilen başka sorular da var...

Tayyip Bey'in Çamlıca'daki villasında nekahete çekildiği günlerde neden en "sağlıklı", en rötuşlu bir-iki kare fotoğrafı servis edilmektedir? Bu dikkat, bu özen, bu titizlik nedendir? Bir insan sağlıklıysa sağlıklı, değilse değildir..

Nedir bu "inançlı" zevatın Allah'ın bildiğini kuldan saklama çabası?

Yoksa Başbakan'ın sağlık durumu kendisinden bile saklanıyor mu?

(Olur mu öyle şey demeyin, olur. Yalakalık, korku ve iskambil kulesinin devrilmesi endişesi insana herşeyi yaptırır. Zaten karşılarında "diktatörleşme" sürecine girdiği için sadece kendi duymak istediklerini dinleyecek bir psikoloji vardır..)

Merak uyandıran ikinci olay, Tayyip Bey'in ikinci ameliyattan sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Tarabya Köşkü'nde görüşmesi sırasında ortaya çıkan manzaradır..

Cumhurbaşkanlığı meselesinden sonra Tayyip Bey ve Abdullah Bey ailelerinin birbirlerine karşı iyiden iyiye soğudukları, özellikle hanımların birbirleriyle selamı sabahı kestikleri biliniyor..

Ankara'daki gazeteci arkadaşlarımızın gözünden kaçan (veya kaçmasa da yazamadıkları, yazsalar da yayımlanmayan) bir durum var:

Abdullah Bey, eskiden olduğu gibi Perşembe günlerini "devlet günü" ilan etmek istiyor. Yani Başbakan, Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı vs. ile perşembe günleri rutin görüşmeyi bir gelenek haline getirmeye çabalıyor. Gül'ün bu arzusunu engelleyen kim? Erdoğan..Neden? "Ben senin önüne gelip ceket iliklemem" dediği için...

Erdoğan gelmedikçe Gül de perşembe günlerini bir türlü "devlet günü" haline getiremiyor..

Konumuza dönerek soralım:

Ne oldu da ikinci ameliyattan sonra Çankaya Köşkü'nde bir türlü yapılmayan "haftalık olağan görüşme" Tarabya Köşkü'nde yapılır oldu?

"Başbakanımız iyi, sağlıklı, gördüğünüz gibi devlet işlerini de aksatmıyor" görüntüsü yaratmak için...

Öyle olsun..

Peki, Emine hanımın o ziyarette işi ne?

Hayrünisa Gül ile neredeyse yıllardır selamlaşmayan Emine hanımın?..


(Tarabya Köşkü'nden servis edilen tuhaf fotoğrafa konumuz dışında olduğu için değinmeyeceğim. Erkekler oturuyor, kadınlar hizmetkâr gibi ayakta..)

Emine hanımın böyle bir resmi ziyarete, eşinin yanında gitmesinin, Stratfor'a verilen "En az iki-üç ay boyunca yanında bir kolonoskopi torbası taşıması gerekecek" bilgisiyle bir ilişkisi olabilir mi?...

Geçelim Erdoğan'ın diğer doktoruna. Stratfor sızıntısı üzerine Taraf gazetesi, Erdoğan'ın diğer doktoru Prof. Dr. Hasan Taşçı ile de konuşmuş. Şöyle diyor Taşçı:

"Ben ekibin başı değildim. Sadece gözetmen olarak ameliyata katıldım ama Başbakan’ın sağlığıyla ilgili böyle bir değerlendirme yapılamaz. Ortada kanser filan yok. Ortada tümör yok ki böyle bir şey söylenebilsin. Tıbbî açıdan bu değerlendirme kesinlikle doğru değil.”

"Ben ekibin başı değildim..."

Yani, "Bütün bilgilere sahip değilim.."

Manzara şu:

Dr. Taşçı topu Dr. Buğra'ya; Dr Buğra da "resmi kanallara" atıyor..

Şeffaflıkla pekâlâ halledilebilecek, en azından tahrip gücü azaltılabilecek bu konu neden bu kadar karmaşık hale getiriliyor?

Başbakan 'turp gibi' olduğu için mi?

***

Faruk Demir meselesine gelince...

Bu şahısla ilgili 18.08.2010 tarihinde bir yazı yazmışız..Başlığı, "Başbakanlık Koridorlarında Bir CİA Ajanı"

Merak edenler, yazıya şu linkten bakabilir: http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=9052

Stratfor tazışmalarının sızmasıyla bu şahsın "CİA Ajanı" olduğu şüphesi de artmış oldu. Tutuklu emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün mahkeme salonunda yaptığı bu beyana rağmen hiç bir işlem yapmayan hakim ve savcılar, işin ucu şimdi Başbakan'a dayandığı için eminiz hemen harekete geçeceklerdir..

Stratfor sızıntısı bakalım başka hangi ajanları ortaya çıkaracak?

Gerek stratfor yazışmalarında, gerek Faruk Demir'in haber üzerine yaptığı açıklamalarda yalanlarla doğruları birbirinden ayırmanın imkanı yok..

Bildiğimiz kadarıyla Faruk Demir'in hükümetlerle bağlantısı Ecevit hükümetinden sonra zayıfladı. Oysa, Stratfor mesajlaşmasında "Başbakan'ın danışmanı" diye geçiyor.

Kendisini "enerji uzmanı" olarak tanıttığı için Taner Yıldız üzerinden bir çeşit münasebete geçip bunu da CİA'ye "Başbakanın danışmanıyım" şeklinde pazarlamış olabilir.

Erdoğan'ın "kendisinden sonra" güvendiği iki isimden birinin Taner Yıldız olduğunu empoze etmeye çalışması, (diğeri Ali Babacan'mış..) Taner Yıldız ile bir yakınlaşma kurmayı başardığını gösteriyor..(Aklınca Taner Yıldız için CİA nezdinde kulis de yapmış oluyor..)

Yazışmalarda adı geçmeyen "iş ortağının" kim olduğu önemli. Faruk Demir, AKP ile bu kişi vasıtasıyla ilişki kurmuş da olabilir.

Başbakan'ın sağlığı ile ilgili bilgileri direkt doktorundan aldığı konusu ise biraz şaibeli..

Ancak, dediğimiz gibi enerji alanında yatırımları olan "ortak" kim? Demir, bu bilgileri o şahıstan alıp CİA'ye yine "Doktorundan aldım" diye satmaya çalışmış mıdır?

Yalnız oldukça ucuz bir ajanmış kendisi.

Yıllık 20 bin dolar ödeniyormuş!

Stratfor, kaynağın güvenilirlik notunu da "B" olarak gösteriyor zaten..

Netice itibarıyla ajanın ederi ucuz veya değil;

Amaç hasıl oldu:

CİA, Erdoğan'ın 2 yıl ömrü kaldığını söylüyor!...



Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN) - 6 Mart 2012, Açık İstihbarat
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x