
“Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır.”
“Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.”
“Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
http://www.tsk.tr/anitkabir/atasoz.htm
………………………..
Bugünün “ihanet” hikayesi geçmişte yazıldı!
Bu bağlamda, “zaman tüneli”nden birkaç “kare” yansıtmadan önce bugün yaşananlara dair, sıcağı sıcağına birkaç kare…
……………………….
Erdoğan, Libya’da NATO gücüne karşı çıktı!
http://bianet.org/bianet/dunya/128252-libyaya-nato-mudahalesine-erdogan-karsi-cikti
(…)
Erdoğan, “Libya tezkeresi”ni TBMM’den geçirdi, NATO’ya evet dedi!
http://www.dha.com.tr/libya-tezkeresi-tbmmde-kabul-edilidi-son-dakika-haberi_150405.html
(…)
Erdoğan, Barzani ile “Yemen türküsü” söyledi!
http://www.medyafaresi.com/haber/58768/guncel-medyafaresi-video-erdoganin-erbilde-yaptigi-tarihi-ziyarette-barzaninin-istegi-uzerine-danismani-yemen-turkusunu-caldi.html
(…)
İngiliz arka planlı Barzani, Erdoğan’ın önünde söylettiği “Yemen Türküsü” üzerinden “Türkiye parçalanacak, büyük Kürt devleti kurulacak” mesajı verdi!
http://www.forumgercek.com/showthread.php?t=61684
(…)
Erdoğan, Kraliçe’nin iltifatına mazhar oldu!
http://www.aydinses.com/gundem/basbakan-erdogan-kralice-elizabethle-gorustu.htm
(…)
Erdoğan, İngiliz Başbakanı Cameron ile el sıkıştı!
http://www.haberpan.com/haber/ingiltere-basbakani-david-cameron-ile-ortak-bir-basin-toplantisi-duzenleyen-basbakan-erdogan-avrupa-birligini-ingiltereye-sikayet-etti
(…)
……………………………
Şimdi de “Bugünlere nasıl geldik?”, “Kapalı kapılar ardında AKP & Gülen iktidarı ile hangi gizli görüşmeler yapıldı?” sorularına cevap olabilecek birkaç “ihanet diyaloğu”…
http://www.biroybil.com/showthread.php?2734-Turkiye-Tarih-Mi-Oluyor
Aynen yansıtıyorum:
……………………………..
BİRİNCİ ENSTANTANE:
İki ülkenin Dışişleri Bakanı konuşuyor...
Dışişleri Bakanları’ndan biri, üzerinde güneşin hiç batmadığı bir ülkeden!
Diğeri ise tanıdık bir coğrafyadan:
(…)
DIŞİŞLERİ BAKANI: Sayın Bakan Irak’tan getirdiğim haberler hepimiz için trajik.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Yakından izliyoruz. Bizim de endişelerimiz giderek yoğunlaşıyor.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Irak hızla bölünmeye gidiyor. Görüştüğüm gruplar da bölünmeyi kaçınılmaz görüyorlar. Irak’ın parçalanmasının sonuçlarını tolore edemeyeceklerini, çevre ülkelerin ortaya çıkacak yeni devleti izole edeceklerini söyledim herkese. Fakat hiçbir grup beyanlarımı dikkate almadı.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Irak’ın parçalanması Batı’nın parçalanması olacaktır. Korkarım buradan yeni bir dünya savaşı çıkacak.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Şii kesimin İran’ın hamiliğine, Kürtlerin bulunduğu Kuzey ile Sünni üçgenin sizin ülkenizin hamiliğine bırakılması yönünde bir senaryoyu ortaya attım. Bu haritaya sıcak yaklaşımlar oldu. Bizim dışişleri uzmanları ile sizin uzmanların bu konularda birtakım teatilerde bulunmasının uygun olacağı kanaatindeyim.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Hay hay bunu yapalım. Ama sayın Bakan sizin söylediklerinizi burada ne hükümet, ne de Ordu şu anda hazmetmeye, hatta düşünmeye hazır değil. Irak’ı, Türkiye ile İran arasında bölüştürme düşünceniz, her iki ülkede bazı merkezlere sıcak gelebilir. Ama dünya ve bölge dengeleri ile radikal şekilde oynamanız ve buna destek bulmanız zor.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Türkiye hızla bir ekonomik krize doğru gidiyor. Ayrıca partinizin de içinde ayrışma çabaları derinleşmeye başladı. Biz, ABD ve İsrail sizinle anlaşmakta zorluk çekmeyeceğimizi düşünüyoruz. Şartlar bizim ileri sürdüğümüz tekliflere açık olacağınızı gösteriyor.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Çok aşırı zorlamış olursunuz. Daha önce de “troyka”ya bu bölgede katkı verme yolunda cömert olduk.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Daha cömert olmanızı gerektirecek şartlar oluşuyor.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Bunları değerlendiririz. Ama hükümetin ve benim karar verme alanım giderek daralıyor. Süreci hızlandırırsak Türkiye daha verici olabilir.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Talabani ve Barzani ile görüştüm. Onlardan aldığım izlenim şu; ‘Ya Irak’ı çoğunlukla biz yönetelim ya da kuzeyde bağımsız bir Kürt devleti kuralım!’ Onlara Sünni Araplar, Kürtler ve Türkmenler olarak, Türkiye’nin hamiliğine hazırlanmalarını önerdim. Sert tepki gördüm.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Bu konuyu bir de sayın Başbakan ile özel ve derinlemesine görüşmem gerekir.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Anlar mı?
DIŞİŞLERİ BAKANI: Fakat Başbakan O!.. Ne yapabiliriz ki?
DIŞİŞLERİ BAKANI: Barzani, Türkiye’ye gelmek istiyor. Sizlerle en üst düzeyde görüşmek istiyor.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Gelebilir tabii ki. Fakat, Barzani olayın bizim kontrolümüzden çıktığını görmeli. Ordu, Irak konusunda tek söz sahibi!..
DIŞİŞLERİ BAKANI: Ordu ile ilgili tüm operasyonları biz yaparız. Orduyu teskin etmek bizim için sorun olmaz. Barzani size değişik tekliflerde bulunabilir.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Ne gibi?
DIŞİŞLERİ BAKANI: Büyük Kürdistan karşılığı Irak’ın petrol gelirlerinin yüzde 20’si gibi!..
DIŞİŞLERİ BAKANI: Bunlar daha önce de konuşulmuş konular. Ama bu yüzdelerle, bu çapta pazarlıklar komik olur. Ve bir anda hain damgası yersiniz; oyun dışı kalırsınız.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Bence bir değerlendirin. Sayın Başbakan bu tür çözümlere çok heyecanla yaklaşıyor.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Ama iktidarın reel gücünü biliyorsunuz.
(…)
………………………………………
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
…………………………………………….
İKİNCİ ENSTANTANE:
Tüccar bir Başbakan ile bir Kürt Aşiret Reisi havaalanında sohbet ediyor.
Mealen yansıtıyorum:
(…)
BAŞBAKAN: Sayın (?!), ülkemi tahrik etme konusunda çok başarılısınız. Bu tür açıklamalarınızı dikkate alanlar giderek azalıyor. Gücünüzü küçümsemeye başlıyor, buradaki bazı çevreler.
AŞİRET REİSİ: Ben açıklamalarımda makro planı dikkate alıyorum. Sanıyorum bu plan üzerinde bir mutabakat var. Benim görevim ülkenizi çözümün içine almak.
BAŞBAKAN: Sayın (Barzani), ne sizin elinizde güç var, ne de hükümet olarak bizim elimizde. İkimiz de oyunun dışındayız.
AŞİRET REİSİ: Nasıl olur? Ben sizinle pazarlık yapabilirim. Bana bu yetki verildi. Bölgedeki en güçlü isim benim.
BAŞBAKAN: Peki ne istiyorsun?
AŞİRET REİSİ: Irak’ta birliktelik mümkün değil. Irak’ta yeni bir otoriter rejim tesis edilmeli ve bu rejimi Kürtler yönetmeli ya da bize hamilik etmelisiniz.
BAŞBAKAN: Sizin dedikleriniz konuşulmaz bile.
AŞİRET REİSİ: Size Irak petrollerinden yüzde 40 pay versek, siz de Fırat’ın doğusunda, Büyük Kürdistan’a göz yumsanız.
BAŞBAKAN: Bu mantıklı ama gerçekleştirilemez. Buna diğer devletler ne der? Mesela Rusya, Fransa, Almanya ve başkaları.
AŞİRET REİSİ: İşin o kısmını İngiltere, ABD ve İsrail’e bırakalım.
BAŞBAKAN: Ben daha önce de bu türden tekliflerle ABD, İngiltere ve İsrail’de de karşılaştım. Bence evet, ama her şey hükümetten ibaret değil. Sen bunu bizim Dışişleri Bakanı ile ince ince konuş. Ama şu an hayalle iştigal ediyoruz, inancındayım.
AŞİRET REİSİ: Bunu zaman gösterecek.
(…)
………………………………………
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
…………………………………………….
ÜÇÜNCÜ ENSTANTANE:
Bu defa da aynı Kürt Aşiret Reisi ile BOP operasyonun göbeğindeki bir ülkenin Dışişleri Bakanı sohbet ediyor.
Aralarında şu “diyalog” geçiyor:
(…)
DIŞİŞLERİ BAKANI: Sayın (?!) Başbakan’la görüşmeniz nasıl geçti?
AŞİRET REİSİ: Benim tekliflerime sıcak. İngiliz Dışişleri Bakanı’nın size yaptığı yüzde 20 teklifini yüzde 40 yaptım. Sayın Başbakan, Fırat’ın doğusunu yüzde 40 karşılığı bırakılabilir. Ama güçlerimiz sınırlı dedi.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Çok tehlikeli düşünceler ortaya koyuyorsunuz. Arkanızdakilerin gerçek niyetleri çok önemli.
AŞİRET REİSİ: Herkesin bir niyeti var. Biz yabancıları, İsrail’i, ABD’yi, İngiltere’yi bu bölgede rahat kullanabiliriz.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Çok iddialısınız. Onlarla oynayamazsınız. Onlar bizim gibi değil. Sizi bir günde başka bir pozisyona iterler.
AŞİRET REİSİ: O zaman kaybederler.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Bölgeden çok Saddam ve Barzani çıkar. Onlar için yeni siyasi ve etnik güçler üretmek kolay.
AŞİRET REİSİ: Yani bizi güç olarak görmüyor musunuz?
DIŞİŞLERİ BAKANI: Hiçbir şeyi abartmayalım. Ne siz, ne biz hükümet olarak bir gücüz. Ama bu pazarlık yapmamıza mani değil.
AŞİRET REİSİ: Ben bir ekip göndereyim, Neçirvan ve Hoşyar Zebari ile de bu konuları sizin uzmanlar görüşsün.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Biz sizi bu konularda muhatap alsak bile, ordu konuştuklarımızı bir günde çizer. Biz önce İsrail, İngiltere ve ABD ile görüşelim. Sonra belki sizle görüşürüz.
AŞİRET REİSİ: Bizi dikkate almıyorsunuz.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Ben sizi dikkate alırsam ordu ve halk bizi dikkate almaz. Siz Türkiye’yi çatışmanın içine çekmek istiyorsunuz. Ama herkes ağzın size ama fikrin başkasına ait olduğunu biliyor.
AŞİRET REİSİ: Sayın Başbakan’la daha iyi anlaşacağız kesinlikle!..
DIŞİŞLERİ BAKANI: Bazı iyi konuşmalar sonuçsuz kalabilir. Bu konuda Sayın Başbakan’ın ve benim gücüm bireysel olarak sizin gücünüz kadar. Sizin gücünüz de yok. Türkiye size değil, perde arkanıza bakarak konuşuyor. Kendimizi bilmemiz çok önemli. Yoksa binlerce cana mal olacak hatalar yaparız.
AŞİRET REİSİ: Çok zor bir tablo çizdiniz. Sayın Başbakan’la daha iyi şartlarda konuşma ümidimiz var.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Dış politika başka bir şey. Sayın (?!), çok dikkatli olmak zorundayız. Bir anda kendinizi oyunun dışında bulabilirsiniz. Biz size değil tekrar ediyorum, perde arkanızdaki devletlere bakıyoruz. Ve açık söyleyeyim hata ediyoruz. Bu dönem biterse hem Sayın Başbakan hem de ben, dış ilişkilerle ilgili politikalarımızdan dolayı yargılanabiliriz.
AŞİRET REİSİ: Durum sizin için çok tehlikeli.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Sizin için de!..
………………………………………
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
…………………………………………….
DÖRDÜNCÜ ENSTANTANE:
İngiliz Başbakanı Blair’in, 5 saatlik çalışma ziyareti için Ankara’ya geldiği saatlerden kalma bir başka “kritik diyalog”!..
Diplomasi koridorlarından mealen yansıtıyorum:
(…)
BAŞBAKAN: Sayın Başbakan, Irak'ta İngiltere ve ABD olarak çok zor durumdayız. İşkence ile ilgili doneler bizi Arap ve İslam kamuoyu önünde ve halkımız karşısında çok zor duruma düşürdü. İngiliz hükümeti, Türkiye'nin, Irak genelinde güvenliği sağlamasını istiyor.
BAŞBAKAN (RTE): Sayın Başbakan, bunu halkımıza anlatamayız. Partimiz ve hükümetimiz bu talebin stresine dayanamaz.
BAŞBAKAN: Ama KKTY, Musul, Kerkük, Kuzey Irak'taki PKK varlığı, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu krediler ve AB'den tarih alınması konularında İngiltere, ABD ve İsrail'in katkıları, ülkenizin uluslararası alanda profilini yükseltecektir.
BAŞBAKAN: Buradaki bazı konuları askerlerle müzakere etmemiz gerekecek. Kuzey Irak ve Irak sorununa yaklaşımda devlet ile hükümet arasında derinleşen alanlar mevcut.
BAŞBAKAN: Musul, Kerkük ve Kuzey Irak'ı Türkiye'ye bırakabiliriz. Petrol ve Kürt kontrolü kartları elinizi güçlendirebilir.
BAŞBAKAN: Ama bu konuda devlette İngiltere'ye, ABD'ye ve İsrail'e karşı onarılmaz kuşkular var. Sadece sizlere yönelik değil, bize karşı da ciddi güvensizlik gösterileri ile karşı karşıyayız.
BAŞBAKAN: Bu konuda medyadaki, iş dünyası örgütlerindeki, bürokrasideki ve politikadaki yandaşlarımız elinizi güçlendirebilir.
BAŞBAKAN: Bu konularda o zaman sizin isteklerinizi yerine getirebiliriz.
BAŞBAKAN: Irak politikasını askerden almanız gerekecek ama...
BAŞBAKAN: Zaten Özel Kuvvetler Komutanlığı Kuzey'den çekilecek. Bu askerlerin Irak'la ilgili bağlantısını asgariye çeker. Özel kuvvetler çekilir de kara kuvvetlerine bağlı unsurlar Irak'a girerse TSK politikalarımız konusunda bizi eskisi kadar zorlayamaz.
BAŞBAKAN: Bir de Kuzey Irak’la Federasyon için Büyükelçimizin bazı bakanlarınızla birlikte yürüttüğü yeni bir TC Anayasası taslağını Londra’yı ziyaretinizde genişçe ele alabiliriz.
BAŞBAKAN: Sayın Başbakan, çok geniş bir paketten söz ediyorsunuz. Bu paketi sadece hükümetimiz realize edemez. Bu paketin stresini Türkiye'de hiçbir güç tek başına taşıyamaz.
BAŞBAKAN: Sayın Başbakan, bunların detaylarını Londra'ya ziyaretinizde açarız. Ama bu hususlarda devletin tepkisi konusunda bizi bilgilendirirseniz size yardımcı olabiliriz.
BAŞBAKAN: Çok zor bir süreç olacak. Ekonomiyi krizsiz götürmemize yardımcı olursanız diğer kesimleri birlikte ikna edebiliriz.
(…)
………………………………………
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
…………………………………………….
BEŞİNCİ ENSTANTANE:
Yer: Başbakanlık Konutu
Zaman: Çankaya Köşkü’nde, 22 Aralık 2004 günü yapılan “Kıbrıs Zirvesi”nin bir gün öncesi!..
Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül sohbet etmektedirler.
Zirve öncesi, AK Partili iki liderin yaptıkları beyin fırtınasından, çarpıcı birkaç diyalog!
Aynen yansıtıyorum:
(…)
BAŞBAKAN: Yasal çerçeve sağlam olursa bir şey yapamazlar. Hukuksal altyapıyı iyi örmemiz lazım.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Zaten AB hukuku diyerek bölmeye çalışıyorlar. Bu konuyu çok iyi düşünmezsek hükümetimiz çok uzun vadeli olmayabilir. Bonkör davranamayız.
BAŞBAKAN: Türkiye zaten bitmiş ve batmış, biz ne yapalım? TSK uyumasaydı. Memleket soyulurken neredeydiler? Şimdi en az kayıpla ülkeyi kurtarmak lazım. Tıpkı Vahidettin’in durumuna düştüm. Şu Muhsin (Yazıcıoğlu) de benim için Damat Ferid diyormuş.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Şimdilik Muhsin söylüyor. Ama herkesin dili uzamaya başladı. İktidardan gitme süreci, çığın düşmesi gibidir. Her şey çok küçük bir şeyle başlar. Çok dikkatli olmalıyız.
BAŞBAKAN: İktidara bu kadar kolay gelmemizin sebebi demek Türkiye’nin bu hali imiş. Ne kadar şaşırdıydık 363 milletvekiline. Ama sen muhalefetten korkma. Ben herkesi kontrol altına alırım.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Sayın Başbakan, ben artık herkesin ipin ucunu kaçırdığını düşünüyorum. Biz süreçten koptuk. Çankaya’da iplerin elimizden alınma ihtimali var.
BAŞBAKAN: Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı kontrol altında, merak etme.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Hımm...
BAŞBAKAN: Abdullah Bey, bu adamlarla müzakere yapılmaz. Bunların hepsi dansöz. Başla anlaşıyorsun, ayak itiraz ediyor. Bu AB yaratık gibi, muhatap kim ben karıştırmaya başladım.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Sayın Başbakanım, çok zor durumdayız. Schröder ve Chirac’la görüşmemizdeki söylediğimiz her sözü şimdi hemen alınacak tavizler gibi görüyorlar. Kamuoyu önünde çok zor duruma düşeceğiz. Darbe korkusunu fazla abarttık galiba. AB’yle sıkı fıkı olacağımıza TSK ile sıkı fıkı olsak hiç zarar görmezdik.
BAŞBAKAN: Abdullah, TSK’yı kontrol altına aldık. Onlar mangaya döndüler. AB’nin isteklerini yerine getirmek için önümüzde halktan başka engel yok. Halk engelini aşmak için onları aş, iş ve güvenlik derdine düşürmemiz yeterli. Türkiye’de bize kimse dur diyemez. Ama AB’yi anlamak mümkün değil. Gizli ve özel görüşme yapılamıyor. Ertesi gün adamlar çıkıp ne konuştuysak hemen talep haline getiriyorlar.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Ama bu her istediğimizi yapabileceğimiz anlamına gelmiyor.
BAŞBAKAN: Yapabiliriz. Cumhurbaşkanı her şeyden kopmuş durumda. TSK hiçbir sorumluluk almak istemiyor. Muhalefet yok. Her istediğimiz olur. Sorun AB’ye adım atabilmek.
DIŞİŞLERİ BAKANI: Fakat kamuoyu ve devleti hafife alamayız. AB, Türkiye’yi yok etmek ve Sevr’i dikte etmek istiyor.
………………………………………
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
…………………………………………….
ALTINCI ENSTANTANE:
Zira, bu dudak uçuklatan itirafların yapıldığı günlerde de Ankara kaynıyordu.
2004 yılının Aralık ayı, Başkent Ankara ve Brüksel için çok hareketliydi.
Çünkü önümüzde 17 Aralık tarihi vardı.
Türk kamuoyunda, estirilen meltem rüzgarı nedeniyle “AB’ye tam üyelik” için beklentiler maksimum seviyedeydi.
Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’yi, AB’ye kesin sokacağına inanan önemli bir kesim vardı.
İşte tam bu sırada diplomasi kulisleri, Erdoğan’ın Türkiye adına verdiği sözler nedeni ile alev alev yanıyordu.
Ankara’ya akın akın yabancı diplomat geliyordu.
İşte o sıcak günlerden birinde, AB Dönem Başkanı Hollanda Dışişleri Bakanı Bernard Bot ile Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bir araya geldiler.
Aralarında hayli elektrikli bir görüşme geçti.
Sebep yine Başbakan Erdoğan’ın, kapalı kapılar ardında verdiği gizli sözlerdi.
Elektrikli geçen o görüşmeden de, çarpıcı birkaç diyalog:
(…)
GÜL: Sayın Bakan, AB’nin 17 Aralık öncesi çıkışları Türk kamuoyunu çok rahatsız etti. Hükümetimiz çok zor durumda kaldı.
BOT: Sayın Bakan, hem Hollanda Başbakanı, Hem Chirac, hem Schröder sayın Erdoğan’a 17 Aralık’ta bir müzakere tarihinin verilebilmesi için Türkiye’nin Rum yönetimini Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak tanıması gerektiği, Kürtlere otonomi verilmesinin yasal güvence altına alınması, Fener Rum Patriği’nin Ekümenik olarak tanınması, Türkiye’nin önce batısının, yani İstanbul’un, Ege’nin ve Akdeniz’in bir kısmının, sonra da Orta Anadolu’nun AB’ye alınmasını, kademeli bir geçişi kabul etmesini, Kürdistan’ın da Türkiye’nin Federal yapısının bir parçası ama AB’nin dışında olmasını, Balat’ın, Kasımpaşa’nın, Beyoğlu ilçesinin ve Şişli ilçesinin bazı bölgelerini içine alan coğrafyada egemen bir Fener Rum Devleti’nin kurulmasını kabul etmesi gerektiği kendilerine anlatılmış. Sayın Erdoğan da müzakere sürecinde bu konuların realize edileceğini deklare etmiş. Yani sayın Erdoğan’ın kabul ettiği hususları şimdi yüksek sesle konuşuyoruz.
GÜL: İyi de sayın Bakan şimdi bunlar Türkiye’den istenirse kamuoyu hükümete cephe alır.
BOT: O zaman sayın Erdoğan AB ülkelerinin önde gelenlerine bu sözleri vermeyecekti. Bu şartlarda 17 Aralık’ta Türkiye’ye müzakere tarihi verilemez. 2005’in Aralık ayına kadar beklemeniz gerekir.
GÜL: Sayın Bakan gizli görüşmeleri bu şekilde açık taleplere dönüştürürseniz AB sürecine nokta koyma aşamasına geliriz. Sayın Başbakan’ın bu teminatları devlet adına vermesi zaten imkansız. Sayın Başbakan, söylediğiniz garantileri ancak partisinin hedefleri ve kararları olarak verebilir ki, bu bile AK Partinin bölünmesi anlamına gelir. Biz bunları partinin yetkili organlarında tartışmadık bile.
BOT: Bu sizin sorununuz. Sayın Erdoğan AB’ye açık çek verdiğini, her şeyi müzakere edebileceklerini, devletin tüm organlarının hükümete yetki verdiğini, Türkiye Cumhuriyeti adına tek yetkili olarak müzakere ettiğini hem Chirac’a hem de Schröder’e ifade etmişler.
GÜL: Sayın Bakan, Türk Anayasal Sistemi’nde iktidar, kurumlar arasında dağıtılmıştır. Türkiye’de de aynen Hollanda da olduğu gibi demokrasi vardır. Dolayısı ile sayın Erdoğan tek ve tam yetkili olarak atanamaz.
BOT: Biz AB olarak sayın Erdoğan’ın Alman ve Fransız liderlere verdiği sözler üzerinden müzakereyi takip ederiz.
GÜL: Ama AB de Kıbrıs’la ilgili hiçbir sözü tutmadı.
BOT: Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgaline prim veremeyiz.
GÜL: Türkiye bu şartlar altında AB sürecini terk eder. Sayın Erdoğan dahi bu süreci devam ettiremez.
BOT: AB için Türkiye vazgeçilmez değil. Karar size ait. AB olarak biz de müzakereleri askıya alabiliriz.
GÜL: Türkiye AB’yi vazgeçilmez olarak görmüyor zaten. Biz bu bölgede yeni atmosfer oluştururuz.
BOT: O zaman Türkiye’ye iyi çalışmalar dileriz.
………………………………………
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
…………………………………………….
YEDİNCİ ENSTANTANE:
“17 Aralık” tarihi öncesinde, AB’li bürokratlarla yapılan başka görüşmeler de var.
AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen ile Başbakan Erdoğan arasında geçen görüşme de böyle bir görüşme.
Türkiye’nin, AKP iktidarı süresinde, nasıl yönetildiğine örnek teşkil etmesi açısından, tarihe not düşmek adına, bu kritik diyalogları aynen aktarıyorum:
ERDOĞAN: Selamlar...
VERHEUGEN: Selamlar, hoşgeldiniz sayın Başbakan.
ERDOĞAN Selamlar, teşekkür ederim sayın Verheugen.
VERHEUGEN: Kurye ile ilettiğiniz mesajları aldım. İşbirliğinden memnun kaldığınızı tahmin ediyorum.
ERDOĞAN: Kesinlikle. Teşekkür ediyorum. Bizi iç kamuoyunda rahatlattınız. Operasyonumuzu kusursuz yaptık. Ayrıca ekonomik anlamda da rahatladık. Zannediyorum siz de sonuçtan memnunsunuz.
VERHEUGEN: Ben ve background çok mutluyuz.
ERDOĞAN: Mükemmel bir senaryo idi. Arka planı bilinse her iki taraf da vaziyeti toparlayamazdı.
VERHEUGEN: AB’nin buradan gönderdiği mesajları ve sizin çıkışınızı nasıl da siyasal taktikteki başarı olarak yansıttılar. Ekibinizi kutluyorum. Herkesi hipnotize ettiniz.
ERDOĞAN: Aslında bir ara çok korktuk. Medya kontrolden çıkabilecek kadar uçlara gitmişti.
VERHEUGEN: AB taraftarı gibi görünen bir hayli entelektüel var. Son yapay krizde gerçek renkleri belli oldu. Sizin için tehlikeli bir siyasal zemin var. Entelektüelleriniz daha çok ABD yanlısı. Medya da görünürde destek veriyor. AB’ye yönelik çıkışınız kamuoyu, medya, devlet ve uluslararası destek açısından dehşet dengesinde olduğunuzu ortaya koydu demiştim. Bu arka plan 17 Aralık’ta işinizi çok zorlaştıracaktır.
ERDOĞAN: AB sürecini tam anlamıyla kontrol altında tuttuğumuzu söylemek mümkün değil. Sanıyorum sizin için de aynı husus geçerli.
VERHEUGEN: Hımm...
ERDOĞAN: Kamuoyu, özellikle halk AB’den tarih alacağımızdan emin görünüyor. Fakat biz hükümet olarak tersi bir durumun olabileceğini fazla vurgulayamıyoruz. İlerleme raporu olumlu ya da olumluya yakın çıksa elimiz güçlenecek. Benim size gönderdiğim kurye raporun olumsuz çıkacağında ısrarlı.
VERHEUGEN: Benim de kontrol edemediğim süreçler ve odaklar söz konusu. Benim pozisyonumu da bilmeniz lazım. Sonuçta ben burada söyleneni yapıyorum. Ancak ne siz ne ben çok açık sözlü olabilme şansına sahibiz. Limitler sınırlı. Ben ‘çok açık evet’ ve ‘çok açık hayır’ anlamına gelmeyecek diplomatik bir dil kullanmakla görevlendirildim.
ERDOĞAN: Peki ‘zina krizi’ ile bizim bu süreci yöneten organizasyonlara hazine borçlanması üzerinden aktardığımız kaynaklar ‘evet’ ibaresinin ağırlığını artıracak kadar tatmin edici olmadı mı?
VERHEUGEN: Sayın Başbakan, bu tür kaynaklarla sınırlı sayıda odağı kısa süreli susturabilirsiniz. İlerleme raporundan sonra daha derin krizler yaratılabilirse o zaman elde edilecek kaynaklarla çok fazla odağı etkileyebiliriz. Bu durumda Türkiye için daha pozitif bir resim oluşur.
ERDOĞAN: Sayın Verheugen, bu süreçleri kontrol edemezsek kaynak yaratalım derken sayın Yılmaz gibi kendimizi Meclis dışında bulabiliriz. AB’ye alınmanın ne kadar güç olduğunu hatta imkansız olduğunu sık sık vurguladınız. İmkansız bir amaç için yapacağımız zorlamalar sizi etkilemez ama ben de sayın Yılmaz gibi Yüce Divan’a kadar gidebilirim.
VERHEUGEN: Bu süreci ülkeniz açısından değil de kendiniz ve siyaset dışı ekibiniz açısından değerlendirmenizi tavsiye ederim. Böyle yaparsanız ülkeniz zarar görebilir ama sizler çok kazançlı çıkarsınız. Muhtemelen ABD son anda AB sürecini askıya alacak perde arkası ajitasyonlar yapabilir. Kaldı ki bunu ABD yapmasa bile AB’nin içinden Türkiye’yi istemeyen unsurlar bir anda süreci iptal edebilirler.
ERDOĞAN: Sayın Verheugen, bizim zamana ihtiyacımız var. Ben bunu Schröder’e söyledim. Yine söyleyeceğim. Almanya ve Fransa bize ‘evet’ deseler bile birliğin içindeki dengeler, demografik ve politik projeksiyonların önümüzdeki en büyük engel olduğunu siz söylemiştiniz. Şimdi halka karşı bir söylem mühendisliği yani yeni bir AB süreci dili oluşturmamız gerekecek. Bize bu konuda yardımcı olur musunuz?
VERHEUGEN: Kıbrıs’ta olduğu gibi bir yöntemden bahsediyorsanız bunun için bizimle değil, Ankara’daki gizli danışmanımızla görüşmeniz gerek. Kıbrıs’ta her şeyi 1974 yılındaki başlangıç noktasına döndürdünüz. Ve kamuoyu bunu anlamadı. Kıbrıs’ta hiçbir ilerleme kaydetmediğinizi yarın ifşa edenler çıkabilir.
ERDOĞAN: Sayın Verheugen, bu ifşanın zararlarını çift taraflı çekeriz. Ben ‘zina’ krizinde olduğu gibi karşılıklı işbirliğinin devamını istiyorum. AB süreci çıkmaza girse bile sürecin devam ettiğini uluslararası kamuoyuna inandırabilirsek biz kendimizi kurtarmış oluruz.
VERHEUGEN: Sayın Başbakan, bu konuyu sizin gizli danışmanınız (Alon Liel) ve onun perde arkası (A Takımı) ile konuşsak daha iyi olur. Bu sürecin yönetiminde anlaşırsak AB hususunda da başa dönüşü bir kazanım olarak kamuoyunuza ve uluslararası çevrelere deklare edebilirsiniz. Ama dediğim gibi perde arkanızla konuşmak daha rasyonel olacak.
ERDOĞAN: O halde şimdi medyanın karşısına krizi aştığımızı TCK’da gerekli düzenlemeleri yapıp kanunu TBMM’den geçirebileceğimizi açıklayabiliriz değil mi?
VERHEUGEN: Sizin gizli danışmanınızla mutabık kalalım önce. Siz bir arayıp görüşmeyle ilgili bilgi verirseniz biz basın toplantısını yaparız.
ERDOĞAN: Sizinle bu konuda işbirliğimiz devam edecek. Şimdi ben Türkiye’de ayağa kalkan çevreleri yatıştırmak zorundayım. Çünkü onlar zina krizinin yapay olduğunu bilmiyorlar. Siz, gizli danışmanımla özel olarak bir araya gelirsiniz.
VERHEUGEN: Onunla değil. Onun organizasyonu (A Takımı) ile.
ERDOĞAN: Tamam Sayın Verheugen, bu görüşme gerçekleşecek. Biz basın toplantısı yapıp krizin sona erdiğini açıklayalım.
VERHEUGEN: Türkiye’yi anlamak gerçekten zor. Sizlerin diplomasinizi senaryolara yönelik çalıştırmanız enteresan.
ERDOĞAN: Anlıyorum.
VERHEUGEN: Basın toplantısına geçebiliriz.
………………………………………
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
RAP… RAP… RAP… RAP… RAP…
…………………………………………….
Ve…
Son olarak…
Ünlü Türk Hakanı Sultan Alpaslan, 27 bin askeriyle Bizans topraklarına doğru ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri, tıknefes vaziyette huzura çıkar ve şöyle der:
“Ulu Hakanım, 300 bin kişilik düşman ordusu, bize doğru yaklaşıyor!”
Alpaslan, duyduğu bu sözlere, umursamaz bir tavırla karşılık verir:
“Ne var ki bunda, biz de onlara yaklaşıyoruz!”
O savaşın neticesi, dünya tarihinin kayıtlı olduğu kitaplarda yazılı duruyor.
Onun için burada tekrarlamaya gerek görmüyorum.
Çapından büyük laflar eden aşiret reislerine ve o aşiret reisinin önünde diz çöken fanilere, önemle hatırlatırım.
Sevgiler
Hayrullah Mahmud ÖZGÜR, 1 Nisan 2011