"Ya AKP Ya PKK" Diyerek Bizi Tehdit Ediyorlar Ve Anadolu'da Bir İsyana Kapı Aralıyorlar

Emekli Jandarma Albay - Yazar

"Ya AKP Ya PKK" Diyerek Bizi Tehdit Ediyorlar Ve Anadolu'da Bir İsyana Kapı Aralıyorlar

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Tem 26, 2011 13:18

"Ya AKP Ya PKK" Diyerek Bizi Tehdit Ediyorlar Ve Anadolu'da Bir İsyana Kapı Aralıyorlar

PKK kaynaklı ilk isyan girişimi 1992'de yapılmıştır, biz canlı tanığıyız…

Aradan yıllar geçmiş, gereken tedbirler alınmadığı için, Türkiye Cumhuriyeti ikinci ve son isyan girişimi ile karşı karşıya kalmıştır. Ancak bu son isyan hazırlıkları, son iki yüz yılda Anadolu’da çıkarılmış olan isyanlara benzememektedir, bu kez hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, daha ağırdır, sonuçları da o denli ağır olacaktır.

Anadolu’da bir ateş yakılmıştır, ya bu ateş herkesi yakacaktır ya da geç kalınmadan söndürülüp küle dönüştürülecektir, karar sizindir…

Yıl 1992 ve düğmeye basıldı…


21 Mart Nevruz öncesi, özellikle Cizre, Silopi, Şırnak, Nusaybin gibi yerler başta olmak üzere, binlerce silah şehirlere ve köylere sokularak işbirlikçilerin eline tutuşturuldu. 20 Mart’ı 21’e bağlayan gece, çoğu askeri karakol ve kışlaya, polis karakollarına, devlet binalarına, devlet memurlarının evlerine olmak üzere yüz binlerce mermi atıldı. Bunun ismi de, ’Nevruz şenliklerine hazırlık’ oldu. Hatta şenlikler birçok yerde havan topu ve roketatarlarla yapıldı. Mermilerin çoğu kamu güvenliğini, genel asayişi sağlamakla görevli güçlerin bulunduğu binalara ve lojmanlara yönelmişti. Bir başka deyimle, birçok yerde bu ‘masum Nevruz şenlikleri’ PKK’nın, halkı siper ederek yaptığı, topyekûn bir saldırıya dönüşmüştü [1] .

Çatışmalar yer yer ve günlerce sürdü ama alınan güvenlik önlemleri ve halkın sağduyusu ile bu yerel çatışmalar, genel bir kalkışmaya dönüşemedi. Öcalan’ın bu girişimi sonuçsuz kaldı. Halk isyanını gerçekleştiremeyen Öcalan, 92 Ağustos’unda, bu kez hudut karakollarına yöneldi. Botan-Behdinan sözde savaş hükümetini kurabilmek için, adeta çılgınca denilecek bir cüretle, karakollara saldırmaya başladı. Saldırıların merkez üssü Şemdinli’ydi. Bu amaçla teröristler, 1991 yılının bahar aylarıyla birlikte, Şemdinli bölgesi hudut içinde Çarçella ve Balkayalar(Julia Dağı)’da, hudut dışında ise Hakurk, Basyan, Zagros ve Jerma’da çeşitli saldırı üsleri teşkil etmişlerdi.

1992 yılının Ağustos ayı itibariyle, yaklaşık beş bin kişilik bir terörist grubuyla Şemdinli kuşatılmıştı. Amaçları; hudut karakollarını ve Şemdinli’yi kısa süreli de olsa ele geçirmek ve sözde savaş hükümetini ilan etmekti. Bir ay içinde imha amaçlı üç büyük karakol baskını yaşandı, önce Alan(Helena), ardından Aktütün(Bezele) ve nihayetinde Derecik(Rubaruk) karakollarına baskın tarzında eylemler yapıldı. Çıkan çatışmalarda 74 asker şehit düştü. Saldırıları ‘Ferhat kod’ Osman Öcalan yönetiyordu. O tarihte Hakurk genel alan sorumlusuydu. Bununla birlikte, halkın desteği ile Mehmetçik örgüte ağır bir darbe vurdu. Bu darbe, terör örgütünün özeleştirilerine de yansıdı, “Savaş ve Ordu Klavuzu” adlı örgütsel yayında yer aldı;

“Özellikle askeri açıdan hangi mantıkla yapıldığı bile kolay kolay izah bulmayan ve erken iktidar hastalığının örneklerinden olan Rubaruk (Şemdinli-Derecik), Helena (Şemdinli-Alan), Bezele (Şemdinli-Aktütün) eylemleri, âdeta çılgınca diyebileceğimiz girişimler olarak, kaldıramayacağımız kayıplarla sonuçlanmıştır. Bu dönemde doğru temellerle yapılmayan ve bir anlamda kariyer hırsından kaynaklanan bir yarış, taktiğe hayat bulduracağına, aşama yaptıracağına, taktiği tamamen tanınmaz ve işlemez hale getirmiştir.’’

Bu girişimi de sonuçsuz kalan Öcalan, halk ayaklanması (Serhildan) düşüncesini geçici olarak askıya aldı. Buna karşılık, bir yanda silahlı güçlerini elde tutarken, öte yanda, ‘Türkiyelilik, demokratik ve kültürel haklar, ana dilde eğitim gibi’, masum demokratik istekler görüntüsü altında, terörü siyasi alana taşımaya başladı.

Aradan bir yıl geçti. Uğur Mumcu ve Cem Ersever 1993’te öldürüldü. Her ikisinin de cinayeti faili meçhul kaldı, katiller bir türlü bulunamadı. 1999’da Öcalan Türkiye’ye, bir ABD-İsrail operasyonuyla teslim edildi. 2002’de Türkiye’de siyaset değişti ve AKP tek başına iktidar oldu. Teröre siyasi çözüm adı altında, Öcalan’ın nerdeyse tüm istekleri yerine getirildi ama bir şey hariç, o da, Öcalan ve ekibi devlet yönetimine bir türlü getirilemedi...

Şimdi yıl 2011...

Öcalan İmralı’da yatıyor, ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış bir hükümlü.
Silahlı güçleri yine ayakta. Ardına aldığı küresel güçler, ABD-AB-İsrail yine desteğinde. Geçici olarak topraklarını kullandığı Barzani ve Talabani, yine yol arkadaşı. Siyasi kanadı HEP, DEP kılık değiştirdi, şimdi adı BDP oldu, yine TBMM’nde. Sözde ‘savaş hükümeti’ kurmak ve ‘Serhildan’ dedikleri halk isyanını çıkarmak düşüncesi, yine akılda.

Belki de Öcalan, 90’lı yılların bir adım ötesine geçti, siyasi hedefine ulaşmak için daha fazla yol katetti ve önceden planladığı ve ‘KCK’ adıyla bilinen ‘halk Meclisi’ni Doğu’da kurdu, yargılanıyor olmasına bakmayın, harıl harıl çalışıyor. O yıllardan geriye, gerçekleştirilemeyen bir tek isyan kaldı yani ‘Serhildan’. PKK siyaseti şimdi halk ayaklanması çıkarmak için uğraşıyor, ülkeyi yöneten AKP siyaseti de dolaylı olarak buna destek veriyor.

Amaçları; isyan çıkararak bir yandan devleti çözümsüzlüğe itmek, öte yandan, Irak’taki silahlı güçlerini Türkiye’ye getirerek isyanı genişletip, böylece ‘Devlet’i dize getirmek, ardından İmralı’yı hapisten kurtarmak ve derken, Doğu’da yönetimin başına geçerek Barzani Kürt devleti ile önce federasyon, ardından ‘Büyük Kürdistan’ı kurmak…

Bu çerçeveden bakıldığında küresel ‘Kürdistan Projesi’nin iki siyasetinin ortaya çıkmış olduğu görülmektedir; silahsız siyaset AKP, silahlı siyaset PKK… Bugün, görünürdeki AKP-PKK çatışmasının ardında da bu iki siyasetin çelişkisi yatmaktadır. AKP, PKK’ya artık gerek kalmadığını, onun siyasi misyonunu kendisinin üstlendiğini söylerken, PKK da, bu siyasi projenin asıl sahibinin kendisi olduğunu söyleyerek, sahipsiz gibi görünen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden pay istemektedir. Kısacası bu bir güç kavgasıdır…

AKP siyaseti bir yana, Türkiye’de PKK’nın başı çektiği bir halk isyanı yani teröristlerin ifadesiyle ‘serhildan’ yapılabilir mi? Böylesi bir isyana, dini ve etnik temelde kimler destek verebilir? İsyan nerede başlar, nerede biter? Sonuç ne olur? Tarihimize bir göz atalım…

1514
yılında, Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in karşı karşıya geldiği Çaldıran savaşında, Doğu’daki Kürt aşiretleri Osmanlı’nın yanında yer aldı. Türkmenlere karşı savaştılar. Ardından İdris-i Bitlis-i çıktı, görüşmeler yapıldı ve Sultan Yavuz Selim’in fermanıyla, Doğu’da Kürt derebeylikleri kuruldu. Zaman içerisinde, Cizreli Botan Emiri Halid-i Nakşî Kürt Bedirhan Bey bu derebeylerin en güçlüsü oldu. Tanzimatla birlikte derebeylikler ortadan kaldırmaya başlayınca, Osmanlı’ya ilk isyan eden de bu derebeyi oldu, Cizira Botanlı Bedirhani Bey, yıl 1839. Önce kendine isyan eden Hıristiyan topluluk Nesturileri ağır bir şekilde cezalandırdı, ama ardından da Osmanlı’ya başkaldırdı. Sonu değişmedi, Tepedelenli Ali Paşa’ya yapıldığı gibi, Osmanlı tarafından tepelendi.

Sonra Mevlana Halid-i Bağdadi ortaya çıktı ve Nakşibendîliğin Halidiye kolunu hem Irak’ta, hem İran’da, hem de Anadolu’da yaymaya başladı, derebeylikler ortadan kalktı, yerini bu şeyhler, şıhlar ve seyitler aldı. Halid-i Bağdadi’nin en büyük halifesi Şemdinli’den Nakşî Kürt Şeyhi Seyit Taha idi. Seyit Taha, sessizce, bölgede yaşayan halkımızı örgütledi ve etrafında topladı. 93 harbinde Osmanlı çatırdamaya başlayınca, bu kez, Kürt devleti kurmak isteyen Seyit Taha oğlu Şeyh Ubeydullah ortaya çıktı. Onunla ikinci Nakşî- Kürt isyanı tarih sayfalarımıza yazıldı. Şeyh Übeydullah-ı Nehri Osmanlı’ya isyan etti, yıl 1880. 19. yüzyıldaki Kürt isyanları içerisinde, belki de, en fazla tartışılan bu isyan oldu. Hatta bunun isyan mı, yoksa Osmanlı Sultanı ile anlaşmalı, çok planlı bir siyasi hareket mi olduğu bugüne kadar tam olarak aydınlatılamadı. Bazı araştırmacılara göre Şeyh’in isyanı, Kürt milliyetçiliğinin ortaya çıkışıdır. Bazıları ise bu görüşe tamamen karşı çıkar [2] . Ama asıl özelliği, Osmanlı tarihinde, dini bir lider tarafından başlatılmış ilk Nakşî-Kürt isyanı oluşudur.

Şeyh Ubeydullah isyanından Birinci Dünya Harbi’ne(1914) kadar geçen sürede, Anadolu’da yaşayan Hıristiyan toplulukların, Kürt Derebeylerinin ve şeyh gibi, seyit gibi Nakşî- Kürt dini otoritelerinin içten içe kendi hesaplarını yaptıkları bir süreç yaşanır. Bu hesapların dayandığı temel ise Osmanlı’dır; Osmanlı bu süreçte güç ve otoritesini koruyabilecek midir yoksa dağılıp tarih sahnesinden silinip gidecek midir? Güç ve otoritesini korursa mesele yoktur ama ya dağılırsa?

Belki bir yüzyıl bu soruya cevap aramakla geçmiştir,
hem Hıristiyan toplulukları açısından, hem de Kürtçülüğü öne alıp bir Kürt devleti kurmayı hayal eden Kürt derebeyleri ile Nakşi-Kürt şeyhleri açısından. Bu konuda asıl belirleyici Birinci Dünya Savaşı olur. Savaşın doğu cephesinde önce Nesturiler ve Ermeniler, ayrı bir devlet kurmak düşüncesiyle Rusların yanında, güney cephesinde ise, Mekke Şerifi Hüseyin İngilizlerin yanında yer alır ve Osmanlı’ya karşı savaşır, ardından da feodal güçler…

Bugüne kadar ki okuduğumuz tarihte bu isyanlar, ‘Cumhuriyet’e karşı çıkarılmış isyanlar’ ya da ‘Kürt İsyanları’ temelinde ele alınmıştır. Bu temel, ne yazık ki, tarihten ders çıkarmamız için yeterli olmamıştır. Olmadığı içindir ki bugün Türkiye’nin temiz aydınları PKK terör örgütünün siyasi hedefini ve gücünü değerlendirmekte zorlanmaktadır. Hâlbuki 1839 Bedirhan Bey isyanı, ilk önemli ‘KÜRT AĞA’ isyanıdır. 1880 Şeyh Ubeydullah isyanı ise ilk önemli KÜRT NAKŞÎ isyanıdır.

Bundan sonra, 1908’te, ortaya çıkan Kürt Teavün ve Terrakki Cemiyeti’ni kuranlar ise bu isyanların elebaşılarının çocuklarıdır; Bedirhan Bey oğlu Emin Ali Bedirhan ile Şeyh Ubeydullah oğlu Seyit Abdulkadir. Böylece Osmanlı tarihinde ilk kez, bir Kürt devleti kurmak için Kürt-Ağa’larla Kürt Nakşî’ler birleşmiştir. 1920 Koçgiri isyanı, 1924 Nesturi isyanı ve 1925 Şeyh Said isyanı bu çerçevede değerlendirildiğinde, bu sonuca kolayca ulaşmak mümkündür.

Bu isyanların çıkarıldığı dönem, tarih ve yer ile çıkaran kişiler itibariyle de değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Birinci Dünya Harbi öncesi ve sırasında çıkarılmış olan isyanlar, küresel güçlerin desteğinde, ayrı bir devlet, tampon bir devlet kurmak ya da kurdurmak için ya Hıristiyan topluluklar tarafından, Ermeni, Rum, Nesturi gibi ya da Müslüman derebeyleri ve Şeyhler-Seyitler tarafından, birbiriyle ilgili ancak güç birliği yapılmadan çıkarılmış isyanlardır. Ama birinci Meşrutiyet’e(1908) gelince durum çok farklı bir yapıya dönüşür.

Bundan sonraki ‘Kürtçülük ve Nakşî Kürt’ üzerinden yapılan isyanlar, derebeyleri ile Nakşî şeyhlerin güç birliği yaparak, gerek Osmanlı’ya gerekse Mustafa Kemal Cumhuriyeti’ne karşı çıkardıkları isyanlar olarak karşımıza çıkmıştır. Kiminde bağımsız Kürt devleti kurmak vardır, kiminde ise Nakşî Kürt din devleti kurmak vardır ama bu kez, geçmişten farklı olarak, aralarında güç birliği sağlanmıştır.

Ve bu amaçla ilk örgütlenme 1908’de yapılmıştır. Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti kurulur. Bu cemiyette iki ünlü isim yer alır; biri, derebeyi Bedirhan Bey oğlu Emin Ali Bedirhan, diğeri ise Kürt Halid-i Nakşî Şeyhi Ubeydullah’ın oğlu Kürt Halid-i Nakşî Seyit’i Abdulkadir. Aynı ekip, 1918’te Kürt Teali Cemiyeti’ni kurar ve yine aynı ekip, Cumhuriyet tarihimizde ilk ‘Nakşî- Kürt- Derebeyi’ isyanını, 1921’de, çıkarır. 1921 Koçgiri isyanın elebaşısı Kürt Teali Cemiyeti’nin kurucusu Seyyid Abdulkadir’dir. Seyyid Abdulkadir, Türk Ordusu İnönü’de Yunan güçleriyle savaşırken, 1921 yılında Koçgiri’de, devlete karşı isyan başlatmış olan bir kişidir. İsyanda başı çeken Nakşî Kürt şeyhleri ve ağalardır. 1908’de yaptıkları güç birliğinin, ilk kez, eyleme dönüştürüldüğü ilk isyandır...

1921’de başarılı olmayınca, bu kez, İngilizlerle işbirliğine giderek ve Anadolu’daki Hıristiyan unsurları da yanlarına alarak, ‘Müslüman Nakşî Kürt- Hıristiyan Nesturi’ şekilinde güç birliği yaparak yeniden isyana kalkışmışlardır. Nehri (Bağlar) köyünde bulunan jandarma taburu, Nakşî Kürt Şeyh ve Ağaların yönetiminde Hıristiyan Nesturiler’in, 19 Haziran 1924’te, saldırısına uğramış, tabur komutanı katledilmiştir. İsyana, Nehri(Bağlar) köyünde bulunan Nasturiler ve Nakşî Kürtlerin de bir kısmı katılmıştır. Bu güçler Nehri’den çıkarak, Eylül ayında Şemdinli-Bembo vadisine gelmiş ve Yüzbaşı Hilmi Bey ile askerlerini kuşatmaya almıştır. Şapatan ve Gerdi bölükleri ele geçirilmiş, Yüzbaşı Hilmi Bey ve halkın desteği ile isyancılar püskürtülmüştür.

Bu isyanı, 1925’te Şeyh Sait isyanı izlemiştir. Bu da bir Nakşî- Kürt- Ağa- Şeyh isyanı olarak tarihe geçmiştir. Hepsinin tek ortak özelliği vardır, o da, bu isyanların hiç birinde halk desteği yoktur, masum halk ağaların, şeyhlerin, şıhların peşinden sürüklenip gitmiştir. Ama bugün Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı durum farklıdır. Nasıl mı? Anlatalım…

PKK, geçmişte çıkarılmış olan isyanların, küresel siyaset temelinde, bir devamıdır. Geçmişteki isyanlarda halk desteği yoktur, halk isyanın bir figürü olarak kullanılmıştır, doğrudur. Bugüne kadar süregelen PKK cinayetlerinin ardında da halk desteği yoktur, halkımız PKK’ya destek vermemiştir, bu da doğrudur ama ya şimdi?

PKK’ya katılanlar, genel olarak, ağa çocuğu değildir, şeyh-şıh çocuğu da değildir, yoksul, eğitimsiz, cahil halk çocuğudur. Ancak PKK’yı yönetenler içinde ağa çocuğu da vardır, şeyh şıh çocuğu da. Hakkârili ağa Zeydan’ın oğlu, PKK’nın üst düzey yöneticilerinden biridir. Mardinli ağa Ahmet Türk, PKK’nın siyasi kanadında önemli bir isimdir. 32 yıldır süregelen terör olayları sonucunda, halk PKK’ya destek vermemiştir ama PKK’nın eline silah verip cinayetlere ortak ettiği kişiler halk çocuğu olduğu için, PKK ile halk arasında, istemeden de olsa, bir bağ kurulmuştur. Şimdiye kadar yok olması gereken bu örgüt, siyasetin ve emperyalistlerin desteği ile yok olmayıp aksine yıllar içinde güç kazanmaya başlayınca, halk ile PKK arasındaki bu bağ da gittikçe güç kazanmıştır.

Bir de buna, terör yüzünden mağdur olan ama sorunları çözülmeyen mağdur halk kitlesini ilave ettiğinizde, PKK’nın, geçmişe oranla çok önemli bir halk desteği elde ettiğini söylemek mümkündür. Bunun üstüne de Habur olayını koyarsanız, örgüt 30 yılda elde edemediği geniş halk desteğini, ne yazık ki, Habur olayı ile elde etmiş ve halkın sözcüsü, temsilcisi durumuna getirilmiştir. Bu ne demektir, biliyor musunuz? PKK terör örgütü, artık halkın bir örgütü haline getirilmiş demektir. Peki, buna kim yol açmıştır? AKP siyaseti. Habur olayı gerçekleşmeseydi, PKK bu gücü kazanmış olmayacaktı, olay bu denli açık ve nettir.

AKP siyasetini iktidar yapan kimdir? Türk-Kürt Nakşibendî Gülen cemaati.


Bu cemaatin hem doğuda hem batıda önemli bir halk tabanı bulunmaktadır. Bu halk siyasetin çok ötesindedir ama dini inançları nedeniyle AKP’yi güç yapan da bu halk tabanıdır. Türk-Kürt Nakşibendî kardeşlerimizin, dinsel inançları temelinde güç yaptığı AKP siyaseti, şimdi PKK’ya güç kazandırmaktadır. Üstelik AKP siyasetinin ardında küresel güçlerin(ABD-AB-İsrail) desteği de vardır. Bu resimde eksik olan tek parça kalmıştır, o da, geçmişteki isyanların elebaşısı olan ağalar, beyler, şeyhler, şıhlar, seyitler ve mirler, PKK’nın neresindedir?

Bunlar ikiye ayrılmış durumdadır;
bir kısmı PKK’ya doğrudan destek vermekte ve siyasi kanadında açıkça yer almaktadır. Diğer bir kısmı, AKP siyasetine destek vermekte, geri kalanı da gelişmeleri uzaktan seyretmektedir, yani sessiz kalmaktadır. Önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak gelişmeler, PKK’nın devlete karşı güç kazandığını işaretleyecek olursa, bu unsurlar da PKK siyaseti ile birleşme yoluna gidecektir. Eğer bu da gerçekleşecek olursa, işte o zaman, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin karşısına ağalar, beyler, mirler, seyitler, şehler ve şıhlar, hep birlikte güç birliği yaparak çıkacaktır. Hedefleri, küresel proje olan Kürdistan’ı kurmak olacaktır yani ayrı bir devlet kurmak!

Böylece Devlet, üniter ve laik olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hem Osmanlı tarihinde, hem de Cumhuriyet tarihinde ilk kez, sonuçları belki de kaldırılamayacak kadar çok ağır olacak, bir halk isyanı ile karşı karşıya kalacaktır.
Çünkü bu isyan, bu kez, ‘Ağa-Bey-Şeyh-Şıh-Seyit’ yönetiminde, yine küresel güçlerin desteğinde ama bu kez, halkın büyük bir çoğunluğunun da peşinden sürükleneceği, ağır bir toplumsal olay olarak karşımıza çıkacaktır. Bu bir felaket senaryosudur. Ancak bu senaryonun hayata geçirilmeye başlandığını gösterir işaretler vardır, hem de ciddi işaretler, bunu görmezden kimse gelemez.

2010’da, Öcalan, Gülen cemaati ile ittifak kurabileceğini söylerken, siyasi sözcüsü Hasip Kaplan, ‘başkaldırının başladığını’ duyurmuştur. Ardından Öcalan ise ‘korkunç bir savaşın’ başlayabileceğinin işaretini, yattığı İmralı’dan vermiştir. ABD, Gülen cemaatine verdiği desteği açıkça ilan etmiştir. Peki, şimdi ne olacaktır?

Türkiye’nin mevcut siyaseti ile bu ateş söndürülüp küle dönüştürülecek mi yoksa bu siyasetin de desteğiyle daha da güçlenerek, herkesi yakacak mıdır?


Şu ana kadar anlatılanlar, gezip dolaştığınız yerlerde gördükleriniz ve yaşadıklarınız, size en başta sorduğumuz; ‘Türkiye’nin mevcut siyaseti ile bu ateş söndürülüp küle dönüştürülecek mi yoksa mevcut siyasetin de desteğiyle, bu ateş daha da güçlenerek herkesi yakacak mı?’ sorusunun cevabı artık sizdedir…

ERDAL SARIZEYBEK, ÇARÇELLA, Anadolu’da Ateşle Oynamak, sayfa 393-408…


______________________________________
 [1]  Ersever, Üçgendeki Tezgah, s.163.
 [2]  Kürt Sorunu, araştırma, s.94, Altan Tan, Timaş Yayınları, 2010.


Erdal SARIZEYBEK, 25 Temmuz 2011
erdalsarizeybek@gmail.com
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Erdal SARIZEYBEK

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x