
Orta Doğu’da işler beklendiği gibi gitmeyince Sultan hazretlerinin tadı iyice kaçtı. ‘Dünya liderliği’nden ‘BOP Eş Başkanlığı’na uzanan çizgide içi boş hayaller ile hoş vakitler geçirildi; içeride ve dışarıda bir hayli caka satıldı. Ama nihayet ‘deniz’ bitti işte. Hazret nihayet birinci ağızdan itiraf etti:
- “BOP ölü doğdu, düşük yaptı. Daha başından akamete uğradı.” Doğu toplumlarında ne yazık ki ‘efsaneler’, ‘rivayetler’, ‘tevatürler’, gerçeklerden çok daha fazla ilgi toplar. Zaten o yüzden değil mi ki gösterilen ‘serabı’ gerçek sanıp peşine düşenler gün geçtikçe çoğaldı, kabına sığmaz bir hal aldı.
‘Ne tür bir uçuruma sürüklendiklerinden haberleri dahi olmayan yığınlar, adeta Hasan Sabbah’ın afyonlanmış müritleri gibi alkış tutmaya devam ettiler.
- “Yaşa sultanım, var ol sultanım!”
Eğri oturup, doğru konuşmak gerekirse hazretin alıp da ‘altından kalkamadığı’ en önemli ihale olmuştur BOP.
Yoksa ‘taşeronluk’mahareti, cevvalliği çok iyi biliniyor.
“Bir koyup üç almak”, kendilerinden önceki ustaların da değişmez düsturuydu.
Fakat formül ‘dışarıya’ karşı tutmuyor, sadece ‘milli varlıklar’ elden çıkarılırken ‘bire-üç’ altın kuralı revaç buluyor.
***
Siz deyin ‘at pazarlığı’, biz diyelim ‘win-win’, hani ‘kazan-kazan’ dedikleri ayak oyunu da ikinci formül.
Önce bir yandaşa ‘milletin malı’ peşkeş çekiliyor, o da birkaç ay sonra aynı malı ‘beş on misli fiyatla’ elden çıkarıyor.
Yandaşın üstesinden gelemeyeceği işlerde ise ‘dışarıdan bir aracı’ bulunuyor. ‘Komisyon’ her şeyi çözebilen ‘sihirli değnek’ olup çıkıyor.
İçeride ‘çözülemeyecek’ şey, ‘vermenin’de sonu yok. Bakınız yıllardır, vere vere Hilal-i Ahmer’e döndü memleket.
Kimine ‘tapu’, kimine ‘dönüş’ vizesi, kimine ‘devlete sövme’ özgürlüğü, kimine ‘camileri kiliseye çevirme’ güvencesi.
Sürekli veriyor hazret; birilerine ‘şirin’ gözükecek, ‘sürekli iktidar’ hırsını tatmin edecek diye ne ‘kırmızı’çizgi kaldı ortada, ne ‘milli’ politika. Bir eşkıya artığının ayağına kadar gidip, “Hadi gel memlekete, bize de türkü söyle” diye yalvar yakar oluyorlar; adam suratlarına karşı postayı koyuyor:
- “Gelmek için icazet mi alacağım?”
***
Dış politikada ‘kazan-kazana’ sarılan hazretin, iç politikada formülü biraz farklı.
İçeride ‘kazı-kazan’ deneniyor. ‘Etnik bölücülüğü’ kazıyor, ‘mezhep ayrışmasını’ kazıyor, ‘inançlar’ üzerinden salvo atışları yapıyor. Tek başına bütün bunların altından kalkamayacağını bildiği için de yeniden ‘mankurtlardan’ medet ummaya başladı.
Öyle görülüyor ki, geniş çaplı bir ‘tırpan’ operasyonunun ardından ‘ülkücü’ eskisi, ‘solcu’ eskisi, ‘İslamcı’ eskisi, hepsinden birer tutam devşirip sandığa öyle gidecek.
Tutar mı? Tutar. Bir yığın kifayetsiz muhterisin kök saldığı bu topraklarda ‘arpanın ucunu’ gösterince bodoslama dalacak tiplerin sayısı az değil.
Ve tabii, ‘kendi konumunu’ da ‘başarılı bir örnek’ gibi sunuyor bu tür mankurtlara:
- “Bakın, biz Hoca’nın yanında kalsaydık ne bu makamlara ne de villalara, gemiciklere sahip olabilecektik. Ayrıldık, abad olduk. Hadi siz de buyurun.”
Oldukça cazip, asla reddedilemeyecek ve de ‘ihtirasları’ karşılayacak bir teklif bu.
Karşılığında yapılacak tek şey ‘gömleksiz’ gezinmek, ‘renksiz’ ve ‘boz-bulanık’ bir kişiliğe bürünmek.
Sultan hazretleri, dışarıda ‘balonu’ sönmüş olsa da içeride hâlâ kendisini ‘dev aynasında’görmeye devam ediyor.
Kabul etmek gerekir ki, kardeşler arasındaki ‘üleştirmeyi’ büyük bir ustalıkla ve ‘topunun sesini kesecek’ derecede iyi yapıyor.
The Özal dönemindeki ‘dört eğilim’ ucubesinden geriye kalanları bir sayın bakalım, ‘devlet ihalelerinden’köşe olmuş ‘sözde muhafazakarlardan’ başka ne göreceksiniz?
İsrafil K. KUMBASAR, 20 Ağustos 2013
israfilkumbasar@yenicaggazetesi.com.tr