
Türkiye’nin dış politikada bir dediğinin bir dediğini tutmadığı çelişkiler yumağına örnek isterseniz bu konudaki örnekler bir kitap konusu olacak kadar çok.
Çok önemli bir örnekle başlayalım:
Türkiye, darbe ile iktidarına son verilen Mursi’yi sonuna kadar savunacağını, arkasında olduğunu, Mısır’ın meşru Cumhurbaşkanı olduğunu her fırsatta söyledi mi?
Söyledi.
Kendi tabanını “Rabia” işareti yaptırarak sokaklara döktü mü?
Döktü.
Darbeci General Sisi’ye “Firavun” diye hakaret etti mi?
Etti.
Peki, bunların ardından Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bir kaç gün önce “Mısır’da yapılacak olan seçimle kim iktidara gelirse biz onu meşru hükümet olarak tanırız” dediğini kaçımız biliyor? Bu açıklamanın “Mursi’yi satmak anlamına geldiğini” biliyor musunuz?
Madem Sisi’nin silahları altından yapılacak bir seçimde iktidara gelecek olan hükümeti tanıyacaktınız neden “darbeye karşıyııız! Ey Mısır halkı! Sokağa dökülün, askere direnin, sandığa sahip çıkın” diye Mısır’ın içişlerine karıştınız? Mısır ordusu zaten en kısa zamanda seçimlerin yapılacağını, seçimle gelecek hükümetin yönetimi devralacağını söylüyordu.
AKP hükümeti bugün Mısır ordusu ile aynı çizgiye gelmedi mi?
Ne oldu o Rabia’lara, Firavunlara?!
Türkiye, ABD’nin fırçası üzerine “gecikmeli de olsa!” hizaya geldi ve Mısır’da bugüne kadar kullandığı bütün argümanları terk edeceği sinyalini verdi.
Benzer bir olayı Türkiye’nin Çin’den füze savunma sistemi almaya kalkışması konusunda yaşadık. AKP hükümetinin, NATO’ya bağlı bir ülke olarak NATO’nun düşman olarak tanımladığı bir ülkeden füze savunma sistemi almasının imkânsız olduğunu bile bile sırf “bakın, Suriye’de bizi yalnız bırakan ABD’ye meydan okuyorum” demek için giriştiği Çin blöfünden kısa zamanda çark edeceği belliydi. Zaten Çinli firmaya füze ihalesinin verilmesinin üzerinden bir ay bile geçmeden Türkiye “çark” etmeye başladı ve füze ihalesinin yeninden yapılacağını deklere etti.
Türkiye bir kez daha ABD’nin önünde eğildi.
Başbakanın son grup toplantısında Beşar Esad’ı kastederek “kendi halkını öldüren Şam’daki Yezid” ifadesini kullanmasını da aynı çizgide yorumlamak gerek.
Başbakan’ın ne dediği değil ne demediği önemli!
APO’ya neredeyse idam cezasını geri getirip asmayı düşünecek kadar öfkeli haykırışlarının ardından masaya çağırıp, pazarlığa başlayıp, Anayasa değişikliğini bile terörist başının taleplerine göre şekillendirecek bir süreci hep birlikte izledik.
Mısır’ın darbeci generaline “Firavun” diye küfredip, o Firavun’un yapacağı seçimi alkışlayarak Mursi’nin satıldığını daha sıcağı sıcağına yaşadık.
Beşar’a Yezid diye saldıran başbakan aslında çok yakında ABD’nin Suriye sorununu diplomatik olarak çözme kararlılığına teslim olduğunun işaretini veriyor.
Yezid diyorsa anlayın ki çok yakında “dostum” diyecek.
Küresel konjonktür bunu gerektiriyor.
Bizim kıvır kıvır kıvıran iktidarımızın bu konjonktüre direnme ihtimali de yok gücü de.
Ve son söz:
Başbakan “biz, Yezid’in tarafında olmadık” diyor.
Oysa eski danışmanı, AKP milletvekili Mehmet Metiner, “biz Yezid’in tarafındayız” diyor.
Sahi Başbakan mı doğru söylüyor, Metiner mi?
Bence Metiner.
Metiner aslında “AKP siyasetinin de tarafını” eski bir Başbakan danışmanı olarak itiraf ediyor.
Muharrem BAYRAKTAR, 6 Kasım 2013