
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, "Gerek Osmanlı İmparatorluğu ve gerek Cumhuriyet döneminde, Kürt kökenli vatandaşlarımıza devletçe sistematik asimilasyon politikası uygulanmamıştır" dedi.
Orgeneral Başbuğ, Harp Akademileri Komutanlığı Atatürk Harp Oyunu ve Kültür Merkezi'ndeki "Yıllık Değerlendirme Konuşması"nda değişik konulara
ilişkin açıklamalarda bulundu.
Prof. Dr. Metin Heper'in "etnik çatışmalar" konusunda daha önce ortaya konulan kuramsal modeline işaret eden Orgeneral Başbuğ, Heper'in bunu 3 safhada özetlediğin ifade etti.
Orgeneral Başbuğ, şöyle konuştu:
"Diyor ki, bu safhalar devletin belirli bazı etnik unsurlara zorla asimile etme çabasında olmalarıdır. İki, bu unsurların, bu çabaları direnmesi.
Üç, devletin, bu unsurların çabalarını bastırılması ve asimilasyon çabalarının çoğaltılması..
Bakalım Türkiye'de böyle bir olay olmuş mudur? Devlet, Cumhuriyetin ilk yıllarında meydana gelen isyanlar nedeniyle ağır ikincil kültürel kimliklerin üst ortak birinci kimliğin önüne geçmesi ihtimaline karşı elbette bazı tedbirler almıştır. Bu bir gerçektir.
Alınan tedbirleri bir asimilasyon politikası olarak değerlendiremeyiz. Bu tedbirler ulus devlet inşası sürecinde gerekli görülen birtakım uygulamalardır. Fakat bu yapılanmalarda homojen, etnik bir yapı inşa etmek amaçlanmamıştır. Örneğin cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan zorunlu iskan politikaları bazıları tarafından yanlış değerlendirilmektedir. Eğer devlet asimilasyon politikası uygulamış olsaydı... Ben de soruyorum 1928 yılında Meclisin çıkardığı bir yasa ile batıya göç ettirilen birçok kişinin, ki aralarında isyancı liderler de vardı geri dönmelerini izin verilmesi... Bunu nasıl izah edersiniz? Dönmediler mi? Bu uygulamalar sistematik asimilasyon amacı güden göç politikaları değildir. Tam tersine bu uygulamalar isyancı liderleri kapsayan dar kapsamlı kanun ile hukuki meşrutiyeti sağlamış ve göç ettirenleri ekonomik olarak mağdur etmeksizin de yerine getirilmiştir.
Ayrıca yine Prof. Dr. Metin Heper'in belirttiği gibi alınan 3 aşamalı etnik çalışma modeli Türkiye için geçerli olsaydı yani asimilasyon modeli...
Peki, o zaman 1938 yıllarına dönelim... 84 yıllarına gelelim, bölücü terör örgütünün isteklerinin başladığı yıldır. 1938 ile 84 yılları arasındaki
huzur ve barış ortamını nasıl izah edeceğiz? Asimilasyon oldu bitti mi? Veya 84'den sonra tekrar mı başladı. Bu da üzerinde çok düşünülmesi bir neden. Bu açıdan biz diyoruz ki bu model yani asimilasyon modeli Türkiye için geçerli değildir."
Orgeneral Başbuğ, "Gerek Osmanlı İmparatorluğu ve gerek Cumhuriyet döneminde, Kürt kökenli vatandaşlarımıza devletçe sistematik asimilasyon politikası uygulanmamıştır" dedi. Orgeneral Başbuğ, "Asimilasyon olmadığına göre şu soruyu sorabilirim? Asimilasyon olmadı ki... Farklı düşünceler olabilir. Cumhuriyet döneminde 38 yılına kadar olan doğu ve güneydoğuda meydana gelen isyanların nedeni neydi?" diye sordu.
Orgeneral Başbuğ, "TSK, Atatürk'ün bize emanet ettiği ulus devlet, üniter devlet yapısını korunmasında elbette taraftır, taraf olmaya devem edecektir. Bundan da kimsenin şüphesi olmasın" diye konuştu.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un konuşmasını, eski Genelkurmay Başkanlarından İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Yaşar Büyükanıtın yanı sıra 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ergin Saygun da izliyor.
İŞTE BAŞBUĞ'UN KONUŞMASI:
Bu toplantıya katılan büyük saygı duyduğum sayın komutanlarım, değerli silah arkadaşlarım değerli konuklar. Harp Akademilerimizin çok değerli komutan ve çalışanları ve basınımnızın çok değerli mensupları. Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyor, iyi günler diliyorum.
TSK'nın yarınlarına yön verecek olan liderlerinin yetiştiği güzide eğitim kurumlarımızadan biri olan Harp Akademilerimizde sizler hitap etmenin benim için ayrı bir mutluluk olduğunu belirtmek istiyorum. Bugün burada yapacağım konuşmamada güncel konulara fazla girmeden son yıllarada sık sık gündeme getirilen. Sivil asker ilişkileri başta olmak üzere başta terör terörle mücadele, demokrasi ve laiklik gibi konulara akademik bir pencereden bakmaya çalışacağım.
Güncel konulara ve bu konuşmada deyinemeyeceğim diğer konulara ilişkin görüşlerimi önümüzdeki hafta yapmayı planladığımbasın toplantısında özellikle basınımızızn değerli mensuparı ile paylaşmayı düşünüyorum. Değerli konuklar silah arkadaşlarım.
Sivil asker ilişkileri hemen hemen her ülkede üzerinde sıkça tartışılan her zaman güncelliğini koruyan ancak özü pek anlaşılamayan konuların başında gelmektedir. Soğuk savaş sonrası dönemede demokrasi liberal ekonomi ve refah toplumu tartışmaları gündemimizde daha fazla yer almaktadır. Öte yandan milli güvenlik kavramı genişlerken tehditler ve riskler de çeşitlenmiştir.
Bu gelişmeler sivil asker ilişkileri konusunun farklı boyutlarda tartışılnmasın neden olmakatadır. Konu siyaset bilimi literatüründe de farklı düzeylerde ve farklı yaklaşımlarla ele alınarak tartışılmaktadır.
Sivil asker ilişkileri üzerinde oluşan akademik literatürde Samuel Hangtington, Morris Janowich ve Elliot Cohen gibi klasik realist düşünürlerin yanı sıra liberal teori ve yapısalcı akımların da etkisi görülmektedir. Akademik anlamda da bilimadamları düşünürler ve bu işin profesyonelleri arasında çeşitli uzlaşmazlık alanları mevcuttur.
Sivil asker ilişkilerini daha sağlıklı değerlendirebilmek için öncelikle askerlik meslkeğinin ne olduğunu anlaamak gerekir. Askerlik tabii ki profesyonel bir meslektir. Her profesyonel meslek gibi büyük deneyime yüksek mesleki ölçülere sahip olmayı gerektirir fakat askeri profesyonellik Weberian büroktratik yapılanma ve iş dünyasındaki yönetim yapılanmalarındaki profesyonellikten farklıdır.
Askerliği diğer profesyonel mesleklerden ayıran, askerlikte maddi gereksinimlerin önceliğinin daha az oluşlu ve askerliğin bir meslekten ziyade adeta bir yaşam biçimi oluşludur. Sivil asker ilişkileri ve askerlik üzerine yapılmış kitaplar içinde ayrı bir yeri olan "asker ve devlet" adlı eserinde Hungtington (Bu kitap harp akademilerinde titizlikler referasn bir kitap olarak alınıp incelenmektedir) askerliğin profestoyonel bir meslek oluşunu üç temel esaasa dayandırır.
Birincisi, uzun süreli eğitim öğretim ve tecrübe sonucunda uzman olunması ve teori ile pratiğin bir arada bulunmasıdır. İkincisi icra edilen vazifenin toplumun yaşam ve güvenliği için gerekli ve hayati öneme haiz olmasıdır. Üçüncüsü icra edilen vazifenin aynı duyguları paylaşan kişilerden oluşan bir birlik içinde, kendini bu grubun bir parçası olarak görenler tarafından yerine getirilmesidir.
Askerlik sadece yeterlilik değil etkinlik ve topluma yararlılıkta da öne çıkar. Askerliğin ve silahlı kuvvetlerin ulusal yapılar içindeki önemi bu noktada düğümlendiği gibi konu bu açıdan büyük önem taşlımakradrır. Toplumda yarar ve ortaya çıkarttıkları toplumsal iyi bugün de farklı modeller içerisinde geçerliliğini korumaktadır. Toplumların dönüşümünde modernleşmede asker daima öncü olmuştur. Silahlı kuvvetler aynı zamanda teknoloji demektir. Bu ilerlemeler çoğu zaman silahlı kuvvetler bünyesinde kendini gösterir. Teknolojik gelişmelerin toplumsallaştırılması gelişmekte olan ülkelerde silahlı kuvvetlerin öncülüğü ile olur.
Silahlık kuvvetlerde etik ve ahlaki değerler çok önelidir. Etik ahlaki değerler içerisinde askerin üniformasının şerefi onur her şeyin üzerindendir. Askerliğin şerifi toplumun güvenliği için hayati sorumluluğa sahip olunmasından gelir. Askerlikte güven ve itimat ilişkisi çok önemlidir. Bu ilişki üç boyutludur bunlardan birincisi toplumun güven ve itimadina sahip olmak. İkincisi sivil ve asklerli liderlerin güven ve itimadına sahip olma üçüncüsü de ast rütbeli personelin güven ve itimadın sahip olmalıdır. Ve bunların içinde en önemli olan askerin toplumun güveni ve itimnadı üzerine inşa edilmesidir.
Toplumun bu mesleği icra edenlerin bilgisine ve uygulamalarına güven ve itinmad duyması hayatidir. Bir kurumun güvenliği, güvene layık oluşlu kurumun sorumluluğu ile etkinliğine ilişkin değerlendirmelere dayanır.
TSK'yı "din karşıtı" göstermek isteyenler var
Silahlı kuvvetlerin halkın vergisi ile oluşturulduğu da unutulmamalıdır. Türk Silahlı kuvvetleri yapılan anketlerde her zaman en güvenili kurum olarak başta yer almışıtır. Bu sonuç nasıl oluşmaktadır. Söz konusu sarsılmaz güven duygusunun nedenlerini her şeyden önce ulusumuzun tarih içerisinde şekillenen kollektif belleğinde bulabilirsiniz. TSK ulusumuzun güvenin mazhar olmuştur çünkü ülkemiz riskler ve fırsatlarla dolu jeopolitiğinde hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak güvenliği sağlamaktadır. Aynı zamanda TSK hızla dönüşen sosyal ekonomik ve siyasal yapının ülkede yarattığı güven arayışına da cevap verebilmektedir. TSK millete hizmet edebilmek için bu amaç için bu ortak amaç için vardır.
Değerli konuklar ve silah arkadaşlarım, bu noktada TSK'nın toplum nezdindeki itibarını ve güvenilirliğini sarmaya çalışan iki önyargılı yaklaşıma dikkat çekmek sitiyorum, bu arada Montesquieu'nün "Kanunlar ruhu üzerine" adlı başyapıtının önsözünde "önyargıyı" şöyle tanımlıyor... (Bunu hatırlatmak istiyorum...) Montesquieu'ye göre "önyargı"; bazı şeyleri bilmek değil kendi kendini bilmemektir.
Bahsettiğim önyargılı yaklaşımlardan birincisi demokratlık kisveti altında TSK'yı yıpratmak amacıyla TSK'ya karşı sistematik muhalefet yapılması inanınız ki herşeyden önce demokrasimizi geliştirmeyecektir. Bu coğulculukla ifade edilebilecek ve açıklanabiliecek bir husus değildir. Silahlı kuvvetkeri demokrasinin gelişmesinde çoğulculuğun toplumsal bir boyut kazanmasın engelleyici bir kurum olarak göstermek de yanlıştır.
İkincisi ise toplumuzun özellikLe mütedeyyin kesimlerini etkilemek amacıyla TSK'yı din karşıtı orlak gösteren kötü niyetli propaganda kampanyalarıdır. Ancak toplumuzun mütedeyyin kesimleri bu kampanyaya itibar etmemektedir. Ordusunu sevmekte ve güvenmektedir. Çünkü bu asker türk milletinin bizatihi kendisidir. Aynı hassasiyetlere sahiptir. Kim ne derse desin, Türk milletinin ordusu halktır, halktandır, halk içindir.
Sivil asker ilişkierli arasında sivil ve askeri liderler aradaınki güven ve itimat da büyük öneme sahiptir. Her ülkede karar mekanizmalarının nasıl işleyeceği, asker ve sivil arasındaki yetki ve sorumlulukların nasıl paylaşılacağı. O ülkenin anayasada ve yasalarında belirtildiği şekilde olmaktadır. Bu hususta siyasal ve kurumsal kültür güvenlik ortamı ve toplumsal algı da belirleyici özeliğe sahiptir. Bu nedenle sivil asker ilişkileri ülkelerin kendine özgü, kendine özgü, şartları dikkate alınarak incelenmelidir.
Elliot Cohen sivil ve asker ilişkilerini eşit olmayanlar arasındaki bir diyalog olarak tanımlamaktadır. Bu ilişkide elbette sivil liderler gerçek güce otoriteye sahiptir. Ancak sivil otoritenin askeri konular müdahalesinde tespit edilmiş katı prensiplerden ziyade sağduyulu davranışlar öne çıkmalıdır. Burası çok önemli kanımca; katı prensiplerden ziyade sağduyulu davranışlar.
Tabii Cohen'i bu noktaya getiren düşünce askerlik mesleğinin profesyonel bir meslek olmasından ileri gelmektedir. Sivil asker ilişkisi elbette yasalarla çizilen sınırlar içerisinde karşılıklı samimiyete, güven ve itimada ve en önemlisi de askelik mesleğini profesyonel niteliğine saygı gösterilmesine dayandırılmalıdır.
'Türk halkı' değil 'Türkiye halkı'
Yeri gelmişken Türk devrimi ve modernleşmesi nedir? bu konuda bazı tespitlerimi paylaşmak istiyorum. TC'nin kuruluşu devrimdir. Devrimin amacı da bir ulus devletin yaratılmasıdır. Bu düşünceden hareket ederek Atatürk, Türk milletini şu şekilde tanımlamakdır. Bu tanım çok veciz olmasına rağmen üzüelrek söylüyorum Türkiye'de en az anlaşılan kavram.
Bakın Atatürk ne diyor; Türkiye Cumhuriyetini kuran, Türkiye halkı'na ("Türkiye halkı", "Türk halkı" derseniz bütün cümle düşer. "Türkiye halkı") Türk milleti denir.
Görüldüğü gibi buradaki "halk" ifadesi, sınırları çizilen bir coğrafyada (ki burası Türkiye) yaşayan halkın bütününü içeriyor. Hiçbir dini etnik ayrım yapılmaksızın Türkiye halkını ifade ediyor. Tekrar ifade ediyorum. "Türkiye" lafını çekin oraya "Türk" koyun bu etnik bir tanım olur. Çok açık söylüyorum. "Türkiye halkı" çok önemli. Orijinaldir. Özellikle "Yurt bilgisi, sevgisi" kitabını okursanız Atatürk'ün orjinal yazısıyla bunu bulabilirsiniz.
internetajans