Ergenekon Tertibinin Savunucuları

Dikkat: Misilleme yapabilirler!

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 3:27

Dikkat: Misilleme yapabilirler!

Faks: 0212 354 36 19


Karşı hamle ya da misilleme . Eğer Ergenekon iddia edildiği tipte bir örgüt ise kendisine karşı yürütülen operasyona mutlaka cevap verecektir. Aksi halde yenilgiyi kabullenmiş demektir.
ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu'na geçen temmuz ayında yapılan saldırıyı hatırlıyor musunuz?
El Kaide üyesi olduğu iddia edilen kişiler, küçük bir kaleyi andıran konsolosluğa, mantıksız bir biçimde, paldır küldür hücum etmişlerdi.
Neticede kapıda görevli üç polisimiz şehit oldu. Saldıranlar öldü. Ellerine hiçbir şey geçmedi.
Saçma sapan bir intihar eylemiydi bu.
Bence olay Ergenekon'un karşı hamlesiydi.
Çünkü Ergenekoncular kendilerini ulusalcı ilan ediyor. ABD'ye ve AB'ye karşı olduklarını ileri sürüyorlar. Avrasyacılığı savunuyorlar.
Dolayısıyla operasyonda öncelikle ABD parmağı arıyorlar. (Ne de olsa ilk Ergenekon'u kuran ABD ve NATO idi.)
Ayrıca Emniyet'ten de hoşlanmıyorlar. Çünkü Ergenekoncuları, Emniyet istihbaratı izliyor. Birçok Ergenekoncu teknik takip sonucu yakalandı.
Konsolosluk saldırısı hem ABD'ye, hem de Emniyet'e mesajdı. (10 Temmuz 2008, Sabah)
Bugüne gelirsek.
Örgüt zorda: Operasyon yavaş yavaş, adım adım yukarıya doğru uzanıyor. Dağılması bir yana; kimi muvazzafların kariyeri yanacak. Üstelik de cezaevine konacaklar.
Aynı şekilde örgüte üye olmuş işadamlarını, öğretim üyelerini, medyacıları da kötü günler bekliyor.
En azından itibar kaybına uğrayacaklar. Kimi iflas edecek, kimi memuriyetten atılacak, kiminin alnına kara leke sürülecek. (Yüzsüz İbişler için hava hoş; o da ayrı konu.)
Yani hem üyelerinin geleceği, hem de ideolojisi gereği Ergenekon yönetiminin misilleme yapması gerekiyor.
Misillemenin büyüklüğünden çok şekli (tarzı ve hedef seçimi) Ergenekon'un 10'uncu dalgadan sonraki halini ortaya koyacak.
Mesela: Akıllıca bir saldırıda mı bulunacak, yoksa umutsuzca mı? Soruşturmayı yavaşlatacak zekice bir saldırı mı yapacak, yoksa savcılara derine inme şevki verecek bir yanlış hamle mi olacak? Soruşturmaya izin verdiği için Genelkurmay'ı tehdit edecek düzeyde bir saldırı mı olacak, yoksa alt kademeden birilerine mi yönelecek?
Yakında göreceğiz.
Not: Her türlü patlamaya, kaza olduğu söylense de bu açıdan bakmakta yarar var.

Ankara'daki Ergenekon lobisi
Başkentteki gazeteci arkadaşlarımız Ergenekon dostu bir lobinin bilhassa 10'uncu dalgadan sonra çok yoğun bir kulis faaliyetine geçtiğini söylüyor.
Hem siyasilere, hem de askeri ve sivil bürokratlara baskı yapıyorlarmış. Amaçları belli: Operasyonun daha fazla ileriye gitmemesi; hiç olmazsa bu seviyede kalması!
Türkiye'de nice hatırlı suçlu, böyle ayak oyunlarıyla paçayı kurtardığı için bu gelişmeyi kaygıyla izliyoruz.
Çünkü işin içinde daha birçok kocabaşın olduğu anlaşılıyor. Görevi başındaki subay bu işlere tek başına soyunmadı ya; mutlaka ona emir veren vardır.
Aynı şekilde, ünlü işadamı bilmem kim durup dururken başımıza Ergenekoncu kesilmedi ya; belli ki birileriyle irtibatlı bu adam.
Günümüzün savcıları gayet donanımlı: Bir ipucu yakaladılar mı, sonuna kadar giderler.
Ama işte bakalım birileri onlara bu kadarı yeter diyecek mi?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Rusçu Amerikalılar

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 3:29

Rusçu Amerikalılar


Dur yahu, benim kafam karıştı... Ergenekon'un arkasında aslında Amerika mı vardı?
Bush'un "Neo-Con" tayfası, Türkiye'yi böylesine tehlikeli bir serüvene atacak kadar sapıtmış olabilir miydi?
"İsrail'e aşırı angaje" bir grup, Mossad'ın yani İsrail yönetiminin de desteğiyle, Türkiye'yi Yahudi düşmanı (ve de Ermeni, ve de Kürt düşmanı) bir ekibin eline bırakır mıydı?
"Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olanlar" ülkeyi AB yolundan çıkarmak için mi darbe tezgâhladılar? Kim bunlar? Alman gizli servisleri, yani Angela Merkel!
Bu kadar mı çarpık bu oyun yahu?
"AKP iktidarının devrilmesini tercih edenler" kaosu mu daha uygun gördüler?
"Türkiye'yi Ortadoğu'ya gömülmüş bir alt güç" olarak görmek isteyenler mi Çin ve Hindistan bağlantılarına razı olacaklardı? Petrol bölgesine fazla burnunu sokamayan Rusya'nın gelip Kuzey Irak sınırına bulaşmasını mı hoşgöreceklerdi?
Ben anlamadım bu işi...
Yani Ergenekon örgütü aslında "Amerikancı'ydı" da Amerika bunlara sonradan mı kazık attı?
İcazet almışlar mıydı? Tok sesli bir albay gene radyoda "NATO'ya bağlıyız" mı diyecekti, artık CENTO olmadığına göre?
"Ayışığı" ve "Sarıkız" operasyonlarına Amerika, herhalde tezkerenin geçmemesine duyduğu bir anlık öfkeyle önce "he" demişti de sonradan mı fikir değiştirmişti?
"Kıbrıs'tan çıkmamızı asla ve asla istemeyen" radikal bir grubu mu destekledi Amerika, Kıbrıs'ı çözmek için?
Belki de "Annan planını" desteklemeyen Amerikalılar da vardı...
Türkiye'yi Rusya'nın kucağına mı terkedecekti, sırf AKP iktidarı devrilsin diye?
"İran'la ittifak yapalım" diye saçmalayanları tutacak kadar mı zırvaladılar "yeni muhafazakârlar" ?...
Benim aklım ermedi...
Arkadaş öyle demiş de...
Ergenekon'un darbe kışkırtıcılığının ardında "sapına kadar anti-Amerikan, anti-NATO, Rusçu, İrancı" bir eğilim olduğunu saptamak yanlışmış.
ABD içindeki farklı tarafların mücadelesi nedeniyle önce bu örgüte gaz vermişler, sonra bırakıvermişler.
Kimbilir, mümkündür belki de...
Belki de "Rusçu Amerikalılar" bile vardır o mahfillerde...
Yakayı ele vereceğini anlayınca kirişi Rusya'ya kıran, "silah ihracatında tek yetkili" Rus firması Rosonboron Export'un danışmanlığını yapan, Rus silahlarını pazarlamak üzere Rusya'nın Ankara büyükelçiliğinde "demonstrasyon" düzenleyen adam da belki de Rusçu falan değil, sapına kadar ya Amerikancı ya milliyetçidir!
Belki de Almancı'dır canım, altında zırhlı Mercedes S 600 varmış.
Benim aklım ermedi vallahi...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Demokrasi ve hukuku katleden süreç...

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 3:52

Demokrasi ve hukuku katleden süreç...
Kontrgerilla, Susurluk, Sarıkız, Ayışığı ve Ergenekon notları(4)

h.cemal@milliyet.com.tr


Ergenekon sanığı olarak yakalandı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz... Ergenekon’da kilit isimlerden biri...
Susurluk’ta da vardı.
1995 ve 1996’da Şırnak Jandarma Alay Komutanı olarak görev yaptığı dönemdeki Silopi Kayıpları Davası’nda da geçer adı. Sarı Levent lakabıyla yörede korku salan bir asker olarak bilinir.
Levent Ersöz Paşa adı 2003 ve 2004 yıllarındaki darbe tertiplerinde de vardır.
Üstelik rolü önemlidir.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in günlüklerinde anlatılan Sarıkız ve Ayışığı isimli darbe planlarının hazırlanmasına çok emek verdiği söylenir.
Levent Ersöz Paşa, 2002-2004 arasında, Jandarma Genel Komutanlığı’nda İstihbarat Başkanlığı yaptı. O yıllardaki komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur da halen onun gibi bir Ergenekon sanığı...
Sarıkız gerçekleşmedi.
Ayışığı ile yola devam edilmek istendi.
Belki de böylece Ergenekon’a gelindi.
Ya da yollar bir yerde kesişti.
Türkiye’yi karıştırmak, istikrarsızlaştırmak ve bir darbe ortamı oluşturmak için planlar yapıldığı, bunların bir kısmının uygulandığı anlaşılıyor.
Cumhuriyet’e atılan bombalar...
Kanlı Danıştay baskını...
Bombalar, patlayıcılar...
Yer altından çıkan cephaneler...
Ecevit’i başbakanlığı döneminde dehşete düşüren ‘Kontrgerilla’dan bugüne çekin bir çizgi.
Düşünün, yaşadığımız askeri darbeleri...
12 Mart öncesinde, 12 Eylül öncesinde ‘darbe ortamları’nın nasıl oluşturulduğunu anımsamaya çalışın.
Çekin bir çizgi daha!
Susurluk’u düşünün.
Devlet nasıl hukuk dışına çıktı, hukuku nasıl hiçe saydı 1990’lı yılların Güneydoğu’sunda sorusunun kanlı yanıtlarını, örneğin Susurluk Raporu’ndan okuyun.
Çekin bir çizgi daha!
Sarıkız’ı okuyun darbe günlüklerinden.
Ayışığı’nı öğrenmeye çalışın.
Bir çizgi daha çekin!
Şimdi Ergenekon’a gelin.
Sarıkız nedir, Ayışığı nedir biraz öğrenmeden Ergenekon’u anlamak, yerli yerine oturtmak güçtür.
Çünkü aynı zincirin halkaları gibidir bunların tümü...
Hepsinin gerekçeleri vardır.
Kontrgerilla’nınki ‘Komünizm’di.
Susurluk’unki ‘Kürtçülük’tü.
Sarıkız’ınki ‘Şeriatçılık‘tır.
Ayışığı’nın, Ergenekon’un da öyledir, Türkiye’yi ‘irtica tehlikesi’ne karşı korumaktır.
Bu ülkede demokrasinin kolu kanadı hep bu gerekçelerle kırıldı. Hukuk ve hukukun üstünlüğü hep bu gerekçelerle hiçe sayıldı. İnsan hakları hep bu gerekçelerle ihlal edildi.
Bunca yıldır Türkiye’yi birinci sınıf demokrasi olmaktan alıkoyan bunlardı.
Hukukun, özgürlüklerin, insan haklarının köküne kibrit suyu eken acılar yaşandı, gözyaşları döküldü ‘Komünizm’le, ‘bölücülük’le, ‘irtica’yla mücadele derken bu ülkede...
Kimin ‘kırmızı çizgileri’ydi bunlar?
Öncelikli yanıt:
‘Asker’in kırmızı çizgileri!
Bundan da bir çizgi çekince, Türkiye’nin ‘asker sorunu’na gelirsiniz.
Kontrgerillayı da, bugüne kadar yaşadığımız darbeleri de, 2003-2004’ün darbe tertiplerini de, yani Sarıkız’ı da, Ayışığı’nı da, son olarak Ergenekon’u da anlamak istiyorsak, bu ülkenin ‘asker sorunu’nu anlamak zorundayız.
Bakın, bugüne kadar darbelerin hesabı bu ülkede sorulmadı.
Kontrgerilla’nın hesabı sorulmadı.
Susurluk’un hesabı sorulmadı.
Sarıkız’ın hesabı sorulmuyor.
Ayışığı’nın hesabı sorulmuyor.
Ergenekon da karartılabilir.
Bu hesaplar sorulmadan, gerçekler aydınlanmadan, Türkiye’de demokratik hukuk devletinin tüm kural ve kurumlarıyla yerleşmesi hayaldir.
Bu hesapların sorulması için de bu ülkede ‘asker sorunu’nun çözülmesi şarttır.
Bu sorunu çözmek demek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ‘devlet içinde bir devlet’ gibi, bir ‘siyasal parti’ gibi davranmasına son vermek demektir.
Bu sorunu çözmek demek, Türkiye’de sivil-asker ilişkilerini birinci sınıf demokrasilerdeki yapı ve zihniyete kavuşturmak demektir.
‘Asker sorunu’nun çözülmesi için de, bu ülkede iktidarla muhalefetin yeni, sivil bir anayasa yapmak amacıyla ortak bir demokrasi platformunda buluşmaları ve bu açıdan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de işbirliğini sağlamaları gerekir.
Beşinci yazı yarın.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Dikkat ırkçı var!

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:08

Dikkat ırkçı var!

ismet.berkan@radikal.com.tr


İzninizle biraz geriye döneceğim ve Radikal’in gazeteciliğinden söz edeceğim. 2007 başında Hrant Dink’in katledilmesinin ardından, bir yıl kadar önce biraz da dalga geçer gibi verdiğimiz ‘Kızıl Elma Koalisyonu’ haberine yansıyan ‘ulusalcı’ örgütlenmeyi daha ciddiye almaya karar verdik.
Yazıişleri Müdür Yardımcımız Hakan Çelenk ve İstihbarat servisimiz hummalı bir çalışmaya girişti. ‘Kuvvayı Milliye’ çatısı altına girmeye başlayan dernekleri tek tek saptamaya başladık, kendisine ‘ulusalcı’ diyenleri tek tek belirlemeye çalıştık.
2007’nin ilkbahar aylarında ortaya çıkan haberleri, derlemeleri ve Hakan’ın heyecanla hazırladığı devasa bir şemayı yayımlamaya başladık. Haberlere çok ilginç ve önemli tepkiler alıyorduk.
Bu arada Mersin’de dikkat çekici şeyler oluyordu. ‘Kuvvacı’ örgütlenmenin önemli merkezlerinden biriydi Mersin ve bu kent etnik çeşitliliği, son 20 yılda buraya göç etmek zorunda kalan Kürt nüfusun yoğunluğuyla sanki ikinci bir Trabzon gibi patlamaya hazır bomba gibiydi.
Mersin’e dikkat çektiğimiz manşetlerimiz epey ses getirdi. Bu manşetleri oluştururken yaptığımız habercilik çalışmasının bir yan ürünü, açıkça ırkçılık yapan kimi ‘ulusalcı’ dernek ve yayınlardı. İzleyen hafta sonunda bu konuyu da ‘Dikkat ırkçı var!’ manşetiyle birinci sayfamızdan yayımladık.
Bu yayın, görece marjinal bir dizi grubu hedef alıyordu, haberin içinde ırkçılığın Türkiye çapında yaygınlığına ilişkin herhangi bir iddia veya bilgi yer almıyordu. Ama nedense bu haber çok tepki aldı.
En ilginç tepkilerden birini, geçen hafta Ergenekon soruşturmasında birkaç günlüğüne gözaltına alınıp bırakılan emekli orgeneral Kemal Yavuz, halen aynı soruşturmadan tutuklu bulunan KanalTürk’ün eski sahibi Tuncay Özkan’la birlikte yaptıkları televizyon programında vermişti. Programda Radikal bir anlamda hedef gösterilmiş, seyirciler protestoya çağırılmıştı.
***
2007 yılının başı ve bahar ayları boyunca Radikal’de sergilediğimiz ‘ulusalcı’ örgütlenme, dernekler arası işbirliği ve bu kesimin yayın organlarına yansıyanları bugün büyük ölçüde Ergenekon soruşturması belgeleri içinde de görebiliyoruz.
Ergenekon’un ‘sivil toplum’ kanadıydı Radikal’in haberlerine yansıyanlar.
Peki ya ırkçılar?
Irkçı olmak için Ergenekoncu veya ‘ulusalcı’ olmaya gerek yok.
Her fırsatta, her durumda, Türkiye’nin bir köşesinden ırkçılık başını çıkarıveriyor.
Başbakan istediği kadar bağırsın, ‘Bizim kitabımızda anti-semitizm, Yahudi düşmanlığı yazmaz’ desin, bütün Gazze protestoları dönüyor dolaşıyor, ırkçı bir çizgiye, Yahudi düşmanlığına dayanıveriyor.
O kadar ki, THY’nin dergisinde Yahudi yemeklerinin tanıtılması bile tepki çekiyor, Antalya’da bir otel kapısına ‘Yahudiler giremez’ diye yazma cüretinde bulunuyor, Eskişehir’de birileri ne sebepleyse araya Ermenileri de katıp ‘Yahudi ve Ermeni giremez, köpekler girebilir’ yazılı pankartlarla gazetecilere gurur içinde poz veriyor.
Türkiye’de ırkçılığın olmadığını, olamayacağını söyleyip yapılanları ‘münferit’ saymak, ‘birtakım kendini bilmezlerin işi’ saymak, sorunu inkâr etmek demektir.
Maalesef sandığımızdan da yaygın bir ırkçılık sorunumuz var. Bu sorunu, onu yok sayarak çözemeyiz.
Göreceksiniz, bu mesele ileride başımıza iyice büyük bir bela açacak!


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ölçüsüz beklenti

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:15

Ölçüsüz beklenti


Atatürk’ün mirası olan Cumhuriyet’i özümsemiş olanların bir kesimi, olayları dikkatle izleme çabasını bile göstermeden, rejimin tehlikede olduğunu düşünüp, şimdiye kadar alışık olduğu asker ağırlığını arıyor. Bulamayınca da, gene olayları gerektiği gibi irdelemeden, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaklaşımını alabildiğince pasif bulup eleştiriyor.
Bu eleştirileri aksi yönden yapan bir karşı kesim de var. Ama önemli olan şimdiye kadar “Ne olursa olsun. Her şey çıkmaza girse de asker sorunu çözer” diyenlerin yaklaşımı.Onlar umutsuz gözüküyor. Ben bu durumu TSK için bir halkla ilişkiler sorunu olarak görüyorum.
Cumhuriyet sevgisi ve askere duyulan güveni samimi olan bu kesimin, daha ziyade bilgi eksikliğine dayanan bu tavrı nasıl ortadan kaldırılır?
Düşünce özgürlüğü olan bir ülkede yaşıyoruz. İnsanlar iyi ya da kötü niyetle her şeyi eleştirebiliyorlar. Şimdi TSK da, aleyhtarları tarafından değil, aslında gönüllerini kendisine bağlamış olan kitlenin ‘ölçüsüz beklentisi’ karşısında. TSK ciddi sıkıntı içinde. Onlara derdini nasıl anlatacağını bildiğini de sanmıyorum. Öncelikle kendisinden ne beklendiğini saptamalı. Bunların yerine getirilmemesinden ileri gelen şikâyetlerin gerçekçi olup olmadığını irdelemeli.
Ama bu hiç kolay bir iş değil. Çünkü ortada TSK’nın, şimdi yadırgadıkları yaklaşımını irdeleyip değerlendirecek durumda olmayan, biraz da panik içinde görünen, bir yandaş kitlesiyle karşı karşıya. Olayları yakından, değişik açılardan,görece de olsa görgü ve bilgiye dayanarak izlemekte olan, ki bunların arasında kimi meslektaşım da var, kimseler bile çok duygusallar. Düşünme konusunda bile tembeller.
Kısaca ifade etmek gerekirse; Türkiye’de olup biten, yadırgadıkları siyasi ve toplumsal gelişmelere neden TSK’nın ,bir zamanlar olduğu gibi, müdahale etmediğini soruyorlar. Bekledikleri doyurucu yanıtı alamadıklarında da; kimi Genelkurmay Başkanı döneminde yapılanları örnek gösteriyorlar.
İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu gibi isimleri gündeme getiriyorlar. Ama bunu yaparken o dönemlerin koşullarını pek hatırlamıyorlar. “TSK’dan kimse darbe beklemiyor. Beklenen ciddiye alınacak mesajlardır” diyenlere 2007 yılının, seçimlere doğru ortaya çıkan gelişmelerini hatırlatıyorum. Büyükanıt’ın hangi vasıflara sahip cumhurbaşkanı beklediğini, Genelkurmay’ın bir gece yarısı web sitesine koyduğu mesajını, Erdoğan ile Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı konuşmayı, konuşma sonrası ortaya çıkan olumlu gelişmeleri ve nihayet seçimleri yüzde 47 oy ile AKP’nin kazanmasını dikkatle irdelemek gerektiğini söylüyorum.
TSK başka ülkelerin askerinden farklı yapısı ve gelenekleri olan bir güç. Batı gibi bizim kimi aydınlar da bunu anlamakta güçlük çekiyorlar. 1960’tan sonraki dönemde hangi koşullar altında sesini çıkarıp hangi kırmızı çizgilere sahip çıkmak için harekete geçtiğini bilimsel ciddiyetle inceleme zahmetini göstermiyorlar. Onların yapmadığını bizim, askerini gerçekten çok seven toplumun, aydınların yaptığını da sanmıyorum. Öyle olmasa, TSK’nın ne zaman hangi tepkiyi göstereceği hakkında aşağı yukarı fikirleri olmaz mıydı?
Şimdi cereyan etmekte olan olaylar karşısında Cumhuriyet’in kazanımlarının tehdit altında olduğunu düşünüp, TSK’dan ölçüsüz beklentiler içinde olanlar ne olup bittiğini biraz daha iyi anlamaya çalışmalılar.
27 Mayıs’tan sonra TSK değişmiştir. Komuta kademelerinin terfi sistemi zirvelere, Anayasa’da yer bulmuş, değiştirilemez prensiplere göre yetişmiş komutanları yönetime getirmektedir. Onların bu sınırlar dışına çıkması beklenmemelidir. Yüzlerce, hatta binlerce kurmay subay ülkenin korunması ve kollanması için düşünmekte, komuta kademelerine,kararlarını üzerine bina edecekleri fikir üretmekteler. Bugüne kadar göreve farklı üslupla gelen komutanlardan hangisinin TSK’nın temel prensiplerine ihanet ettiği söylenebilir?
Günün karmaşık olayları karşısında kaygılanan anayasal rejim yanlıları TSK’dan ölçüsüz beklenti içinde olacaklarına, öncelikle olayları ve rejimi koruma misyonuna sahip kurumların güçlerini daha iyi anlamaya çalışmalıdırlar.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Hem geçmişi unutmasak hem de beyaz sayfa açabilsek...

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:21

Hem geçmişi unutmasak hem de beyaz sayfa açabilsek...


Keşke birbirleri ile uyuşmayan şeyleri birlikte yaşatmak mümkün olabilse. Mesela hem geçmişi hiç unutmasak hem de beyaz sayfa açabilsek toplumsal belleğimizde.
Dün gazetelerde köşe yazılarını okurken bunun ne kadar zor olduğunu yine gördüm.
Hürriyet'te Ertuğrul Özkök, bir gece önce TRT'de canlı yayına katılan Tuncay Güney'in kendisine dönük iddialarını ele alan yazısında, "Kamuoyu önündeki ilk açık tehdidi de, devletin kurumu TRT aracılığıyla aldım" diyordu.
Özkök TRT yayını hakkında şunları söylüyordu:
- Şahıs, devletin yayın kuruluşu üzerinden bize tehdit savuruyor. "Üstüme gelirseniz, sizi yakarım." Madem o şahısla bu kadar "kanka" sınız, isteyin o tehdit kasetini yayınlayın da, yayıncılık başarısı olsun. Ben şuna inanırım: "Gerçek, zan altında kalmaktan daha az acıtıcıdır."
Ertuğrul Özkök bu TRT yayınından bir gün önce de şöyle yazmıştı: ...kendine hâlâ "demokrat ", hâlâ "liberal" demeye utanmayan faşist bir linç mangası karşımda hazır bekliyor. Serbestçe yazamadığım, öfkemi istediğim gibi dile getiremediğim halde, gammazlamaya başlamış; savcıyı bile kenara itip, parmaklarını bizlere uzatmış bağırıyor: "Ne duruyorsunuz, onları da içeri alın." Bir avuç güya liberal gazeteci, güya aydın, iktidarı ele geçirmiş, entelektüel bir faşist rejimi payidar kılmış. Hava neredeyse 12 Eylül'ün sivil versiyonu... En küçük itirazınızı yazsanız anında sırtınıza " Darbeci " ve "Ergenekoncu" etiketini yapıştıracak.
Dün yine bir Doğan Grubu gazetesi olan Vatan'da ise Yiğit Bulut'un, Özkök'ün bütün yazdıklarına cevap olabilecek bir yazısı vardı.

Yiğit Bulut'un yorumu
Şöyle diyordu Bulut:
- "Yıl 1997-1999 arası. Bir üst düzey askeri yetkili istiyor diye; iki çok tanınmış gazeteci 'çalıştıkları' gazeteden atıldılar! Bazı gazeteciler geceler boyu toplanıp İstanbul Emniyeti'nde sorgulandılar. Aynı adamlar defalarca 'alındı' defalarca ' sorgulandı' ! Kim bunun yapılmasını istedi, kimler uyguladı...
Hatta daha vahim olaylar da oldu, yine sırf bir üst düzey askeri yetkili istedi diye 'sadece fikirlerini' söyleyen insanlar aleyhine ' bazı haber bültenlerine' kasetler servis edildi, insanlarımız yurtdışına çıkmak zorunda kaldılar. Dikkatinizi çekiyorum; fikirlerinin tamamına karşı bile olsam bu 'insanların' tek suçu sadece 'fikir söylemekti' ...
'Daha da kötüsü oldu' dediğinizi duyuyorum. Evet oldu; sonraları 'demokrasi âşığı olduğunu' iddia eden bazı basın mensupları, ' andıçlanan' gazeteci arkadaşlarının aleyhine 'ana sayfadan' haberler yaptılar!
Evet, bütün bunlar sadece 'üst düzey bir askeri yetkili' istedi ve 'telefonla arayıp birilerine bazı şeyler' söyledi diye oldu! O gün 'birileri istedi, birilerini götürdüler', bugün 'birileri istiyor, birilerini götürüyorlar' ! Sevgili dostlar, beni en çok rahatsız eden de tam burası yani 'sadece fikir söyleyenlere' olanlar!
O gün gazeteci olanlar ve 'fikir satanlar' andıçlandı, bugün de 'diğerlerinden bazıları' aynı akıbete uğruyorlar!"

Ahmet Kekeç'in cevabı
Özkök'ün "Liberaller " konulu yazısının cevabı da, Star'da, Ahmet Kekeç'in köşesindeydi:
- "Demek ki, iktidarı ele geçirerek 'faşist bir rejimi payidar kılan' güya gazeteci, güya aydın birtakım liberaller, Ergenekon konusunda sesin gür çıkmadığı için seni linç ettirmeye uğraşıyor.
Öyle mi? Kim bunlar? İsim ve adres ver, gidip birlikte pataklayalım...
Peki, senin linç ettirdiğin liberaller? Onlar ne olacak?
Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Altan biraderler, Mahir Kaynak ve Mahir Sayın'ı suç örgütlerine hedef gösteren, insan hakları savunucusu Akın Birdal'ın kurşunlanmasına neden olan 'Andıç' belgesini Hürriyet gazetesinin manşetine çakan sen değil misin?
Bu ülkeye (ve bazı liberallere) özür borcun yok mu senin?
Hâlâ çıkıp nasıl konuşabiliyorsun?"

Mustafa Keser'i dinlerken
Yazımın başında söylediğimi yapmak mümkün olabilir mi?
Yani hem geçmişi hiç unutmasak, hem de beyaz sayfa açabilsek toplumsal belleğimizde.
Ermenilerden özür dilemeden önce birbirimizden özür dilemeyi denesek.
Tabii ki bu da mümkün değil.
Gazeteleri okuduktan sonra iPod'uma sarılıyorum. Mustafa Keser Uşşak'tan Şekerci Cemil Bey'in şarkısını söylüyor:
"Naümidi aşka doktor var mı tıbbın çaresi/ Neyle aram eyler uşşakın dil-i avaresi/ Hançeremden çek cehennem taşını bihudedir/ Hançer-i ebruyi dildarın ciğerde yaresi"
Bir yandan Mustafa Keser'in usta yorumunu dinliyorum, bir yandan da biraz evvel okuduğum Çetin Altan'ın yazdıklarını hatırlayıp gülüyorum: "Geçenlerde tanıdık genç bir garsona:
- Ben kalkan balığını mı daha çok seviyorum, yoksa vatanı mı, diye soruyordum.
Garson dostum:
- Hocam dalga geçmeyin benimle, diyordu.
Ben de ona:
- Vatanı, kalkan balığından daha çok sevseydim; kalkan balığı yerine vatanı yerdim, demiştim.
İkimiz de gülüşmüştük."


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Hokkabazlık

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 5:03

Hokkabazlık

a.dilipak@vakit.com.tr


Karadayı “Böyle hokkabazlık görmedim” diyor. Tuncay'ın iddiaları için.
Bunun yeni mi farkına vardınız paşam! O iddialardan habersiz olamazsınız. O zaman neden bu iddiaları cevaplandırmadınız?
Ben haftada 5 gün, günde beş kez mahkemeye çıkartılıp sanık sandalyesine oturtulurken, o iddialar karşısında niçin sesiniz çıkmadı?..
Muhbir sizinkilerdi çünki değil mi? Arkası arkasına sizinkiler suç duyurusunda bulunuyordu.
40 yıldır kesintisiz sanık olarak çağrıldı mahkeme koridorlarında adım! Ve Karadayı, biliyor musunuz ben hiç içeri girmedim..
12 Mart'ta, Milli Nizam davasından mahkeme huzuruna çıktım ilk kez.. 16 yaşında, sokakta izinsiz duvar gazetesi çıkardığım ve bir derneğin üyesi olduğum için jandarma karakoluna çağırıldım.. Ceza davaları değil ama, hukuk davalarında beni 5 kez mahkûm ettiniz.. İlki Bahriye Üçok davası.. Ben haklıydım. Sonunda kadıncağızın işini çeteciler bitirdiler.. Sonra Koman, JİTEM konusunda “Ya bilmiyor, ya da yalan söylüyor” dediğim için beni mahkûm ettirdi.. Gerçeği artık herkes biliyor. Ben haklıydım aslında.. Meşhur Şişli Terakki davası.. Yazmadığım bir yazı yüzünden mahkûm oldum, Yargıtay da onadı. Dava şimdi AİHM'de.. Bilal Kartal'a ve bu kararda imzası bulunan İstanbul Sirkeci'deki hakime hanıma ve yüksek yargı mensuplarına saygılarımı sunarım!? Bir gün bu davanın sırrı da ya bir insaf sahibinin ifadeleri ile ya da dinlemeye takılan telefon görüşmeleri sonucu çıkar ortaya.. Görünürde her şey yolunda. Verilen karar Yargıtay'da onanmış.. Eee, şeriatın kestiği parmak acımaz değil mi? Yüce yargı öyle buyurmuş.. Kanun devletinde bile olmaz böyle bir şey. Kaldı ki, “hukuka uymayan yasa suç aletidir” denmiştir.. Tuzu kokuttu sizinkiler be paşam, tuzu kokuttu! Asıl hokkabazlık bu!
Güven Erkaya davasına gelince, o da öyle, ya telefon dinlemeye takılmıştır, aile, avukat, yargıçlar arasındaki görüşme ya da birileri bir gün konuşur.. Daha hesabımız bitmedi.. Daha sıra Erkaya'ya gelmedi..
312 General davasının arkasındaki derin gerçek de çıkacak daha ortaya.. Başka davaların arkasındaki yargıya müdahale örnekleri de..
Yalçınkaya ya da YARSAV Başkanının, Barolar Birliği Başkanının, Yargıtay Başkanının o zaman ne diyeceğini merak ediyorum..
Hukuk komedisi bir sürü dava var ajandamda..
Hiç kimsenin bunlar olurken sesi çıkmadı.
Şimdi, yargının itibarı, ordunun itibarı diyorlar.
Meclis'in, hükümetin, siyasi partilerin, gazetelerin, gazetecilerin hiç mi itibarı yoktu..
Şimdi ortaya çıkan gerçekler karşısında ordudan irtica gerekçesi ile ihraç ettiğiniz isimleri geri çağıracak mısınız, özür dileyecek misiniz? Çünki ihraç ettiklerinizin bir kısmının sicilini tanzim edenler Ergenekoncu çıktı paşam.. ASDER üyelerinin ihracı ile ilgili (hokkabazlıklar konusunda demeyeceğim) yapacak bir şeyiniz yok mu? Hani sizin döneminizde oldu da bütün bunlar. O fişlemeler, o 28 Şubat rezaletleri.. Hiç mi farkına varmadınız olanların, o zaman orada niye oturuyordunuz, farkındaysanız niye bir şey yapmadınız?
Bu kadar yolsuzluk, usulsüzlük, cinayet, gasb, hırsızlık, çeteleşme iddiasına muhatap olan hangi kurum var Türkiye'de? Böyle bir şey hangi kurumda gerçekleşseydi, o kurum ne olurdu? Peki neden hâlâ yargı sessiz? Neden Meclis bu işleri soruşturmuyor?..
Ele geçen bombalar daha ne ki? Geçen gün bir Gazze gösterisinden geliyorum, yanıma yaklaşan biri diyor ki: “Bu ortaya çıkan ne ki.. Yeraltındaki silah depoları, arşivler ele geçmedi daha. Daha Maraş, Sıvas, Bolu/Gerede, Afyon, Balıkesir, Adana, Diyarbakır, Trabzon'daki, Kayseri'deki depolara ulaşılmadı. Askeri birliklerin içinde, ya da meskun bölgelerde, yeraltında özel mekanlar var, toplu mezarlar var” diyor..
Olanlara bakınca inanacağı geliyor insanın..
Deli saçması gibi görünen birçok şeyin gerçek olduğunu gördük..
Özbek komutanın Cip’i de Ergenekonun çıktı. Raşit Dostum da Afgan Ergenekonuymuş meğerse..
Ergenekon konusunda daha yolun başındayız.. Daha Demirel'e, Denktaş'a, Cindoruk'a, Evren'e, Yılmaz'a, Çiller'e, Bir’e, Özkasnak’a, Silahçıoğlu'na bile sıra gelmedi.. Daha Koman'ın ifadesi alınmadı.. Daha Ağar konuşmadı.. Daha Doğramacı'nın adı geçmiyor.. Daha sıra Koç'a, Doğan'a gelmedi..
Özkök geçen gün, “Devlet eliyle tehdit edildim” diyor. Sayın Özkök, peki dün gazeteleriniz, televizyonlarınızla beni tehdit ederken, terör estirirken iyi miydi? Beslediğiniz kargaların bir gün sizin de gözünüzü oyacağını düşünmeniz gerekmez mi idi? Tetikçi gazetecilerin, gazetelerin vardı. Gözcü-Sözcü neyin nesi idi? Şikayet ettiğiniz güçlerin o gün amiral gemisi olarak yayın yapmıyor mu idi medianız..
Bekleyin, daha neler göreceksiniz!..
Daha eklemlenmiş media ve STK'lara, odalara, sendikalara, emekli asker derneklerine, kulüplere, localara, kurullara, vakıflara, kurumlara, yarı resmi kurumlara gelmedi sıra..
Tetikçiler haberleşemiyor, para akışı durdu. Güvendikleri dağlara karlar yağmaya başlayınca kimi elindeki bombaları bırakıp kaçıyor, kimi toprağa gömüyor.. Ricat başladı.. Etki ajanlarının baskılarından kurtulup kendi vicdanları ile baş başa kalınca konuşmaya başladılar, haberiniz olsun! Arkasından kendi aralarında, mal kavgası ve karşılıklı suçlamalarla kanlı bir hesaplaşma başlayabilir.. Dünki “silah arkadaşları” bu kez silahları suç ortaklarına çevirebilir.. Sonra da birileri “benden sonrası tufan” diye düğmeye basabilir..
Bu aşamada darbe-marbe olmaz. Herkes kendini kurtarma peşinde. Evren hastalandı, Dalan da.. Tolon hapishaneden hastahaneye çıkma çabasında. Hani oradan da GATA’ya filan.. Ha! Bu arada bizim Tolon davası devam ediyor hâlâ. Adam 1. Ordu komutanı, adam, suç duyurusunda bulunan kişi.. Aynı zamanda da, yargılamayı yapan mahkemeye dilediği bir kişiyi üye atama yetkisine birkişi.. Verilen kararı beğenmezse emirle temyiz etme yetkisine sahip. Karadayı peki siz yargı adına böyle (Hokkabazlık demeyeceğim) bir şey gördünüz mü?
Benim başıma gelen, sizin başınıza gelseydi ne yapardınız?
Benim başıma gelenlerin sebebi sizsiniz Karadayı!
Tamam size de haksızlık yapılmasın, ama bana da..
Bilal Kartal'ı, Erkaya ailesini tanır mısınız? Bilal Kartal'a bir de benden selam söyleyin lütfen. Sorun bakalım, bu işler nasıl oluyormuş, size anlatsınlar.. Çevik Bir de bilir bu işleri, basına andıçlar, yargıya müdahaleler, YÖK’e talimatlar.. Daha neler neler?
Sahi Encümeni Daniş bu olanlardan habersiz miydi? O zaman neyi danışıyordunuz ki, aranızda.. İrtica da, terör de yalandı değil mi, “Bizim çocuklar”ın işiydi bütün bu olanlar değil mi? “İyi çocuklar”ın işi..
Yanılıyorsunuz paşam! Ergenekon yayınları devlete zarar vermiyor, devletin arınmasına sebeb oluyor. “Kol kırılıp yen içinde kalmamalı” paşam. Sonra kangren olur, çolak asker savaşamaz paşam! Asıl askerin yasama, yürütme ve yargıya müdahaleleri, yani Ergenekonvari yapılanmalar devlete zarar veriyor! Bunların konuşulmaması, yazılamaması..
Mızrak çuvala sığmıyor komutanım..
İttihatçıların Osmanlı'ya yaptığını, siz cumhuriyete yaptınız.. Yazık değil mi bu ülkeye, bu halka.. Bu kan ve gözyaşına, açlığa, sefalete..
Konuşmayın bari.
Susun!
Selâm ve dua ile..


Vakit
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Encümen-i Daniş nereden gelir, nereye gider?

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 5:19

Encümen-i Daniş nereden gelir, nereye gider?

austel@stargazete.com


Ergenekon rezilliği ortayı kasıp kavura dursun, bir de Encümen-i Daniş diye bir şey çıktı ortaya. Bilen de bilmeyen de bu kurum mudur, kulüp müdür her neyse, onunla ilgili ahkâm kesiyor. Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç’a yöneltilen, ‘Encümen-i Daniş de neyin nesi?’ sorusuyla gündeme düştü; Ardından emekli büyükelçi Sayın İlter Türkmen, ‘Bu 40 kadar üyesi olan, iki haftada bir Moda Kulübü’nde toplanan, ‘Bir tür beyin jimnastiği yapan bir kuruluştur dedi.

Sonra kimileri çıktı ‘Efendim zaten ta Tanzimat’tan bu yana var. Burada dış ve iç politikayla güvenli konularını görüşüyoruz. Görüşlerimizi Cumhurbaşkanı’na iletiyoruz’ buyurdu. Ama Necdet Sezer’de durmuş bu görüş bildirimi. Gül’e görüş bildirilmemiş hiç. Ya da henüz!

Her şeyden önce Encümen-i Daniş’in oluşmaya başlama tarihi 21 Temmuz 1846’dır. Ahmed Cevdet Paşa, Sultan Abdülmecid’e başvurararak ‘Eğitim’ amaçlı bir kuruluş oluşturulmasını arz etmiş. Ve Abdülmecid, 18 Temmuz 1851’de buranın açılmasına izin vermiş. Açılışa başta padişah, sadrazam, hükümet üyeleri ve bilim adamları (ilmiye sınıfı) katılmış. Üyelerin hemen tümü dönemin bilim ve edebiyat dünyasının önde gelenleri. Üye olma koşullarının en önemlisiyse en az bir yabancı dil bilmek!

Niye?

Çünkü Emncümen-i Daniş’in kuruluş amacı yabancı dillerden kitaplar bulup, bunları Türkçe’ye çevirmek! Üyeler arasında Rum ve Ermeni bilim adamları, Redhouse Sözlüğü’nü hazırlayan James Redhouse gibi Avrupalı yazarlar ve düşünürler de var. Yani, Encümen-i Daniş, öyle ülkenin iç ve dış sorunlarını tartışan, güvenlik konularını irdeleyip padişaha mektup falan yollayan bir oluşum değil! Zaten varlığı hepi topu 12 yıl sürmüş; 1862’de de, her nedense kapatılmış.

Hazırlamaya çalıştığı Kavaid-i Osmaniye’yle ilgili sözlüğü hazırlayamamış; Ahmed Cevdet Paşa’nın Osmanlı Tarihini yazma göreviyse başarıyla noktalanmış.

Encümen-i Daniş, kısacası, devletin kurdurduğu bir Bilim Akademisi. Encümen-i Daniş’e benzer başka kuruluşlar da var. Lale Devri’nde, Damat İbrahim Paşa 1725’de ‘İlmi Encümen’ diye bir şey kurdurmuş. Nedim ve Vehbi bu kuruluşun üyeleri arasında. Bunlar yıllarca oturup, başkalarının da katılımıyla, 30 kişilik bir kurul oluşturmuş. Örneğin Aristo’nun eserlerini Türkçe’ye çevirmiş. Sonra Beşiktaş İlmiye Cemiyeti var. Tanzimat döneminde kurulan. Bu da çeviriler yapmış.

Yani ‘Moda Kulübü’nde’ toplanan Encümen-i Daniş ile 1851’de kurulan arasında hiç bir benzerlik yok. Ha sakın kimse yanlış anlamasın. Moda Kulübü’nde toplanan Encümen-i Daniş ya da daha doğru ve çağdaş adıyla (bana göre tabi) Beyin Jimnastiği Kurulu (Think Tank), çok olumlu bir girişimdir. Sorunlara nesnel yaklaştığı sürece. Necdet Beyefendi’ye raporlar yolladığı gibi Abdullah Beyefendi’ye de raporlar yolladığı sürece.

İlter Türkmen’in şu sözleri bence doğruyu yansıtıyor: ‘Dünyada kuşku duyulmayacak tek kuruluş varsa, o da biziz.’

Ama lütfen yansızlığınızı koruyunuz. Türkiye ve dünya sorunlarına; iç ve dış güvenlikle ilgili konulara nesnel açıdan yaklaşınız. Tek istirhamımız budur beyefendiler.


[img]http://www.ssm.gov.tr/TR/dokumantasyon/basinbulteni/PublishingImages/stargazete_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Tuncay Güney'in ifadeleri niye önemli?

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 5:32

Tuncay Güney'in ifadeleri niye önemli?

Faks: 0212 354 36 19


Bazı kısımları yanlış, bazıları ise uydurma ve yönlendirme amaçlı olabilir. Ancak ne olursa olsun, Tuncay Güney'in 2001 tarihli ifadeleri çok önemli.
Tek tek söylediklerine bakmayıp bütününü değerlendirdiğimizde şunu görüyoruz: Ergenekon dediğimiz örgütlenme o tarihte var ve çalışıyor.
Zaten eski Kontrgerilla (ve ardından Susurluk) örgütlenmesinin, 1999'dan itibaren bugünkü anlamıyla Ergenekon'a dönüştüğüne ilişkin deliller var.

Dikkatinizi çekerim:
2001'den söz ediyoruz.
Yani Kasım 2002 seçimlerini henüz AKP kazanmamış. Hükümette Bülent Ecevit (DSP), Mesut Yılmaz (ANAP) ve Devlet Bahçeli (MHP) Koalisyonu var.
İşte böyle bir ortamda Ergenekoncular iktidarı darbeyle ele geçirme planları yapıyor. Ona göre örgütleniyor; bankalarla, işadamlarıyla ilişkiler kuruyorlar.
Örgütün gücünü artırmak ve fikirlerini yaymak için Cumhuriyet gazetesini kontrol altına almaya çalışıyorlar. (Galiba başarılı da olmuşlar.)

Bu basit hatırlatmayı niye yaptım?
Çünkü Ergenekoncular ve dostları, kendilerini, "AKP'ye muhalif olduğumuz için üstümüze geliniyor" diye savunuyor.
Yani hükümette şeriatçı bir parti var; pek çağdaş Ergenekoncular da ona kaşı muhalefet yaparak laik cumhuriyete sahip çıkıyor.
Peki, 1999'da ya da 2001'de ne vardı da böyle bir teşkilatlanmaya gidildi?
"Muhalefet ediyoruz" iddiası, tamamen palavradır, göz boyamadır.
Ergenekoncuların nihai amacı Rusya'daki gibi bir otoriter kapitalist rejim kurmaktır.
Bunların yaptığı, hem Kemalist bürokrasiyi, hem de sivil toplumun bir bölümünü kendi yanlarına çekmek için AKP karşıtlığını kullanmaktan ibaret.
Tuncay Güney'in ifadeleri işte bu uydurmacayı apaçık ortaya koyuyor.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Eski masalı bugün anlatmak

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 5:36

Eski masalı bugün anlatmak

f.koru@yenisafak.com.tr


“Halkın nabzının ne yönde attığını ölçmede en isabetli sonuç alacak hangi mesleğin erbabıdır?” sorusuna cevap teşkil edecek meslekler listesinde 'gazetecilik' herhalde en ön sıralarda yer almalı. Gazeteler halkı haber yapar, halka haber verir. Gazetecilik 'halkın haber alma hakkı' ile irtibatlı görüldüğü için 'kamu hizmeti' sayılmaz mı zaten?

Son zamanlarda bu meslek erbabının da halktan kopuk hale geldiği kendini belli ediyordu; 'Ergenekon' sürecinin her aşaması bu yanlış gidişi iyice göze batar hale getirdi. 'Halk gazetesi' gururunu başlığında taşıyanlar bile, hayrettir, Ergenekon konusunda halkın nabzını tutamıyor, kendi hüsn-ü kuruntularının gerçeği yansıttığını sanıyorlar...

Örnek mi, işte size örnek: Dün Milliyet'te gazetenin imzasıyla yayımlanan 'başyazı' şu ana kadar yaşananları özetledikten sonra bir noktaya dikkat çekiyor: “Tam bu noktada karşımıza izaha muhtaç şu soru çıkıyor: Ülke açısından hayırlı karşılanması gereken böyle bir süreç neden toplumun tümünün desteğini yanına alamıyor? Örneğin, Susurluk skandalının toplumun büyük kesiminde yarattığı mutabakat ve dayanışma, Ergenekon söz konusu olduğunda neden tekrarlanmıyor?”

Bu soru dün değil de -diyelim- bundan bir süre önce sorulmuş olsaydı bir anlam taşıyabilirdi; oysa son on gün içerisinde birbiri ardına meydana gelen ve bu soruyu soran gazetenin de artık ilk sayfadan görme ihtiyacı duyduğu gelişmeler denklemi değiştirdi.

Toplumun tümünün olmasa bile tümüne yakını 'Ergenekon' adıyla yürütülmekte olan sürecin arkasında bugün. Yeraltından çıkartılan silâhlar, bombalar ve patlayıcılar ile bazı emekli rütbelilerin mekânlarında ele geçen suikast planları ve şantaj kasetlerinin şaşkınlığı geçer geçmez, sürece kuşkuyla bakanların önemli bir bölümü kanaat değiştirmiş bulunuyor.

Hem de hiçbir yan etkinin bu kanaati yeniden kolay kolay değiştiremeyeceği biçimde...

Nabzını iyi tutamayınca toplumun, başyazıyı kaleme alan, kaçınılmaz bir yanlışa da düşmüş: “Susurluk skandalının toplumun büyük kesiminde yarattığı mutabakat ve dayanışma, Ergenekon söz konusu olduğunda neden tekrarlanmıyor?” sorusu yanlış bir soru çünkü...

Susurluk Skandalı, ortağının parmak izine de ulaşılabileceği ve koalisyonun bu yüzden yıkılabileceği endişesiyle, Refahyol Hükümeti zamanında ve yeterli kararlılıkla üzerine gitmediği için sarpa sarmıştı; hükümet yavaştan aldıkça kamuoyu daha keskin bir tavra büründü. Oysa bugünün hükümeti denetleyemediği süreçten tedirgin olsa da yargıya müdahaleden uzak duruyor; sürecin rayında gittiğinden emin olan toplum da gelişmeleri izlemekle yetiniyor...

Milletin sesi çıkmıyor, ya da '1 dakika aydınlık' türü eylem yapmıyorsa, bunun sebebi, ilgi azlığı, mutabakat ve dayanışma yokluğu değil, müdahaleyi gerektiren bir durum olmayışına duyulan güvendir. Herhangi bir eyleme neden ihtiyaç olsun ki, işler rayında gittikten sonra?

Gazetecilerin halkın nabzını tutamadıkları ortamlar şahsen ve mesleki itibar açısından en tehlikeli ortamlardır. Kamuoyunun hassasiyetini paylaşmayan bir yayın yönetmeninin toplumun dikkatle izlediği ve kanaat sahibi olduğu bir konuda yanlış görüşler serd etmesi, kanaat haline dönüşmüş noktaların bile köşe yazılarında anlamsız polemiklere feda edilmesi, bunu yapanların aleyhine çalışır çünkü.

Silahlar, bombalar, suikast krokileri, şantaj kasetleri bulunmamışken bu tür iddialar seslendirilebilirdi, ama bugün? Bugün farklı iddialar -doğrudur, yanlıştır- toplum tarafından farklı sebeplere bağlanıyor...

En iyisi duyargalarımızı yeniden toplumun nabzına açık hale getirmek...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Uğur Mumcu’yu kim öldürdü?

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 6:15

Uğur Mumcu’yu kim öldürdü?

mehmetaltan@stargazete.com


Gelecek Cumartesi günü Uğur Mumcu’nun 16. ölüm yıldönümü. Aradan onca zaman geçmesine rağmen karanlıkta kalan Uğur Mumcu cinayeti yeniden gündemde...

Tuncay Güney’le birlikte 2001’de gözaltına alınan Ergenekon davasının tutuklu sanığı yazar Ümit Oğuztan’ın da sorgu kaseti ortalıkta dolaşmaya başladı...

Oğuztan sorgusunda, gazeteci Uğur Mumcu’nun Celal Talabani’ye gönderilen seri numaraları silinmiş silahlar nedeniyle öldürüldüğünü ileri sürüyor...

* * *

Biz bu iddiayı, Veli Küçük’ün evinde ele geçen ‘Şirketler ve Köstebekler’ adlı belgeye dayalı olarak daha önce de duyduk ve bu Ergenekon İddianamesinde de yer aldı...

Ergenekon iddianamesinin ‘deliller’ kısmında yer alan raporda, Mumcu’nun, devlet tarafından Celal Talabani’ye gönderildiği iddia edilen 100 bin silahı araştırdığı için öldürüldüğü öne sürülüyor.

Belgenin ‘Susurluk Raporu Silahlar ve Cinayetler’ başlıklı bölümünde yer alan iddialar şöyle:

‘1991’in Ocak ayında Makine Kimya Enstitüsü’ne (MKE) ilginç bir mesaj geldi ve ‘çok gizli’ yürütülecek bir işlemle 100 bin silahın seri numaralarının silinmesi istendi.

Dört gece süren işlemden sonra silahları üst rütbeli bir subay ‘ben JİTEM komutanıyım’ diyerek aldı.

Silahlar, Irak sınırına getirilmeden bir gün önce, 15 Ocak 1991’de, Jandarma Albay Durmuş Coşkun Kıvrak komutasındaki kuvvetler, 700 kadar PKK’lıyı kıskaca aldı.

Ancak bu anda Ankara’dan gelen emirle geri çekilmesi istendi.

Bu emrin nedeni, sınırda çıkabilecek bir çatışmanın dikkati silah sevkiyatına çekmesi olasılığıydı.

MKE yetkililerine de giden yazılı emir dosyasını, Albay Kıvrak ve birkaç asker inceleyince şok oldu.
İlerleyen dönemde askerlerden biri dosyanın fotokopisini çekip gazeteci Mumcu’ya gönderdi.’

Mumcu’nun kendine gelen belgeyi onaylatmak için bazı yerlere açtığı telefonlar nedeniyle öldürüldüğü söyleniyor...

Hatta sorgu kasetinde Ümit Oğuztan’ın belirttiği gibi, ölümünden bir gün önce, 23 Ocak 1993 günü Albay Durmuş Coşkun Kıvrak’ın, ısrarla Uğur Mumcu’yu aradığı ama bir türlü ulaşamadığı sıkça tekrarlanmakta...

JİTEM Albayı Durmuş Çoşkun Kıvrak ise bunu yalanlamakta...

* * *

Ergenekon’un ne olup, olmadığı gittikçe daha somut bir şekilde belirginleşiyor...

Güneydoğu’daki ölüm kuyularından Karargâh Evleri’ne; tutuklanan emekli ve muvazzaf askerlere kadar...

İş ciddiyetle takip edilebilirse yakın geçmişin tüm korkutucu dehşeti ortaya çıkacak gibi...

O yakın geçmişteki faili meçhullerden biri de Uğur Mumcu cinayeti...

Askere, istihbarata çok yakın, hatta onlarla girift ilişkilere sahip olan Uğur Mumcu’nun katli için Ankara DGM Savcısı Ülkü Coşkun da, ‘olayı devlet yapmıştır. Siyasal iktidar isterse çözülür’ demişti...

* * *

Son zamanlarda seslendirilen ve dün yeniden gündeme gelen iddiaların, 1997 yılında ‘TBMM Uğur Mumcu Suikastını Araştırma Komisyonu’nda da ifade edildiğini gördüm...

Örneğin, emekli Yüzbaşı Muharrem Tunç’un 6 Mart 1997 tarihli ifadesi Komisyon Raporu’na şöyle geçmiş:

‘1993 yılında Sıhhiye Orduevi’nde otururken adının Albay Durmuş Coşkun Kıvrak olduğunu öğrendiği bir kişinin ‘JİTEM temsilcisi olduğunu, birtakım belgeleri dosyaladığını, Talabani güneyden, Türk kuvvetleri kuzeyden olmak üzere PKK imha planı için Özal ile anlaştıklarını, bu meyanda Talabani’nin silah istediğini, bu silahların verilmesi ile ilgili JİTEM ve Genelkurmay olumsuz görüş vermesine rağmen, silahların sonunda PKK’nın eline geçeceği kaygısının dile getirilmesine rağmen silahların numaraları silinerek Talabani Kuvvetlerine verildiğini, bu konuları belgelediğini, emekli olunca kendisine vereceğini’ söylediğini; 15-20 gün sonra bu albayın kendisini aradığını, bir suret dosyayı Uğur Mumcu’ya gönderdiğini, kendisine de gelerek bir dosya vereceğini söylediğini ancak, gelmediğini, bir müddet önce bir kısım gazetecilerin bu albay ile ilişkiyi kendisine sorduklarını, İlçe Jandarma Komutanı aracılığı ile gazeteci Ertuğrul Akçay’ın albay ile evinde görüştüklerini, ancak bunların sır olduğunu, söylenemeyeceğini, sonradan caymasına rağmen bu olayı kendisine 3-4 saat anlattığını, 80-100 bin civarında silahın teslim edildiğini söylediğini, numaraların nasıl silindiği konusunda bilgisi olmadığını, ancak silahların kalaşnikof olduğunun kendisine söylendiğini, bu konunun Albay Durmuş Kıvrak tarafından aydınlatılacağını, bu kişinin Mumcu, Eşref Bitlis’in ölümünden sonra Akçakoca’nın bir dağ köyünde yerleşmesinin bu konuda çekincesi olduğunu akla getirdiğini, Mumcu’ya evrakları gönderdiğini söylediğini, ifade etmiştir.’

* * *

TBMM Komisyonu’na verilen bu ifadeler üzerinden 12 yıl geçmiş...

Bugüne kadar bu iddialarla ilgili hiçbir şey yapılmamış...

Öyle ki adı yeniden gündeme gelen ve iddiaları yalanlayan emekli JİTEM albayının ifadesine bile başvurulmamış...

* * *

Gelecek cumartesi günü...

Uğur Mumcu’nun katledilişinin 16. yıldönümü...

Ergenekon’da taşlar yerine otururken, bu faili meçhul cinayet konusunda, üzerinde nedense hiç durulmayan iddiaları, bir kez de TBMM Komisyon Raporu üzerinden anımsatayım dedim...


[img]http://www.ssm.gov.tr/TR/dokumantasyon/basinbulteni/PublishingImages/stargazete_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekoncuların "masumiyet"i

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 7:34

Ergenekoncuların "masumiyet"i

m.turkone@zaman.com.tr


Sami Selçuk'un önceki gün köşeme aldığım ikâzları mutlaka dikkate alınmalı. "Gözaltı ve tutuklama sürelerinin cezaya dönüştürülmemesi", "Ek iddianamenin süratle yazılması", "sanıkların hangi eylemle suçlandıklarını bilme haklarına saygı gösterilmesi", "gözaltına alınanların özsaygılarıyla oynanmaması" Selçuk'un itirazlarının özünü oluşturuyor.

Bunların tamamı "adil yargılanma" hakkını somutlaştıran prensipler. Bu prensiplerin en başında ise "masumiyet karinesi" yer alıyor.

1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi'nden itibaren, temel hakları düzenleyen bütün evrensel bildirgeler ve anayasalar bu prensibe yer verirler: "Bir suç ile itham edilen şahıs, suçluluğu kanunen sabit oluncaya kadar masum sayılır." "Masum sayılmak" yargı huzurunda masumlar gibi muamele görmesi, toplum nezdinde lekelenmemesi anlamına geliyor. Çünkü "Masumiyet esas, sanık olmak istisnaî bir durumdur". Sanığın lehinde olarak "masumiyet karinesi"ne uyulması yargılama usulüne etkide bulunur. "Şüphe sanığı müstefit kılar" prensibi, şüpheye dayanan hallerin sanığın lehine yorumlanmasını ifade eder.

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan veya devam eden dava kapsamında yargılanan her kişiye tek tek bu prensiplerin uygulanması, kısaca adil yargılama usullerine uyulması gerekir. Bu icaba uygun davranmak, temel insan haklarına saygının ötesinde gerçeğe ulaşmanın da anahtarı. Uyulduğu takdirde sonuç ne olur? Bu sorunun cevabı çok önemli.

"Masumiyet prensibi" sadece sanıkların vazgeçilmez hakkı değil, bir fener gibi gerçeğin peşinde olanların da önünü aydınlatıyor. Ergenekon davası, en basit tanımıyla bir suç örgütü davası. Bu davanın sanıkları örgütlü suçlar çerçevesinde yargılanıyor. Öyleyse bu davada "zanlı" olanların her biri tek tek, bu örgüt içindeki yerine ve işlediği suçlara göre yargılanacak ve suçları sabit olursa ceza alacaklar. Örgütsel bir suç için yargı huzuruna çıkanların "masumiyet karineleri"ne uyulması, kişilerle örgüt arasındaki ilişkinin belirlenebilmesi için çok önemli. Bu örgüt çok karmaşık ve çapraşık bir örgüt. Örgüt çatısı altında yer alan her kişiyi eşit oranda ve aynı derecede peşinen suçlu ilan ettiğiniz zaman, bu örgütü çözemezsiniz. Öbür taraftan bu örgüt, hukuku ortadan kaldırmayı, yaşama hakkı başta olmak üzere en temel insan haklarını yok etmeyi tasarlamış bir örgüt. Öyleyse bu davada adil yargılanma hakkına harfiyen riayet edilmesi, varlığına kastedilen hukukun zaferi olacak. Hukuk devleti kendisine kastedenleri bile hukuk bahşederek hizaya çekmiş olacak. "Bu soruşturmanın hukuk içinde ve hukuk zemininde yürütülmesi, hukuksuzluğa karşı hukukun zaferi olması çok hayatî. Hukuksuzluğun tek çaresi hukuk." Bu cümle geçen sene 7 Ağustos'ta yayımlanan 'Beraat-i zimmet' ve 'Silahların denkliği' başlıklı yazımdan alınma. Bu hatırlatmayı da sevgili Ruşen Çakır için yapıyorum. Onun verdiği ilhamla, Ergenekon Terör Örgütü'nün ortalığa saçılan dehşet manzaralarından infiale kapılıp -ben de dahil- zanlıları mahkûm edenlere hatırlatmalıyız. Aynı mantık, Ergenekon Terör Örgütü için mahkeme kurup, bu örgütü aklayanlara da cephane taşımış oluyor.

Masumiyet karinesi, fiilen Ergenekon Terör Örgütü'nü koruyan bir prensip değil; tersine bu örgütün ipliğini pazara çıkartmanın da en sağlam kulpu.

Devlete, devletin ve insanların hukukuna kastedenleri hukukun şaşmaz terazisinde tartıp adalete sevk etmek, hukuksuzluğa karşı hukukun zaferi olacak.

Peki hukukun tek bir harfinin bile girmediği, Ergenekoncuların hem savcı hem de yargıç olduğu mahkemenin verdiği hükme ne demeli? "Devleti ele geçiren ve devlet içinde her şeye kadir bir cemaat yapılanması" iddiası, Ergenekon'u müdafaa etmek dışında ne için ileri sürülür? Bırakın "masumiyet karinesi"ni, ortada "zan" denecek bir iddia bile yok iken?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Önceki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x