Ergenekon Tertibinin Savunucuları

Ergenekon Tertibinin Savunucuları

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:02

Ergenekon ve hukukçular

Taha Akyol, 12.01.2009
t.akyol@milliyet.com.tr


CUMHURBAŞKANI Sezer’in oğlunun düğünü, Eylül 2004... Davetlilerinin hepsi, tabii, Sezer gibi Atatürkçü... O sırada İÜ Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı tarafından görevden alınması gündemde... Konuklarından biri diyor ki:
- Alemdaroğlu hiç görevden alınabilir mi?! O bir Atatürkçüdür, laiktir! Görevden alınamaz!
Davetliler arasında bulunan Sabih Kanadoğlu hemen cevabı yapıştırıyor:
- Olur mu efendim, herkesten önce Atatürkçülerin, laiklerin hukuka uyması gerekmez mi?!
Sayın Kanadoğlu’nun hukuk duyarlığını yansıtan bu olayı 21 Eylül 2004 günlü Milliyet‘te yazmıştım. Sayın Kanadoğlu telefonda “Yazdığınız olay doğru, evet, herkesten önce Atatürkçülerin, laiklerin hukuka uyması gerekir” demişti.
Kanadoğlu’nun silahlarla, bombalarla toplumsal kargaşa yaratarak orduyu darbeye zorlamayı amaçlayan bir örgütle organik ilişkisinin olabileceğine asla inanmıyorum.
Evindeki aramanın kendisi hakkında değil, başkaları hakkında delil olabilecek bulguları araştırmak için yapıldığını sanıyorum, zaten kendisi sorgulanmadı.
Her halde üzücü bir olay; hiç olmazsa polisler saygılı davranmış bari.

Kanadoğlu olsaydı
Bizde eskiden beri Kemalist ve liberal hukuk felsefeleri çatışır. Kanadoğlu Kemalist çizginin önde gelen hukukçularından biridir. Birçok konudaki görüşlerini eleştirdim ama daima saygılı bir dil kullandım.
Şimdi, Ergenekon soruşturması konusunda Sayın Kanadoğlu aynı duyarlıkla konuşuyor:
“Ben meslek hayatım boyunca çetelerle uğraştım. Ben de olsam Ergenekon’u soruştururdum...”
Ergenekon soruşturmasını laik cumhuriyete suikastmış gibi gösterenlere Kanadoğlu gibi Atatürkçü bir hukukçunun cevabıdır bu sözler!
Ortada, hukukun mutlaka soruşturma açması gereken, hayli dal budak salmış, kanunsuz bir ‘Ergenekon’ yapılanması vardır! Kimse bunu küçümsememeli, kimse soruşturmayı dumura uğratmaya, savcıları ürkütmeye, caydırmaya kalkmamalıdır.
Evet, Sayın Kanadoğlu, Ergenekon soruşturmasının gerekli olduğunu belirtirken “Ama nasıl yapıldığına bakılmalı” diye de ekliyor.
Soruşturma nasıl yapılıyor? Son derece önemli elbette.

İz sürmek
Herkes kabul eder ki, soruşturma bir tür “iz sürme” işlemidir. Ergenekon’u Kanadoğlu soruştursaydı iz sürerek aramalar yapacağı yerler çok mu farklı olurdu? Bilmiyorum, tüm dosya açığa çıkmadan kimse de bilemez.
Aramalar ve sorgular yapılmadan nasıl iz sürülebilir?! Silahlar, bombalar, örgütsel bağlantılar nasıl ortaya çıkarılabilir?!
Bazı kişilerin gözaltına alınmasını dışarıdan bakarak ben de yadırgıyorum ama genelleme yapılamaz. Zaten işte, bu satırlar yazılırken Prof. Kemal Gürüz serbest bırakılmıştı. Önceki gün de Org. Tuncer Kılınç serbest bırakıldı. Bunun yanında, son dalgada gözaltına alınanlardan beş kişi ise tutuklandı.
Dosyayı bilmeden iddialı genellemeler yapmak, toptancı tavırlar koymak yanlıştır.
Sadece hukuk diliyle ve hukuki uyarılar yapılabilir. Soruşturmanın hukuki sağlamlığı, sonuç alınması için de gereklidir; bu uyarıyı her zaman yapalım...
Ama sokak gösterileriyle, siyasi nutuklarla, hukuk kuruluşlarının adını kullanan bildirilerle savcıları ve hâkimleri caydırmaya, ürkütmeye çalışmak en azından hukuka saygısızlıktır!


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

En sağlam muska 1 numarada mı?

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:05

En sağlam muska 1 numarada mı?

stuna@yenisafak.com.tr


Sabih Kanadoğlu'nun muska taşıyor olması, öyle bi kalemde geçiştirilecek konu değildir.

Üzerinde adamakıllı düşünmemiz gerekir.

Çünkü bu muskadan hareketle “1 numara”ya ulaşmamız kuvvetle muhtemeldir.

Her şeyden evvel, hayati önemi haiz şu soruyu dillendirelim:

Saygıdeğer başsavcımızın gözaltına alınmamasında muskanın etkisi nedir, nereye kadardır?

Sözün burasında, “Ne muskası kardeşim; lütfen manyaklaşmayalım!..” diyenler olacaktır.

Olsun…

Yeter ki, mütekait başsavcımızın gözaltına alınmamasının nedenini açıklasınlar.

“Suç delili bulunamadığından, gözaltına alınmamıştır…” gibi lakırdılarla, kendileriyle çelişmesinler.

Çünkü soruşturmanın suçla / delille alakasız olduğunu, “Ergenekon: Her yere kon!..” esprisiyle ispatladıklarını unutmuş değiliz.

Onlar kadar “espritüel” olamadığım için tam anlatamadım galiba.

Ergenekon soruşturmasının bu fanatik muarızlarına, bir de şöyle anlatmayı deneyelim:

Kanadoğlu'nun tutuklanmama nedenini delil yetersizliğine falan bağlıyorsanız, gözaltına alınan onca insan hakkındaki delilleri, zımnen de olsa, muteber buluyorsunuz demektir.

Hadi bakalım şimdi, “ampirik, rasyonalite, bilimsel…” ne kadar bildiğiniz kavram varsa dökün ortaya.

Ne derseniz deyin, biz muska diyeceğiz nasılsa.

Çünkü Sabih Kanadoğlu “ampirik” yöntemle değil, muska marifetiyle “yırtmıştır”.

Sabih Bey deyip geçmeyin.

Mühim şahsiyettir!

Yılmaz Özdil, dindar bir kişilik olduğunu kanıtlamak için “muskasını” faş ettiği Sabih Bey'i şu veciz ifadeyle tanımlıyor: “Din tüccarlarının, Atatürk düşmanlarının yamyamlar gibi vahşi çığlıklar atarak, kazana ittirmek istedikleri adam…”

Yahu “kazana ittirmek isteyen” kim?

“Yüzde 47 değil, yüzde 97 alsan bile bu dava açılır…” diyerekten, “AKP”yi topyekûn kazana ittirmek isteyen, mütekait başsavcımız Sabih Bey değil miydi?

“Ergenekon soruşturması Şemdinli gibi olmaya mahkûm…” ifadesiyle de, Ergenekon savcısına, Şemdinli savcısının akıbetini ihsas etmişti.

Gerçi, Sayın Zekeriya Öz kimsenin akıbetine uğramadığı gibi, 367'nin mucidini az kalsın Ergenekon “kazanına” atıyordu.

Gelgelelim, Sabih Bey'in imdadına muska yetişti.

Nasıl bir muskası var acaba?

Hazır mı, sipariş mi, kamusal alanda da taşınabilir mi?

En önemlisi de, içinde ne var?

İns ve cin tayfasına karşı muhafaza duası mı, karınca duası mı, nutuktan bir sayfa mı?..

Arapça mı, Aramice mi, Türkçe mi, İbranice mi?

Anadilde ibadet konusunda hassas olduğunu düşünürsek, Türkçe olma ihtimali bir hayli yüksek.

O halde, Türkçe muska yazan nefesi kuvvetli hocaları bulursak, “1 numara”ya da ulaşabiliriz.

Çünkü “1 numara”da, Sabih Bey'i gözaltına alınmaktan koruyan muskadan daha kuvvetlisi var ki, deşifre olmaktan koruyor.

Lakin…

Sabih Kanadoğlu muska yerine ya “reçete” taşıyorsa?!

Bekir Coşkun hazretleri “Çatışma” başlıklı yazısında, yobazla çağdaşın listesini vermiş; “şerbet” ile “rakı”, “üfürük” ile “steteskop” gibi bir yığın “çatışma” örneği arasında, “muska” ile “reçete”yi de saymıştı.

Hulasa, çağdaş laik insan reçete, yobaz muska taşır demişti.

Sabih Bey'in “çağdaş” bir varlık olduğunu tartışamayacağımıza göre, muska yerine reçete taşıyacağı muhakkak.

Ama…

Yılmaz Özdil, Sabih Bey'in muskasını gördüm, diyor.

Hay aksi!..

Sentez yapmış olmasın!

Muskasının içinde dua yerine reçete, yani prospektüs koymasın!

Şayet böyleyse “1 numarayı” bulmak hoca işi değil; doktor işi.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Hürriyet'in Korkusu

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:08

Hürriyet'in Korkusu

tkorkmaz@yenisafak.com.tr


Aydın Doğan'ın Hürriyet'i 28 Şubat sürecinde Gizli Egemenler adına “İrticaa Karşı Topyekun Savaş” yürütüyordu.

Ya şimdi?

Amiral Gemisi, darbeci Ergenekon örgütünü “topyekun” savunuyor.

Ergenekon yapılanmasının üzerine gidildikçe Hürriyet'in korkusu artıyor.

Neden acaba?

*

Hürriyet'i yöneten Zat-ı Şahane Ergenekon'un medyadaki en baba avukatı…

Gölbaşı Kazısı'nda ele geçirilen Ergenekon Cephaneliği için Amiral Gemisi'nin attığı manşet neydi:

-Şahin Çukuru

Hadiseyi Susurlukçu eski polis şefi İbrahim Şahin özelinde izah edip sıyırabileceklerini, kaçışı olmayan Ergenekon bağlantısını hasıraltı edebileceklerini sanıyorlar.

Hürriyet'e göre, Şahin'in arkasında hangi mekanizmanın bulunduğu hiç önemli değil!

Amiral Gemisi, Susurluk zincirinin Ergenekon'la eş anlamlı olduğunu ortaya koyan tüm bağlantıları göz ardı ettirmeye, karartmaya çabalıyor.

Ama, nafile...

*

Amiral Gemisi'nin Kaptanı diyor ki: “Biz bir zamanlar İbrahim Şahin ve yanındakilere Susurlukçular derken bazıları buna 'fasa fiso' diyordu. Bunları söyleyenleri 'gulu gulu dansı' yapmakla suçluyorlardı.”

O günleri yaşamayanlar veya unutmuş olanlar “Hürriyet ve kaptanı Susurluk'un üzerine kararlılıkla gidilmesini savunmuşlardı” sanır.

Hürriyet, o dönemde “Susurluk mekanizmasının (Gizli İktidar eliyle) sadece sağcı birtakım derin isimler üzerinden izah edilmesinde, netice itibarıyla da skandalın üzerinin örtülmesinde önemli bir işlev görmüştü.

Susurluk'un temelinde askerlerin bulunduğunun anlaşılmasıyla birlikte Hürriyet ve Kaptanı, skandalın örtbas edilmesi sürecinde büyük gayret göstermişlerdi.

O dönemde bizler ne diyorduk?

Hem Susurluk'a “fasa fiso” diyenleri, hem de “Devlet için kurşun atan da yiyen de kahramandır” nutukları atanları kıyasıya eleştiriyorduk.

Susurluk'ta askerlerin başat rolünü karartmaya çalışanlara da sürekli dikkat çekiyorduk.

Amiral Gemisi, 28 Şubat'ın medya ayağında lokomotiflik yaptı.

Kaptanı, 28 Şubat'ı hala canla başla savunur.

28 Şubat süreci, Susurluk'un üzerini itina ile örtmüştü.

Ergenekon ve Susurluk antetli derin yapıları inşa eden “Gizli İktidar” 28 Şubat'ı da yaptıran güç odağıdır.

Bu durumda Aydın Doğan'ın Hürriyet'i neci oluyor?

*

Ergenekon örgütünün üzerine kararlılıkla gidildikçe Hürriyet'in, yayın yönetmeninin ve yazarlarının paçaları tutuşuyor.

Günümüzde Ergenekon için “fasa fiso” diyenlerin başında “Hürriyet'in Kaptanı” geliyor.

Hürriyet yazarları “Ergenekon Balonu” dedikçe topraktan “Ergenekon Bombaları” fışkırıyor!

Bakınız, Amiral Gemisi'nin Başyazarı son şok dalga için “Bunun adı devlet terörüdür” diye yazdı:

Darbe planlayan, provokasyonlardan fal tutan Ergenekon terör örgütünün üzerine gidilmesi sürecini aynen böyle tanımladı!

O başyazar ki, Gazze'de 900'ye yakın Filistinli'yi katleden İsrail'in terörüne asla “devlet terörü” demiyor.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Bu şarkı burda bitmez komutanım

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:12

Bu şarkı burda bitmez komutanım

stayyar@stargazete.com


Ergenekon’u sulandırmaya çalışanlar, İbrahim Şahin’in krokisi üzerinden ele geçirilen silah ve mühimmat karşısında böyle demeye başladılar: Ergenekon karaya oturunca Susurluk enkazında define arıyorlar!

Gölbaşı’ndaki kazılarda ortaya çıkarılan silah ve mühimmat bir define ise Susurluk’la hiçbir ilgisi yoktur. Toprağa yeni (2-3 ay) gömüldüğü, kayıp silahlarla ilgisinin olmadığı belirlenmiştir. Dolayısıyla bu define Ergenekon definesidir!

Ayrıca Susurluk döneminden kalma da olabilirdi. Eğer ortada bir suç ortaklığı varsa hangi enkazda arama yapıldığının çok da önemi olmasa gerek.

Süreci yakından izleseler veya sırf iddianamede adları geçiyor diye duygusal davranmasalar aslında gerçeği göreceklerdi.

O nedenle soruşturmanın ulaştığı bu boyut, kimse için sürpriz olmamalıdır.

Susurluk da Ergenekon da derin yapının birer unsurlarıdır. Bir nevi düşman kardeş gibiydiler. Kardeşlerden biri diğerinin itmesiyle 3 Kasım 1996’da kamyonun altında kaldı. Susurluk’ta iç çatışmanın izdüşümü ortaya çıktı.

Susurluk’ta deşifre olan derin unsurların çekim merkezi, emniyetti. ‘Milliyetçi’ kökten besleniyorlardı.

Ümraniye’de tokadı Ergenekon yedi. Onun çekim merkezi, orduydu. ‘Ulusalcı’ kökten hayat buluyorlardı.

2001 yılında kurulan ve bir yıl sonra tek başına iktidara gelen AK Parti, müesses nizam içindeki ayrık otları için hedefteki ‘ortak payda’ oldu.

Bu düşüncelerim Gölbaşı’ndaki kazılardan sonra oluşmadı. 10 ay önce piyasaya çıkan ‘Operasyon Ergenekon’ isimli kitabımda (sayfa 249) aynen şöyle yazmışım: ‘2003-2004 yıllarında darbe projeleri suya düşünce 2005 yılından itibaren yer altına inen Ulusalcılar, orada Veli Küçük, Sami Hoştan, İbrahim Şahin, Korkut Eken gibi ortak dostların bulunduğu Susurluk ekibiyle karşılaştılar. Kutsal ittifak kurdular. Farklı saiklerle de olsa hedef aynıydı.’

Bu dip dalganın siyasetteki karşılığı ise ‘Kızıl Elma Koalisyonu’ idi. O proje de 22 Temmuz’da sandığa gömüldü.

Biliyorsunuz Ergenekon sanığı Muzaffer Tekin ismine Danıştay cinayeti sorgulaması sırasında aşina olduk. Şüpheli olarak arandı, sonra dava açmayı gerektirecek delil olmadığı gerekçesiyle hakkında kovuşturmaya gerek görülmedi. İşte o esnada İbrahim Şahin’in Muzaffer Tekin’e gönderdiği bir mesaj var: ‘Danıştay olayları böyle bitmez komutanım, bu şarkı böyle bitmez. Yeni sloganımız ‘Bu da bizim Türk’ümüz, Muzaffer Tekin gerçek liderimiz’ saygılar.’

Şahin, ikinci mesajında ise Tekin’e şöyle sesleniyor: ‘Sizin yanınızda dava arkadaşı olan insanların ilk önce yüksek vasıflı Türk olması gerekir. Çünkü yiğide yiğit er gerekir komutanım.’

Bu ilişki, Ergenekon kardeşliğiydi.

Yargıda susurluk oyunu

Bir de diyorlar ki, eğer Susurluk’un üzerine gidilseydi bugün Ergenekon olmazdı. Sabih Kanadoğlu da böyle diyor, şimdiye kadar Ergenekon’a inanmayan diğer taife de...

Akıllarınca kendilerine bir çıkış yolu bulmuşlar. Geçmişin hatası üzerinden bugün Ergenekon’un üzerine gidenleri suçluyorlar.

Yine de geçmişi yargılayacaksanız, ona da bakalım. Ergenekon’a yeni dahil olan İbrahim Şahin üzerinden başlayalım anlatmaya.

İstanbul 6 No’lu DGM’deki yargılamanın ilk duruşması 2 Haziran 1997 günü yapıldı.12 Mart’ta tutuklanan Şahin, 185 gün tutuklu kaldıktan sonra 19 Eylül 1997 günü tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi.

Şahin’in mahkemede verdiği ifadeler Susurluk’u aydınlatacak bilgileri içermiyordu. Uzun süre sırlarını korudu. Bir gün Mahkeme Heyeti Başkanı Sedat Karagül’e ‘Bana süre verin yapacağım açıklamalarla yer yerinden oynayacak’ dedi.

27 Mart 2000, duruşma günüydü. Hakim Karagül, Şahin’in bu duruşmada sözünü tutarak konuşacağını umuyordu. Olmadı. Şahin, Eskişehir-Yalova yolunda kendi kullandığı Grandcheroke jeeple trafik kazası geçirdi, bir süre yoğun bakımda kaldı, 19 Nisan’da taburcu oldu.

Sağlığına kavuştuktan sonra uzun süre duruşmalara katılmadı. Mahkemenin ısrarı üzerine gelince de ‘kazada hafızamı kaybettim’ dedi.

Bu arada bir sürpriz daha yaşandı. Hakim Karagül, 2000 yılı Kasım ayında İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nda görevlendirildi. Yerine Hakim Metin Çetinbaş atandı. Çetinbaş, yaklaşık 3.5 yıldır devam eden dava dosyasını 3 ayda karara bağladı. Şahin’e çete kurmak suçlamasıyla 6 yıl hapis cezası verdi.

Eski mahkeme heyeti başkanı Karagül, 12 Ocak 2006 günü Sabah’a yaptığı açıklamada, görevden alınmasını şöyle izah etti: ‘İbrahim Şahin bana ‘bana süre verin, yer yerinden oynayacak’ dedi. Duruşma günü trafik kazası geçirdi. ‘Konuşabilir mi, konuşamaz mı’ diye rapor istedim. O rapor beni fırlattı, defterimi dürdüler.’

O dönemde dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Daire Başkanı Naci Ünver ise dün Hürriyet’e yaptığı açıklamada, ‘Eğer yerel mahkeme kayıp silahların yerine kapalı oturumda söylemek isteyen sanığı dinlemiş olsaydı, çoğu suikast silahının yeri o yıllarda belirlenmiş olacaktı’ dedi.

Yerel mahkemede dosyayı bağlayan hakim kim? Metin Çetinbaş...

Şimdi ne yapıyor? Ergenekon sanıklarından Kemal Alemdaroğlu, Güler Kömürcü ve Zekeriya Öztürk’ün avukatı...

Şahin’in cezasını affeden kim? Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer...

Deniz Bey sosyalist lideri hatırla

Bir başka savunma mekanizması ise Yargıtay eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu üzerinden yürütülüyor. Deniyor ki; İbrahim Şahin ile Kanadoğlu aynı kadraja nasıl sokuluyor?

Bu soruya cevap vermek için soruşturmayı yürüten savcıların ellerindeki bilgi, belge ve diğer delillerle mahkeme heyetinin karar verme gerekçelerini görmek gerekir. Bu konuda hiç kimse bilgi sahibi olmadığına göre, sürecin sonucu beklenmelidir.

İtalya, 1993-1995 yılları arasında Gladyo’yu temizlerken Sosyalis Parti Genel Başkanı ve eski Başbakan Bettino Craxi’yi çete lideri olarak tespit etti, 12 eski bakan ve milletvekili arkadaşıyla birlikte yargı önüne çıkardı.

Onlar hiç kimseye ‘saygınlık beraatı’ vermeden hukuku uyguladılar.

Deniz Bey’in kulakları çınlasın...


[img]http://www.ssm.gov.tr/TR/dokumantasyon/basinbulteni/PublishingImages/stargazete_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Medyadaki Ergenekoncular...

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:16

Medyadaki Ergenekoncular...

mehmetaltan@stargazete.com


Ergenekon’u soruşturan yargının eli ‘Saray’a ulaşınca... Eller, ayaklar titremeye başladı...

‘Hukukun üstünlüğü’ imiş... Şemdinli Savcısı’nın hayatını karartırlarken nerelerdeydiniz?

Ya da...

Dünyanın hiç bir demokratik ülkesinde bulunmayan ve doğal hâkim ilkesini ayaklar altına alan ‘çift başlı yargı’yı neden hedef almıyorsunuz?

Askeri Yargıtay...

Askeri Danıştay olamayacağını avaz avaza bağırmıyorsunuz...

Yoksa siz, ‘hukukun üstünlüğü’nü yargı ‘suyun başındakilere’ ulaşınca mı hatırlayanlardansınız?

İşkenceden ölenler...

Yollarda vurulanlar...

Adliyelerde çile çekenler...

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde neredeyse her seferinde mahkûm olan adaletsiz kararlar söz konusu olduğunda ortalarda yoksunuz...

‘Hukukun Üstünlüğü’nü ne zaman hatırlıyorsunuz?

İşler suyun başındakilere doğru ilerleyince...

Adaletin eli tepe noktalarındaki Ergenekonculara doğru uzandıkça...

Acaba neden?

* * *

Dün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kararlı bir şekilde sürmesini dilediğimiz ‘yeni anlayışı’ şöyle tanımlıyordu:

‘Hiç kimse kendisini ayrıcalıklı seçkin imtiyazlı hukuk alanının dışında bir pozisyonda görmemeli.

Türkiye evet değişiyor ve değişecek.

Türkiye ilerlemesine gelişmesine ve güvenliğine takılmış prangalardan kurtuldu.

Ama bakıyorsunuz ki birileri çıkıyor. Korku imparatorluğundan bahsediyor.

Kimlerin bu ülkede bunu kurmaya çalıştığını bize son aylar gayet iyi gösterdi

Çukurlardan nasıl tüfeklerin el bombalarının, planların çıktığını çok iyi görüyoruz.

Bunlarla beraber bu ülkede binlerce on binlerce mermilerin acaba birilerinin evlerinden çıkmasının bir anlamı yok mu?

Bunlara seyirci mi kalacağız?

Bunu yapanlar bunları takip edenler korku imparatorluğunu temsil edecek, bunların avukatlığına soyunanlar ise bunu değil barışı konuşacak.

Türkiye hedefleri doğrultusunda değişiyor dönüşüyor.’

* * *

Ergenekon Terör Örgütü’nün ‘çukurlardan çıkan’ cephaneliğini yok sayarak, soruşturmanın ‘Saray’a uzanmasını militanca itibarsızlaştırmaya çalışmak ne kadar anlamlı...

-114 adet 9 milimetre çapında kovan,

-1 anti personel tüfek bombası,

-1 adet uçaksavar mermisi,

-11 adet MKEK sis kutusu,

-2 adet MKEK sis lancheri,

-2 adet kuru sis kutusu,

-4 hakem bombası,

-4 ABD gaz bombası,

-1 adet M4 A1 askeri aydınlatma tuzağı,

-1 havai fişek ateşleme fitili,

-2 adet MKE gösteri el bombası,

-210 cm. plastik dış kaplı saniyeli fitil,

-8 metre infilaklı fitil,

-3 adet shootgun fişeği,

-2 adet dolu lav silahı,

-590 gram detasheet patlayıcı,

-100 gram C-3 plastik patlayıcı,

-130 gram C-4 patlayıcı...

Bunlar ne?

Eski Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’in evinde bulunduğu belirtilen krokinin gösterdiği yerde ele geçirilenler...

İki adet dolu lav silahının seri numarasının silinmiş olması size bir şey söylemiyor mu?

Bu arada, Sapanca’daki evinde 22 adet el bombası, bir adet Mısır yapımı makineli tüfek, iki adet Kalaşnikof marka uzun namlulu silah, sekiz adet Kalaşnikof şarjörü ele geçirilen ve anında sırra kadem basan Yarbay Mustafa Dönmez de mi ilginizi çekmiyor?

Ya da Rusya’ya firar eden tuğgeneral...

Bunları tedirgin olduğunuz için mi görmüyorsunuz?

Ve gene bu tedirginlikten dolayı mı, Ergenekon’u kurtarmak için Susurluk’u feda etmeye hazırsınız?

* * *

Karargâh Evleri nedeniyle tutuklananlar...

Glock silahı ile vurulacak olanlar...

Dehşet verici ilişki ağları...

Bunları da pas geçiyorum...

Görenin dudağını uçuklatacak olan bu ‘Ergenekon Tablosu’nun dehşetini yok saymanın nedeni nedir?

Galiba bunu ‘Medyadaki Ergenekon’ çözülünce anlayacağız...

Öyle ki...

Bakarsınız, bu da tahminlerden önce gerçekleşebilir...


[img]http://www.ssm.gov.tr/TR/dokumantasyon/basinbulteni/PublishingImages/stargazete_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Bir kez daha sivil-asker ilişkisi

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:22

Bir kez daha sivil-asker ilişkisi

ekarakas@stargazete.com


Sivil-asker ilişkisi’ başlıklı bugüne dek kaç yazı yazdığımı ben hatırlamıyorum. Her seferinde bu yazı umarım son olur diye bir temennim var ama bir türlü olmuyor.

Ya doğru dürüst anlatmayı beceremiyoruz ya da birileri anlamamakta ısrarlı.

Sivil-asker ilişkileri meselesi çağdaş demokratik hukuk devletlerinde çoktan aşılmış bir konu ama bizde hala gündem oluşturduğuna göre anlaşılan tekrar tekrar yazmayı sürdüreceğiz zira neresinden bakarsanız bakın konu çok önemli.

9 Ocak 2009 Cuma günü yani Ergenekon gözaltılarından sonra Yeni Şafak gazetesinde Sayın Yasin Doğan ‘sivil-asker ilişkileri’ başlıklı bir yazı yayınladı.

Sayın Yasin Doğan’ın gerçek isminin ne olduğunu çevrede herkes bildiği, Cuma günü televizyon programlarında da söylendiği için ben de burada bu konuyu yazıyorum; Yazar, Ankara’da çok önemli bir danışmanlık görevi yapıyor.

Ergenekon’un son dalgasında iki orgeneralin daha gözaltına alınması ve son bir senedir siyasal iktidar ile bazı liberal çizgide ısrarlı yazarlar arasında yaşandığı idddia edilen gerginlik ile ilgili Sayın Yasin Doğan Cuma günü Yeni Şafak’ta yayınlanan ‘Sivil-asker ilişkileri’ başlıklı yazıda şöyle diyor:

Haddizatında hiçbir iktidar, ülkesinin silahlı kuvvetlerinin yıpratılmasna göz yumamaz, haksız eleştirilere maruz kalmasına seyirci kalamaz, askerin güçten düşürülmesini demokrasinin bir gereği gibi göremez. Kurumları yıpratmama sorumluluğu, herkes için geçerlidir...........

Sorumluluk mevkiinde olmayan bazı kişiler, askerle mücadele etmeyi demokratik bir çaba gibi görebilirler. Ancak asker-sivil ilişkilerini doğru kurgulamak başka bir şeydir, askeri zafiyete düşürerek sivil iradeye alan açmaya çalışmak başka şey.............

Hükümet, son üç ayda liberal ve demokrat yazarlar tarafından askerle aynı çizgide yol aldığı, devletçi tepkiler gösterdiği iddiasıyla eleştirilmektedir. Aslında ‘askerle ilişki geliştikçe demokrasiden ve reformlardan uzaklaşılır’ düşüncesi ciddi bir yanılsamadır..............


Sayın Yasin Doğan’ın yazısı şöyle bitiyor (E.K.): Ne yargı yıpratılmalıdır, ne asker, ne de siyasi iktidar.

Sayın Yasin Doğan’ın yaptığı saptamalara katılmak kolay değildir.

Demokratik hukuk devletlerinde siyasal iktidar ya da sivil otorite ile asker ilişkileri çok nettir, kurumsal, hukuki yapı bellidir; ülke koşullarının (!!!) farklılığını, tarihi ya da başka bir şeyi bahane ederek evrensel (Batı türü demokratik hukuk devleti) farklı bir sivil-asker ilişkisini mazur göstermek kabul edilebilir bir şey değildir.

Doğrudur, siyasal iktidarlar kendilerine bağlı askeri bürokrasinin ve dahi bürokrasinin her branşının yıpratılmasına izin vermemelidirler ama bunun gerçekleşmesi için de ilgili bürokratik birimin siyasal otoriteyle, yargıyla ilişkisinin evrensel normlarda kurulu olması, mesela Çarşamba sabahı olduğu gibi bir yargı kararının uygulanabilirliği için (askeri lojmanlarda gözaltı) bürokratik birimin izninin gerekli olmaması ŞARTTIR.

Türkiye’de liberallerin çok önemli bir bölümünun derdi asla ve asla askeri yıpratmak değildir, olamaz da, Meclis’in ve Meclis içinden çıkan yürütmenin askeri bürokrasiyle ilişkisinin evrensel standartlarda yürütülmesidir.

Siyasi otoritenin en üst düzey danışmanlarının liberalleri sivil-asker ilişkilerinde aldıkları tavırdan dolayı eleştirmeden önce yargı kararlarının uygulanabilirliği için askeri bürokrasinin izninin gerektiği bir ‘lojman hukukunu’, çift başlı yargıyı, Meclis’in ve Meclis adına yetki kullanan Sayıştay’ın denetleyemediği kamu harcamalarını, MGK’nın yapısını, devlet protokolünü GÖREVLERİ GEREĞİ gündeme getirmeleri çok daha önemlidir.

Liberal düşün dünyasında en önemli kamu hizmeti güvenlik hizmetidir; bir liberalin evrensel ölçütler içinde faaliyet gösteren askerle sorunu olamaz.

Ama Avrupa Birliği sürecindeki bir ülkede bir Başbakanlık danışmanının vatandaşları ‘doğru yere davet edebilme’ cüretini gösteren askeri bürokrasiyle MUTLAKA demokratik meşruiyet adına sorunu da olmalıdır.

‘Memleketin ali menfaati’ sivil-asker ilişkilerinde ‘İNCE AYARDAN GEÇMEMEKTEDİR’.

Sivilin sivilliğini, askerin de askerliğini bilmesi yeterlidir ama bu ‘karşılıklı bilme’ evrensel (Batı) normlarında olmalıdır.

Türkiye özel bir ülke değildir; özel olan, evrensel normlar dışında olan lojman hukukudur (Çarşamba sabahı), YAŞ kararlarının yargı denetimi dışı olmasıdır, çift başlı yargıdır, MGK toplantı manzaralarıdır, devlet protokolüdür.

Bu anlamsız özel durumlar NORMALLEŞTİKÇE Türkiye de daha normal, daha özgür, daha zengin, daha demokratik bir ülke olacaktır.


[img]http://www.ssm.gov.tr/TR/dokumantasyon/basinbulteni/PublishingImages/stargazete_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Sulandırın koçlar, sulandırın...

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:27

Sulandırın koçlar, sulandırın...

akekec@stargazete.com


İşin ‘tezyif’ ve ‘sulandırma’ kısmını üstlenmiş görünen Ruhat Mengi’ler... Ruhat Mengi aklıyla siyasi analiz yapan Ahmet Coşkun’lar... Tüm Sabih Kanadoğlu’severler... ‘Sorşturma usulü’ne takmış görünen Özdemir Özok’lar, Ömer Faruk Eminağaoğlu’lar, Ertuğrul Özkök’ler...

Evlerine bayrak asanlar...

Canlı yayında liberal haşlayanlar...

Başörtüsüne sahip çıktıkları için kendilerine tapmamızı isteyen oryantalist ablalar...

Baykal aklıyla olayı kavramaya çalışanlar...

Ulusalcılar...

Mütekait askerler...

Doğan görünümlü Şahin’ler...

Bütün bu kakafonik dekor, aslında, ‘Hayır kardeşim, Ergenekon diye bir örgüt yoktur. Bütün bunları Zekeriya Öz ve Tuncay Güney adlı meczup kıçından uydurmaktadır. Ayrıca, hukuka uygun bir soruşturma yürütülmemektedir...’ demek yahut dedirtmek için.

Belki de öyledir.

Belki de Ergenekon diye bir örgüt yoktur.

Belki de hukuku zorlayan bazı nahoş davranışlar sergilenmektedir.

Belki de birilerine gadredilmektedir.

Bilemem.

Hukukçu olmadığım için, söyleyeceğim her şey afaki kaçacaktır. Bırakalım, yargı son sözünü söylesin, değerlendirmesini sonra yaparız.

Fakat, neden kimse ‘olgulara’ bakmıyor?

Bu ülkede 3 tam, 2 yarım, 1 ‘postmodern’ darbe olnuş mu, olmamış mı?

Muhtıralar verilmiş mi?

Seçilmiş yöneticiler muhtıralarla ‘şamaroğlanı’na çevrilmiş mi?

Hayatımızın neredeyse tümü ‘Sıkıyönetimlerle’ geçmiş mi?

Başbakanlar asılmış mı?

Teşebbüs safahatında kalan onlarca darbe girişimi yaşanmış, onlarca cunta kurulmuş mu?

Kendilerine aydın, gazeteci, sivil toplum önderi diyen bazı ilericiler, bazı darbeleri alkışlamış mı?

Bazı Anayasa Mahkemesi üyeleri, varlık nedenlerini ortadan kaldıranlara teşekkür ziyaretine gitmiş mi?

Bazılarının ‘abi’ diye kutsadığı İlhan Selçuk, 12 Mart’ta, darbecilik oynarken enselenmiş mi?

Bugün de aynı oyunu oynama iddiasında değil midir? Mütemadiyen darbe çağrısı yapmamakta mıdır?

Ergenekon soruşturmasından içeri alınan bazı ‘saygıdeğer’ öğretim üyeleri ‘Ordu Göreve’ pankartının altında yürümüş mü? Bazıları ‘Abdullah Gül Çankaya’ya çıkarsa, başına bir kaza gelir, ölür...’ diyerek, muhterem biraderlere ‘suikast’ telkininde bulunmuş mu?

Deniz Baykal, ‘Danıştay cinayeti dini duygularla işlenmiştir. Yargı bu yönde karar verdi, olay bitti’ demiş mi?

Deniz Baykal bunu dedikten sonra, aynı yargı, sözkonusu cinayetin Ergenekon örgütünce işlendiğine karar vermiş mi?

Üzeyir Garih ve Hrant Dink’in hangi tertiple öldürüldüğü, sırada kimlerin bulunduğu ortaya çıkmış mı?

Cumhuriyet gazetesine atılan ‘dost bombalar’ deşifre edilmiş mi?

Misyoner cinayetlerinin arkasındaki güç kabak gibi ortaya çıkmış mı?

Darbeciler, darbe planlarıyla birlikte ele geçirilmiş mi? (Bombaları, suikast silahlarını, bir orduya yetecek cephaneliği saymıyoruz bile...)

Hem bunlar yokmuş gibi davranacaksınız, hem de Zekeriya Öz’ün güya kişilik analiziyle işi sulandırmaya çalışacaksınız:

Zekeriya Öz de savcı mıymış? Bir zırdelinin itiraflarına dayanarak iddianame yazan biri savcı olabilir miymiş?

Neden olmasın?

Kanadoğlu ve Savaş savcıysa, Öz de savcıdır.

Eminağaoğlu ve Yalçınkaya savcıysa, Öz haydi haydi savcıdır.

Nuh Mete Yüksel savcıysa, Öz on kere savcıdır.

Siz bırakın bunları da, biraz da ‘olgular’ üzerinden yürüyün.

Bu ülke kanlı bir darbeci geçmişe sahip midir, değil midir?

Daha da önemlisi, bundan sonra benzeri bir oldubittiyle karşılaşmayacağımızın garantisi nedir ve çetelerin ayıklanmasından neden rahatsız olmaktasınız?


[img]http://www.ssm.gov.tr/TR/dokumantasyon/basinbulteni/PublishingImages/stargazete_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

İletigönderen maydonos » Sal Oca 13, 2009 17:28

bir ozgur kiz tiplemesi vardi tanrim kim oynuyordu, kiz evden kaciyordu falan basina bir isler geliyordu geldikcede ozgurlesiyordu..animsayan var mi?oya basar mi canlandiriyordu yosa alkan tv mi?yaslanmisim arkadaslar...ben de turkiyenin boplasmasini buna benzetiyorum....
Resim


Ne MuTLu TüRkÜm DiYeNe
Kullanıcı küçük betizi
maydonos
Üye
Üye
 
İletiler: 1651
Kayıt: Çrş Haz 04, 2008 1:53

Ergenekon, Susurluk değil

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:30

Ergenekon, Susurluk değil


İbrahim Şahin, Susurluk ile Ergenekon arasındaki bağı ortaya koyuyor. Ama sakın şu yanlış yapılmasın: "Susurluk=Ergenekon" değil.
JİTEM (Jandarma İstihbarat) ya da Özel Tim (Polis) PKK'ya karşı teşkilâtlandı; güçlendi. JİTEM, PKK itirafçılarını da bünyesine katarak, istihbarat ağını genişleterek, nizami savaş dışında bir yöntem geliştirmeye çalıştı. Daha sonra, JİTEM ve Özel Tim'in önde gelen isimlerinin bazıları, bu yapıyı, ya da ilişkileri, kısmen kendi menfaatleri için kullandılar. Kimi maddi çıkar sağladı, kimi "güç odağı" olmanın imtiyazını yaşadı. "Kürt işadamlarına ilişkin ölüm listeleri var" söylentisi o tarihte çıktı. Bazen, "bağışlanma" karşılığında haraç kesildiği oldu. Ayrıca, JİTEM, MİT ve Özel Tim arasındaki rekabet yüzünden, görevliler birbirlerine de düştü. Tarık Ümit'in kaybolması bunun çarpıcı bir örneğidir.
İbrahim Şahin (Dünkü yazısında beni kibar bir şekilde eleştiren Ahmet Hakan'ın kulakları çınlasın)... evet, "günah keçisi" haline getirildi. Yani, bütün olayların, her türlü yolsuzluk ve usulsüzlüğün tek sorumlusu gibi gösterildi.
Hanefi Avcı'nın Susurluk Komisyonu'nda anlattıkları üzerine, o tarihte, bakın ne yazmışım: "...Emniyet İstihbarat Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı'nın söyledikleri bir hayli ilginç; sadece Özel Tim ve Mehmet Ağar'a yüklenmek istenen bir sorumluluğun, JİTEM ve MİT tarafından da paylaşıldığını ortaya koyuyor. Avcı, ayrıca, Kocaeli eski Alay Komutanı Veli Küçük'ün de adını çete üyesi olarak veriyor. Peki neden sadece Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Özel Tim'in üzerine gidiliyor? DGM'deki telefon kayıtları, Çatlı'nın cep telefonuyla kimleri aradığını gösteriyor. Çatlı, 15 ve 16 Temmuz tarihlerinde, üç kere Albay Veli Küçük'ü aradı. Küçük, daha sonra Tuğgeneral oldu ve Giresun'a tayini çıktı. Çatlı, 23 Eylül 1996'da bu defa Giresun Jandarma Komutanlığı'nı aradı. Herhalde Veli Küçük ile konuştu. Ömer Lütfü Topal'ın ortağı Sami Hoştan'ın da 24 Temmuz4 Ağustos 1996 arasında Veli Küçük'ü aradığı telefon kayıtlarından anlaşılıyor." (12 Şubat 1997-Akşam)
Bir komplo teorisi üretmek gerekirse... 28 Şubat sürecinin sebebleri arasında, pekâla, Susurluk'un, askere uzanmasını engelleme çabasını sayabiliriz. Susurluk karşıtı dinamikler, başarılı bir psikolojik harekâtla, Refahyol iktidarına karşı kullanıldı. O tarihte, JİTEM'in varlığı bile inkâr ediliyordu. JİTEM'le ve MİT'le ilişkili olduğu belirtilen Yeşil, buharlaştı.
Özetle ifade etmek gerekirse, o dönemde her şey, İbrahim Şahin'in üzerine yıkılmak ve konu kapatılmak istendi. Konu kapatıldı da. Çatlı ile çekilen fotoğrafların Tuncay Özkan'a, Tuncay Güney aracılığıyla verildiğini de şimdi öğreniyoruz.
Tuncay Güney, MİT takibinde bir JİTEM elemanı değil miydi? Daha sonra İbrahim Şahin, şüpheli bir araba kazasına uğradı. Herhalde sırlarıyla birlikte temizlenecekti. Keşke şimdi itirafçı olsa ve savcı Zekeriya Öz'e bütün bildiklerini anlatsa.

Ya Ergenekon ne?
Ergenekon, PKK tehdidinin yanı sıra, ağırlıklı olarak irtica tehdidine karşı, bir darbeye zemin hazırlama faaliyetidir. İbrahim Şahin, anlaşılıyor ki, bu örgütlenmede, kargaşa yaratacak bir vurucu güç gibi kullanılmak istendi.
Susurluk ile Ergenekon'da faaliyet gösteren bazı şahıslar birbiriyle aynı olmakla birlikte, mahiyet itibariyle farklı iki durum söz konusu. Susurluk'ta bir darbe hazırlığı yok. Ergenekon'a göre ise, AK Parti iktidarı bertaraf edilmelidir. Çünkü bu iktidar, "ılımlı İslâm"ın temsilcisidir; hem bu özelliği, hem de Büyük Ortadoğu Projesi ile, bölgede ABD çıkarlarına hizmet etmektedir; ABD maşasıdır.
AB reformları, Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni zaafa düşürmektedir; ordunun rejim üzerindeki vesayetinin sürmesi, laik cumhuriyeti teminat altına almak ve ülkeyi bölünmekten kurtarmak için zaruridir. Ergenekon, anti-Amerikan, anti-AB, antiemperyalist, "ulusalcı", hatta Türkiye'yi Batı yerine Rusya yörüngesine çekmek isteyen bir anlayışı sergilemektedir.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Şahin nasıl imal edilir, nasıl cephane haline getirilir?

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:38

Şahin nasıl imal edilir, nasıl cephane haline getirilir?


Tel: 0537 660 71 21
Fax: 0212 354 34 72


Bu yazı "Susurluk mahkûmu, Ergenekon zanlısı, krokici, Glock ve Uzi koleksiyoncusu" "Özel Harekâtçı"nın, "derin iş" aktörü olarak nasıl bir güzergâhtan geçtiğine, geçirildiğine dair.
Bu tür işlerin, odakların; hukuk, insanlık, demokrasi, gazetecilik, adalet, kardeşlik ve hatta millet için iğrenç ve kanlı bir tuzak olduğunu çok genç yaşlarımdan beri kabul etsem de, şunu görmezden gelmem:
Bu insanlar "devlet ve vatan için de yaptıklarına" kanaat getirmeden, inanmadan, inandırılmadan salt "kötülük makinesi" halinde oluşmazlar. Çünkü başkalarına ölüm sunarak yaşadıkları hayatta, çoğumuzun geçmediği yollardan ve badirelerden de geçerek yol alırlar.
O yüzden, faşizmden darbeciliğe, en önemlisi, inançla eylemini meşrulaştırma meselesi. Buna bir de rejimin, devletin, yargının, emniyetin, ordunun, iktidarın, siyasetin, hâkim ideolojilerin bunları meşru görmesi eklenir yıllarca!

Tesadüf
İbrahim Şahin, bir tesadüf değil!

Ne polis kariyeri tesadüf olmalı, ne Polis Akademisi'nden 20'sinde çıkarken ona çizilmeye başlanmış güzergâh.
O yüzden;
12 Eylül öncesi (ve sırasında), çok sayıda "milliyetçi katil"in saklanması, kaçırılmasına denk gelişi de...
Askerliğini yapış şekli de...
Tam 12 Eylül darbesi kavşağındaki görevleri de...
İşkenceden mahkûmiyetinin düşürülüşü de...
Özel Harp'te kursa alınışı da...
Yurtdışına gidişleri de...
Susurluk'taki rolü de...
Yine yargılanır, hatta mahkûm olurken bile "eksik" sorgulanışı da...
Ergenekon'da dirilişi de... Cephanelik de.

Tutarlı
İbrahim Şahin, yoldan çıkmış kötü bir polis değil!

Yoldan çıkışa dair işlere bulaşmış olsa dahi, o "Devlet veya bazı devlet birimleri, görevlileri" öyle istediği için o yolda yolu açık biçimde gitmiş.
O "iyi polis" olarak bu biçimde devşirilmiş.
O yüzden, 12 Eylül öncesi "Gladio ve kontrgerillavari" bulaşıklıklardan Susurluk'a, oradan Ergenekon'a kadar, öncelikleri, ittifakları, hedefleri değişse de özü aynı olan "tutarlı" bir yolculuk içinde, hiç sıradan biri olmamalı.
İbrahim Şahin'i sadece mafyaya yakıştırıp yakınlaştırmak haksızlık olur; kendi deyişiyle daha ziyade Özel Harp'çi askerlere, diyelim ki kimi eski subay (ve astsubaya) yakın!
O yüzden, yolculuğunun ana hatlarını görmekte yarar var.
Hepsini bilemem. Size bazı kilometre taşları koyabilirim. Bu taşlar deşilebilir.

Taşlar
1. Şahin'in 1976'da "milliyetçi" bir polis olarak 20 yaşında Polis Akademisi'nden mezuniyeti, 1978'e kadar, bir Amerikan üssünün de bulunduğu Sinop'ta, Emniyet'te pişmesi.
2. 1978'de askere alınışı. Isparta Eğirdir Dağ Komando Okulu'nda ve Erzurum'da sıradan polisliği aşması. "İyi bir subaydım, iyi bir asteğmendim askerde. Dağ Komando Okulu'nda iyi öğrendim."
3. 12 Eylül darbesinden hemen önce, tesadüf bu ya, Nevşehir'e tayini. Kozaklı'da da görev yapışı. Nevşehir ve Kozaklı ilginç bir kavşaktı. Balgat ve Bahçelievler gibi katliamların ülkücü faillerinin yolu ya kaçarken, gizlenirken ya cezaevinde buradan geçmişti. Çatlı organizasyonuyla yurtdışına kaçırılan Ağca gibi faillerin sahte pasaportları o dönemde Nevşehir Emniyeti'nde hazırlanmıştı. Bir ara Emniyet'teki bir yangınla önemli evrak kül olmuştu. Şahin'in bu ildeki ilişkileri hep sürdü. Çatlı bağı da, birtakım işadamlarıyla ilişkisi de.
4. 12 Eylül döneminde , henüz seçimler olmadan ve PKK'nın Eruh saldırısı başlamadan önce, Ermeni terörüyle mücadele gerekçesiyle, Ankara'da "Özel timler"in kurulma kararı. Ve daha yeni Bitlis'e tayin olmuş Şahin'in 1982 sonlarında, yani askeri darbenin son döneminde Ankara'da "eğitim"e alınan yüksek tahsilli ilk polis olması:
"Yani kurucuydum, ilk çağrılanlardan biriydim. 11 amirdik, üniversite mezunu. 36 kişiydik toplam."
5. Bu kursun, Genelkurmay Özel Harp Dairesi subay ve astsubayları tarafından Özel Harp Dairesi'nde verilişi: "1983 Nisan ayında Genelkurmay Özel Harp Dairesi'nde özel harekât kursunu bitirdim... Bizim kuruluşumuz zaten Özel Harp Dairesi'ne dayanıyor."
6. 1984'te Almanya'ya gönderilip dört ay GSG-9 komando kursu görüşü.
7. "Almanya'dan dönüşümden bir hafta sonra Eruh baskını oldu. 84'ten 88'e kadar Doğu'daki operasyonları yönettim. 86'ya kadar Ankara'dan gidip operasyon yapıyor, dönüyorduk."
8. "Bu işler başlayınca kurslar açtık, Genelkurmay Özel Harp Dairesi'nden öğretmen aldık. Subay, astsubay.
9. 1988'de yine dört ay bu kez ABD'de "antiterör kursu"na gönderilişi.
10. 1990'da İstanbul Emniyeti'ndeki görev dönemi ve ilişkileri."11 Dev Sol'cunun öldüğü operasyona katıldım."
11. 1993'te Mehmet Ağar' ın iradesiyle, yeni kurulan Özel Harekât Dairesi'nin kurucusu olarak başına getirilişi. Çiller ve Güreş dönemleri.
12. "Biz Güneydoğu'da da en çok Özel Harpçi subay ve astsubaylarla samimiydik. Normal askerle onlar da pek anlaşamıyordu."
13. Çatlı bağlantısının hep sürüşü: "Birkaç kez Ankara'da, İstanbul'da gördüm ama Çatlı olarak tanımazdım.". Bu beyanın fotoğraflarla yalanlanışı. Susurluk'ta mahkûmiyet. Bence eksik soruşturma.

Hocalar
Burada keseyim.
Sonrasında Susurluk, mahkûmiyet, af ve yıllar sonra Ergenekon, cephanelik ile Glock ve Sivas var. Susurluk ifadesini okursanız, bir dönem PKK gerekçesiyle "Sivas'a nasıl bir özel harekât yüklenmesi olduğunu" anlatıyor zaten.
Şahin, en azından 1970'lerden bugüne sürekliliği temsil eden isim.
Benim tek başına imkânım sınırlı.
Ama en azından "gazetecilik" şuna bakabilir:
Bütün bu Dağ Komando, Özel Harp eğitimi ve ilişkileri dönemlerinde, "hocaları" ve "samimi Özel Harpçi dostları" kimlerdi?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekon Kızıl Elma

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:44

Ergenekon Kızıl Elma


Osmanlı'nın dağılma sürecine girdiği dönemde aydınların "Ümmet"ten "Millet"e dönüşüm arayışlarında iki destan ya da efsane "Can suyu" işlevini gördü: "Ergenekon" ve "Kızıl Elma".
"Ergenekon", Göktürkler'in türeyişini konu alıyordu. Tanrı, Altay veya Sayan dağlarının demirlerini eritip dişi kurt Asena'nın rehberliğinde dünyaya açılmalarını.
"Kızıl Elma" ise uzaklardaki bir hedefe doğru yürüyüşü, bir sürekli ilerleyişi idealize ediyordu.
İki destan veya efsanenin de imparatorluğun önce parçalanmasının, daha sonra da haritadan silinmesinin olasılık olmaktan çıkıp yakın tehlike haline geldiği ve Türk kökenli halkta kimlik bunalımını tetiklediği Osmanlı'nın son döneminde ortaya çıktığı veya "Popülerleştiği" söylenir. Geçenlerde okuduğumuz bir araştırmaya göre, bu yaygın kanı en azından "Kızıl Elma" efsanesi için doğru değil.
"College de France", dünyanın en eski yüksek öğretim kurumları arasında sayılıyor. 1530'da I. François (Kanuni Sultan Süleyman'ın yardımına koştuğu Fransa Kralı) tarafından kuruldu. Bir tür "Açık üniversite" olan "College de France" bünyesinde bir de "Osmanlı ve Türk tarihi kürsüsü" bulunuyor.
Kurum, işlevi gereği, okutulan tüm dersleri tam metin olarak internet sitesinde yayınlıyor. Geçenlerde okulun sitesinde dolaşırken (Bilişim dilinde buna "Sörf yapmak" deniyor), "Osmanlı ve Türk tarihi kürsüsü" öğretim üyelerinden Prof. Gilles Veinstein'in verdiği derslerden biri ilgimizi çekti. Dersin konusu "Kızıl Elma" efsanesinin doğuşu üstüneydi.
Veinstein'e göre, bu efsane ilk kez Alman-Roma İmparatoru I. Frederic döneminde ortaya çıktı. (Kızıl Sakal diye bilinen I. Frederic, Philippe August eve Aslan Yürekli Richard ile birlikte çıktığı Üçüncü Haçlı Seferi sırasında Tarsus yakınlarındaki Göksu ırmağında boğuldu.)

Uzak Batı'dan anayurda dönüş
O dönemin tarihçilerinden Johannes von Hildesheim'in (1320-1375) Ortaçağ efsanelerini konu alan kitabına göre, izleri 1164 yılına kadar giden bu söylence başta "Reichsapfel", yani "İmparatorluk elması" diye biliniyor ve bir "Altın elma" ile simgeleniyordu. Amaç, Cermenler'in egemenliğinde Avrupa'nın birleşmesi veya birleştirilmesiydi.
Gerisini ders notlarından aktaralım: "Kızıl Elma ya da Altın Elma efsanesi, I. Frederic'ten yaklaşık yüz yıl kadar sonra Osmanlı halk kültüründe yayılmaya başladı. Bununla ilgili ilk yazılı belgeler 1590-1591 tarihlerini taşıyor. O belgede de söylencenin 1473'te ortaya çıktığı belirtiliyor. Osmanlı efsaneyi evrensel egemenliği ilan edecek kentlerin fethi olarak yorumluyordu. Bu kentler Köln, Budapeşte, Viyana ve Roma'ydı. Yani Osmanlı bu kentleri ele geçirince dünya imparatorluğunu ilan edecek ve tarihin sonu gelmiş olacaktı."
Sonrasını da biz getirelim: Osmanlı'nın yükseliş döneminde batıya, hep batıya ilerlemenin ilhamı olan "Kızıl Elma", çöküş döneminde ise doğuya, Turan ülkesine dönüşün referansı gösterildi. Osmanlı batıdan sürülüyordu, kurtuluş Ergenekon diyarındaydı. Tanrı ya da Altay dağlarına geri dönülecekti. Enver Paşa bu idealle, yani Türkistan'ı kurtarmak, Turan Kağanlığı'nı kurmak hayaliyle gittiği Orta Asya steplerinde, Bolşevikler'le bir çatışmada hayatından oldu.
Bir ayrıntı ya da bir anımsatma daha: "Kızıl Elma" 1940'larda bir siyasi davaya da konu edildi. Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan ve 20 arkadaşlarının yargılandığı Turancılık davasına. Hükümeti devirmek için komplo hazırlamak, gizli örgüt kurmak gibi iddialarla 7 Eylül 1944'te askeri mahkeme önüne çıkan sanıkların çoğu 65 celse süren yargılama sonunda çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Askeri temyiz mahkemesi kararı bozdu ve tüm sanıkları serbest bıraktı. 26 Ağustos 1946'da başlayan yeniden yargılama 31 Mart 1947'de tüm sanıkların beraatiyle sonuçlandı. Dahası, Turancılık ve "Kızıl Elma" efsanesi, "Cumhuriyet'in kurucu ideolojisi" ilan edildi. Dava sürecinde siyasal dengelerin değişmesinin, bu sonuçta etkisi var mı; kim bilir...
İşte o davadan yaklaşık 65 yıl sonra bu kez "Ergenekon" sanıkları yargıya hesap veriyor. Gizli örgüt (Ya da terör örgütü) kurmak iddiasıyla. Dava nasıl sonuçlanacak, gerçekten çok merak ediyoruz.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Tantunun feriştahı

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:52

Tantunun feriştahı


Türk basınındaki "üniformasız generaller", herhalde kendileriyle meslekdaş saydıkları "üniformayı çıkarmış generallerin" yani emekli paşaların gözaltına alınmalarına çok bozuluyorlar...
Koskoca paşa bu, sıradan bir vatandaş gibi kanunlara tabi mi olacak canım?
Bazı paşalar tutuklanıp cezaevine konulunca ve yargılanmaya başlanınca da, "tansiyonu var, prostatı var, gastriti var, yazık değil mi" edebiyatı başlıyor. Emniyet müdürü, avukat, gazeteci falan tutuklanınca pek ağızlarını açmıyorlar da, iş paşaya gelince yüzlerinin rengi değişiveriyor...
Kapı gibi kanıtlara fazla mırın kırın edemiyorlar ama hiç olmazsa "kurunun yanında yaş da yakılmak isteniyor" teranesiyle avunuyorlar.
Buna karşılık bazı muhalif vatandaşlar arasında dangalaklık yarışı "o silahları o tarlaya Tayyip koydurmuştur" boyutlarına da ulaştı... Elde ettikleri çarpıtma etkisiyle iftihar edebilirler! ( "Yaşlı adam sabahın köründe uykudan uyandırılır mı canım" edebiyatı da rafa kalktı, operasyon startı saat 04.30'dan 07.15'e çekilince sustular.)
Fakat "kurunun yanında az pilav, pardon, yaş" edebiyatı sürüyor.
Kendi adamlarının, bir zamanlar kuruların yanında yakmak istemiş oldukları yaşlara dönüp bir baksınlar...
Diyelim, 1926 İzmir suikastı... İktidar, İttihat ve Terakki'nin "B kadrosunun" hatta "C kadrosunun" eline geçmişti, İttihatçılar'ın "A kadrosundan" hayatta kalmış olanlar bundan fena halde rahatsızdı... Atatürk'ü öldürüp meclise ve hükümete el koymak istediler, yakalandılar ve asıldılar.
Fakat Kemalistler, kurunun yanında yaşı da yakmak istediler.
Hayır, bütün tarihçilerin suikastla hiçbir ilgisinin bulunmadığını ısrarla belirttikleri, tantuna giden eski Maliye Nazırı Cavit Bey'i kastetmiyorum...
Rauf Orbay'ı da "temizlemek" istediler, yurtdışına kaçtı.
İsmet Paşa'yı bile tutuklamaya kalktılar!
Suikastla uzaktan yakından hiçbir ilgileri olmayan, sırf muhalif Terakkiperver Fırka'yı kurmuş oldukları için tutuklanan ve hem de idam cezasıyla yargılanan paşaları, Kâzım Karabekir'i, Cafer Tayyar'ı, Ali Fuat'ı, Refet'i, ayrıca Doktor Adnan'ı, Bekir Sami'yi kastediyorum!
Az kalsın tantuna gidiyorlardı... Kurunun yanında yanmış yaş olacaklardı... ( "Nutuk", bu adamlara yöneltilmiş ağır suçlamalarla doludur.)
"Sizinkiler" paşaları gözaltına alınca iyi, "onlar" yapınca kötü ha? Onlar, yani "Tayyip'in adamları" ...
Paşalar tutuklanır mıymış?.. Sen hiçbir suçu olmayan paşaları bir de asmaya kalkmıştın!
Hadi Nâzım Hikmet'i falan hiç karıştırmayalım. Türk solcuları, Nâzım'ı haksız yere on iki yıl hapis yatıranlara derin bir saygı ve hayranlık duyarlar. Solcu Tan Gazetesi'ni yıktıranları yerlere göklere sığdıramazlar. Partilerini kapatmış, yayınlarını yasaklamış olanlara ısrarla oy verirler. Bütün bu ahmak çelişkileri Türk soluna özgüdür.
Pardon, Nâzım'ı kim hapisten kurtarmıştı? Karşı devrimci Menderes! İşe bak sen...
Yoksa bunları da mı tarihçilere bırakalım?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Tâciz

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:55

Tâciz

t.alkan@zaman.com.tr


Deniliyor ki, "Ergenekon topluma mal edilemedi, çünkü sağ görünüyor; solcular, polisi destekler imajı vermekten çekindikleri için Ergenekon'a gönülsüz bakıyorlar."

Durumu bu mudur; tam öyle değilse bile böyle göründüğü muhakkak.

Bu akıl yürütme biçimi mantığa uygun değildir de Türkiye'nin pratiğine münasiptir. Paradoks yapıyoruz çünkü paradoks, yaşadığımız tuhaflığın anlaşılması için en uygun izahtır. Solcuların polise serin durması, yakın tarihte sol-polis ilişkilerinin, şekerrenk kıvamda tecelli etmesinden. Paradoksa devam edelim; polise serin duran zamâne solcularının askerle münasebeti hangi kıvamda? Polis out, asker in! Doğru mu? En insaflı cevap: "Soluna göre değişir". Nasıl yani? Otuz sene öncesinin Maocuları, hatta Arnavutlukçuları bugünlerde kuvayı milliye kalpağı ile sıkı ulusalcı pozlar kesmekteler. Ulusalcı diyebiliyoruz ama milliyetçi diyemiyoruz, çünkü aynı şeyler değildir efendim. Ulusalcı, milliyetçinin "dini durumlardan pek hazzetmeyen takımı" gibi bir şey oluyor. Irkçılığa icabında eyvallah fakat İslâm'ın renklerine alerji. Milliyetçiler -hâlâ öyle midir bilmem- biraz milli hakimiyetçi, milletçidir; milli irâdenin sair kuvvelere faikiyetini savunurlar; Ulusalcılar kestirmeci, "yahu vatan elden giderken seçimin, hukukun, şunun bunun hesabı yapılır mı?" fikriyatında adamlar. "Az soluklan yeğenim, hele bir cigara sar" molasının zamanı değil; muhteviyatında solculuk da var ulusalcılığın. "Nasıl oluyor o öyle bakiim" diye afallamıyoruz. Dilde vaktiyle çook esaslı inkılâp yaptığımız için kavramlar demir tarıyor. Demir taramak şu: Gemi sabit kalsın diye denize çapa atıyorsunuz ama akıntı, rüzgâr vesaire güçlü olduğu için dipteki demiri kımıldatıyor; hoop bir başka adrese sürükleniyorsunuz. Yıllarca yapmayın dedik ne oldi? Ulusalcılar solci, eski "demokrat"lar darbeci oldi! Solcular faşizme doğru demir taradı. Milletin milliyetçiliğin içi boşaldı.

Palavra atmıyoruz burada; CHP nasıl bir parti meselâ; sol bir parti? Gerisini buradan hesap edebilirsiniz; Bekri Mustafa'nın Ayasofya'ya imam olma vaziyetleridir. Bekri Mustafa Ayasofya'ya imam olmuşsa, bütün kavramların adres bilgilerini silbaştan kontrol etmek şarttır. Anlam kayması berbat bir şey: Vatansever dersiniz, işbirlikçi, dinci dersiniz, mülhid, solcu dersiniz cuntacı, bürokrat dersiniz darbeci çıkar.

Alın cumhuriyet lâfzını, tarayın gazeteleri; bakalım kimler hangi manada kullanıyor? Buna bakarak aklı başında bir Cumhuriyet tarifi kotarabilene yüz Cumhuriyet altını taksanız yeridir. Laikliğin târifi var mı; solun, sosyalizmin, milliyetçiliğin, idealizmin, sadakatin, hatta aşkın?

Birtakım saf arkadaşlar, bizim Arapça Farsça lafızlara bayıldığımızı zannediyorlardı herhal; bu adamlara lugât kavramını anlatamamışız; kabahat bizde midir bilmiyorum. Lugât denilen şey, Ulus'taki Atatürk heykeli gibi bir şeydir. Sabit noktadır. Kime söylesen anlar ve başka bir şeyle karıştırmaz. Uydurukçular Türkçe'yi otobüse bindirilmiş seyyar kütüphaneye çevirdiler; iki gün üst üste aynı yerde bulmak ne saadet?

Adam diyor ki, "böyle aklı başında, muteber, güvenilir, devlette mühim vazifeler görmüş adamlar içeri alınır mı?" Pardon! Hani biz imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış felân bir kitleydik? Yoksa bazılarımız daha mı eşit? Adamın aklı yok değil var, mantığı da var kendince ama lugati yok. Psikoloji testlerinde resimler vardır hani; kimisi genç bir kız görür, kimi yaşlıca bir hanım. O yüzden kendilerine isnad edilen cürmü, daha doğrusu "kendilerine cürm isnad edilmesini" an-la-ya-mı-yor-lar! İnsan hiç evladını sevip öperken tâcizcilikle suçlanabilir mi yahu? Adam da vatanını seviyor, öpüyor, mıncıklıyor; savcı da diyor ki, "bu muhabbet tabii görünmüyor, tâcize benziyor." Bizimki şaşırıyor, "Ne, nesi suç bunun?" Çünkü bilumum memleket bunun evlâdı veyahut yeğeni filan gibi bir şey. Vatan, devlet, hattâ millet bu adamların evi, şahsi mülkü, "Kapıdan da girerim, pencereden de sana ne" diyor bize... Efendimiz ise der ki, "kendi evinize bile kapıyı vurmadan girmeyin!"

Haa, demek ki lugât neymiş?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Türk medyası Ergenekon'un neresinde?

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 17:59

Türk medyası Ergenekon'un neresinde?

e.dumanli@zaman.com.tr


Ergenekon soruşturması başladığından bu yana bazı çevrelerin kimyası bozuldu. Ne haberciliğe dair evrensel ilkeler kaldı ortada; ne demokratik düşüncenin hassas kriterleri. Bir telaş, bir telaş ki sormayın.

Soruşturmada iddia edilen; hatta ortaya çıkarılan her şeye itiraz ediyorlar. Çürütülemez buldukları konuda da işi sulandırmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Niçin ve nereye kadar? Toplum, gerçekleri görmüyor mu? Ergenekon terör örgütünü gizlemek için verilen olağanüstü gayretten kuşkulanmıyor mu?

Gerçek şu ki karşımızda terör örgütü olmakla suçlanan derin ve karmaşık bir yapı var. Ülkeyi kaosa doğru sürüklemek için çeşitli senaryolar hazırlayan (eylemcisiyle, taktikçisiyle, destekçisiyle) bir örgütten söz ediliyor. Tüyler ürperten iddialarla (hatta bazı delillerle) karşı karşıyayız. Kim ne derse desin; suçlamaları yokmuş gibi görmek ya da ta baştan her şeyi inkar etmeye kalkışmak, akılla mantıkla izah edilemez. Bahsi geçen örgütün şu ana kadar ele geçirilen silahları bile insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor. Ülkeyi kaosa götürmek için her türlü eylemi meşru gören bir örgütü savunanlar her anlamsız çırpınışta şüpheleri kendi üzerlerine çekiyor. Gladyo iddialarını hafife almak, tarihî bir vebali üstlenmek demektir. Fanatik örgüt sempatizanları bunu yapabilir; ancak bir siyasî lider ya da hür düşünceli bir aydın, yahut kitle gazetesi olma iddiasında bulunan bazı yayınlar, Ergenekon örgütüne 'fasa fiso' muamelesi yapamaz. Yaparsa yakasını tarihten kurtaramaz.

BU DAVA BİR DÜŞÜNCE SUÇU DAVASI DEĞİLDİR

Bazı basın yayın organlarının kopardığı gürültüye bakanlar sanır ki Ergenekon soruşturması bir düşünce suçunu mercek altına almış. Yok böyle bir şey! Şu ana kadar yakalanan bombalar yeterince ürperti vermiyor mu? Silahlar, suikast iddiaları, krokiler, darbe planları... Kim bu kadar somut ve vahim suçlamaları sulandırmaya ya da örtbas etmeye kalkışabilir? Niçin böyle büyük bir riski üzerine alır? Hafta içinde ortaya çıkartılan gömülü cephanelikler bile bazılarının arsız savunma güdüsünü törpüleyebilmiş değil. Oysa müdahale edilmeseydi örgüt infaz kararı uygulayacak ve bugün Türkiye bambaşka şeyler konuşuyor olacaktı. Adamlardaki cesarete bakar mısınız! Sivas'ta Ermeni bir din adamı öldürülecek, 'Ermenilerden özür diliyorum' kampanyasına katılan aydınlardan bazıları suikasta kurban gidecek, Alevi kimliğiyle bilinen bir sima yok edilecek. Bu kadar vahim bir tablonun arkasındaki örgütü görmüyor mu bazı meslektaşlarımız?

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan kişilerden bazıları için feryadı koparanlar var. Bunların bir kısmı emekli askerler, öğretim görevlileri, üst yargı mensupları. Deniyor ki; 'Bir zamanlar devletin önemli kademelerinde bulunmuş bu kişiler suç örgütü üyesi olamaz'. Adama sormazlar mı 'nereden biliyorsun?' Diyelim ki garip önermeniz doğru; o zaman niçin sabredip asıl suçlamanın ne olduğunu görmüyor, eldeki delillerin ortaya çıkmasına tahammül edemiyorsunuz? Bu telaş niye? Bu ülkede 'asla sorgulanamaz' diye tanımlanan imtiyazlı bir zümre varsa adalet yok demektir.

YA GLADYO'YU BİLMİYORSUNUZ VEYA...

Kaldı ki devlet zırhına bürünmüş her gladyo, gücünü devletlû kişilerin desteğinden almıştır ve almak zorundadır. Bu tür örgütler üzüm ağacına benzetilir. Bir salkımın diğer salkımdan haberi olmayabilir; ancak kuru bir dal gibi gözüken ana bir damar, bütün unsurları stratejik anlamda bir araya getirir. Üstelik tecrübeyle de sabittir ki her darbe teşebbüsünün bir eylemci kadroları vardır; bir de onların teorisyenleri ve dahi lojistik destekçileri. Asker ya da polis bağlantısı olmayan, akademik çevrelerden destek almayan, operasyon sırasında karşılaşılan güçlükleri yargıdaki yandaşlarıyla çözmeyen örgütler, gladyo olamaz. Bu tarz yardımlarla kollanmayan organizeler, olsa olsa mafya özentili adi suç örgütleri olabilir. Yazılanlara ya da konuşulanlara bakınca şu yarım cümleyi söylemek zorunda kalıyorsunuz: Ya gladyoyu bilmiyorsunuz; veya...

Medyadaki bazı kişilere zanlı beğendirmek mümkün değil. Önce 'Kim bu serseriler?' diye küçümsediler; hatta bu işin paşasız olamayacağını söylediler. Şimdi de 'saygın insanlar' üzerinden iddiaları çürütmeye çalışıyorlar. Oysa beklemek, suçlamaların gerçekliğini iddianamede görmek gerekiyor. Daha baştan 'kesin suçludurlar' demek de yanlış; 'zinhar bu kişiler suç işlemez' demek de. Ortada bir örgüt olduğu kesin; yoksa bu kadar doküman, cephane ve kadro olmazdı; ancak kimin suçlu kimin masum olduğuna bugünden karar verilemez. 10. dalganın başladığı ilk andan itibaren yapılan bir kısım 'canlı yayınlar' tam bir provokasyon örneğidir. Bazıları belli ki Genelkurmay Başkanı'na büyük bir öfke duyuyor. İstiyorlar ki 'bizim adamlarımıza dokunmayın' manasına gelecek bir bildirdi yayımlansın. Asker hukukî sürece saygı gösterdikçe, üst yargı 'ihsas-ı rey olur' gerekçesiyle susmayı tercih ettikçe, bazı medya mensuplarının öfkeye kapılmasını anlamak mümkün değil. Bekledikleri açıklama gelmeyince eski açıklamayı yayınlamak ya da 'zaten bu konudaki görüşleri biliniyor' deyip 27 Nisan bildirisine atıflarda bulunmak, bozulmuş psikolojiyi yeterince ele veriyor. Aslında bu tip panikataklarla yapılan yayınlar, Ergenekon zanlılarının lehine bir duruma da neden olmuyor; tam aksine hem zanlıları daha zor durumda bırakıyor hem de 'savunucular' hakkında soru işaretlerinin oluşmasına zemin hazırlanıyor.

SUSURLUK GÖSTERİP ERGENEKON'A ÇARPMAK

Son operasyon gösterdi ki Ergenekon'un bir ucu Susurluk çetesine dayanıyor. Kim bilir hangi salkımdır bu? Susurluk'tan yargılanan, hüküm giyen, daha sonra A. Necdet Sezer tarafından affedilen İbrahim Şahin'den elde edilen bilgilerle Ankara'nın göbeğinde cephane bulundu. Bu vahim tablo bile bazıları için Ergenekon'u sulandırma vesilesi olabiliyor. Ergenekon sanıklarını koruma güdüsüyle çırpınıp duranlar, Susurluk'tan mahkûm bir Özel Harekâtçıya veryansın ediyorlar. Oysa durum nedir? İbrahim Şahin ve ekibi sonuçta Özel Harp Dairesi'ne bağlı olarak çalıştıklarını söylemiyorlar mı? Anlaşılıyor ki, Susurluk hücresi büyük bir yapının küçük bir parçası ve halen aktif durumdalar.

10. dalganın ortaya çıkardığı cephanelik sadece Şahin ile sınırlı değil. Bir muvazzaf yarbayın (Mustafa Dönmez) evinde de cephane çıktı. Sonra anlaşıldı ki iddianamede geçen tutuklu sanık Doç. Dr. Emin Gürses ile telefonda konuşan kişi Mustafa Dönmez'miş. Yarbayda çıkan silahlara birinci sayfalarında yer vermeyenler; ya da bu haberi minicik bir sütuna sıkıştıranlar, konu İbrahim Şahin olunca kükreyiveriyor. Ergenekon'dan kurtulmak için Susurluk'u feda etmek buna deniyor. Kaldı ki bu cephane meselesi bir ilk de değil. Önce Ümraniye'de, sonra Eskişehir'de askerî yetkililere ait cephanelikler çıkmıştı. Bu soruşturma olmasaydı kim bilir nerede kullanılacak, kim bilir bu ülke hangi kaosu yaşayacaktı?

Bazı gazeteciler ya hukuki süreci bilmiyor veya başka bir endişe ile olayı çarpıtmak istiyor. Malumunuz; Ergenekon davası Ümraniye'de bulunan bombalarla başladı. Bu bombalar Cumhuriyet'e atılanlar ile aynı türdendi. O noktadan başlayan soruşturma yeni bilgiler ve belgelerle derinleştirildi. Süreç şöyle işliyor: Savcılık (beş savcı) elde ettiği bilgileri toparlıyor. Sonra mahkemeye başvurarak gözaltına almak ve sorgulamak istediği kişileri ve sebeplerini bildiriyor. Daha sonra gözaltına alınacak kişilerin (askerse) kurumlarına bilgi veriliyor, onayları alınıyor. Ve son safhada polis devreye girerek bahsi geçen kişileri gözaltına alıyor. Sorgu en fazla dört gün sürüyor ve bu süre sonunda eldeki bilgi ve belgelere göre (bazen de zanlının yaş ve sağlık durumuna da bakılarak) tutuklanıyor ya da serbest bırakılıyor. Bizim medya bu hukukî süreci bilmiyormuş gibi yapıp (belki de gerçekten bilmiyor) bazen savcıyı, bazen polisi hedef alıyor.

Zanlıların daha bugünden suçlu ilan edilmesi de yanlış; masum ilan edilmesi de. Ortada bir örgüt olduğu kesin; çünkü terör örgütü suçlaması yapılacak kadar bombalar, silahlar, krokiler, suikast planları vs. var. Ancak kimin ne kadar suçlu olduğunu anlamak için yargılama sürecinin sona ermesi gerekiyor. Bu kadar delil ortadayken her şeyi sadece tetikçilik görevini üstlenen en alt kademedeki 'eylemci kadrolar' üzerine yıkmak, hem adalete uymaz hem de gladyo mantığına. Bu kadar pervasız bir örgüt, gücünü ancak devlet zırhına bürünerek alabilir. Onlara bu zırhı kim verdiyse, onları bugüne kadar kim kolladıysa vs., onların da kanun karşısında hesap vermesi gerekir. Gelecek ek iddianameler yakın tarihimizin karanlık kalmış olaylarına ışık tutabilir. Çünkü bu ülkede karanlık ve karmaşık olayların artık ortaya çıkarılması gerekiyor. Bunun aksini savunanlar, bir çeşit faşizmin devam etmesini ve karanlık dehlizdeki saltanatlarının kıyamete kadar sürmesini istiyor. Dünya bu kadar şeffaf ve sivil bir yörüngeye oturmuşken, demokratik bir ülkenin şatolardan yönetilmesi mümkün mü? Ergenekon davasındaki medyanın yerini bu dava karşısında takınılacak demokratik ve şeffaf tutum ortaya koyacak.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

İletigönderen İlteriş » Sal Oca 13, 2009 18:04

Bu igrenc, donek adamlarin, asagilik, jurnalci, firsatci, yalakaca kaleme aldiklari yazilari cidden okumaya calisiyorum ama, bir noktada insanligimdan kaynaklanan ruhsal bagisiklik sistemim alarm veriyor, daha fazla rezillige bunye katlanmiyor. Bu adamlarin yazdigi gazeteleri odun sobamda bile yakmazdim!
"Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir"

Mustafa Kemal Ataturk
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş
Üye
Üye
 
İletiler: 1197
Kayıt: Cmt Eki 20, 2007 23:05

Sonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x