Tipi var; rüzgârın sesi dahi ilikleri donduruyor. Mehmet, yurdun en uç köşesinde kanını dökmeye, canını vermeye hazır kol geziyor. Mehmet tetikte, Mehmet siperde, Mehmet yaralı, Mehmet vatan uğruna şehit...
Vatan nedir¿?
Vatan; yaktığın ateş, soluduğun hava, bastığın toprak, içtiğin su, yediğin aş, yaptığın iş, ana-baba-kardaş, sevdiğin eş, davanda yoldaştır, biricik yurdundur. Vatan Mehmet'tir. Mehmet, vatanı koruyup gözetendir, Türk Ulusu'nun ruhudur.
Çok uzun yıllar önce mantar gibi türeyen yıkım tasarıları, son birkaç yıldır yoğunlaşmış ve içinde bulunduğumuz şu günlerde hedeflerine daha da yakınlaşmıştır.
Hedef nedir¿?
Hedef Türk'tür. Türk'ü Türk yapan değerleri yok etmektir. Öyle bir yok etme girişimidir ki, bir daha asla dirilemeyecek hale getirene kadar Türk'ün ruhunu yakmak, küllerini de yedi kilit altında tutmaktır.
Türk kimdir¿?
Türk, Türklüğün tüm değerlerini benimsemiş, Türk'ün yüce tarihini bilen, Türklüğünden güç alıp da Türk'üm diyen yurtseverlerdir. Türk, yedi kıtada, olduğu her mekânda, bulunduğu her şartta Türklüğünü yaşayabilendir. Türk, zûlme baş kaldıran yiğittir, erdir, askerdir, Mehmet'tir.
Mehmet kimdir¿?
Mehmet Türk'tür, Mehmet vatandır, Mehmet hedeftir. Mehmet temeldir; temel, ordumuzdur.
"Proje, sivil kapasite oluşturucu etkinlikler, yayınlar ve diğer ülkelerdeki iyi örneklerin paylaşımı sayesinde medya mensuplarının ve sivil toplumun demokratik bilincinin yükselmesi ve başta sivil-askeri ilişkileri olmak üzere tüm güvenlik sektörünün demokratik ve sivil denetiminin iyileştirilmesi anlamında önemli rol oynamayı hedefledi." diyordu tasarının binbir raporlarından birinde; süslü-püslü bir gerekçeyle de devam ediyordu:
- "Devlet-merkezli güvenlik anlayış ve pratikleri yerini giderek insan ve yurttaş-merkezli yapılara bıraktı, bu yeni yapıların kurulup korunması, giderek küreselleşen, standart haline gelen uygulamalara yol açtı. ‘Güvenlik sektörü’ olarak tanımlanan kuruluşlar, bir insan ve yurttaş hak ve talebi olarak güvenliği sağlayan kamu ya da özel kuruluşlar olarak görülüyor giderek. Bu sektörü ve kararlarını tarihsel olarak ‘kutsal’ kılan toplumsal anlayışlar ve yönetim pratikleri de hızla meşruiyetini kaybediyor. Güvenlik sektörünün yurttaşların güvenlik ihtiyacını, sivil siyasetin sınır ve kurallarını belirlediği şekilde, hesap verebilir, gözetlenebilir, denetlenebilir, saydam ve etkin süreçlerde sağlaması anlayışı giderek daha da normalleşiyor.
Bu çerçevede, Türkiye’nin üyesi olma yolunda adımlar attığı Avrupa Birliği’nde (AB) de sivil-asker ilişkilerinin normalleştirilmesi başta olmak üzere, ‘Güvenlik Sektörü Reformu’ adını verebileceğimiz gündem ön plana çıkıyor."
"Güvenlik sektörü" dediği askerî kurumlar (polisi zaten cemaat kemirmiş), "yok olan kutsal" dediği de Mehmet. Bu durumda, "reform" dedikleri de, yok olduğu iddia edilen kutsalı kökünden temizlemek olsa gerekir.
Yurttaşlar artık şunu iyi bilmelidir; Türkiye Cumhuriyeti uçurumdan yuvarlanmamak için ince bir dala tutunmuş durumdadır ve bunun değişmesi umudunu mevcut siyâsi partilerde aramak, çölün ortasında su aramaktan başka bir şey değildir. Öyleyse ne yapmalı¿? Sizce yağmur olup yıldırmlar yağdırmanın vakti geldi de geçmiyor mu¿? Peki ya çölde su aramasa da su için hiç çaba sarfetmeyenler; yoksa çölde dahi aramadığınız suyu, yağmur duasına çıkarak mı bulacaksınız¿?
Yoksa bu lâflarla torba mı dolduruyoruz dersiniz¿? Kim bilir... Durun bilinen gerçeği bir de ben yazayım; yirmili yaşında, yaşamının baharında, cevvâl Türk yiğitleri düşünün. Bir de onların bir anda yok olduklarını... Hangimizin canı, onlarınkinden değerlidir sorarım size, hangimizin ki¿?
Yok, yok... Onlar, can vermeyle yok olmuyorlar; onlar, uğrunda canlarını verdikleri değerler yıkıldıkça, yakıldıkça yok oluyorlar. Çok yüz yıl önceye gitmeye gerek yok; Çanakkale'de vatanı var edenler, bir anlaşmayla yok olmamışlar mıydı¿? Allah'tan yağmur olundu, yıldırımlar yağdırıldı da, yeniden var olabildiler, anılabildiler.
Şimdi mi¿? Şimdilerde, "millî etiketli" bir kanalda dahi, bir şehit anasıyla dağda ölen eşkıyanın anasını yan yana getirip "barıştıralım" önerileri havada uçuşabiliyor. Güya her bir şey "akan kanı" durdurmak içinmiş. Sen şuna açık açık "dış güçlerin hizmetindeyim, askerî vesâyete (orduya yani) şiddetle karşıyım, gerekirse eşkıya ile de birlik olurum" desene. Gerçi deseler ne değişecek; birçok yurttaş, yurttaş olduğunun farkında dahi değilken, koyundan bile daha haysiyetsiz bir şekilde güdüldüğünden, kurtlu dizilere kurban olmuşken, her bir şeyi bilir de cehâleti bâki kalır.
"Kurtlu diziler" demişken aklıma geldi. Taraf adlı, çeşit ihanet şebekelerinden birkaçının ortak ürünü olan müsveddenin 12 Haziran 2009 tarihli ihanet baskısında özetle şöyle diyordu: Akape ve Fetullahçılar bitirelecek, kurtluⒼⓂ diziler kötülenecek, hay bin ebegümeci vesaire...
- ⒼⓂEk olarak şunu belirteyim; aynı müsvedde, bünyesinde barındırdığı bir küçükbaş vasıtasıyla, ilgili kurtlu dizinin önceki serisinin "Ergenekon Örgütü"ne hizmet ettiğini üç ayrı baskıda iddia ederek, kurtlu dizi üzerinden millîliği kötülemeye başlamıştı. Kurtlu dizinin yapımcısı ortaklık, "bir çuval inciri berbat ediyorsunuz aptallar" kokan ve "biz sizi iyi tanırız, çocuğunuza sahip çıkın" benzeri bir karşı tepki göstermek zorunda kalmış, bunun sonucunda müsvedde dizi hakkındaki ilgili söylemini kesmiştir. Şimdi ise, otoyol kenarında füzeyle orgenerâl öldürülen kurtlu dizi için "ordunun hedefi"(bkz. AKP ve Fetullah Gülen'i bitirme planı, Kurtlar Vadisi maddesi) diyebiliyorlar. Cinlere bakın, kim kimin hedefi, hemen ters-düz etmesini biliyorlar.
İki gün sonrasında, 14 Haziran'da, Young Civilian çiftliğinden bir büyükbaş, "Ergenekon" adı verilen ve Füller'in "Yeni Türkiye Cumhuriyeti"ne geçmeden evvelki "bunalımlı Türkiyesi" için oluşturulmuş bulantılardan biri olan davanın gerçek hedefini, çekinmeden "Genelkurmay" olarak itiraf edebiliyordu.
Aynı çiftlikte otlayan hayvanat, 17 Haziran tarihinde ise Adliye önünde, içlerindeki kini şöyle kusacaktı: "Paşa Paşa, Yargılanacaksınız!"
Dönelim alıntı yaptığımız süslü rapora...
- "Bilgi edinme hakkı ilk kez 1766’da İsveç’te anayasal nitelikte bir hak olarak tanımlandı, ABD’de 1946’da çıkarılan İdarî Usûl Kanunu’na destek veren ve yurttaşların Birleşik Devletler hükümeti hakkında bilgi toplama olanağını doğuran Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası (1966), Mahremiyet Yasası (1974) ve Şeffaf Hükümet Yasası (1977) ile güç kazandı. 1974’teki Gün Işığı Yasası ile de toplantıların herkese açık yapılması sonucu ‘Gün Işığında Yönetim’ sistemi doğdu. FOIA (Freedom of Information Act) adlı yasa, herhangi bir kişinin Federal Hükümet’in herhangi bir biriminin elindeki belge, dosya ya da diğer kayıtları -belirli dokuz istisna hariç (ulusal güvenlik, özel hayatın dokunulmazlığı, ticarî sırlar gibi)- elde etme hakkına sahip olduğunu vurgular.
Bilgi Edinme Hakkı Yasası, 2004 yılından beri Türkiye’de de yürürlükte. Ancak, demokrasilerin vazgeçilmez ilkesi olan ‘şeffaflığı’ sağlamanın temel şartları arasındaki bilgi edinme hakkı/bilgi edinme özgürlüğü/bilgi verme yükümlülüğü üçlemesinin, Türkiye gibi henüz ‘açık toplum’ olma sürecini tamamlayamamış, ‘gizlilik’ unsurunun toplum ve devletin her biriminde egemen olduğu ve ‘devlet sırrı’ kavramının sınırlarının henüz belirlenmediği ülkelerde, işlerlik kazanması oldukça zor."
İlhamı her zamanki gibi Birleşik Devletler'den alıyorlar, bu açık. İyi de, ben hiçbir devletin "devlet sırrı" olarak gördüklerini, şeffaflık olsun diye paylaştığını, açıkladığını duymadım. Acaba eşkıya örgütüne yapılacak müdehaleyi önceden sızdıranlar da, daha "açık toplum" olmamız için "şeffaflık" adına mı bunu yapmışlardı¿? Öyle görünüyorki, dağdaki eşkıya başına postacılık yapan ve İmralı'daki eşkıya başına postacılık yapmak için âdeta diğer postacıya öykünenler de daha da "açık toplum" olmamız için çetin bir uğraş veriyorlardı.
"Güvenlik Sektörü Gözetimi" şeklinde devam eden süslü raporun diğer nüshasında ise, daha çok ordunun harcamlarına değinilmiş. Lütfedip iktidarsız iktidarın hırsızlıklarına, yolsuzluklarına, Türk Ulusu'nun menfaatini baltayanlara değinecek değillerdi elbette... Fakat "Bilgi Edinme" başlıklı kısımda yazanlara göre, başta askerî istihbarat olmak üzere, tüm istihbarat kuruluşlarının denetlenmesi gerekiyormuş, "insan hakları" ile uyumlu bir istihbarat anlayışları olmalıymış. Yukarıda değinildiği gibi bir şeffaflık, bir açıklık mutlaka lâzımmış.
Bunlar bana, Mustafa Kemâl Paşa'nın Millî Mücadele döneminde ordunun genel durumu ve Başkomutanlık Yasası hakkında Büyük Millet Meclisi'nde "gizli" oturumda bilgi vermesini yeren, "milletten neyi saklıyoruz, toplantı neden gizli, açık açık her şeyi milletin önünde konuşalım" diye zırvalayan gâfilleri anımsattı. İngiliz ve Yunan kulaklarını tıkamış, gözlerini kapatmıştı ya, tek yapılması gereken biraz daha açık, biraz daha şeffaf olmaktı. Neyse ki bunların hakkından gelindi, sıra şimdi günümüz gâfil ve hainlerindedir. Sistemlerini çökertmek zorundayız.
Dipçe: 9 Haziran'da hazırlanan ilgili rapor, TESEV genel ağ sitesinde 11 Haziran 2009 tarihinde yayınlanmıştır.
18 Haziran 2009 / M. RAM
“Hedef Ordudur” Dedik Ama Hangi Ordu¿?
Genel çözümlemelere bakıyoruz:
- Taraf - TSK
- Gülen - TSK
- Ampûl - TSK
Çözümlemeler oldukça doğru görünüyor; fakat ortada mühim bir sorun gözüküyor. Bu sorun da bizzat Başbuğ ve ekibinden, daha da öte mirasına kondukları bir zararlı anlayıştan kaynaklanıyor. Başbuğ son açıklamasında ya yanlış yapıyor, meseleye yüzeysel bakıyor veyahut bunu bilerek yapıyor, tam olarak bilemeyiz. Buna okuyucu karar versin...
Biz ne demiştik¿? "Hedef ordudur" demiştik ve hedefin neden ordu olduğunu, ordunun da kendimizce bir tanımlamasını yaparak belirtmiştik.
Öyleyse şu soruları kendimize sormamız gerekiyor:
- Türk Silâhlı Kuvvetleri ordu mudur, yoksa ordumuzu yöneten kurum mudur¿?
- NATO nedir¿? Yurtseverlikle ya da yurtsever olmanın baş şartı kayıtsız-koşulsuz egemenlikle yâni tam bağımsızlıkla nasıl örtüşebilecek bir yapılanma olabilir¿?
- “Asimetrik” denilen psikolojik savaş, yalnızca TSK kurumuna mı karşı düzenlenmektedir¿?
- Öyleyse biz yurtseverlerin çektiği sıkıntılar, acılar; öteki açıdan bakıldığında cehâlet veya sivillik akımlarını benimsemesi için zorlanan arada sıkışmış halk nerede kalıyor¿?
Birinci sorunun ilk seçeneği benimseyenlerin "ordu-millet" kavramından uzak olduğu ve bağımsızlık savaşının kimlerle gerçekleştirilip kazanıldığı gerçeğini unuttuğu söylenebilir.
Üçüncü ve dördüncü sorunun yanıtını verenin söylemesi gereken gerçek en azından şu olmalıdır: "Türkiye Cumhuriyeti'ne, devleti yıkmak ve milleti yok etmek adına bir “asimetrik” psikolojik savaş uygulanıyor!"
İkinci sorunun cevabını veren yurtseverlerin aşağıdaki resme ve açıklamasına dikkatlice bakmalarını öneririm:
ABD Merkez Kuvvetler Komutanı
Orgeneral David PETRAEUS,
01 Temmuz 2009 saat 11:00'de,
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker BAŞBUĞ'a
ziyarette bulunmuştur.
Ziyarette; iki ülke silahlı
kuvvetlerini ilgilendiren
askeri konular ile bölgesel
güvenlik konuları
ele alınmıştır.
Çözümlemelere yeniden bakıyoruz:
- Taraf - TSK
- Gülen - TSK
- Ampûl - TSK
E peki bu sol kısımda sıraladıklarımızın arkasındaki gücün askerî kanadının, sağ kısımda sıraladığımız kurumla bu kadar samimi olmasını neyle açıklayacağız¿?
"Aman canım, yine de yıpratılıyor TSK, bir de biz karşı çıkmayalım" diyenler de olabilir. Böyle düşünenlere de hak veririm. Ancak onlar da şunu iyi bilmelidir ki, ordu, bilmem kaç pırpırlı generalle tanımlanamaz. Tanımlansaydı, M. R. Erdelhun, A. K. Evren, H. Özkök gibilerini dahi bunların içine almamız gerekirdi.
Yukarıdaki çözümlemelere göre elbette Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni savunacağız, yanında olacağız, bu olmazsa olmazdır. Lâkin meselenin diğer boyutunu da göreceğiz, gerekirse de bu noktada karşısında duracağız -ki yazıkki bu kertede bu kaçınılmazdır.
NATO, SüperNATO, Gladio diye haykırıp sonra "ne şeriat, ne darbe" deyip ardından da Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin kükremesini bekleyenlere duyurulur. İşte esas “asimetrik” psikolojik savaşın sonucu budur.
Dipçe: Biz de zaman zaman benzer düşüncelere kapıldık, geleneksel/duygusal davrandık, bu savaşa maruz kaldık, olabilir. Mühim olan, bizi yanılışa düşürebilecek durumlara yenilmeden gerçeği arayabilme gücüdür.
Daha da öteye gitmek istemezdim ama bazı şeyleri unutmak ancak hastalıkla açıklanabilir; bu mızrak, Petraeus'un çuvalına sığar mı¿?
Sığmadı mı¿?
2 Temmuz 2009 / M. RAM