Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

Batı'nın ülkemizde gerçekleştirdiği "sivilleştirme" uygulamalarına millî karşı çıkışlar.

Önemli: Kimi yazarlar, günlük yazdıkları için bu bölümde belirtilmemiştir.

Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen Ram » Sal Eki 27, 2009 20:53

Askerî Vesâyet Söylemi ve Orduyu Çökertme Tasarısı

Tipi var; rüzgârın sesi dahi ilikleri donduruyor. Mehmet, yurdun en uç köşesinde kanını dökmeye, canını vermeye hazır kol geziyor. Mehmet tetikte, Mehmet siperde, Mehmet yaralı, Mehmet vatan uğruna şehit...


Vatan nedir¿?

Vatan; yaktığın ateş, soluduğun hava, bastığın toprak, içtiğin su, yediğin aş, yaptığın iş, ana-baba-kardaş, sevdiğin eş, davanda yoldaştır, biricik yurdundur. Vatan Mehmet'tir. Mehmet, vatanı koruyup gözetendir, Türk Ulusu'nun ruhudur.

Çok uzun yıllar önce mantar gibi türeyen yıkım tasarıları, son birkaç yıldır yoğunlaşmış ve içinde bulunduğumuz şu günlerde hedeflerine daha da yakınlaşmıştır.


Hedef nedir¿?

Hedef Türk'tür. Türk'ü Türk yapan değerleri yok etmektir. Öyle bir yok etme girişimidir ki, bir daha asla dirilemeyecek hale getirene kadar Türk'ün ruhunu yakmak, küllerini de yedi kilit altında tutmaktır.


Türk kimdir¿?

Türk, Türklüğün tüm değerlerini benimsemiş, Türk'ün yüce tarihini bilen, Türklüğünden güç alıp da Türk'üm diyen yurtseverlerdir. Türk, yedi kıtada, olduğu her mekânda, bulunduğu her şartta Türklüğünü yaşayabilendir. Türk, zûlme baş kaldıran yiğittir, erdir, askerdir, Mehmet'tir.


Mehmet kimdir¿?

Mehmet Türk'tür, Mehmet vatandır, Mehmet hedeftir. Mehmet temeldir; temel, ordumuzdur.

"Proje, sivil kapasite oluşturucu etkinlikler, yayınlar ve diğer ülkelerdeki iyi örneklerin paylaşımı sayesinde medya mensuplarının ve sivil toplumun demokratik bilincinin yükselmesi ve başta sivil-askeri ilişkileri olmak üzere tüm güvenlik sektörünün demokratik ve sivil denetiminin iyileştirilmesi anlamında önemli rol oynamayı hedefledi." diyordu tasarının binbir raporlarından birinde; süslü-püslü bir gerekçeyle de devam ediyordu:

    "Devlet-merkezli güvenlik anlayış ve pratikleri yerini giderek insan ve yurttaş-merkezli yapılara bıraktı, bu yeni yapıların kurulup korunması, giderek küreselleşen, standart haline gelen uygulamalara yol açtı. ‘Güvenlik sektörü’ olarak tanımlanan kuruluşlar, bir insan ve yurttaş hak ve talebi olarak güvenliği sağlayan kamu ya da özel kuruluşlar olarak görülüyor giderek. Bu sektörü ve kararlarını tarihsel olarak ‘kutsal’ kılan toplumsal anlayışlar ve yönetim pratikleri de hızla meşruiyetini kaybediyor. Güvenlik sektörünün yurttaşların güvenlik ihtiyacını, sivil siyasetin sınır ve kurallarını belirlediği şekilde, hesap verebilir, gözetlenebilir, denetlenebilir, saydam ve etkin süreçlerde sağlaması anlayışı giderek daha da normalleşiyor.

    Bu çerçevede, Türkiye’nin üyesi olma yolunda adımlar attığı Avrupa Birliği’nde (AB) de sivil-asker ilişkilerinin normalleştirilmesi başta olmak üzere, ‘Güvenlik Sektörü Reformu’ adını verebileceğimiz gündem ön plana çıkıyor.
    "



"Güvenlik sektörü" dediği askerî kurumlar (polisi zaten cemaat kemirmiş), "yok olan kutsal" dediği de Mehmet. Bu durumda, "reform" dedikleri de, yok olduğu iddia edilen kutsalı kökünden temizlemek olsa gerekir.

Yurttaşlar artık şunu iyi bilmelidir; Türkiye Cumhuriyeti uçurumdan yuvarlanmamak için ince bir dala tutunmuş durumdadır ve bunun değişmesi umudunu mevcut siyâsi partilerde aramak, çölün ortasında su aramaktan başka bir şey değildir. Öyleyse ne yapmalı¿? Sizce yağmur olup yıldırmlar yağdırmanın vakti geldi de geçmiyor mu¿? Peki ya çölde su aramasa da su için hiç çaba sarfetmeyenler; yoksa çölde dahi aramadığınız suyu, yağmur duasına çıkarak mı bulacaksınız¿?

Yoksa bu lâflarla torba mı dolduruyoruz dersiniz¿? Kim bilir... Durun bilinen gerçeği bir de ben yazayım; yirmili yaşında, yaşamının baharında, cevvâl Türk yiğitleri düşünün. Bir de onların bir anda yok olduklarını... Hangimizin canı, onlarınkinden değerlidir sorarım size, hangimizin ki¿?

Yok, yok... Onlar, can vermeyle yok olmuyorlar; onlar, uğrunda canlarını verdikleri değerler yıkıldıkça, yakıldıkça yok oluyorlar. Çok yüz yıl önceye gitmeye gerek yok; Çanakkale'de vatanı var edenler, bir anlaşmayla yok olmamışlar mıydı¿? Allah'tan yağmur olundu, yıldırımlar yağdırıldı da, yeniden var olabildiler, anılabildiler.

Şimdi mi¿? Şimdilerde, "millî etiketli" bir kanalda dahi, bir şehit anasıyla dağda ölen eşkıyanın anasını yan yana getirip "barıştıralım" önerileri havada uçuşabiliyor. Güya her bir şey "akan kanı" durdurmak içinmiş. Sen şuna açık açık "dış güçlerin hizmetindeyim, askerî vesâyete (orduya yani) şiddetle karşıyım, gerekirse eşkıya ile de birlik olurum" desene. Gerçi deseler ne değişecek; birçok yurttaş, yurttaş olduğunun farkında dahi değilken, koyundan bile daha haysiyetsiz bir şekilde güdüldüğünden, kurtlu dizilere kurban olmuşken, her bir şeyi bilir de cehâleti bâki kalır.

"Kurtlu diziler" demişken aklıma geldi. Taraf adlı, çeşit ihanet şebekelerinden birkaçının ortak ürünü olan müsveddenin 12 Haziran 2009 tarihli ihanet baskısında özetle şöyle diyordu: Akape ve Fetullahçılar bitirelecek, kurtluⒼⓂ diziler kötülenecek, hay bin ebegümeci vesaire...

    ⒼⓂEk olarak şunu belirteyim; aynı müsvedde, bünyesinde barındırdığı bir küçükbaş vasıtasıyla, ilgili kurtlu dizinin önceki serisinin "Ergenekon Örgütü"ne hizmet ettiğini üç ayrı baskıda iddia ederek, kurtlu dizi üzerinden millîliği kötülemeye başlamıştı. Kurtlu dizinin yapımcısı ortaklık, "bir çuval inciri berbat ediyorsunuz aptallar" kokan ve "biz sizi iyi tanırız, çocuğunuza sahip çıkın" benzeri bir karşı tepki göstermek zorunda kalmış, bunun sonucunda müsvedde dizi hakkındaki ilgili söylemini kesmiştir. Şimdi ise, otoyol kenarında füzeyle orgenerâl öldürülen kurtlu dizi için "ordunun hedefi"(bkz. AKP ve Fetullah Gülen'i bitirme planı, Kurtlar Vadisi maddesi) diyebiliyorlar. Cinlere bakın, kim kimin hedefi, hemen ters-düz etmesini biliyorlar.




İki gün sonrasında, 14 Haziran'da, Young Civilian çiftliğinden bir büyükbaş, "Ergenekon" adı verilen ve Füller'in "Yeni Türkiye Cumhuriyeti"ne geçmeden evvelki "bunalımlı Türkiyesi" için oluşturulmuş bulantılardan biri olan davanın gerçek hedefini, çekinmeden "Genelkurmay" olarak itiraf edebiliyordu.

Aynı çiftlikte otlayan hayvanat, 17 Haziran tarihinde ise Adliye önünde, içlerindeki kini şöyle kusacaktı: "Paşa Paşa, Yargılanacaksınız!"


Dönelim alıntı yaptığımız süslü rapora...

    "Bilgi edinme hakkı ilk kez 1766’da İsveç’te anayasal nitelikte bir hak olarak tanımlandı, ABD’de 1946’da çıkarılan İdarî Usûl Kanunu’na destek veren ve yurttaşların Birleşik Devletler hükümeti hakkında bilgi toplama olanağını doğuran Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası (1966), Mahremiyet Yasası (1974) ve Şeffaf Hükümet Yasası (1977) ile güç kazandı. 1974’teki Gün Işığı Yasası ile de toplantıların herkese açık yapılması sonucu ‘Gün Işığında Yönetim’ sistemi doğdu. FOIA (Freedom of Information Act) adlı yasa, herhangi bir kişinin Federal Hükümet’in herhangi bir biriminin elindeki belge, dosya ya da diğer kayıtları -belirli dokuz istisna hariç (ulusal güvenlik, özel hayatın dokunulmazlığı, ticarî sırlar gibi)- elde etme hakkına sahip olduğunu vurgular.

    Bilgi Edinme Hakkı Yasası, 2004 yılından beri Türkiye’de de yürürlükte. Ancak, demokrasilerin vazgeçilmez ilkesi olan ‘şeffaflığı’ sağlamanın temel şartları arasındaki bilgi edinme hakkı/bilgi edinme özgürlüğü/bilgi verme yükümlülüğü üçlemesinin, Türkiye gibi henüz ‘açık toplum’ olma sürecini tamamlayamamış, ‘gizlilik’ unsurunun toplum ve devletin her biriminde egemen olduğu ve ‘devlet sırrı’ kavramının sınırlarının henüz belirlenmediği ülkelerde, işlerlik kazanması oldukça zor.
    "


İlhamı her zamanki gibi Birleşik Devletler'den alıyorlar, bu açık. İyi de, ben hiçbir devletin "devlet sırrı" olarak gördüklerini, şeffaflık olsun diye paylaştığını, açıkladığını duymadım. Acaba eşkıya örgütüne yapılacak müdehaleyi önceden sızdıranlar da, daha "açık toplum" olmamız için "şeffaflık" adına mı bunu yapmışlardı¿? Öyle görünüyorki, dağdaki eşkıya başına postacılık yapan ve İmralı'daki eşkıya başına postacılık yapmak için âdeta diğer postacıya öykünenler de daha da "açık toplum" olmamız için çetin bir uğraş veriyorlardı.

"Güvenlik Sektörü Gözetimi" şeklinde devam eden süslü raporun diğer nüshasında ise, daha çok ordunun harcamlarına değinilmiş. Lütfedip iktidarsız iktidarın hırsızlıklarına, yolsuzluklarına, Türk Ulusu'nun menfaatini baltayanlara değinecek değillerdi elbette... Fakat "Bilgi Edinme" başlıklı kısımda yazanlara göre, başta askerî istihbarat olmak üzere, tüm istihbarat kuruluşlarının denetlenmesi gerekiyormuş, "insan hakları" ile uyumlu bir istihbarat anlayışları olmalıymış. Yukarıda değinildiği gibi bir şeffaflık, bir açıklık mutlaka lâzımmış.

Bunlar bana, Mustafa Kemâl Paşa'nın Millî Mücadele döneminde ordunun genel durumu ve Başkomutanlık Yasası hakkında Büyük Millet Meclisi'nde "gizli" oturumda bilgi vermesini yeren, "milletten neyi saklıyoruz, toplantı neden gizli, açık açık her şeyi milletin önünde konuşalım" diye zırvalayan gâfilleri anımsattı. İngiliz ve Yunan kulaklarını tıkamış, gözlerini kapatmıştı ya, tek yapılması gereken biraz daha açık, biraz daha şeffaf olmaktı. Neyse ki bunların hakkından gelindi, sıra şimdi günümüz gâfil ve hainlerindedir. Sistemlerini çökertmek zorundayız.

Dipçe: 9 Haziran'da hazırlanan ilgili rapor, TESEV genel ağ sitesinde 11 Haziran 2009 tarihinde yayınlanmıştır.

18 Haziran 2009 / M. RAM


“Hedef Ordudur” Dedik Ama Hangi Ordu¿?

Genel çözümlemelere bakıyoruz:

  • Taraf - TSK
  • Gülen - TSK
  • Ampûl - TSK

Çözümlemeler oldukça doğru görünüyor; fakat ortada mühim bir sorun gözüküyor. Bu sorun da bizzat Başbuğ ve ekibinden, daha da öte mirasına kondukları bir zararlı anlayıştan kaynaklanıyor. Başbuğ son açıklamasında ya yanlış yapıyor, meseleye yüzeysel bakıyor veyahut bunu bilerek yapıyor, tam olarak bilemeyiz. Buna okuyucu karar versin...

Biz ne demiştik¿? "Hedef ordudur" demiştik ve hedefin neden ordu olduğunu, ordunun da kendimizce bir tanımlamasını yaparak belirtmiştik.

Öyleyse şu soruları kendimize sormamız gerekiyor:

  1. Türk Silâhlı Kuvvetleri ordu mudur, yoksa ordumuzu yöneten kurum mudur¿?
  2. NATO nedir¿? Yurtseverlikle ya da yurtsever olmanın baş şartı kayıtsız-koşulsuz egemenlikle yâni tam bağımsızlıkla nasıl örtüşebilecek bir yapılanma olabilir¿?
  3. Asimetrik” denilen psikolojik savaş, yalnızca TSK kurumuna mı karşı düzenlenmektedir¿?
  4. Öyleyse biz yurtseverlerin çektiği sıkıntılar, acılar; öteki açıdan bakıldığında cehâlet veya sivillik akımlarını benimsemesi için zorlanan arada sıkışmış halk nerede kalıyor¿?

Birinci sorunun ilk seçeneği benimseyenlerin "ordu-millet" kavramından uzak olduğu ve bağımsızlık savaşının kimlerle gerçekleştirilip kazanıldığı gerçeğini unuttuğu söylenebilir.

Üçüncü ve dördüncü sorunun yanıtını verenin söylemesi gereken gerçek en azından şu olmalıdır: "Türkiye Cumhuriyeti'ne, devleti yıkmak ve milleti yok etmek adına birasimetrikpsikolojik savaş uygulanıyor!"

İkinci sorunun cevabını veren yurtseverlerin aşağıdaki resme ve açıklamasına dikkatlice bakmalarını öneririm:

ABD Merkez Kuvvetler Komutanı
Orgeneral David PETRAEUS,
01 Temmuz 2009 saat 11:00'de,
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker BAŞBUĞ'a
ziyarette bulunmuştur.
Ziyarette; iki ülke silahlı
kuvvetlerini ilgilendiren
askeri konular ile bölgesel
güvenlik konuları
ele alınmıştır.



Çözümlemelere yeniden bakıyoruz:

  • Taraf - TSK
  • Gülen - TSK
  • Ampûl - TSK

E peki bu sol kısımda sıraladıklarımızın arkasındaki gücün askerî kanadının, sağ kısımda sıraladığımız kurumla bu kadar samimi olmasını neyle açıklayacağız¿?

"Aman canım, yine de yıpratılıyor TSK, bir de biz karşı çıkmayalım" diyenler de olabilir. Böyle düşünenlere de hak veririm. Ancak onlar da şunu iyi bilmelidir ki, ordu, bilmem kaç pırpırlı generalle tanımlanamaz. Tanımlansaydı, M. R. Erdelhun, A. K. Evren, H. Özkök gibilerini dahi bunların içine almamız gerekirdi.


Yukarıdaki çözümlemelere göre elbette Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni savunacağız, yanında olacağız, bu olmazsa olmazdır. Lâkin meselenin diğer boyutunu da göreceğiz, gerekirse de bu noktada karşısında duracağız -ki yazıkki bu kertede bu kaçınılmazdır.

NATO, SüperNATO, Gladio diye haykırıp sonra "ne şeriat, ne darbe" deyip ardından da Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin kükremesini bekleyenlere duyurulur. İşte esas “asimetrik” psikolojik savaşın sonucu budur.

Dipçe: Biz de zaman zaman benzer düşüncelere kapıldık, geleneksel/duygusal davrandık, bu savaşa maruz kaldık, olabilir. Mühim olan, bizi yanılışa düşürebilecek durumlara yenilmeden gerçeği arayabilme gücüdür.

Daha da öteye gitmek istemezdim ama bazı şeyleri unutmak ancak hastalıkla açıklanabilir; bu mızrak, Petraeus'un çuvalına sığar mı¿?

Resim

Sığmadı mı¿?

2 Temmuz 2009 / M. RAM
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen maydonos » Sal Eki 27, 2009 20:58

Sagol, Ram; boyle bir yazi metnini buraya koydugun icin. :)
Resim


Ne MuTLu TüRkÜm DiYeNe
Kullanıcı küçük betizi
maydonos
Üye
Üye
 
İletiler: 1651
Kayıt: Çrş Haz 04, 2008 1:53

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen bezgin » Çrş Eki 28, 2009 15:36

Bu Cuvala Koca Bir Cumhuriyet Sigar (veya Türkiye Cumhuriyeti'yle Mücadele Eylem Plani)


-Aaaa, kusa bak
-Önce kafamdaki cuvali cikarin komutanim
-Olmaz



"Biri bize yillardir kafadaki türbani bir özgürlük nesnesi olarak yutturdu. O yüzdendir ki kafamizda 7 yildir cuvallarla dolasiyor, en ufak tehditte kendi rizamizla o cuvallara giriyoruz"

Gecen gün Ulusal Kanal'da yayinlanan Neler Oluyor programinin haftalik konugu Murat Culcu, acilimin neredeyse cigerini söktü. Degerlendirmelere göre siddet, ayni 1980 öncesi gibi Türkiye'yi varolus nedenlerinden ödün vermeye, anayasasindaki temel hükümleri degistirmeye zorlayan bir tehdit araci.

"Siddet ne oldu da ara verdi?" diyor Culcu. Tehditciler ve onlari destekleyen paracilar Türkiye'ye "ya cumhuriyetinden vazgec ya da güvenliginden" mi demek istiyordu? Daha da ilginci bu tehdit sarmali, Yüksek Komuta'nin da icinde oldugu bir "Milli Mutabakat Projesi" olarak, silahli destek ve uzlasiyla mi yürüyor?

AKP ve ordu arasinda bir yipratma ve cekisme varmis gibi gösteriliyor, iki tarafin da zayiflatildigi, itibarinin ve güvenilirliginin düsürüldügü kanisi topluma egemen. Bu sekilde, kurumlarin erk ve karar evrelerinden uzaklasmalari neredeyse olagan karsilaniyor. Acilim dedikleri sürec neredeyse ne iktidarin ne de ordunun hic müdahil olmadiklari bir düzenle yürüyor.

Burada ABDullah Gül'ün "Siz cözemezseniz gelip cözüvecekleee vaa" tarzi söylemi de anlam kazaniyor. Ne siyasi güc, ne de yurt savunmasiyla görevli kuvvetler, Amerika'nin taleplerine direnemedikleri, "Hayir!" diyemedikleri icin halkla iliskiler ekipleri tarafindan yazilmis, "kendi icinde catisma piyesi"ni basariyla oynuyorlar.

Sagduyusuyla dünya sampiyonu halkimiz, bir yandan olup biteni anlamaya, bir yandan ic savastan kacinmaya, bir yandan da zayiflayan, cökertilen devlet kurumlarinin icler acisi durumuna riza göstermeye zorlaniyor.

Iktidar, ordu, muhalefet ve basin kendi üzerlerine düsen yipranma paylarini alarak, Türkiye'yi sehir devletlerine, asiret devletlerine dönüstüren düzenegi birbirini suclayarak, cesitli belge ve sansasyonlar üreterek gecistiriyorlar. Demokrasimiz hicbir zaman bugünkü kadar cuvala girmemisti.

Neler Oluyor? Acilimin Hedefi

:arrow: bkz: Milli Sendikalara Darbe

Aslinda acilimin ne oldugunu veya ne olmadigini anlayabilmek icin meclisimizden gecirilen yasalara ve Türkiye genelinde Sözde STK'lar tarafindan yapilan toplantilara bakmak yeterli. Türkiye daha önce belirttigim gibi sehir devletlere ve daha sonra asiretlere bölünerek Afganistan ve Pakistan tarzi teröre acik bir yapi kazandirilacak. Yari ac yari tok, orta ölcekli siddet, asiretler arasi savas günlük hayatimizin parcasi haline geliyor.

Sadece bir darbe ortaminda gerceklestirilebilecek insanlik disi, hukuk disi, insan haklarina aykiri yasalar "Demokratik Acilim", "Milli Birlik Projesi", "Milli Uzlasma Projesi", "Kürt Acilimi", "PKK acilimi", "Ermeni-Kibris Acilimlari" gibi cicili bicili adlar ve paketlerle meclisimizden geciriliyor. Burada dikkat cekmesi gereken nokta bu projelere verilen isimlerle gerceklestirilen eylemler arasinda taban tabana bir zitlik oldugu ve düpedüz fasizmle yönetilmeye basladigimizdir.

Bu gidisata bir "Dur" diyemeyen, veya yeterli bir halk bilnci olusmadigini düsünen Ilker Pasa, Amerika'yi halkimiza sikayet etmeye devam ediyor( :arrow: bkz: "TSK Görevinin basinda"). Ama halk anliyor mu? Taraflar topu birbirine atadursun, Sienen Televizyonu "Türk-Kürt Kürt-Türk" diye diye bir masa tenisi macini 24 saat beynine sokmus durumda.

Beyinsiz Kürt irkcilari ve fikirsiz Islamci irkcilar (gerci bunlara Islamci demek ne kadar mümkün, en iyisi "tarikat irkcilari" diyelim) bu kafa karisikligindan gayet memnun, ülkemizi cökerten Amerika valililerine alkis tutumakla mesguller. Ne yazik ki cuval onlarin da kafasina gecmistir, damat onlarin da gerdegine girecektir, yalniz kafalarindaki cuval yüzünden kiminle yataga girdikleri kafalarina biraz gec "dank" edecektir. Buna en güzel örnek Afgan ve Pakistanli tarikat irkcilari'dir.

Yine Murat Culcu'yla bitirelim: "Vatansever bir yönetim Amerika'ya hala rest cekebilir. Yeter ki halka durumu acikligiyla anlatsinlar, desinler ki 'Ey halkimiz, caresiziz'. Ucunda aclik ve sefalet olsa dahi halk direnen bir hükümetin arkasinda duracaktir."

Resim

Ek: Yazinin aktarildigi siralarda Sayin Ilker Basbug'un 29 Ekim Kutlamasi yayinlandi. "Garp cephesinde degisen bir sey yok": Ilker Pasa, Amerika ve Acilimi halka sikayet etmeye devam ediyor.
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen bezgin » Prş Eki 29, 2009 20:57

TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE MÜCADELE EYLEM PLANI



18 kasım 2004 tarihinde Dünden Bugüne TERCÜMAN gazetesinde Fetullah Gülen’nin bir demeci yayınlandı.

Demeçteki şu ifadeler çok dikkat çekiciydi:

"Türkiye'de üst seviyede vazife görmüş bir insan bana `Türkiye'de yeniden kan gövdeyi götürecek. Falan tür simalar bu dönemde Türkiye'de bulunmasa iyi olur' dedi...

Tanzimattan daha önce Türkiye’de faaliyete başlayan, zamanla devletleri bile aşabilecek hale gelen, bazı idarecilere dedikleri her şeyi yaptırabilen, hükümetleri devirip yeni hükümetler kurabilen, içerde çok iyi teşkilatlanmış olsalar da kökleri tamamen dışarıda bulunan, harici güçlerin emellerine hizmet eden, çok güçlü insanları bünyelerine aldıklarından kendilerine mensup bir insanın tutuklanmasına, sorgulanmasına ve mahkûm edilmesine asla fırsat vermeyen, bir kısım cemiyyat-i sırriye vardır…”



Fetullah’ın bu sözlerinden 4 yıl sonra Ergenekon iddianamesi yazıldı.

Ergenekon iddianamesiyle Fetullah’ın demecini yan yana koyun.

İddianameyi kimin yazdığını anlamak için dahi olmaya gerek var mı?..

2005 yılından beri sürüp giden savaşı kimin başlattığı, kimin ısrarla sürdürdüğünü anlamak isteyen yukarıdaki tümceleri dikkatle bir kez daha okuyalım… Sonra da yıllardan beri neyin kavgasının sürdürüldüğünü bir kez daha düşünelim…

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektöründen, Şemdinli olaylarına, bir orgenerali PKK ile işbirliği içinde çete oluşturmayla suçlayacak kadar ileri giden savcılık iddianamesine; Danıştay cinayetinden, Rahip Santoro, Hrant Dink ve Malatya cinayetlerine; tepeden tırnağa tutarsızlık ve hukuksuzluk örneği olan Ergenekon soruşturmasının bütün aşamalarına kadar bir bütünlük vardır…

Yani ABD destekli Fetullah planı yürüyor…

İçerdeki yandaşlar ve hükümet de üstüne düşen görevi yerine getiriyor…

Onca yanlışa, onca bilgisizliğe, onca acemiliğe rağmen inatla devam ettirilen tezgahlar, kurulan tuzaklar ve atılan iftiralar sonuç vermedi. Ama öyle gösteriyor ki; bu odağın kurguladığı bütün planlar ortaya çıkarılıp teşhir edilmedikçe, suçlular toplum karşısında itiraf ettirilmedikçe bu kalleş oyun ve iğrenç saldırılar devam edecektir…

İşin en ilginç yanı bütün saldırıların, iftiraların, karalamaların kaynağı tek adreste toplanmasına karşın büyük medya, büyük gazeteciler (!) Fetullahçılara toz kondurmamak için çabalıyorlar !…

Herkes bilir ki; Türkiye’de sürekli egemen olan bir kesim yoktur. Ne yaparsa yapsın ceza görmeyenler, tutuklanmayanlar da yoktur.. Tanzimat’tan bu yana gizli bir dış bağlantıyla dediği dedik olan bir egemenlik de yoktur…

Bunlar cahilce, düşmanca ve kocaman yalanlardır. Sadece söylenir. Hiçbir örnek gösterilemez…

“Cemiyet-i sırriye”den kastedilen devletin temel kurumları ve büyük bir disiplinle o kurumlarda kıt bir maaş karşılığı hizmet veren kamu görevlileridir…

Bu suçlamalar Türk devriminin tasfiye ettiği kesimlerin başvurduğu yalanlardır.

Böylesi suçlamalar ne insaf ne de vicdanla bağdaşır… Çirkinliktir, düşmanlıktır…

Bugün Türkiye’de gerçekten dokunulamaz olanlar vardır

Onlar, Fetullah’ın, ABD ve AB’nin işbirlikçileridir. İktidar desteğiyle yolsuzluğu, hırsızlığı meslek edinenlerdir…

Şu son günlerin gözde konusu “İrticayla mücadele eylem planı” haberine bir bakalım. Ergenekon sanığı Öztürk’ün avukatları, bilgisayarın savcının talimatına karşın avukatlar eşliğinde kopyalanmadığını ve ele geçirildiği söylenen belgenin düzmece olduğunu savundular…

Yargıcın karşısında açılması gereken belgelerin emniyette açıldığı ve bu uyduruk belgenin konulduğu iddia edildi.

Ama dinleyen kim !...

Kimse “durun bakalım. Bu işin aslını öğrenelim demedi.

Bir gazeteci (!) emniyetten elde ettiği bir fotokopiye dayanarak hangi görevle çıktığı gün gibi ortada olan bir gazetede “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı” ana başlığıyla bir yazı döşeniyor…

Ve herkes dibini görmediği bir suya balıklama atlıyor…

Oysa bu olayda bir olayın haber olabilmesi için gerekli “5N 1 K” sorusunun yanıtları yok. Zaten hiçbir gazeteci (!) haberde böyle bir nitelik olması gerektiğini aklına bile getirmedi. Önemli olan sansasyondu. Bu sansasyonun bir ucundan tutmanın ve gazeteciliklerini bu yolla kanıtlamanın sevdasına düşmüşlerdi.

Nerdeyse bütün Türkiye medyası - silahlı kuvvetler içinde böyle bir çalışmanın yapıldığına inanmasa bile “- iman” getirerek ve kesin bir doğruya varmış gibi saldırıya geçti…

Okunan, izlenen ve dinlenen bütün medya bir yerden emir almış gibi yaygara kopararak silahlı kuvvetleri yaylım ateşine tuttular…

Sınırlı sayıdakiler hariç, köşe yazıları tek kalemden ve tv kanallarındaki konuşmalar tek ağızdan çıkmış gibiydi…

Bu gazeteci haberleriyle ilgili olarak halen de yargılanan biri. Hatta bir haberi nedeniyle suçlu bulunan ve hakkında birçok haber nedeniyle davaları devam eden biri…

Yaptığı haberlerden bazılarına göz atarsak amacının ne olduğu, kimlerin hesabına çalıştığı kendiliğinden ortalığa dökülür. En acımasız iftiraları, en olmayacak yalanları yazıp sansasyon yaratmakla görevli olduğu belli..

İşte Mehmet Baransu’nun bazı haberleri:

“Karargah evleri” soruşturması savcısı Mehmet Çevik hakkında "nerdeyse dünyanın en zengin savcısı" haberi yaptı. (13.mart 2009) Kasten yapılmış, yalan bir haberdi.

İşte medya patronu Ergenekon İşbirliği" (9 şubat 2009) Mehmet Emin Karamehmet'in dönemin Jandarma Genel komutanı Şener Eruygur'u ziyareti sırasındaki söyleşinin dökümü. (Eline kimler tutuşturmuş olabilir? )

Dağlıca Baskınının PKK ile TSK işbirliği sonucu gerçekleştiğini yazdı . (9 Haziran 2008) Aktütün baskını ile de aynı iddiaları ileri sürdü.(kamuoyunu günlerce yanılttı. Yalan ve iftira olduğu ortaya çıktı )

Ergenekon’un anayasası diye uydurulan Ergenekon'un Temel Belgesi'ni açıkladı. (Temmuz 2008)

"Hocasından darbe dersleri" (13 nisan 2009) Bu haberden sonra Erol Manisalı tutuklandı.

Ve en son olarak:

"AKP ve Gülen'i Bitirme Planı"

Bu haberden sonra yeni bir tutuklama dalgası olursa şaşmayın…

Yargıya, orduya, üniversitelere; cumhuriyetin temel kurumlarına sahip çıkan demokratik toplum örgütlerine, ulusalcı basına, gazetecilere, aydınlara, Kemalistlere karşı yürütülen cadı avının iliştirilmiş gazetecisidir Baransu…

Tv kanallarındaki yorumlara baktım.

Yaygın kanallardan hiçbiri demokratik, bilimsel ve hukuksal bakmadı. Tek muhalif düşünceye yer vermedi. Hepsi de hiç kuşkuya yer vermeyecek şekilde belgeyi doğru kabul etti.

Arada bir “eğer doğruysa” demelerine karşın hep orduya saldırdılar.

2005 yılındaki Şemdinli olaylarından bu yana geçen sürede onca düzmece belgenin, iftiranın üretildiğini hiç anımsamadılar. Genelkurmay önünde sahte belge alışverişi yapıldığını, bütün tezgahların arkasında ABD’deki belli adresler olduğunu unuttular…

Türkiye’de ulusal güçlere karşı yıllardır sürdürülen saldırılardan hiç bahsetmediler…

Bu saldırıların bitirilmesi akıllarına bile gelmedi.

İğrenç ve korkunç bir durumdur…

Şimdi düşünelim.

Acaba genelkurmay bünyesinde böyle bir çalışma olabilir mi?…

Önce böyle bir çalışmayı bir albay yapamaz. Bu işi bilenler diyorlar ki: böyle bir çalışmada ya genelkurmay başkanının, ya da genelkurmay başkan yardımcısının imzası olmak gerekir..

İkincisi yazışmalarda “Albay Çiçek” diye bir imza zaten olamaz…

Üçüncüsü, genelkurmayda böyle bir çalışma yapılsaydı “gizli” mührüyle değil, “çok gizli” ibareleriyle ilgililere gönderilir ve gereği istenirdi…

Dördüncüsü de böylesine gizli bir çalışma belgesinin bir asker emeklisinin bürosunda bulunması kadar komik bir durum yoktur…

Beşincisi, ortaya çıkan belge bir fotokopidir.

Altıncısı, Mehmet Baransu emekli bir generalin olayı doğruladığını söylerken, kim olduğu tahmin edilen general ise asla böyle bir konu yoktur, demektedir…

Gerçek gün gibi açıktır…

Ama bu gerçeğin halk tarafından öğrenilmesi engellenmektedir. Ulusalcı, demokrat, düzeyli yayın kuruluşlarının sahipleri ve yazarlar içeri alınıyor, susturuluyor.. Muhalefet yok ediliyor.

Doğruları savunmak nerdeyse suç olarak ilan edilecek !..

Bu engellemelerin yanında başta silahlı kuvvetler olmak üzere bütün cumhuriyet kurumlarına, ulusalcı demokratik güçlere karşı açık bir savaş da sürüp gitmektedir…

Çok basit ve zavallı bir plan yürütülüyor… Başarısız kaldıkça aynı türden operasyonlara inatla devam ediliyor…

İlginç olan bu planın sadece 4 yıldan beri değil, on yıllardır “kör parmağım gözüne” şeklinde sürmesi ve bundan kimsenin rahatsız olmamasıdır…

Siyasal partilerimiz dahil bütün Türkiye kendi aleyhindeki gelişmeleri tribünden seyrediyor !..

Türkiye’deki elemanlar ABD kulluğunu en iyi şekilde yerine getirirken yine ABD’nin kocaman bir çiftlikte TC’ne karşı beslediği bir yılan kıvrılıp bükülerek orduya sahip çıkmaya çalışıyor !...

Tam bir mafya anlayışı !...

Öldürteceksin ve sonra matem tutacaksın !..

Türkiye’den kaçarak gittiği ABD’de kendisine tahsis edilen çiftlikte keyif sürerken, çok büyük güçlere sahip olduğunu, milyonlarca insana hükmettiğini sanıyor. Öyle ya, onun deyimiyle “dünyanın dümeninde “olan ABD kendisinin en büyük destekçisi !

Kendini kutsal bir varlık olduğuna inandırmış olmalı.

ABD dahil herkesin kendisine hak etmediği bir itibar verdiğini görüyor… O kadar kutsal olmasa neden herkes önünde eğilsin ki !..

İşin doğrusu şu ki; “şeyh uçmaz, mürit uçurur !..”

Bir kez daha yineleyelim.

Türkiye Cumhuriyeti üzerinde ABD destekli bir operasyon yürütülüyor.

Fetullah Gülen ABD’nin maşası durumundadır.

Amaç; Türkiye Cumhuriyetinin ulusal, bağımsız, laik, demokratik ve güçlü bir devlet olmaktan çıkarılmasıdır….

Hedefe konanlar, Türkiye Cumhuriyetinin sahibi, kurucu ve koruyucusu olan kurumlar ve bu kurumların değerli görevlileridir..

En başta da Türk Silahlı Kuvvetleridir…

Ortada kırıntıları kalmış olan ulusal bilinç ve Kemalizm’dir…

Bir gazete muhabirinin ortaya attığı kâğıt çok küçük bir ayrıntıdır… Ama herkes bununla yatıp kalkmaktadır..

Saldırının nereden geldiği ve düşmanın kim olduğu daha ne kadar saklanabilir?...

“İrtica ile mücadele eylem planı” bir kâğıt parçasından ibarettir.

Asıl planın adı şudur.:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE MÜCADELE EYLEM PLANI !…



Altan ARISOY
http://www.solbirlik.net/haber_detay.as ... 697&yid=73
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen bezgin » Cum Eki 30, 2009 14:38

Savcı, ihbar mektubunun 12 gün önce geldiğini açıklama gereği duyuyor. “Bunun Kürt açılımının geri tepmesiyle alakası yok” demeye getiriyor? Doğru, 12 gün önce “Kürt açılımının” tepeceği belli değildi, ama ne tesadüf tam da o günlerde başka bir şeyler oldu. Gazeteci Cüneyt Ülsever, Genelkurmay’ın “FG” konusunda ABD ile pazarlığa oturduğunu iddia etti ve de Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda büyük bir operasyon gerçekleşti!..Operasyon…Mektup…Kürt açılımının tepmesi…Ve ıslak imza!.. Olamaz mı?



Genelkurmay’dan Naklen Yayın!.. Meyyal UYGUR



1 Temmuz’da “Bir kağıtla işgal hazırlıkları”nı anlatırken, “O kağıt parçasının aslını dahi imal edebilirler” demiştim…Hakikaten ancak Pentagon-CIA destekli Holivud filmlerinde görebileceğimiz olaylara tanık oluyoruz.

“TSK’yla Mücadele Birimi” Taraf Gazetesi, artık aklın ve bilimin sınırlarını zorlayarak, Genelkurmay’da yaşanan tartışma ve hazırlıkları naklen yayınlamaya başladı. O kadar ki, toplantıya katılanların ruh ve yüz hallerini bile görüyor. Islak imzayla ilgili olarak Vatan ve Akşam Gazetelerinde yer alan soruları Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu’nun hazırlayıp, bir gazeteye telefonla doğrudan, diğerine dolaylı yoldan ilettiğini tespit ediyor. Çubuklu’nun, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi üyeleriyle görüştüğünü de biliyor…Hatta hatta, o belge ortaya çıksa da, çıkmasa da Karargâh’ta oluşan, “Orgeneral Başbuğ’un ya emekli e-di-lecek ya emekli e-di-lecek” kanaatine ulaştığı gibi, Başbakan Erdoğan’ın aklından geçenleri okuyor. Erdoğan, Başbuğ’la görüşmesinde “1. Ordu Komutanı Iğsız’ın açığa alınmasını isteyecek”miş. Bu son iki husus duyum mudur, kayıtlı servisi midir, yoksa Başbakan’a yapması gerekenlere ilişkin tebligat mıdır, yakında anlarız!..

Madem kalemi olan yazıyor, o halde biz de -kesinlikle Tuğgeneral Çubuklu veya Karargâh’tan birilerinden doğrudan veya dolaylı gelmemiştir- bir senaryo yazıp, bazı sorular yöneltelim:

Emperyalizm bizden ne istiyor? Kıbrıs, Ermenistan ve Güneydoğu’yu? Artık Taraf’ın gülü olan Yasemin Çongar, Milliyet’te “Vaşington Yıldızı” iken (Milliyet’e galiba yeni bir Vaşington yıldızı kondurulacak), bizimkilerin ABD’ye, “Yapmak istiyoruz, ama milliyetçiler ve TSK engel” dediğini defalarca yazdı. Şimdi bu iki somut veriden hareketle senaryomuzu kurgulayalım.

-Önce yurt içindeki imkanlarla tüm direnç noktalarının telefonları dinlemeye alınır. Yumuşak karınlar tespit edilir, yani fizibilite çalışması yapılır.

-Direncin devasa boyutta olacağı anlaşılınca, yurtdışından sadece bazı devletlerin istihbarat birimlerinde kullanılmak üzere üretilen milyonlarca dolar değerinde iki yeni makine gelir, “hediye” babından “emin ellere” teslim edilir. “Özel ve merkezi” bir yere konuşlanan bu makineler öyle marifetlidir ki, aynı anda binlerce kişi dinlenebildiği gibi, konuşmalar anında ister bilgisayara kaydedilir, ister dökümü yapılır. Bunlar günü gününe ilgili mercilere intikal ettirilir. Makinenin programını yapan “hediye” sahibinin de her şeyi anında izleme imkanına sahip olduğunu söylemeye her halde gerek yok.

-Yığınak tamamlandıktan sonra, düğmeye basılır, operasyonlar başlar. Gözaltılar, tutuklamalar olur. Bir taşla iki kuş misali, o sırada operasyondan kurtulanlar paranoyak yapılır. İnsanlar telefonla konuşmaktan, birbiriyle görüşmekten korkar hale gelir. Kimi kişiler, özellikle bazı hedef kurumlar, cep telefonlarını dışarıda bıraktırmak gibi tedbirlerle, izlenmekten kurtulmaya çalışır.

-Bu furyadan sonra beklenen “siyasi açılımlar”ın ilk adımları atılır. Fakat hala “korkmayanlar”, tırsık tırsık da olsa “kabullenmemiz mümkün değildir” diyenler, dahası tüm bu operasyonlar sırasında hukukun ırzına geçilmesini sorgulayıp, milletin “kafasını bulandıran” “şer odakları” bulunduğu görülür.

-Sıra üçüncü makineye gelir. Bu makine lazerlidir, yine “emin ellere” hediye edilir. Artık “muhalifler” telefon konuşmaları değil, “ortam”la kuşatılır. Bu makine de en az ilk makineler kadar iş yapar. Sadece “hedeftekiler” değil, topyekûn millet delirme noktasına gelir!..

-Dikenler epey azalınca, bir daha “açılım” gazına basılır, ama o ne; Bu gaz, delirme noktasındaki millete adeta doping etkisi yapar, gözler açılır…

-Derken 4. “ıslak makine” piyasaya çıkar!..Senaryo böyle devam eder gider!..


Şimdi bu senaryonun son bölümünü ülkemizdeki gelişmelere uyarlayalım. Teknoloji sınır tanımıyor, her şey mümkün falan demeyeceğim. Zaten herkes bunu konuşup, tartışıyor. Takıldığım noktalar başka.

-“Kağıt parçası”nı hazırladığı söylenen Albay Dursun Çiçek, neden tutuklandı, neden 1 günde serbest bırakıldı? O sürede kaç kağıda imza attı? Son “ıslak imza”, Çiçek’in önceki imzalarına mı, tutuklandığı sürede attığı imzalara mı benziyor? Hani imzasını değiştirdiği söylenmişti ya!..

-“Sayın Savcım” diye başlayan ihbar mektubunu okumuşsunuzdur. Maşallah “He-man” gibi biri her şeyi görmüş, her yerde bulunmuş. Böyle bir şey mümkün mü? Zor. Bir kişinin tanıklığından ziyade, BBG kamerası gibi her geri kontrol altında tutan bazı makine kayıtlarının, mektuba montajlandığı izlenimini vermiyor mu?

-Savcı, ihbar mektubunun 12 gün önce geldiğini açıklama gereği duyuyor. “Bunun Kürt açılımının geri tepmesiyle alakası yok” demeye getiriyor? Doğru, 12 gün önce “Kürt açılımının” tepeceği belli değildi, ama ne tesadüf tam da o günlerde başka bir şeyler oldu. Gazeteci Cüneyt Ülsever, Genelkurmay’ın “FG” konusunda ABD ile pazarlığa oturduğunu iddia etti ve de Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda büyük bir operasyon gerçekleşti!..Operasyon…Mektup…Kürt açılımının tepmesi…Ve ıslak imza!.. Olamaz mı?

-CHP Lideri Baykal’ın dikkat çektiği önemli bir nokta; Son mektupla “kağıt parçasına” monte edilen bazı komutanların, o “kağıt parçası”nın hazırlandığı ve imha edildiği” söylenen dönemlerde, karargahta değil, başka görevlerde bulunurken, nasıl bu işe organize ettikleri hususu…Fırsattan istifade “milli” bilinen son birkaç ismin de hedefe oturtulması mı? Mesela TBMM’ye Türk Bayrağı’nın sokulmamasını “atlayan” Zaman Gazetesi’nin, “1. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız’n Malatya’daki misyoner cinayetleri soruşturmasında adı geçen askeri personel ile ilgili ihbarları soruşturmadığını” şıp diye hatırlaması, Haçlıları keyiflendirecek çok şık bir “jest” değil mi?

-“He-man” ihbarcımızın gönderdiği yeni “andıçlar”a gelince. Neymiş; Asker 22 Temmuz seçimlerinin analizini yaptırmış. Yahu ben yıllardır, CIA, Pentagon, bilumum istihbarat örgütü destekli bunun 10 misli onlarca analizi ve senaryoyu okumaktan, sizlere aktarmaktan yoruldum. Ne yani, T.C.’ni koruma ve kollama görevi olan TSK bu tür analizler yapmayacak, olası senaryolar üzerinde çalışmayacak da, pişti mi oynayacaktı? Yapmazsa ayıptır, görevini ihmaldir!..Yok, suçmuş? Madem öyle, en önce mesela şu Dışişleri Bakanlığımızın desteğiyle Türkiye’nin nasıl bölünüp, parçalanacağının senaryolarını yazan David L. Phillips’in yakasına yapışıp, “Sen nasıl böyle andıçlar hazırlarsın, suç ortakların kim?” diye niye sormazlar?.

İçler acısı bir haldeyiz. Herkes başıma demokrat kesilmiş, “TSK bunu yapamaz, böyle bir olaya demokrasilerde yer yok” diyor. Ben de diyorum ki, kusura bakmayın, “demokrasi” diye diye uluslararası faşizmin tesis edildiği, hukukun Habur’da tecavüze uğrayıp, bir kenara atıldığı yerde her şey olur. Siz bir yandan herkese susturucu takılıp, Anayasa ayaklar altına alınır, öte yandan TSK üzerinden demokrasi ve hukuk dersi verilmesini hazmediyor musunuz? Demem o ki, Türkiye dağ başına dönmüş, gücü gücüne yetene, akıl almaz komplolar, soygunlar yapılıyor, ama BBG evine dönmüş TSK’dan “evliyalık” bekleniyor!..Her şeyimiz tamam, fıstıkî yeşilimiz eksik öyle mi? Gidin işinize Allah aşkına!..

Evet;

-“Islak imza”nın “Kürt ve Kürdistan açılımı”yla (Davutoğlu’nun Erbil ziyaretinin tarihi ıslak imzadan sonra kesinleşti…Bundan önce halimiz, İngiltere Dışişleri Bakanı Miliband’ın, ‘Iraklı Kürt’le konuştum. Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’deki Kürtler için cesur ve büyük şeyler yaptığı konusunda görüş birliğindeyiz” ve Barzani’nin yeni Başbakanı Berhem Salih’in, ‘Bağdat’ta Türk Başbakanı Erdoğan ile bir araya geldim. Bölgesel işbirliği için etkileyici vizyon. Irak Kürdistanı’nın Türkiye ile ilişkileri çok uzun bir yol kat etti’ şeklindeki notlarıyla Twitter’lara düştü),

-Tüm “uyum çabalarına” rağmen sırf bundan sonraki Genelkurmay Başkanlarını hizaya getirmek için bile olsa, İlker Başbuğ’un emekli edilmek istenmesiyle,

-TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin değiştirilmesi ve vicdani reddin kabul ettirilmesiyle,

-Anayasa Mahkemesi’nin, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören kanunu iptal etmemesini sağlamayla (İçerdeki işbirlikçiler yetmiyor, Aydın Doğan gazetelerinde istihdam edilen eski Türkiye-AB Karma Parlamento Eşbaşkanı Lagendijk Efendi hemen aradan fırlayıp, ‘darbeci askerler mutlaka sivil mahkemelerde yargılansın’ diye Anayasa Mahkemesi’ne yol gösterdi),

-Kıbrıs’ta, “Türkiye’nin garantörlüğünün güncelleştirilmesi, Rum kesimiyle doğrudan masaya oturulması ve Rumlara bir liman açmaya hazırlanması” gibi yeni “açılımlar” için arazi temizliği yapılmasıyla,

-Baskın seçime bir yığınak daha yapılmasıyla yakından alakası var.

Ama tüm bunlardan önce bir şeyle daha alakası var. Avrupa’daki PKK’lılar, Cumhuriyet Bayramı’ndan bir gün önce gelip, bayramı bize zehir edecekti. Gelemediler, onların yerine “ıslak imza” geldi. Böyle bir günde gümbür gümbür konuşması beklenen Genelkurmay, “ıslak imza”nın hesabını vermek üzere karargâha hapsedildi, Cumhuriyet Bayramı mesajının tonunu da hep birlikte gördük!..Bu bile önemli bir merhale değil mi?

TSK, Süleymaniye Çuvalı ile Irak’ın kuzeyinden atılmıştı. Şimdi Türkiye’den atılmasının hazırlıkları yapılıyor, eyvallah…Genelkurmay Karargâhı’nın önündeki sancağa ABD bayrağını çekmelerine ramak kalmış, yine de uğraşıyorlar, eyvallah…İyi ama niye?

Çünkü içeride TSK hala, birilerinin uyanıkken bile kabusu…

Çünkü Eser Karakaş adlı havarinin, görevi bitip, Ankara’dan ayrılan, “Ulusalcıların pek sevmediği bir Amerikalı diplomat”tan aktardığına göre, ABD’nin, “Türkiye’de devletten güçlü bir hükümete ihtiyacı var”!..

Yeni kurbanlar vererek, bu “asimetrik psikolojik harekat”tan kurtulmanın imkan ve ihtimali kalmadığına göre, yapılacak şey bellidir; İstifayı da göze alarak, Türkiye’nin nasıl kuşatıldığını tüm açıklığıyla millete anlatmak…Milleti göreve çağırmak…

Bu millet gereğini mutlaka yapacak, eninde sonunda herkesin “hakkını teslim” edecektir. Görelim bakalım, Türk Milleti için nasıl bir susturucu icat edecekler!...

Uyanık olalım, bir olalım, diri olalım. Değilse şu acı gerçeği bir kenara not edelim; Belki ki de bu, kutlamamıza izin verdikleri son Cumhuriyet Bayramımızdı!..

http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8308
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen bozkurtlar diyari » Cum Eki 30, 2009 16:00

Genel kurmay baskani olmus Yasar BÜYÜKANIT'in
sözde Ergenekon savcisi zekeria öz ile Dolmabahcesinde verilen
reception'da konusmasini dinledim RAM.
Eger TSK böyle yönetiliyorsa vah halimize vah RAM.
Yetkili arkadaslardan bu konusmayi burada sunarsaniz cok sevinirim.
Cok icimi acitti cok.
paylasim icin tesekkürler...


TÜRK-KAN
tesekkürler.
En son bozkurtlar diyari tarafından Cmt Eki 31, 2009 19:21 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kez düzenlendi.
TÜRK GENÇLİĞİNİN ANDI !!!

EY TÜRK'ÜN BÜYÜK ATASI GAZI MUSTAFA KEMAL ATATÜRK !!!

Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verip, kendimizi büyük Türk Milletine adarız.
Kullanıcı küçük betizi
bozkurtlar diyari
Üye
Üye
 
İletiler: 570
Kayıt: Cum Ara 19, 2008 11:27

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen Türk-Kan » Cum Eki 30, 2009 19:28

bozkurtlar diyari yazdı:Genel kurmay baskani olmus Yasar BÜYÜKANIT'in
sözde Ergenekon savcisi zekeria öz ile Dolmabahcesinde verilen
reception'da konusmasini dinledim RAM.
Eger TSK böyle yönetiliyorsa vah halimize vah RAM.
Yetkili arkadaslardan bu konusmayi burada sunarsaniz cok sevinirim.
Cok icimi acitti cok.
paylasim icin tesekkürler...


İstanbul Valisi Muammer Güler tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda verilen 29 Ekim resepsiyonunda, Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt, Ergenekon davası savcıları Zekeriya Öz, Fikret Seçen ve İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ile bir araya gelerek kısa sohbet yaptı.

Görüntülerde Büyükanıt, Öz ile önce tokalaştı, ardından 'Ben sizi basından tanıyorum. Buraya beni almaya mı geldiniz?' esprisi yapınca üçlü arasında gülüşme yaşandı. Büyükanıt, Savcı Fikret Seçen ile de tokalaştı.

Büyükanıt çıkışta, basın mensuplarının sorusuna ise 'Son günlerde gelişen olayları değerlendirmedik. Sadece nezaket görüşmesi yaptık' diye cevap verdi.

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen maydonos » Cum Eki 30, 2009 19:54

Vay yavsaklar vay :!:
Biraz insanda utanma olur diyecegim ama bunlar cok gerdege girmis :shock:
Zavalli biz masum insanlar nelerle ugrasiyoruz. bunlari ne yapmali :?: kocaman bir mikser yapip icinde marmelat oluncaya kadar cevirmeli. :melek:
Resim


Ne MuTLu TüRkÜm DiYeNe
Kullanıcı küçük betizi
maydonos
Üye
Üye
 
İletiler: 1651
Kayıt: Çrş Haz 04, 2008 1:53

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Eki 30, 2009 21:41

TSK neden şaşkına döndü?

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarihinin belki de en zor günlerini yaşıyor. Güç ve prestij kaybının doruğundaki askerler, hükümet destekli din taciri medyadan darbe üstüne darbe yiyor. TSK’nın en ‘’gizli’’ belgeleri, internet siteleri başta olmak üzere tüm medyaya servis ediliyor.

Bu artık öyle bir hal aldı ki; TSK’da yazılan herhangi bir ‘’günlük emir’’ bile, başta Taraf olmak üzere AKP yandaşı gazetelerin ‘’rutin’’ haberleri arasında yer alıyor. Bu tür ‘’sızdırma’’ belgelerin yayımlanmasındaki amaçlardan biri TSK’nın özgüvenini yok etmeye yönelik aslında. Din taciri gazetelerde TSK’nın yazışmalarının yayımlanmasının amacı ‘’Komutanlar karargaha bile hakim olamıyor’’ havasını yaymak. Ki; AKP medyası bunu önemli oranda başardı.

Peki neden böyle oldu? TSK neden kurmaylık yeteneğini yitirdi?

Bu soru, başka bir soruyla anlam kazanıyor aslında: ‘’TSK’nın kurmaylık yeteneği var mıydı?’’

TSK tipi ordular, ‘’iç güvenlik’’ adı verilen stratejiye uygun olarak yapılandırılmıştır. ‘’İç Güvenlik’’ konsepti, ‘’Soğuk Savaş’’ döneminde NATO’nun ortaya koyduğu stratejinin bir parçasıdır. Buna göre, NATO üyesi ülkelerin orduları, ‘’komünizm tehlikesi’’ne karşı örgütlenir ve ‘’isyanlar’’ı engeller. ‘’İç Güvenlik Harekatı’’ adı verilen operasyonlarda, basının kullanılması, psikolojik savaş, düşmanı etkisiz hale getirme gibi faktörler devreye sokulur. Devletin güvenlik birimlerinden gelen istihbaratlar tek bir merkezde toplanır ve ‘’isyan’’lar bastırılır.

TSK özellikle sol hareketlere karşı bu taktiklerin tümünü uyguladı. Yeri geldiğinde darbe de yaptı. Kapitalist dünyanın bekçisi olan NATO’nun perspektifleri doğrultusunda örgütlenen ve ‘’sol’’u birinci tehlike olarak gören TSK, siyasetin doğal dengesinde gitmesine izin vermedi. NATO’nun konsepti gereği, ‘’sol’’u türlü yollarla tasfiye ederken, ‘’Siyasal İslam’’ın da önünü açtı. Öyle ki; 27 Mayıs darbesinin yaşandığı günlerde, Necmettin Erbakan yurt dışından getirildi ve parti kurmasına yardımcı olundu. Keza; MHP de bu konsept gereği bizzat devlet eliyle kurduruldu. Sol’u ezmesi ve yok etmesi için ‘’Ülkücü Komandolar’’ yetiştirildi. Ülkücüler ve siyasal İslamcılar, sola karşı yapılan tüm operasyonlarda kullanıldı.

Özgürlüğün ve demokrasinin bayraktarı olan ‘’sol ve sosyalist’’ hareketler, kaba kuvvetle yok edildiği için siyasal alan doğal olarak ‘’komünizmin alternatifi’’ olarak görülen ‘’islamcılar’’a bırakıldı. İslamcıların ‘’devlete bağlı olacakları’’ düşüncesi TSK’ya hata üstüne hata yaptırdı. ABD’nin devreye soktuğu ‘’yeşil kuşak’’ projesi, solun yok edilmesi için kullanıldı.

Devlet bu süreçte, özellikle 12 Eylül darbesi döneminde, solu ‘’terör harekatı’’ olarak gösterebilmek ve demokrasi mücadelesini gölgeleyebilmek için bir kısım ülkücüyü de tutuklattı. Böylece, ‘’sağ ve sol kavga ediyordu, biz müdahale ederek kardeş kavgasını bitirdik’’söylemi üretildi. Oysa ki; kavga eden sol ve sağ değildi. Sol, demokrasi için mücadele ederken, sağ güçler bizzat devlet eliyle özgürlük karşıtı bir noktada konumlandırılmıştı. Mümtazer Türköne gibi isimler, o dönem devletin vurucu gücü olan Abdullah Çatlı gibi isimlerin yakın arkadaşıydı. Bu isimler, sola karşı devletin yanında yer aldı, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bastırılmasında kullanıldı.

Dönemin ABD kurmayları ise bu sırada Türkiye’deki ‘’komünizm tehlikesi’’nin bir daha dirilmemesi için siyasal islama sonuna dek destek veriyordu. Cuntacı Kenan Evren, peş peşe İmam Hatip Lisesi açıyor, din dersleri zorunlu hale getiriliyordu. Böylece ‘’dinci partiler’’e can suyu verildi. İslamcı gençlerin ‘’devlet yanlısı’’ olacağını düşünen TSK, bu politikanın baş mimarlarından oldu.

Zaman, hem bu politikanın ne denli yanlış olduğunu, hem de TSK’nın kurmaylık yeteneğinin olmadığını gösterdi. Bugün ABD ve AB’yi arkasına alarak amaçlarına ulaşmaya çalışan, bu sırada hem kullanan hem de kullanılan AKP ve çevresi (cemaatler – yeşil sermaye) süreci okuyamayan ve kendini yenileyemeyen TSK’yı adeta köşeye sıkıştırdı. TSK neredeyse soluk bile alamayacak hale geldi.

ABD’nin Irak’a müdahalesi sürecinde savaşa karışmak istemeyen TSK bu noktada DOĞRU BİR YERDE durdu. Ancak buna rağmen, AKP’nin bu ‘’kriz’’i fırsata çevireceğini göremedi. AKP’nin akıl hocaları, Irak konusunda ABD’yle ters düşen TSK yerine hemen yeni bir ‘’ittifak’’ buldu. Bu ittifak AKP ve cemaatlerdi. Irak’ta bir milyon Müslüman öldürülürken, AKP ve cemaatler olan bitene gözlerini yumdu. AB ve ABD ile geliştirilen sıkı ilişkiler TSK’nın Türkiye’deki ‘’alternatifi’’ni de ortaya çıkardı. AKP ve yandaşları ABD’ye ‘’İstediklerinizi yaparız ama TSK engel olur’’ deyince yeni bir oyun planı yapıldı. TSK, bizzat ABD tarafından etkisiz hale getirildi. Operasyonun psikolojik ayağı ise AB ve AKP medyasınca gerçekleştirildi. Cebinden başka hiçbir şey düşünmeyen haramzade Türk sermayesi ise bu sürece kolay adapte oldu. AKP’nin ‘’hikmet’’leri kısa sürede keşfedildi…

TSK işte şimdi bunun şaşkınlığını yaşıyor. Kendi eliyle besleyip büyüttüğü siyasal İslamcılar hem iktidarını sarsıyor, hem de prestijlerini yok ediyor. Oysa; daha düne kadar solu ve sol hareketleri istedikleri gibi eziyor, İslamcılara yol açıyorlardı. Bugün ise besleyip büyüttükleri ve ‘’Zamanı geldiğinde kullanırız’’ dedikleri siyasal İslamcılar, ‘’Yeni bir ordu gerekli, ordunun tasfiyesi lazım’’ diyor. Artık hiçbir ittifakı kalmamış ve yalnızlaştırılmış TSK ise buna sesini bile çıkaramıyor. TSK dünü yanlış kurguladığı için bugün sıkıntı yaşıyor. Bu yüzden yarını da kuramıyor. AKP ve yandaşlarından darbe üstüne darbe yedikçe daha da şaşkınlaşıyor. AB’nin AKP’nin ‘’gerçek yüzü’’nü göreceği hayallerini kuruyor. Oysa ki; AKP’nin bizzat AB’nin ‘’emir eri’’ olduğunu artık küçük çocuklar bile biliyor.

‘’Sol’’un ideolojik mücadelesini her türlü yöntemle bastıran TSK, aslında gelinen süreçte ‘’Siyasal İslam’ın Ordusu’’ yapılmak isteniyor. TSK’nın işi bu kez gerçekten zor. Çünkü; karşılarında istedikleri zaman etkisiz hale getirebilecekleri bir güç yok. Tüm refleksi ‘’sola karşı şartlanmış’’ olan TSK, süreci kavrayamıyor. Siyasal islamda yer alan ’takiye’ kavramının her türlü ‘’esnekliğe’’ uygun olduğunu göz ardı eden TSK, cemaatler ve AKP’nin ‘’iktidar hırsı’’nın yarattığı gerilimi okuyamıyor. Oysa, karşılarında artık ‘’sol’’ değil, AB ve ABD’nin çıkarlarını korumaya ant içmiş bir güruh var. Ve bu güruh; sola benzemiyor. Yiğitçe ortaya çıkmak yerine, sinsice davranıyorlar.

TSK, artık ‘’ittifakı olmayan’’ yalnız bırakılmış bir ordudur. AB ve ABD ile kurulacak bir ittifak çabası ise Türkiye’ye ağır bedeller ödetecektir. Bu bedel, Afganistan, Irak ve Pakistan’a asker göndermek, gerektiğinde İran’la savaşmak olabilir. Ekonomisi bağımsız olmayan bir ülke, siyaseten bağımlı olmaya mahkumdur. AB ve ABD desteğiyle ayakta kalmaya çalışan Türkiye’nin geldiği nokta hüzün vericidir. Türkiye, Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarken, cumhuriyetin son kazanımları da yok ediliyor. Siyasal İslamcılar, hepimizin yaşam biçimini değiştirmek için her geçen gün biraz daha yol alıyor. AB ve ABD’ye sırtını yaslayan dinci tarikatler, Müslümanlık adına yaptıklarıyla hepimizi insanlığımızdan dahi utandırıyor. TSK da hepimiz gibi olan biteni çaresizlikle izliyor.

NOT: Şimdi bazı aklı evveller, ‘’TSK siyaset mi yapsın?’’ diye aptalca bir soru soracaklar. Onlara bir örneği hatırlatmak istiyorum: Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Telekom’un özelleştirilmesi ihalesini Başbakan Erdoğan ile izlemiş ve çıkışta da ‘’Hayırlı oldu’’ demişti. İşte bu TSK’nın ‘’siyaset yapması’’dır. TSK, liberal ekonomiden yana tavır almıştır.

2. NOT: Faşist Ahmet Altan ve kardeşi Mehmet Altan sık sık ‘’Ordu işini yapsın’’ diyor. Nedir ordunun işi? Biz bunun yerine, ‘’Orduların olmadığı ve ordulara gerek duyulmayan bir dünya’’ düşlüyoruz. Yukarıdaki analiz, mevcut durumun bir röntgenidir. Yoksa ‘’Ordu güçlü olsun’’ demek değildir. Umarız ORDULARA GEREK KALMAYAN, SAVAŞLARIN YAŞANMADIĞI, ÖZGÜRLÜKLERİN SINIRSIZ OLDUĞU BİR DÜNYADA YAŞAMA ŞANSINA KAVUŞURUZ. Yoksa faşist Altanlar gibi, ‘’Ordu savunma sanayisindeki gelişmeleri takip etsin’’ demiyoruz.


Barış YARKADAŞ, 30 Ekim 2009, Gerçek Gündem
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen bezgin » Cum Eki 30, 2009 21:52

George Orwell yazdı:Bugünü denetleyenler, geçmişi de denetler; geçmişi denetleyenler, geleceği de denetler.


Ordunun yapmasi gereken tek sey bugüne egemen olmak, halkin da egemen olmasini saglamaktir. Gerisi corap sökügü gibi gelecektir.
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen bezgin » Pzt Kas 02, 2009 14:04

Burada, büyük bir psikolojik altta kalışla, daha dramatik olanı, ezik bir “minnet duygusuyla” karşı karşıyayız. Eski Genelkurmay Başkanı, hukuk ve insanlık kuralları bakımından tarihin en tartışmalı iddianamelerinden birine imza atmış olan savcıların hedefi olmaktan kurtulduğu (ya da öyle zannettiği) için çocukça bir sevinç içindedir. “Zekeriya Öz sizsiniz değil mi” diyerek utangaçça yanaşma, tarihe “ortamın getirdiği hoşluk” veya medyanın deyimiyle “buzları eriten diyalog” olarak değil, “ayağa gitme” olarak geçecektir. (Ayrıca, eski Genelkurmay Başkanı ile savcılar arasında zaten “buz” falan da yoktur).


Yoksa Beni mi Almaya Geldiniz? (Bir Genelkurmay Başkanının Anatomisi)- Fatma Sibel Yüksek


Habertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı, eski Genelkurmay Başkanı, emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Ergenekon savcıları karşısındaki eğilip bükülen tavrını “zevzeklik” diye niteledi. Türk Ordusu’na en kritik dönemde kumanda etmiş, altına imza attığı bir bildiriyle siyasi tarihimizin en önemli dönemlerinden birini başlatmış olan bir komutandan bugün gazete köşelerinde “zevzek” olarak söz edilmesi gerçekten üzücü. Üzücü ve düşündürücü…



Yaşar Büyükanıt profili, tarihin devlet adamları galerisine ne yazık ki pek itibarlı bir şekilde geçmeyecek; çünkü tarih kahramanlar kategorisine konjonktürel rüzgârlar karşısında eğilip bükülenleri, korkunun, çapsızlığın ve basiretsizliğin esiri olanları değil, dik duranları, yürekli olanları ve her ne koşulda olursa olsun çizgisinden sapmayanları kaydediyor.Üstelik bu seçicilikte haklı-haksız, kazanan-kaybeden, zalim-adil, diktatör-demokrat ayrımı da yapmıyor. Aslında pek de can yakmamış, kendi halinde bir figür olan Vahdettin bu kuraldan dolayı tarihe bir “korkak” olarak geçerken, aslı kanlı bir diktatör olan Saddam Hüseyin, ölüm karşısında bile dik durmayı başararak tarihe adını “cesaret” ve “erkeklik” kavramlarıyla birlikte yazdırdı.



Büyükanıt’ın Ergenekon davası savcılarına resepsiyonda yaptığı “Yoksa beni mi almaya geldiniz” esprisi gerçekten kötüydü, hazindi. Hazin olmasının en büyük sebebi de gereksiz bir espriden çok “gerçek bir korkuyu” yansıtmasıydı. “Binlerce askere ölme ve öldürme emri verebilecek konuma gelmiş, 65 yaşındaki bir insanın sıradan fanilerden bir farkı olmalıydı” diye düşündürdüğü için bir bakıma öğreticiydi. İnsana, “Acaba, kamera kaydı icat olmadığı için tarihe yanlışlıkla kahraman olarak geçmiş başka kimler var?” sorusunu sordurduğu için ayrıca felsefiydi.



Videoyu insan psikolojisi, vücut dili, korku,cesaret, giydiği elbiseyi ve taşıdığı cüsseyi hak ediş gibi kavramlar bakımından zengin unsurlar içerdiği için “belgesel tadında” izledik. Bir Cumhuriyet Savcısı ile bir Genelkurmay Başkanı, insan olarak tabii ki eşittirler ama tarihteki “ağırlıkları” bakımından aynı fotoğraf karesi içinde yer almaları düşünülemez. O bakımdan, eski Genelkurmay Başkanı’nın “medyatik savcıyı” görünce, Tarkan’ı görmüş genç kızların heyecanına kapılıp “Zekeriya Öz sizsiniz değil mi?” diyerek ilk adımı atması, öyle “mütevazılıkla”, “samimiyetle”, “ortamın getirmiş olduğu naif insanlık haliyle”, haydi bilemediniz “alkolün verdiği keyifle” falan izah edilemez. Burada, büyük bir psikolojik altta kalışla, daha dramatik olanı, ezik bir “minnet duygusuyla” karşı karşıyayız. Eski Genelkurmay Başkanı, hukuk ve insanlık kuralları bakımından tarihin en tartışmalı iddianamelerinden birine imza atmış olan savcıların hedefi olmaktan kurtulduğu (ya da öyle zannettiği) için çocukça bir sevinç içindedir. “Zekeriya Öz sizsiniz değil mi” diyerek utangaçça yanaşma, tarihe “ortamın getirdiği hoşluk” veya medyanın deyimiyle “buzları eriten diyalog” olarak değil, “ayağa gitme” olarak geçecektir. (Ayrıca, eski Genelkurmay Başkanı ile savcılar arasında zaten “buz” falan da yoktur).



Bu talihsiz “tanışma” faslından sonra Büyükanıt’ın uzun uzadıya bir şeyler anlatmaya çalıştığına, bu çabaya mukabil savcıların kendisini sakin ve sessizce izlediğine tanık oluyoruz. Eski Genelkurmay Başkanı’nın “kendini anlatma çabası” ne kadar coşkuluysa, savcıların bakışları da o kadar dik, soğuk ve inceleyicidir. Karşılarındaki adamın el-kol hareketlerini, lafazanlığın dozunu giderek arttırma gayretini, “suçsuzluğunu” kanıtlamaya çalışan bir şüphelinin samimiyetini test eder gibi “profesyonelce” seyretmektedirler. O sırada Savcı Öz’ün masadaki tabaktan ağzına bir fıstık attığı görülür. Bu hareket, konuşmayı bitirme hareketidir. “Anladım ben seni, çözdüm..Artık gidebilir miyim? Sıkıldım çünkü..” hareketidir.



Bu arada, eski Genelkurmay Başkanı’nın eşi, masalarına davet ettikleri savcıları ağırlarken “kusursuz ev sahipliği” icra etme çabasındadır. Yılların getirdiği kermes alışkanlığı ile savcıların önüne “yiyin, yiyin” diyerek tabaklar sürmekte, eşinin yapmaya çalıştığı esprilere şen kahkahalarla destek atmaktadır. Karı koca olarak, “Bak görüyor musun hanım, ne şanslı insanlarız. Allah korusun, bugün şu güzel resepsiyonda kadeh tokuşturmak yerine Silivri Cezaevi Kampus ve Yerleşkesi’nde de de olabilirdik. Sayın savcılarımız da pek tatlı insanlar” havası içindedirler.


Savcıların artık sıkılmaya başlamasıyla son bulan bu acıklı muhabbet, eski Genelkurmay Başkanı’nın “Çok zor bir görev yapıyorsunuz, Allah yardımcınız olsun” temennisiyle tarihi bir melodram seviyesine erişir. Bu temenni, sıradan bir vatandaşın naif duygularını yansıtma kisvesi altında, aslında derin bir kendini beğendirme gayreti ve bağlılık bildirme mesajı içerir. Sanki, “Meydanlara dökülün, Cumhuriyet’e sahip çıkın. Ne mutlu Türküm diyene anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır” diye gece yarısı bildiri yayınlayan benmişim gibi bir kendini işin içinden sıyırma uyanıklığı taşır.



Oysa, Ergenekon davası sanığı vatandaş Oğuz Alpaslan Abdülkadir’in 20 ay sorgusuz sualsiz yattıktan, işini, gücünü, aşını kaybettikten sonra mahkemeye, “Bir sabah baktım Genelkurmay’ın sitesinde ‘yollara düşün, harekete geçin’ diye bir duyuru. Bir vatandaş olarak Ordu’muzun arkasına düştüm, bayrağımı alıp Cumhuriyet mitinglerine katıldım; başka da bir suçum yoktur Hakim Bey…” şeklinde verdiği ifade kulaklarda, vicdanlarda çınlamaktadır.



Bu 2 dakikalık video kaydı aslında yakın tarihimize “Dolmabahçe buluşması” olarak geçen o büyük muammayı çözmemize yardımcı olacak şifreler ve kişilik kodları da içermektedir. Bu görüşmeye ilişkin olarak pek çok şey yazıldı çizildi, pek çok spekülasyon yapıldı. O görüşmede Büyükanıt’ın önüne eşinin yaptığı harcamalara dair bir dosya konulduğu ve kendisine “Erdil paşa gibi olursun” mesajı verildiği yönündeki haber, tazminat davasına konu oldu.



Bu videonun ortaya çıkardığı portreden anlıyoruz ki Paşa’ya sadece ve sadece “Bak Paşa, biz Ergenekon diye çok gizli ve acımasız bir örgüt ortaya çıkardık. Yakında büyük bir dava başlayacak, bunlar seni alaşağı etmenin planlarını bile yapmışlar. Canını kurtardık haberin yok..Şimdi, sen bu Ergenekon’un ‘mağduru’ mu, yoksa ‘sanığı’ mı olmayı arzu edersin?” diye sorulmuş;



Paşa’nın da tıpkı “Emniyette arkadaşlar öyle çarpıcı deliller ortaya koydular ki Ergenekon’un varlığına iknâ oldum” diyen ve bu “üstün hizmetinden dolayı” PKK’lı teröristlere bile uygulanmamış olan “etkin pişmanlıktan yararlanma” talebiyle mahkemeye sevkedilen sanık Emekli Tümgeneral Erdal Şener gibi “Ne diyorsunuz! Ben böyle bir şey olduğunu bilmiyordum. Gözümü açtığınız için teşekkür ederim..” demiş olması ve o minnetarlıkla bugünlere kadar gelmesi mümkündür.



Evet, mümkündür…


acikistihbarat
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen bezgin » Pzt Kas 02, 2009 17:57


STRATEJİK AMAÇ: CUMHURİYET DEVRİMİ'NE SON VE KESİN DARBENİN İNDİRİLMESİDİR


1. ISLAK İMZALI KÂĞIT PARÇASI
Şaşkınlarımız bir kez "belge manyağı" yapıldı ya, Gladyo merkezi, kâğıt parçalarını sürmeye devam ediyor. Hiç kuşkumuz yok, Adli Tıp'ta ıslak imzalı olduğu saptanan "belge" de bir kâğıt parçası! Diğer kâğıt parçasından farkı; bunun ıslak imzalı olmasıdır.
İçeriğine baktığımız zaman, bu belgede yazılanların kurgu olduğu apaçık ortadadır. Genelkurmay Başkanlığı'nda, "Şuraya silah koyun, sonra gidin basın" türünden eylem planları hazırlanmaz. Bu tür acemilikleri ve saçmalıkları, hiç kimse "ıslak imzalar"la vb. yöntemlerle gerçektir diye kabul ettiremez. Belgenin düzmece olduğu
apaçık ortadadır; görmeyenler de görecektir.

2. TÜRK ORDUSU'NUN İRTİCAYA KARŞI EYLEM PLANLARI KUŞKUSUZ VAR
Bu belgelerin düzmece olması, Türk Ordusu'nun "İrticaya Karşı Eylem Planı" yapmadığı anlamına gelmez. Bu tür planların hazırlanması ve uygulanması, Ordu'nun görevleri arasındadır. Hele Anayasa Mahkemesi'nce "irtica faaliyetinin odağı" olduğu saptanmış bir iktidar Cumhuriyeti yıkarken, bu tür çalışmaların yapılacağını, her vatandaş bilir.

3. YALANLAR GERÇEKLERLE HARMANLANIYOR

Ancak piyasaya sürülenler, gerçek planlar değildir. Doğrudan ABD görevlileri tarafından yönetilen Gladyo merkezi, Genelkurmay çalışmalarını izleyerek çeşitli bilgileri toplayıp içine Ordu'yu küçük düşürücü malzemeler ekleyerek, bu belgeleri düzenlemektedir. "Darbe günlükleri" de öyleydi. Bir takım istihbarat bilgilerinin içine
psikolojik harekât malzemesi katılarak, sahte günlükler yazdırıldı. Yalanları bazı gerçek bilgilerle harmanlama sahtekârlığı, Ergenekon tertibinde olağanlaştırılmıştır. Uydurma şemalar, uydurma suikast planları, görevlilerin eklediği bilgisayar kayıtları, dava dosyasına eklenen düzmece belgeler, karakol masalarına dizilerek fotoğrafı
çekilen veya birkaç gün önce gömülen bombalar Ergenekon tertibinin tipik kanıtlarıdır. Genelkurmay, ABD merkezli psikolojik savaş karşısında, her uygulamada teslim vaziyeti alınca, tertibi yürütenler cüretlerini artırmışlardır.

4. HEDEFTE GENELKURMAY BAŞKANLIĞI VAR
Islak imzalı kâğıt parçasının işleme konması, Ergenekon sürecinde en can alıcı operasyona geçildiğini gösteriyor. Gladyo'nun gazeteleri, hep bir ağızdan Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un kellesini isteyen bir yayın kampanyası başlattılar. Ancak burada hedef alınan, komutan değil, kurumun kendisidir. ABD'nin komuta kademesinde tasfiyeler yoluyla amacına ulaşması mümkün değildir. Bu tür
uygulamalar, Türk Ordusu'nu devrimcileştirir ve komutanları birbirine kenetler. O nedenle yapılmak istenen, komutanları tasfiyeden çok, esir almaktır; komutanlar üzerinden subayları sindirmek, Ordu'da kargaşalık yaratmak ve halkın Ordu'ya güvenini sarsmaktır.

5. "SEKİZİNCİ DARBE"NİN LİDERİNİN ORG. BAŞBUĞ OLDUĞU BİR BUÇUK YIL ÖNCE İLAN EDİLMİŞTİ
SüperNATO, tertibin bütün aşamalarını 2008 yılı başında ilan etmişti. "Sekiz darbe senaryosu", Gladyo'nun psikolojik savaş mangasına ısmarlanan kitaplarla ve dizi yazılarıyla ortaya konmuştu. "Sekizinci darbe senaryosu"nun 2009 yılı için planlandığı belirtiliyor ve darbenin liderinin Org. İlker Başbuğ olduğu ilan ediliyordu. İsmet Berkan'ın Radikal gazetesindeki dizi yazısı, Ali Bayramoğlu, Murat Belge, Şamil Tayyar ve Aytekin Gezici'nin görev yazıları yayınlandığı sırada, Org. İlker Başbuğ genelkurmay başkanı değildi. Aydınlık, bunlara dayanarak Ergenekon darbeciliğiyle suçlanan 15 komutanı ve sekiz uydurma darbe senaryosunu kapak olarak duyurdu (25 Mayıs 2008).
Gladyo ve Ergenekon başlıklı kitabımda sekiz darbe kurgusu; tarih, konu ve liderleriyle kamuoyunun dikkatine sunuldu (13. basım, s. 151 vd.).
Basında ilan edilen darbe kurguları, aslında Ergenekon tertibinin hedeflerini ve dalgalarını ele veriyordu. Nitekim Birinci Ergenekon İddianamesi, 3 Mart 2004 günü Ankara Ticaret Odası'nda yapılan kitlesel toplantıyı bir darbe hazırlığı olarak gösterdi ve Org. İlker Başbuğ'un adını kendisinden kıdemli komutanların önüne çıkararak kayda geçirdi. Tertibin taşları böyle döşendi. Şu anda "sekizinci darbe kurgusu"nun soruşturulmasına gelmiş bulunuyoruz. Bu "sekizinci darbe"nin hesabının sorulması, daha "darbe"nin kendisi ve hatta hazırlıkları bile yokken planlanmıştı.
Ergenekon tertibinin uydurmalar dizisine bir yenisi eklenmektedir. Gladyo'nun psikolojik harekât yöntemleri, NATO'nun düzenli olmayan savaş öğretilerinde açıkça belirtilir. "Yalan ne kadar büyük olursa, etkisi o kadar güçlü olur" iddiası, bir SüperNATO incisidir.

6. "ERGENEKON DEMEK TSK DEMEKTİR" AŞAMASINA GELMİŞ BULUNUYORUZ
AKP güdümündeki gazetelere ve patronun vergi borcunu AKP'ye hizmet sunarak ödeme gayretine giren yazarlara bakınız, artık hedef, şu veya bu komutanın da ötesinde, doğrudan doğruya Türk Ordusu'dur. Kuşkusuz başından beri öyleydi. Ancak bu hedef, perdeleniyordu. Kürt ve Ermeni Açılımlarının en kritik anında, perdeler kaldırıldı. Bu aşama, daha 2001 yılı öncesinde planlanmıştı. Tuncay Güney'e söyletilen 1-7 Mart 2001 tarihli Mülakat'ın en önemli cümlesi, Ergenekon savcılarının iddianamesine altın yaldızlı harflerle ve defalarca yazılmıştı: "Zaten
Ergenekon demek Türk Ordusu demektir." (Mülakat, s.81; bkz. Doğu Perinçek, Ergenekon ve Gladyo, 13. basım, Kaynak Yayınları, s.134).
Ergenekon İddianamesi'ne göre, sözde "Ergenekon Terör Örgütü"nün merkezinde Genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanları bulunuyor. 2002 yılında Ecevit hükümetine yapılan darbede kullanılan şema, açıkça bunu yansıtıyordu. Islak imzalı belgeler, bu şemayı günümüze uyarlamak için imal edilmiş bulunuyor.

7. İRTİCAYI KURTARMA EYLEM PLANI UYGULANIYOR
Şu anda Türkiye'de "İrticaya Karşı Mücadele Eylem Planı" değil; İrticayı Kurtarma Eylem Planı uygulanmaktadır. Bir yandan ABD'nin PKK ve Fethullahçı örgütlenmeyi bitirmek için Türk Ordusu ile anlaştığı söylentileri yayılıyor, böylece korkutulan örgütler daha sıkı ABD denetimine alınıyor. Öte yandan Türkiye'nin milli güçlerinin bu
örgütlere karşı mücadele olanakları tahrip ediliyor.

8. STRATEJİK AMAÇ: CUMHURİYET DEVRİMİ'NE SON VE KESİN DARBENİN İNDİRİLMESİDİR

Büyük Ortadoğu Projesi yürürlüktedir. Irak'tan sonra, Türkiye de fiilen bölünmektedir. Güneydoğu'da yerel PKK hükümetleri oluşturulmaktadır. "PKK'nin tasfiyesi" perdesi altında, PKK tasfiye edilemez hale getirilmektedir. Silah bırakması istenen güç, PKK değildir. Türkiye'nin barışçı yoldan bölünemeyeceğini herkes bilmektedir. ABD, Türkiye'ye karşı kullandığı PKK'nin halk desteğini genişletirken, Türkiye'nin yaptırım gücü olan Türk Ordusu'nun savaş yeteneğini zayıflatmaktadır. BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan, "TSK zan altında kalmasın" derken, aslında Türk Ordusu'nu zan altında bırakacak psikolojik savaşı en sinsi yöntemlerle yürütmektedir.

9. OPERASYONUN BAŞINDA DOĞRUDAN ABD BULUNUYOR
Operasyonun başında doğrudan doğruya ABD bulunmaktadır. 18 Şubat 2008
günü Esenboğa'ya inen 35 kişilik ABD Heyeti, ABD Büyükelçiliği yakınındaki bir binaya yerleşmiştir ve ODC (Office of Defence Cooperation=Savunma İşbirliği Dairesi) bünyesine operasyonu yürütmektedir. ODC, bilindiği gibi, ABD'nin Türkiye'deki en üst düzey askeri temsilciliğidir. Talimatlar, soruşturmayı yürütenlere doğrudan bu merkezden gelmektedir.


10. BOP EŞBAŞKANLIĞI "DELİĞE SÜPÜRME" TEHDİDİYLE ESİR ALINMIŞTIR

Bu, bir AKP operasyonu değildir; AKP alet durumundadır. AKP'nin Türkiye'de polis içindeki Fethullahçı örgütlenmeye dayanarak Türk Ordusu'na karşı operasyon yürütme gücü yoktur. 9. Cumhurbaşkanı Demirel, 'Bunlar nelerine güvenerek bu işlere kalkıştılar. Bu operasyonda yabancı parmağı var' diye bu gerçeği saptamıştı.
2003 yılında kurulan, başbakanlığa 500 metre uzaklıktaki gizli merkez, ABD heyetinin emrinde çalışmaktadır. Tayyip Erdoğan başbakan koltuğuna oturtulur oturtulmaz, hemen faaliyete geçirilen bu yasadışı merkez, doğrudan BOP Eşbaşkanı'na bağlıdır. Emniyet, yargı ve ekonomi birimleri bulunan merkezde, en kritik görevler Fethullahçı polis şeflerine verilmiştir. Merkez, örtülü ödenekle beslenmektedir ve dünyada eşine az rastlanır bir teknolojiyle donatılmıştır. Bu sayede geniş bir dinleme ağı oluşturmuştur. Bu gizli örgütlenmeyi, hemen faaliyete geçtikten sonraki aylarda açıklayan, kıdemli gazeteci Yavuz Donat olmuştur (Sabah, 11 Temmuz 2003). Donat'ın güvenilir haber yaptığı herkes tarafından bilinir.
AKP'nin baş aşağı gittiği koşullarda, "deliğe süpürülme" tehdidi, Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisini çılgınlıklara zorlamaktadır. AKP yöneticilerinin, daha önceki iktidarlar gibi muhalefete geçme şansları yoktur. Çünkü boyunlarında Anayasa Mahkemesi'nin "Cumhuriyet yıkıcılığı" hükmü bulunmaktadır. Bir de milyarlarca doları bulan yolsuzluk suçlamaları, onları ya iktidar ya hapishane seçenekleri arasında bırakmıştır. ABD Ordusu'na dayanarak Türk Ordusu'na karşı operasyon macerasının nedeni budur.

11. GENELKURMAY, ABD OPERASYONUNU SAPTAMAKTAN KAÇINIYOR

Türkiye, arkasında ABD ve AB'nin bulunduğu bölücü teröre ve Haçlı irticaya karşı mücadele vermektedir. Bu olayı, ne yazık ki, bir tek İşçi Partisi açıkça ortaya koyuyor. Türk Ordusu bile, kendisine yapılan operasyonun hedefini ve arkasındaki devleti açıklayamaz durumdadır. Türkiye etnik, dinsel ve mezhepsel kargaşalıklara, iç çatışmalara itilirken halkın Türk Ordusu'na güveni yıpratılmaktadır. Türk Ordusu'na karşı yürütülen "asimetrik psikolojik harekât", örtülü savaşın bir cephesidir. ABD'nin yürüttüğü bu harekâta karşı Genelkurmay'ın ne yaptığı önemlidir. "İrtica ile Mücadele Eylem Planı"nın aslının bulunduğu dedikoduları üzerine, Genelkurmay Başkanlığı, 24 Ekim 2009 günü bir açıklamada bulundu. Açıklamayı bizzat Org. İlker Başbuğ'un yazdığı iki gün sonra basında yer aldı (Milliyet, 26 Ekim 2009). Genelkurmay Başkanı, şöyle diyor:
"Bazı gazetelerde yer alan bir ihbar mektubu ve gelişmelerin öncelikle medyada yer almasının sağlanması, hukuk devleti adına kaygı verici ve çok düşündürücüdür. (...) Hukuk devletinde her şeyin yasalara uygun olarak yürütülmesine hiçbir kimsenin itirazı olamaz."
Bu açıklamayı kimi gazeteler, "Genelkurmay'dan zehir zemberek belge açıklaması" başlığıyla veriyor. Öyle anlaşılıyor ki, açıklamayı okumadan başlık atmışlar. Gönüllerde yatan bir Genelkurmay var ya. Genelkurmay'ın açıklaması, şu anlama geliyor: Türk Silahlı Kuvvetleri'nin savaş yeteneğini hiç olmazsa hukuk devletine saygı çerçevesinde yıpratın. Türk Ordusu'na karşı çamur savaşını yasalara
uygun olarak yürütürseniz, biz komutanların ve kurum olarak Genelkurmay'ın pek itirazı olmaz.
Gazilere madalya çiğneten, kahramanları intihara sürükleyen, bölücü teröre karşı savaşın seçkin görevlilerini hapislere tıkan bir uygulama karşısında Genelkurmay'ın bugüne kadar etkili bir itirazı olmadı zaten. MGK'de açılımlar konusundaki kararların görüş birliğiyle alındığı yönündeki resmi açıklamalar, daha da güven sarsıcı oldu. Bu
durumda, yoksa Genelkurmay ABD planının içinde mi gibi sorular kamuoyunun gündemine girdi.
Olaylar, Genelkurmay Başkanlığı'nın yaşanan süreci anlamadığını düşündürüyor; daha doğrusu Genelkurmay, Türkiye'nin bir ABD operasyonuyla karşı karşıya bulunduğunu saptamak istemiyor. Saptarsa, görev var!

12. BİR ORDUYA KENDİ ÜLKESİNDE YABANCI DEVLETLER TARAFINDAN OPERASYON YAPILAMAZ
Bu uygulamaların hukuk devletiyle ne ilgisi vardır?
Öyle bir noktaya gelinmiştir ki, ABD'nin kurduğu operasyon merkezi, Genelkurmay'ın 34 adet bilgisayarını istemektedir. Ordu'nun planlarına, gizli olması gereken hazırlıklarına, savaş sırlarına bile el konabilmektedir. Ergenekon davası dosyaları, doğru-yalan bu tür binlerce bilgiyle doludur. Atatürk Devrimi, vatan savunması, ülke
bütünlüğü gibi öncelikler yerlerde sürünmektedir. Bu yapılanlar, hukuk devleti için değildir; Türkiye'nin milli devletini tahrip etmek içindir.
Bir ülkenin ordusuna, kendi ülkesinde yabancı devletler tarafından silahlı operasyon yapılamaz. Genelkurmay Başkanlığı, kendi vatanında, yabancı bir devletin kendisine karşı operasyon yapmasına rıza göstererek tarihe geçmiştir.

13. ORDU'YA YERİNDE UYARILAR
Süreci açıkça saptayanlar yok mu? İşçi Partisi'nin, Teori dergisinin, Aydınlık'ın veya Ulusal Kanal'ın duruşu biliniyor. Sözcü gazetesi yazarı Kemal Baytaş'a kulak verelim:
"Şimdi AKP sayesinde Türkiye bir ölüm kalım sürecine sokuluyor. "Damat Ferit-Vahdettin olayı ikinci kez sahneye konuyor. Tıpkı onlar gibi bu gidişe dur diyecek bir müdahaleden korktukları için (tahtlarını korumak uğruna) Batı şer odaklarını sığınak ve kalkan yapıyorlar. Bu sığınmanın bedeli olarak her istediklerini yapıyor, ABD-AB yapımı 'açılım' adlı şer planlarının taşeronu oluyorlar. (...) "Hilmi Özkök'ten bu yana Genelkurmay başkanları; laik üniter devlete musallat olan iç ve dış şer odaklarının her türlü melanetlerini büyük bir acz içinde rehavetle karşılıyor." (Sözcü, 25 Ekim 2009)
Olay, üç aşağı beş yukarı budur. Türk Ordusu'nun direncini kıran, askerin savaş kararlılığını bozmaya yönelik yabancı devlet harekâtına karşı, Genelkurmay Başkanlığı'nın ciddi bir eylemine şu ana kadar rastlanmadı. Zaman zaman verilen demeçlerin gerilimi boşaltmaya yönelik olması, yurttaşlarımıza acı vermektedir.

14. NATO KONSEPTİNE ESİR OLURSAK "HUKUK DEVLETİ"NİN YALANCI TANIĞI OLURUZ
Genelkurmay Başkanlığı, Türk Ordusu'na karşı yürütülen harekât karşısındaki etkisiz tavrını açıklarken, "hukuk devleti" ve "demokrasi" gibi şu an Türkiye'de içi tamamen boşaltılmış, sahteleşmiş kavramlara başvurmaktadır.
Düşman, bizim çamur savaşı dediğimiz "asimetrik psikolojik harekât"ta öyle mesafe almıştır ki, vatanı savunmak, "hukuk devleti" ve "demokrasiye aykırı" bir eylem olmaktadır. Türk Ordusu'nun "hukuk devleti" adına teslim olmak dışında, kendisini ve Cumhuriyeti savunmak gibi bir seçeneği yok mudur?
Öyle görülüyor ki, psikolojik harekât, kendi sahte kavramlarını Genelkurmay Başkanlığı'na kabul ettirmiştir. "NATO konsepti" ve emperyalist-kapitalist Batı ideolojisi; Kemalist Devrim'le kurulan ulusal devleti, ülke bütünlüğünü, millet birliğini savunma iradesine vurulan kelepçelerdir. Artık Türk Ordusu, bu kelepçeleri sorgulamak aşamasına gelmiştir.
Türkiye'nin toprak bütünlüğünü, milletin birliğini, Atatürk'le kurulan Cumhuriyetin varlığını hedef alan bugünkü tehdidi bozmak için, millet ile ordunun birliğine ihtiyaç vardır. Orduyu hedef alan tehditleri, millet nizamiyelerin kapısına yığılıp önleyecek değildir. Ordu, milletin silahlı gücü olarak bu tertibi bozmak zorundadır. Bu,Ordu'dan darbe yapmasını istemek değildir. Millet, Ordu'nun herhangi bir ordu gibi, kendi ülkesinde kendisine operasyon yapılmasına izin vermemesini istiyor. Ordu, kışkırtmalara elbette gelmeyecektir. Ancak, kendisine yönelik çamur savaşını bozguna uğratmak ve askerin moral gücünü yükseltmek durumundadır. Koşullar elverişlidir. ABD, Ortadoğu'da yenilmiştir; her yerde geri çekilmektedir. Başarı
kesindir.
Bunlara rağmen, Genelkurmay, ABD'nin tertibini bozmazsa, o tertibin parçası haline dönüşür. Sonuç, Türkiye'nin parçalanması ve ABD'nin yenilgisini paylaşmak olur.

15. BOP EŞBAŞKANLIĞININ KURULMASIYLA TÜRK DEVLETİ DAĞILMAYA BAŞLAMIŞTIR
Türkiye devleti yasama, yürütme ve yargı organlarıyla çözülmekte ve dağılmaktadır. Devlet örgütlenmesi içindeki çeşitli kurumlar, ABD ve AB emperyalistlerinin güdümünde, kendi milletlerine ve Türk Ordusu'na karşı açıkça tertiplere girmekte, ülkeyi bölen ve milleti parçalayan bir senaryoda açıkça rol almaktadır. Hatta bunu bütün dünyaya ilan etmektedir. Tayyip Erdoğan'ın 15 Şubat 2004 akşamı Kanal D beyazcamından "ABD'nin BOP planı içinde Diyarbakır'ı merkez yapma görevini" açıkladığı gün, ulusal devlet bitmiştir.
O açıklamayı duymazdan gelen Ahmet Necdet Sezer, o andan itibaren devlet başkanı olmadığını kabul etmiştir.
O açıklamadan sonra Genelkurmay başkanları, Türkiye Başbakanı'na değil, BOP Eşbaşkanı'na selam vermişlerdir.
O açıklamayı, İşçi Partisi'nin nerdeyse her gün bir meşruiyet sorunu olarak gündeme getirmesine rağmen, beş yıldır sineye çeken muhalefet liderleri Baykal ve Bahçeli de, BOP Eşbaşkanlığı'nın muhalefeti rolünü üstlenmişlerdir.

16. HUKUK DEVLETİNDE YARGI DÜKALIKLARI KURULAMAZ VE ÇADIR YARGILAMASI YAPILAMAZ
Hukuk devleti, bağımsız ve tarafsız yargı kurumlarıyla olur. Bugün Türk yargısı içinde, doğrudan BOP Eşbaşkanlığı'na, hatta ABD güdümlü Gladyo organlarına bağlı örgütlenmeler oluşmuştur. AB Temsilcisi Karen Fogg, Adalet Bakanlığı içinde kendisine bağlı bir örgütlenme yaptığını e-postalarında açıkça belirtiyordu. Bu örgütlenme, Beşiktaş'ta bir tertip yuvası oluşturmuştur. Son ıslak imzalı belge operasyonunda da sahnelendiği gibi, orada hukuk geçmez; yalnız Gladyo talimatları
geçerlidir. Bu tertip yuvasının operasyonlarına rıza göstermek, hukukdevletine saygı değildir; Türk Yargısının bertaraf edilmesine boyun eğmektir. Genelkurmay Başkanlığı, Beşiktaş'ın Türk Ordusu'na karşı "asimetrik psikolojik harekâtın" karargâhı haline geldiğini görmek istemezse, Ordu'nun savaş gücünü koruyamaz.

17. BAĞIMSIZ MİLLİ DEVLET OLMAZSA HUKUK DEVLETİ HİÇ OLMAZ
Önce herkes bilmelidir, bugün Türkiye'de ne hukuk devleti vardır, ne de demokrasi! Dahası kanun devleti bile yoktur. Her devletin hukuku vardır. Hukuk yoksa devlet de yoktur. Ancak hukuk devleti, başka bir şeydir. Hukuk devleti, demokratik devrimlerin getirdiği bir toplumsal düzen ve yönetim biçimidir. Hukuk devleti olması için, öncelikle o devletin kendi hukukunu yapabilmesi, yani bağımsız ve egemen olması gerekir. Hukukunu dışarıdan ithal eden bir devletin, hukuk devleti ile en küçük bir ilgisi yoktur. Bugün Türkiye'nin düştüğü durum budur. İkincisi, hukuk devleti olması için, Ortaçağ kurum ve ilişkilerinin tasfiye edilmiş olması gerekir. Atatürk, "Türkiye şeyhler, müritler, dervişler, mensuplar ülkesi olamaz" derken, demokrasi tanımı yapmıştır. Mafya-Gladyo-Tarikat ortaklığının yönettiği, yarı-ortaçağlı bir rejimde demokrasi de olmaz, özgürlük de olmaz, hukuk devleti de
olmaz.
Hukuk devleti olması için, bağımsız ulusal bir devletin olması gerekir; milli hâkimiyetin olması gerekir.

18. HUKUK DEVLETİ YOK ANCAK "HUKUK DEVLETİ"NİN YALANCI TANIKLARI VAR
Hangi hukuk devletinden söz edilmektedir? Meclisi ABD ve AB'den gelen yasalara el kaldırıp el indiriyor. Bakanlar Kurulu, kendi deyişleriyle "deliğe süpürülmemek" için,
kendisini deliğe süpürecek otoritelere bağlanmış. Mahkemeleri adım adım çadıra sokuluyor ve yabancı ülkelerden dayatılan kararları alıyor. Neresi bunun hukuk devleti?
Hukuk devleti yoktur, ancak hukuk devletinin yalancı tanıkları vardır. Hukuk devletine yalancı tanıklık, anayasanın verdiği görevlerden kaçmanın bulduğu çözüm olmuştur. Devlet bağımsızlığını savunmak, ülke bütünlüğünü korumak, milletin birliğini gözetmek, Ordu'nun savaş gücünü sağlam tutmak gibi en temel görevler, hukuk devleti adına terk edilmektedir.
Hangi hukuk devletinden söz ediyorsunuz?
Anayasa Mahkemesi tarafından Cumhuriyet yıkıcısı olduğu hükme bağlanmış bir partinin iktidarını sürdürdüğü bir ülkede hukuk mu kalmıştır ki, hukuk devleti olsun?
Türkiye'de bugün yasaların yasası, en üstün yasa, Amerikan ve AB hükümranlığıdır.
Tarihte bu durumlar görülmüştür.
Eğer Mustafa Kemal Paşa da, 1919 yılında padişah hukukuna teslim olsaydı ne Ankara'da devrimci bir hükümet ve cumhuriyet kurulurdu, ne İstiklal Savaşı yapılırdı, ne de Türkiye hukuk devleti inşa ederdi.

19. HUKUK DEVLETİNİ BU OPERASYONLARA BOYUN EĞEREK DEĞİL, KEMALİST
DEVRİMİ TAMAMLAYARAK KURACAĞIZ

Evet, hukuk devleti olacaktır.
Bu yabancı devlet operasyonlarına boyun eğerek değil, direnerek hukuk devletini yeniden kuracağız.
Emperyalist devletlerin çamur savaşına teslim olarak değil, bu hayâsız saldırıyı püskürterek kuracağız.
Yabancı boyunduruğunu kıracak, milli devleti yeniden kuracak, böylece hukuk devletinin temel koşulunu yaratacağız.
Bunu başarmamız için, Türkiye'nin silahlı gücünü diri tutmak, en önemli görevdir.

Irticayi Kurtarma Eylem Plani - Dogu Perincek - 1 Kasim 2009
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen bezgin » Sal Kas 03, 2009 11:49

Denklem, Merkez, Hücre


1. Denklem

Merkez, savas kurgusunu "acilim, tikaninca farkli acilim, tüm acilimlar tikaninca tertip, acilim" olarak belirlemistir. Acilimlar yarattiklari etkinin sonuclari alinir alinmaz farkli adlarda, farkli yöntem ve bicimlerle ardisik olarak pazarlanmakta, tikandiklari yerde toplama ve gözaltilara girisilmektedir.

Toplama ve gözaltilarda hedef kisilerin secilmesi icin herhangi bir özellik gözetilmemistir. Kamuoyunun önünde olan ve uluslararasi sermaye, Amerika'nin cikarlarina karsi bir sekilde görüs belirtmis ya da sömürge yönetiminin ilerlemesine bir sekilde engel olmus insanlar toplanmaktadir.

Besir Atalay oynadi, Merkez yazdı:Şu anda çok hassasiyetleri olan bir konunun çalışmasını yürütüyoruz, bakanlık olarak bu işin koordinasyonunu yürütüyoruz. Dolayısıyla bugün size işin özüyle ilgili bir şey söyleyecek değilim.


AKPkk'nin acilimi aciklayacagi, 10 Kasim 2009 tarihine kadar yeni bir dalga daha beklenebilir. Hedeflerin saptanmasi Koordinasyon Merkezi adi verilen, uluslararasi bir yapilanma tarafindan gerceklestirilmekte, icinde, hükümet yetkilileri, resmi ve özel gizli hizmet elemanlari ve uluslararasi güvenlik danismanlarindan olusan karma bir takimi bulundurmaktadir. Merkez kiskirtmalari, tertipleri ve acilimlarin araliklarini da ayarlamaktadir. Kiskirtmalar, kalkismalarin tasarlanmasi, üretilmesinden ve bizzat eylem koyulmasindan sorumlu olmak üzere iki farkli türde hücreler gece gündüz calismaktadir.

2. Merkez

Merkez siz degilsiniz, FETÖ degil, koordinasyonu saglayan hükümet degil, ordu ve Basbug hic degil, Abdullah Gülen degil; dügmeye kim bastiysa merkez odur. Dün devletin merkezinde duran kapikullariyla, sözde Islamcilari yan yana getiren bu yeni merkezdir. AKPkk daha cok merkeze giden kapiyi tutan kapici olarak tanimlanabilir. Yalpalamasi ve dengeden yoksun olmasi bundandir. Bopbakan demecleriyle durumu ne kadar saptirmaya calisirsa calissin, dügmenin kendi elinde olmadigini defalarca acik etmistir.

70 yillik Türk Milleti'ne ihanet dönemi boyunca herhangi bir iktidar merkezden hic bu kadar uzak olmamis, milleti merkezden uzak tutabilmek icin bu kadar caba harcamamisti. Bunun onda birini yapamayan zavalli Menderes asilmisti. AKPkk'nin merkezden bu kadar uzak olmasi merkeze ulasmamizi ve onu tutan uluslararasi sermaye güclerine karsi bir savasi kacinilmaz hale getiriyor. Cünkü kapikullarina (PKK, asiretler, yiyici sermaye) kapinin her acilisi, iceride neler olup bittigini daha iyi anlamamiza yardim ediyor. Bu acidan yeni merkezin sonu cok yakindir.

3. Hücreler

Tasarim Hücreleri
Bunlar büyük oranda kagit parcalarini ve propoganda malzemelerini üreten hücreler. En önemli görevleri yeni algilar yaratmak, kelime ve kavram üretmek, icgüdüsel olarak tepki gösterbilecegimiz ya da hizli kamplasmalar yaratabilecek böylece milletin merkeze yaklasmasini önleyecek yeni fikirler üretmek. Merkezden ihale usulü ile is aldiklari icin gider/gelir hesabina da cok uyumlular.

Harekat Hücreleri
Tasarim hücreleri tarafindan secilen bir takim liderler vasitasiyla toplumsal muhalefeti bölmek amaciyla sarsici eylemlere girisen örgütler. Bunlarin basina sag, sol, Kürt, Türk, Islami gibi isimler eklenerek semboller arkasindan siyasi iletiler veriliyor. Ümmetci-irkci görünümünün altinda isciye, emekciye saldiranlar bunlardir. Eylemlerin ne zaman ve nerede olacagi merkez tarafindan bilinmiyor. Bilinen tek sey yapilan eyleme uygun siyasi söylemin merkez tarafindan cekmecede bekletiliyor olusu.

Hareketli Hücreler
Iletisimin ve yeni uydurulmus kavramlarin topluma iletilmesiyle görevli hücrelerdir. Büyük isler yapiyorlar gibi gözükseler de, en kiytirik internet gazetelerinin okuyucu yorumlari kösesine yorum yazarak yeni ideolojiyi kitlelere yaymaktaki yetenekleri gercek basarilaridir.

4. Merkeze Mesajim

Bunlari birsey bildigim icin yazmiyorum, yalniz birseyler bilenimiz mutlaka vardir. Tutukladiginiz insanlarla bizi kilictan da keskin bir zekaya ulastirdiniz. Bizim herhangi bir basimiz yok. 70 milyon koldan merkeze yaklasiyoruz, sizi tepeleyecegiz.

Kaynaklar:
1. ergenekon-mutabakatinin-sivil-kanadi-oyuna-gelmis-olmasin-t15755.html
2. Behic Gürcihan - Ergenekon Arkasindaki Mutabakatlar
3. ntv-erdogan-roportaji-t6164.html

Cok yakinda: Ordu-milletten Millet-ordu'ya gecis.
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen bezgin » Prş Kas 05, 2009 13:22

Ordu-Millet'ten Millet-Ordu'ya Gecis


Tayyiban ve Saddam

RTE yazdı:Türkiye'nin şu anda Irak, AB sürecine göre çok daha öncelikli bir sorunu haline gelmiştir. Irak’ı bundan sonraki süreçte dış politikamızın öncelikli konusu olarak değerlendirmeye devam edeceğiz.


Saddam'in idam edildiginin "iddia edildigi" dönemde Tayyiban, "bugüne ve gecmise degil gelecege bakalim" demisti. Ve bugün Tayyiban'in baktigi gelecege onun bile düslediginden kisa sürelerde gelindi. Acaba Tayyiban bir yazgiya dogru arkadan itildigi hissine kapiliyor mu?

Tayyiban, Kuantum Iktisadi'nin ilk kurbanlarindan mi olacak? Gelismelerin bu kadar sivri noktalara gelmesinden bu sonucu cikarmak mümkün. Enerjisi, dermani kalmadigi halde kosuyor. Kosarken güvendigi üc sey var:

1. Uluslararasi isgal komisyonu ile uyumluluk
2. Isgalcilerin seceneksizligi
3. Kamuoyu destegi

Bugüne kadar siyasal olarak dayandigi bu "statüko"nun da tartismaya acildigi bir gercek. Ilk ikisi uluslararasi para cevrelerinde, sonuncusu ise ülke icinde sorgulanmaya basladi. Tayyiban'in yokus asagi inisi baslamistir. Ama sorun, inerken bizi de asagi cekip cekmeyecegidir.

Ordu-Millet
Ilker Basbug yazdı:Ordu-millet özelliğiyle Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri, gelişen harp silah ve araçlarıyla donanmış nitelikli personeli Atatürkçü Düşünce Sistemi ışığında çalışmalarına devam etmektedir.


Tayyiban'in Türkiye'yi kendisiyle birlikte asagiya cektiginin en büyük göstergesi Ordu-Millet'in dagitiliyor olusudur. Ordu-millet girdigi bütün savaslarda, ast-üst iliskisiyle organize olabilecek bir milletti. Bu milletten ordu kavraminin cikarilmasi, savasma yetenegini bütünüyle tahrip edecek bir olgudur. Böyle bir millet girdigi hicbir -ruhsal veya fiziksel- savasi kazanamaz!

Buradan cikaracagimiz sonuc, önümüzdeki aylarda, olasilikla secimler öncesi Türkiye icinde basgösterecek olan kalkismalari Tayyiban'in sert sekilde bastiracagidir. Toplumu cok yönlü olarak germis ve simdilik "cinayet" gibi afedilemeyecek suclara hosgörülü ve görmezden gelerek yaklasan bu zihniyetin, olaylar denetimlerinden ciktiginda ne tür baski ve iskencelere girisecegi merak konusu. Cünkü bu hükümetin, iki-üc karton sigara kaciran insanlari karakolda iskenceyle öldürmek gibi bir sicili var. Acilimin kordinasyonunu yaptigi düsünülen Icisleri Bakanligi siddetin dozu yükseldikce, daha sert ve daha tahammülsüz olacaktir.

Tayyiban'in Fedaileri

Sömürgeciye itaat siariyla yetistirilmis Polis-Ordu ilk baskida büyük olasilikla cözülecektir.

Millet-Ordu

Ordu yetkilerinin sivil insiyatife devri, uluslararasi güc odaklarin "emir eri" haline gelmis bir hükümetin orduyu sermayenin cikarlari adina "sivil halka" ve "mazlum milletlere" karsi kullanilmasindan baska bir sey degil.

Aslinda halk da sivillesmis bir ordu istiyor. Ama isbirlikciler gibi, isgal ordularina hizmet eden degil, Türk Milleti'ne hizmet eden bir ordu. Bu yüzden orduyu ve milleti birlikte kurtarmak adina ordu icinde milli unsurlarin güclendirilmesi, tabiri caizse "Millet Ordu"nun yapilandirilmasi gerekiyor.

Millet-Ordu, milli oldugu icin, Türk Milleti'nin beklenti ve cikarlarina uyumlu hale gelecek, hem ülke savunmasini, hem de kurtulabilirsek, bir güvenlik siyasetinin yani halkin hükümetinin bir parcasi olacaktir. Aksi takdirde icten ve distan gelen baskilari gögüslememiz cok zordur. Bu yüzden Millet-Ordu'ya Sivil Isbirlikcilerden daha fazla halkin ihtiyaci vardir. Cünkü onlar, efendilerinden aldiklari sadakalarla, efendilerininin ülkelerinde, vatansiz yasayabilirler. Ama bizim baska "vatan" diyebilecegimiz bir toprak parcasi yoktur.
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Genelkurmay Üzerinden 'Mehmet'i Çökertmek

İletigönderen bezgin » Prş Kas 05, 2009 17:46

Şunu unutmamak lazım, TSK’nın kendisine “asimetrik psikolojik harp” yürütenler karşısındaki duruşu hâlâ sağlam ve kararlı bir duruş değildir. Karşılarındaki “asimetrik savaş” cephesinin şeytana külahını ters giydirecek kadar her duruma yaklaşım üretebilme becerisi karşısında yetersiz kalmaktadırlar.
Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer unsur, Genelkurmay Başkanı’nın kişilik yapısıdır. İstifa baskıları karşısında başkaları gibi “korktuğundan” veya “kafalandığından” değil ama “kendisiyle ters düşmemek”, “kamuoyu önünde verdiği sözün gereğini yapmak”, daha kötüsü bu kirli savaş karşısında yorgun düşmek gibi etik ve insani sebeplerden dolayı istifa edebilir de. Ancak bilmelidir ki böyle bir istifayı tarih, “Onurlu bir Komutan’ın sahneden çekilişi” olarak yazmayacaktır.


İlker Başbuğ’un Dayanma Gücü-Fatma Sibel Yüksek



Yaşar Büyükanıt’ın resepsiyon görüntüleri hakkında yazdığımız yazı Vakit gazetesine pek dokundu. “Ergenekoncuların yeni hedefi Büyükanıt” başlığıyla verdikleri haberi, pıtırak otu gibi yayılan diğer badem bıyık-sürme göz siteler de iktibas etti ve hep bir ağızdan “Büyükanıt’ı tehdit ediyorlar, dayan Paşam!” diyerek feverân eylediler.

Ne diyelim, o kadar sevdiyseniz alın sizin olsun! “Öcalan’ı paşa yapıp maaşa bağlayalım, TSK’yı da lağvedip yeni bir ordu kuralım” diyen Mümtazer Türköne, emekli paşamıza da bir formül bulur nasılsa. Mutlu mesut yaşayıp gidersiniz.

İşin garibi, “Ergenekoncular’ın yeni hedefi Büyükanıt” diye tam sayfa haber yapan Vakit’in bir başka sayfasında ise “İhbarcı subay” tarafından savcılara gönderildiği iddia edilen “Genelkurmay tarafından fişlenen internet siteleri” listesinde Açık İstihbarat da var!

Her kurumun rutin olarak yaptığı günlük medya takibi de “fişleme” ve “cunta suçu” oldu. Yakında, “Medyayı yönlendirmek için Cuma günleri basın bilgilendirme toplantıları düzenlemişler!” diye bir manşet görürsem şaşırmayacağım. Var mısınız bu toplantılara katılan Ankara temsilcileri birer birer gözaltına alınmaya başlasın!

Konumuz aslında bu değildi. Yıllarca büyük şair Abdürrahim Karakoç’un hatırına okuduğum Vakit’i, yabancı istihbarat servislerinin payandası olup kendi ülkesinin insanlarına iblisin aklına gelmeyecek iftiralar savurmaya başladıkları zaman bıraktım; tiksindim. Vakit artık şeytanın sözcüsüdür; gidip gideceği yer de sonsuz ızdırap ve dönülmez pişmanlıkların ebedî mekânı cehennemden başka bir yer değildir.

Kendilerine Türk dilinin en büyük şairlerden Abdürrahim Karakoç’un şu dizesiyle cevap vermeyi yeterli buluyorum. Belki içlerinden hicap duyanlar çıkar…

“Ben nefret eyledim sizin gerçekten

Yalanı severim, yalanı gayrı.

Tiksindim bülbülden, gülden, çiçekten

Yılanı severim, yılanı gayrı.”

………………………………………………………………

Bu zorunlu girişten sonra, yazımızın esas konusuna, Hükümet ile Genelkurmay arasında “ıslak imza” çerçevesinde neler olup bittiğine gelebiliriz. Tahminler var, spekülasyonlar var, yansımalar var. Daha da önemlisi, kamplaşmış taraflarda beklentiler var. Ergenekon davasının aslen TSK’yı hedef alan bir büyük hesaplaşma olduğu giderek bütün boyutlarıyla su yüzüne çıkıyor. Olayı, yaklaşık 3 yıldır “devlet içindeki çetelerden arınma” olarak görmeye çalışan ve bu uğurda uzun süre “büyük ittifakın taraflarından biri” olduğunu zanneden Genelkurmay, artık bir yol ayrımındadır. En büyük hamle yapılmış, son söz söylenmiştir. Artık görev başındaki orgenerallerin, hatta Genelkurmay Başkanı’nın kellesi istenmektedir. “ETÖ” yalanıyla 3 yıldır ağır mağduriyetler yaşatılan milli kesimde, Genelkurmay’ın artık bizzat Türk Ordusu’nun hayat organlarını hedef alan bu oyunlar karşısında doğru analizler yapması ve kaçamak tutumlardan kaçınması beklentisi vardır.

Türk Milleti ile onun silahlı gücü olan Ordu üzerinden hesaplaşmaya ant içmiş ve bu yolda epeyce de mesafe katetmiş olanlarda ise artık “Altın vuruş”un yapılması. TSK’nın tamamen çökertilmesi , bir sivil darbeyle komuta kademesinin görevden alınması beklentisi vardır. Bu aşamaya kadar gelinmişken AKP’nin, özellikle Başbakan Erdoğan’ın “ürkek davranmasından” korkulmaktadır. Kürt açılımında frene basılması bu çevrelerde panik yaratmış, sürecin tavsayacağı endişesiyle ortaya yeni “kâğıt parçaları” atılmıştır.

Tayyip Erdoğan ile İlker Başbuğ arasında yapılan son görüşmede, karşılıklı olarak nihai adımların atıldığı izlenimi ağır basmaktadır. Umalım ki bu görüşme tutanaklara geçmiş olsun, Dolmabahçe görüşmesine benzemesin.

Görüşmeden sonra meydana gelen gelişmelerin izi sürüldüğünde ortaya şu başlıklar çıkmaktadır:
KİLİT ŞİFRE, DURSUN ÇİÇEK NEDEN İFADE VERMEDİ?:
Albay Dursun Çiçek ve daha önce ifadeleri alınan diğer subaylara Ergenekon savcılarınca “ihtarlı” çağrıda bulunulduğu, subaylar bir hafta içinde ifadeye gelmezlerse “tutuklanacakları” haberi her zaman olduğu gibi yine ilk kez yandaş medyada yayımlandı. Beşiktaş Adliyesi ile yandaş medya arasındaki “alo ihbar hattı” bu kez de gecikmesiz çalıştı. Adliyeden haber sızdıran birileri, belli ki “ihtarlı davet”in kamuoyu tarafından bilinmesini istemişlerdi. Yandaş medya, görevini yaptı ve tam bir hafta boyunca, “Bugün de gelmediler”, “Gelmezlerse tutuklanacaklar” şeklinde haberler yayımlandı. Ve Dursun Çiçek ifade vermeye gelmedi..Ve ne tesadüftür ki “Bugün de gelmediler” haberlerine günlerce sessiz kalan savcılıktan, Erdoğan-Başbuğ görüşmesinden hemen sonra “Subaylara herhangi bir çağrı yapılmamıştır” açıklaması geldi. Bu açıklamayı yapmak için neden Erdoğan-Başbuğ görüşmesini beklediler? Albay Çiçek, bir önceki soruşturmada, tutuklandıktan 18 saat sonra “yeterli delil elde edilemediği için” serbest bırakılmamış mıydı? Bu durum, savcıların bağrına taş gibi oturduğuna göre hazır ellerinde yeni ve “ıslak” bir delil varken, Albay Çiçek’i yeniden tutuklatma girişiminden neden imtinâ ettiler?

SARI ÖKÜZ POLİTİKASININ BİTTİĞİ YER:
Yukarıdaki paragrafın son cümlesi bizi Erdoğan-Başbuğ görüşmesinde bir “pazarlık” yapıldığı veya bir “rest çekildiği” tahminine götürmektedir. Başbuğ’un “medya üzerinden yürütülen asimetrik psikolojik harp” konusundaki rahatsızlığını bir kez daha dile getirdiği anlaşılıyor. Genelkurmay’ın, önce bu sorunu çözmeden, Taraf gibi misyonu belli bir gazete vasıtasıyla sızdırılan bir takım ihbar mektuplarının içeriğini konuşmaya yanaşmıyor olması anlaşılır bir tavırdır. Bu sorun çözülmeden subayları ifade vermeye göndermek de cadı kazanına yeni bir odun atmaktan başka bir işe yaramaz. Anlaşılan Başbuğ, “Kimse bizden TSK içinde cadı avı beklemesin” tavrıyla tutarlı bir yaklaşım sürdürdü. Nitekim, Pakistan’da “Gider gitmez Genelkurmay Başkanı’mla görüşeceğim” diye hiddet buyuran ve bu tavrıyla TSK’ya savaş açmış mahfillerde “Başbuğ’u görevden alacak” umudu uyandıran Erdoğan’ın da görüşmeden sonra yelkenleri bir miktar suya indirdiği gözlemlendi. Bunu, Başbakanlığın “soruşturma süreçlerinin tamamlanması beklenecek” denilen mutedil açıklamasından anlıyoruz. Belli ki Başbuğ, öncelikle askeri savcılığın soruşturmasını tamamlamasına müsaade edilsin istiyor. Şimdiye kadar kendisinden istenen her “kelleyi” itirazsız veren Genelkurmay’ın bu gidişatın akıbetini görmeye başlamış olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim bu kez kendisinden Birinci Ordu Kumandanı’nın ve Genelkurmay Başkanı’nın “kelleleri” istenmektedir. Sarı öküz politikasının bittiği yerdir. Sıra kara öküzlere, hatta “oturan boğalara” gelmiştir.

BAŞBUĞ İSTİFA SÖZÜ VERMİŞ OLABİLİR:
An itibarıyla gelinen nokta, bütün ağır yıpranmışlığa rağmen TSK’nın biraz daha netleşmesi bakımından milli cepheyi rahatlatsa da gönülleri fazla ferah tutmamakta fayda vardır. İlker Başbuğ’un Başbakan’a “Soruşturma sürecinin sonunda bu belgenin TSK’nın emir-komuta zinciri içinde hazırlandığı ortaya çıkarsa, kamuoyuna verdiğim sözün arkasında durur ve önce bu çalışmayı yapanları görevden alıp sonra da istifa ederim” taahüdünde bulunmuş olduğunu tahmin etmek mantıksız değildir. İstifa, kelle avcılarını tatmin eder mi bilemeyiz, bu kesime asıl “görevden almanın” tam bir zafer duygusu yaşatacağı muhakkaktır. Erdoğan’ın grup konuşmasında verdiği “gereğini yapmaktan çekinmem” mesajı, kendisini “kudretli bir başbakan” olarak gösterme çabası, “görevden alma” formülünü savunanların ısrarını ve Başbakan üzerindeki etkilerini ortaya koymaktadır. Başbakan, bu şamatacı azınlığa “hesap verme psikolojisi” içindedir. “İstediğinizi zamanı gelince yapacağım” güvencesine karşılık, TSK’yı kurum olarak yıpratmaya yönelik yayınların frenlenmesi talebi kimsenin umurunda olmamış, “yeni ihbar mektubu” üzerinden daha azgın yayınlar yapılmaya başlamıştır. Bu kesimin Erdoğan ile Başbuğ arasında yeniden bir “uyum” yakalanması ihtimaline zerre kadar tahammülü yoktur. Başbakan’ın (samimi veya değil) bütün “yatıştırma” çabalarına rağmen Başbuğ’un istifa etmesi, hatta görevden alınması yönündeki baskılar artarak devam edecektir.

BÜYÜKANIT’A KURULAN TUZAK BAŞBUĞ’A DA KURULDU:
İstifa baskılarıyla birlikte, ehven-i şerden görünüp Genelkurmay Başkanı’nı kandırma, tuzağa çekme çalışmaları da sinsice yürütülmektedir.. Fethullah’ın “basın sözcüsü” Hüseyin Gülerce’nin 5 Kasım 2009 tarihli yazısına bakalım:

“Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un; "TSK, demokrasiye saygılıdır ve bağlıdır" sözüne rağmen, asker içindeki cunta, direnmeye devam ediyor. Millete ve demokrasiye komplo belgesinde imzası bulunan Albay Dursun Çiçek, ifade vermek için adliyeye gelmiyor.

Geldiğimiz nokta gerçekten bir dönüm noktası. Cunta direniyor, AK Parti iktidarı dik durmaya devam ediyor. Cuntacılara karşı, devlet içinde demokratikleşmeden yana güçlü bir iradenin varlığını, artık herkes hissediyor. Bu hissetmede, Genelkurmay'ın eski başkanı Hilmi Özkök'ün duruşunun anlattığı çok şey var. Bir genelkurmay başkanı, kendi döneminde dört darbe teşebbüsüne tek başına karşı koyamaz. Silahlı Kuvvetler bünyesinde, darbecilerin moralini bozan, ihtiraslarını gemleyen, kafalarını karıştıran, ellerini ayaklarına dolaştıran bir demokrat duruş var.

Bir şey daha var. Görmek isteyen herkes görüyor ki, ABD ve AB, cuntacıları artık yalnız bıraktı. İçeriden sızdırılan belgelerden, Amerika'nın haberdar olmaması mümkün değil.

Tabloya bir daha bakalım: Hükümet kararlı. Cuntacılara dış destek de yok. AB ilerleme raporlarında açıkça, sivil irade üzerindeki askerî vesayetin son bulması isteniyor. Cuntacılar, bir çıkmaz sokağa hapsedildiler.

Onları bu sokakta, giderek baskı altına alacak bir dizi yargı süreci var. Faili meçhul cinayetlerden tutun da, Cumhurbaşkanı Özal'ın zehirlenmesine kadar, pek çok kanlı ve kirli tezgâhın, komplonun, provokasyonun hesabını verecekler.

Göremedikleri gerçek ise şudur: Artık ne yapsalar boştur. Türk Silahlı Kuvvetleri artık cuntacıları taşıyamaz. Sadece TSK değil, cunta bagajını, ne demokrasi, ne Türkiye taşıyabilir. Bölgesinde güçlenen, dünyada itibarı artan yeni bir Türkiye var. Paslanmış cunta prangası, bu Türkiye'nin ayak bağıdır. Sayın Genelkurmay Başkanı. Sadece yetmiş milyonun değil, dünyanın gözü sizin üzerinizdedir. Komutan’a düşeni yapmak zorundasınız”.


Görüldüğü gibi Güzelce, meçhul ihbarcının mektubunda “plandan İlker Başbuğ’un da haberi var” buyurmasına rağmen Başbuğ ile “cuntacı subaylar” arasında büyük bir itinayla ayrım yapıyor. (İhbar mektubuyla doğrudan Başbuğ’u hedef gösteren Taraf gazetesi ise kartları Zaman’a göre daha açık oynuyor) Mesaj ortada: . Başbuğ’a “Gel sen de Hilmi Özkök gibi ol” denilmekte ve aba altından “Olmazsan, başına geleceklerden sen sorumlusun” şeklinde sopa gösterilmektedir. Gülerce, bu “başa geleceklerin” neler olacağını da açıkça söylüyor yazısında:

“Onları bu sokakta, giderek baskı altına alacak bir dizi yargı süreci var. Faili meçhul cinayetlerden tutun da, Cumhurbaşkanı Özal'ın zehirlenmesine kadar, pek çok kanlı ve kirli tezgâhın, komplonun, provokasyonun hesabını verecekler”.

Demek ki yakında Özal’ın ölümünü de Ergenekon davasına yamayacaklar… (Yazıdaki, “Bir şey daha var. Görmek isteyen herkes görüyor ki, ABD ve AB, cuntacıları artık yalnız bıraktı. İçeriden sızdırılan belgelerden, Amerika'nın haberdar olmaması mümkün değil” itirafına ayrıca dikkat edelim…)

Peki, İlker Başbuğ eğer Fethullah’ın tavsiyelerine uyar ve Hilmi Özkök gibi olursa, Yaşar Büyükanıt misali kendini kurtarıp resepsiyonlarda sitcom yapmaya başlar mı?

Bilemeyiz.

Fethullah’ın kalemleri şimdilik “Paşa’yı kafaya alma” oyunu oynuyorlar. Genelkurmay Başkanı’nı seleflerine yaptıkları gibi önce demokratlık kompleksine sokup, tutmazsa tehdit edecekler. Akılları sıra “cuntacılar” diye yaftaladıkları kadroları Başbuğ’a tasfiye ettirip, “Sonra da duruma göre Başbuğ’a bir güzellik yaparız” diye düşünüyorlar.

Büyükanıt ile kıyaslandığında TSK’ya yönelik komplolar karşısında daha omurgalı tavırlar almış olan Başbuğ’u, istediklerin yaparsa “affederler mi” dersiniz?

Belli olmaz..27 Nisan bildirisini yayımlayan Büyükanıt’ı affettikleri gibi altına bir de Audi çekmişlerdi. Ancak, 27 Nisan muhtırasının AKP’ye oy patlaması yaşattığını da unutmayalım. Başbuğ’un sicilinde şimdilik AKP’ye bu kadar yarar sağlamış bir icraat görünmüyor.

BAŞBUĞ, BU KİRLİ SAVAŞTA YORGUN DÜŞEBİLİR

Uzun bir yazı oldu, sabrınızı daha fazla zorlamadan son bölüme geçelim. Şunu unutmamak lazım, TSK’nın kendisine “asimetrik psikolojik harp” yürütenler karşısındaki duruşu hâlâ sağlam ve kararlı bir duruş değildir. “Demokrasiye komplo kuruldu” suçlanmasının altında eziliyorlar. “Deniz Feneri skandalına, yurdun her köşesinde patlak veren yolsuzluklara, domuz gribi yalanına, Başbakan ile yandaş işadamı arasındaki utanç verici telefon görüşmesine, KKTC Cumhurbaşkanı’na Kıbrıs’ı satmak için nasıl talimatlar verildiğinin ortaya çıkmasına, kabine üyelerinin dünyanın en zenginleri listesine girmeye başlamasına karşılık işsizlik intiharlarının artmasına rağmen bu hükümet ve bu Başbakan istifa etmiyor da biz neden istifaya zorlanıyoruz?” diye soramıyorlar. Karşılarındaki “asimetrik savaş” cephesinin şeytana külahını ters giydirecek kadar her duruma yaklaşım üretebilme becerisi karşısında yetersiz kalmaktadırlar.

Bir başka acı gerçek de TSK’nın zannedildiğinin aksine zekânın ve kusursuzluğun egemen olduğu bir kurum olmadığının ortaya çıkmış bulunmasıdır. Hem askeri, hem de siyasi konularda tarihlerinin en kötü sınavını verdiler.

Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer unsur, Genelkurmay Başkanı’nın kişilik yapısıdır. İstifa baskıları karşısında başkaları gibi “korktuğundan” veya “kafalandığından” değil ama “kendisiyle ters düşmemek”, “kamuoyu önünde verdiği sözün gereğini yapmak”, daha kötüsü bu kirli savaş karşısında yorgunun düşmek gibi etik ve insani sebeplerden dolayı istifa edebilir de. Ancak bilmelidir ki böyle bir istifayı tarih, “Onurlu bir Komutan’ın sahneden çekilişi” olarak yazmayacaktır.


Kaynak: Açık İstihbarat
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Sonraki

Şu dizine dön: Millî Duruşlar

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x