TEKEL VATANDIR!
değil mi arkadaşlar?
ÖZELLEŞTİRME VE TEKEL’İN ÖZELLEŞTİRİLMESİ
I) ÖZELLEŞTİRME NEDİR, NİÇİN YAPILIYOR? Özelleştirme en basit tanımıyla kamu mülkünün yerli ya da yabancı özel şahıslara satılmasıdır. Özelleştirme geniş anlamda şu uygulamaları da içine alır: Devletin ekonomik ve sosyal rolünün daraltılması, sosyal güvenlik hizmetlerinin en düşük düzeye indirilmesi.
Özelleştirme Batı oligarşisinin kendi çıkarı için geliştirdiği Neoliberalizm’in, daha doğrusu bu öğretinin temeli olan rekabet varsayımının bir gereğidir.
Bugün ülkemizi de -aramızdaki “bedhah”ların yardımıyla- pençesine alıp boğmakta olan Neoliberalizm’in doğup geliştiği ülke Amerika’dır. Chicago Üniversitesi'nde ekonomist-felsefeci Friedrich von Hayek ile, onun Milton Friedman gibi öğrencilerinin çekirdeğini oluşturdukları küçük bir gruptan yola çıkan neoliberaller ve onları parasal olarak destekleyenler; muazzam bir “vakıflar, enstitüler, araştırma merkezleri, yayınlar, öğretim üyeleri, yazarlar ve halkla ilişkiler ağı” kurarak düşüncelerini ve doktrinlerini geliştirip, allayıp pullayıp dünya ülkelerine satmaya giriştiler.
Öyle propagandalar yapıldı, insanların kafası öylesine işlendi ki neoliberal düzen herkes için geçerli biricik ekonomik ve sosyal düzen olarak kabul edildi.
Neoliberalizm’in, dünyayı ele geçirmeye başladığı yıl 1979’dur. Margaret Thatcher'in iktidara gelip, İngiltere'de “neoliberal devrim”i başlattığı yıl¼
Peki, nedir bu Neoliberalizm?
Neoliberalizm (yeni-liberalizm) aslında “yeni” değildir, sadece köhne liberalizmin yeni versiyonudur.
Neoliberalizm’in temel savları şunlardır : Piyasa her yönüyle, düzenli bir şekilde insanların lehine (yararına) işler. Devlet denetimi ve kamu sektörü, bu işleyişin, kaynaşmış bir küresel kapitalizmin önündeki en ciddî engeldir. Devlet, özelleştirme yoluyla küçültülmeli ve etkisizleştirilmelidir. Ekonomik ve toplumsal politikada eşitsizlik teşvik edilmelidir. Birey kutsaldır ve devletten korunmalıdır. Devletin işi Neoliberalizme karşı oluşabilecek toplu hareketleri, gerekirse şiddet de kullanarak önlemektir.
Neoliberalizm’in merkezindeki değer rekabettir : Neoliberallere göre rekabet bir erdem olduğundan, sonuçlarının kötü olması da düşünülemez. Piyasa mekanizması öylesine mükemmeldir ki, sahip olduğu “Görünmez El” ile -tıpkı Tanrı gibi- en kötü durumları mucizevî bir şekilde güzele ve iyiye dönüştürmeye muktedirdir. Rekabetçi düzen "fire veriyorsa", toplum bundan kazançlı çıkacaktır. Oysa aradan geçen yılların bize öğrettiği, gerçek durumun bunun tam tersi olduğu olmuştur.
Neoliberaller, öyle sanıyorum ki hayvanlar âleminde geçerli görünen bir yasayı aynen insan topluluklarına da uyguluyorlar. Oysa hayvanlar âleminde geçerli olan “doğal ayıklanma”yı olduğu gibi insan türüne uygulayamazsınız. Çünkü iki topluluk yapıları bakımından birbirinden çok farklıdır.
Neoliberalizm’in temel değeri olan rekabetin bir diğer dayatması da, kamu sektörünün küçültülmesidir, yani özelleştirmedir. Gerekçeleri şu: Kamu sektörü kâr yarışına katılımın ya da pazar paylaşımının temel yasalarına uyum sağlayamaz. Bu sav, bilimsel temeli olmayan bir yalandı.
Neoliberaller kamuya ilişkin her şeyi gözü kapalı "verimsiz" ilan etme alışkanlığındadır.
Özelleştirmenin gerçek amacı başkadır. Özelleştirmenin temel hareket noktası ne ekonomik verimlilik sağlamak ne de tüketiciye daha iyi hizmet sunmaktır. Özelleştirmenin gerçek amacı, kaynakları sosyal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için kullanabilecek olan kamunun kasasını açıp, bütün serveti kamudan özel sektöre aktarmaktır.
II) ÖZELLEŞTİRME: SÖMÜRGECİ BATI’NIN YENİ SİLAHI Özelleştirmenin Dr.Frankeştayn’ı Amerika Birleşik Devletleri’dir. Özelleştirme Neoliberalizm’in can damarıdır. Köhne liberalizmi “Neoliberalizm” adıyla hortlatıp dünyanın başına yeniden bela eden de Amerika Birleşik Devletleri’dir. Birinci yardakçısı da İngiltere olmakla birlikte, Neoliberalizm’in “kutsal” iletisini (mesajını) yaymakta baş sorumluluk; doğrudan USAID ve diğer kanallarla, dolaylı olarak da Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlardaki egemenliği yoluyla ABD’ye aittir.
Liberalizm 1970’lerin ortalarına kadar, dışlanmış, kenar mahallere sığınmış, unutulmuş bir akımdı. Ekonomide hakim görüş müdahalecilikti, devletçilikti. Sosyal devlet anlayışı ön plandaydı. Ekonomik istikrarın, ekonomik gönencin, kalkınmanın ancak devletin öncülüğünde sağlanacağına inanılıyordu. Derken –yukarda belirttiğim şekilde- liberalizm ve bireycilik dirildi, “Neoliberalizm” adıyla yeniden canlandı.
Chicago Okulu 12 yıl içinde bütün ABD’yi etkisi altına aldı. Bu ideologların fikirleri, Şili’nin halkın oyuyla iktidara gelmiş sosyalist Allende Hükümeti’ni deviren CİA destekli darbeden sonra tüm dünyaya yayılmıştır. (CIA aynı senaryoyu birkaç yıl geçmeden Türkiye’de de sahneye koydu. Roller aynı, yalnız adlar değişikti : General Evren, 12 Eylül 1980 darbesi, Özal hükümeti ve ünlü ABD’den ithal “prens”ler, hemen ardından o gün bugündür uygulanan “Friedmancı-özelleştirmeci” politikalar...
1970’lerde Neoliberalizm’in Latin Amerika’da kök salmasına nasıl Chicago Çetesi yardım etmişse, Thatcherizm de 1980’lerde aynı ideolojinin tohumlarını Doğu ve Orta Avrupa’ya, bu arada Türkiye’ye serpmiştir. Türkiye’de bu tohumları -Kenan Evren’in koruması altında- Turgut Özal ve partisi ANAP yeşertmiştir.
Özelleştirme salgınının dünyanın dört bir yanına yayılmasında rol oynayan kuruluşlar vardır.
A) Bunların başında, 1977’de İngiltere’de kurulan Adam Smith Enstitüsü gelir. Felsefesi şudur: Özelleştirme dünyadaki kamu sektörleri arasındaki yürüyüşüne devam edecek, kamuya ait son tesis de satılmadıkça sona ermeyecektir. ”
B) Adam Smith Enstitüsü’nün ABD’deki karşılığı “Heritage Foundation” (Miras Vakfı) adlı kurumdur.
250 kadar tutucu bilim adamı, yazar ve eylemciye hazırlattığı bir rapor “Reagan yönetiminin gündemini büyük ölçüde belirlemiş ve az gelişmiş ülkeleri ekonomi politikalarını değiştirmeye zorlamak için, dış yardımların kullanılmasını önermiştir.”
C) Özelleştirmenin küresel promosyonundan, ABD Dış İşleri Bakanlığı’nın bir dairesi olan Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) sorumludur.
USAID bir dış yardım örgütü olup özelleştirmenin dünyaya yayılmasında baş rolü oynamıştır. Özelleştirmenin pazarlanmasını büyük ölçüde, 1981’de bu amaçla kurulmuş olan Özel Girişim Bürosu (Özel Sektör İnisiyatifi) yürütmüştür.
D) Özelleştirmeyi, ABD’nin çıkarları doğrultusunda Türkiye gibi ülkelere dayatmakla görevli iki kuruluş daha var: Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası... Marifetlerini, IMF “istikrar paketleri” ile, Dünya Bankası “yapısal uyum programları” ile yerine getiriyor.
Özelleştirme Dünya Bankası’nın yapısal uyarlama modelinin tam merkezindedir.
Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, Dünya Bankası’nın, borçlu Üçüncü Dünya ülkelerine dayattığı “yapısal uyum programları”nın önemli bir parçasıdır. Sonuçta -hem Üçüncü Dünya ülkeleri içinde, hem de bu ülkelerle Batı arasında olmak üzere- yoksul kesimden varlıklı kesime doğru büyük bir kaynak aktarımı gerçekleşiyor. Bu yeni ilişki Yeni Sömürgecilik (Neo kolonyalizm) olarak adlandırılmaktadır.
Programlar ulus-devleti hedef alıyor. Nasıl? Bu devletleri işlevsiz hale getirerek...
Bu, zaten neoliberal düzenin bir şartı. Çünkü Neoliberalizm’in birinci düşmanı devlet, daha doğrusu ulus-devlettir. O zaman yapacakları elbette Ulus Devlet’i çökertmek olacaktır. Nasıl? Diğer araçların yanısıra özelleştirme uygulamasıyla¼
Yapısal uyum programları açıkça devletin ekonomik ve sosyal etkinliğini azaltmayı öngörür. Devletin sorumluluk alanını daraltır. Kamu hizmetleriyle sosyal güvenlik hedeflerini yönlendirme olanaklarını kısar. Bu amaçla idari ve diğer değişiklikler yapılarak, harcamaları azaltmak üzere işlerin taşeronlara ihale edilmesi, devlet işletmelerinin özel sektöre devri gibi yöntemler uygulanır.
Dünya Bankası verdiği kredileri -gittikçe daha fazla- özelleştirme şartına bağlamaktadır. Ekonomik açıdan zorda olan bir hükümet IMF’ye ve Dünya Bankası’na başvurduğu an, kolunu kaptırmış, tuzağa düşmüş demektir. Kurban ülke “yardım” kabul ederken, maliye, bütçe, istihdam, dış ticaret, yatırım, döviz kuru ve kamu sektörü politikaları konularında, büyük güçlerin dayattığı bütün koşulları yerine getirmekle yükümlüdür. Koşullardan en başta geleni de özelleştirmedir. O ülke artık sanayileşemez ve gelişemez, ekonomisi gittikçe bozulur, battıkça batar. Sömürgeleşir.
III) TÜRKİYE’DE ÖZELLEŞTİRME Türkiye’de özelleştirmeye konu olan işletmeler, kamu iktisadî teşebbüsleridir. Kamu iktisadi teşebbüsünün kısa bir tanımı şöyle yapılabilir: Ekonomik faaliyette bulunmak üzere devlet tarafından oluşturulan, sermayesinin tamamı veya çoğunluğu devlete ait bulunan, devlet tarafından denetlenen ve ürettikleri mal ve hizmetlerden yararlanabilmek için bedel ödenmesi gereken iktisadi işletme.
Kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) Türk kalkınmasının temeli olmuştur.
KİT’ler ekonomik ve toplumsal hayat üzerinde çok olumlu etkiler yapmıştır. Şimdi özelleştirme dediğimiz rezillik nedeniyle, bütün bu etkilerin, ekonomik dengenin, bölgesel kalkınmanın, vergi gelirlerinin, toplumsal gönencin önü kesilmiştir.
Türkiye’de özelleştirme süreci üç dönem olarak ele alınabilir : 1980’li yıllar, 1990’lı yıllar, 2000 sonrası.
A) 1980’li yıllarda satış için gerekli hukuki altyapı oluşturuldu. Tabii her işlerinde olduğu gibi becereksizce: Düşe kalka, sınama-yanılma yoluyla...
İkinci olarak, KİT yatırımları önemli ölçüde daraltıldı. Neden? Kamu kesimini gözden düşürmek için!
Bu dönemde satışlar düşük kaldı.
B) KİT’lerin defteri asıl 1990’lı yıllarda dürülmüştür. Bu yıllar yoğun bir ideolojik koşullandırma kampanyasıyla başladı. Başta TÜSİAD ve Mütareke basını olmak üzere özel sektör, kampanyanın ön safında yer aldı.
Sonuç olarak KİT’lerin işlevleri boşlukta kalmış, yoğun ideolojik koşullandırma kampanyasının da etkin desteğiyle bu kuruluşların defteri kolaylıkla dürülmüştür.
Özellikle “Büyük Sermaye” bu ihanet yarışının hep ön safındadır.
C) Özelleştirme kampanyası sırasında kullanılan gerekçe ve sloganlar da sürekli değiştirilmiştir.
1980’lerde gerekçe “etkinlik amacı ile özelleştirme”ydi. Oysa asıl gerekçe başkaydı: Büyük güçlerin buyruğunu yerine getirmek, Türkiye’yi ABD ve AB’nin yeni sömürü düzenine elverişli hâle getirmek... 1990’ların başında ise, “Özelleştirme artı yeniden yapılandırma” sloganı yeğlendi. İş iyice çığırından çıkıp halk da iyice şartlandırılınca, Amaç artık yoksul Türk halkının malını-mülkünü satıp para kazanmaktı: Artık özelleştirme “kamu açıklarını kapatma amacı”yla yapılıyordu.
D) Özelleştirmenin ikinci aşaması 2002 yılı sonunda tamamlandı. Satışlar yapılırken, “kolaydan zora, zor daha öteye” şeklinde adlandırdığı bir yol izlendi.
En çok başvurulan satış yöntemleri “halka arz” ve “blok satış” oldu.
On yil süren ikinci özellestirme rezaletinden geriye kalan neydi acaba?
-Birincisi, özellestirme satis hasilati Hazine’nin kaynak ihtiyaçlarina kayda deger bir katki saglamadi -Ikincisi istihdamla ilgili: KIT’lerde çalisanlarin sayisi önemli miktarda geriledi.
-Üçüncüsü, vicdansızca enkaza çevrilmiş olan bir kamu sektörü¼ 2002 ve sonrasının satış vitrinine konan, önemli büyüklükte çok az kuruluş kalmıştı.
E) 2002 sonrasında kullanılan, KİT sistemine kesin darbeyi vuracak tasfiye yöntemleri çok daha trajik mahiyette idi. Bunlar şöyle sıralanabilir:
1)Teknik-fiziksel aşınma ve yıpranmanın net varlık yapısını alabildiğine çökerttiği girişimler “sembolik” denilebilecek fiyatlarla satıldı.
2)Yeniden yapılandırılabilir görülmeyen KİT’lerde ise, “kendisini kurtarabilecek” bazı üretim birimleri ve varlıkları satıldı.
3)Geri kalan işletmeler ölüme terk edildi.
4) Daha bitmedi! Kamu mülkiyetinde olup para edecek diğer varlıklar ne güne duruyordu? Onlar da satılabilir ya da kiraya verilebilirdi.
F) İmtiyaz anlaşmaları başlıca iki sektörde yoğunlaştırıldı: Elektrik enerjisi ve telekomünikasyon.
İmtiyaz sözleşmelerinin önünü açacak mevzuat düzenlemeleri de 1980’li ve 1990’lı yıllarda sınama-yanılma yöntemi ile gerçekleştirildi.
Osmanlı Devleti’nin XIX-XX. yüzyıllarının tozlanmış imtiyaz hukuku canlandırıldı.
Rekabet ve etkinlik adına Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) paramparça edilmiş, elektrik sektöründeki planlama yetenek ve kapasitesi ortadan kaldırılmıştır.
Telekomünikasyonda, neoliberal model uyarınca şunlar yapıldı:
-İlkin PTT parçalandı ve Türk Telekom oluşturuldu.
-PTT’nin posta hizmetleri sunan birimi özel posta şirketlerinin rekabeti altında çöküşe terk edildi.
-İletişim sektöründe katma değer yaratan çeşitli hizmetlerin sunumu da ayrıştırıldı.
-Türkiye, Dünya Ticaret Örgütü’nü kuran anlaşmalar uyarınca telekomünikasyon tekelini 2005’e kadar kaldıracağını taahhüt etti.
Yolsuzluklar ise işin cabası: Vurgun ve skandalların bolluğu açısından Türkiye telekomünikasyon sektörü, enerji sektörü ile yarışıyor.
Bir halk eğitilmemişse, uyanık değilse, sahipsizse, elinde nesi var nesi yok, kurda kuşa yem oluyor. Hem de kendi evlatlarının eliyle¼
Nitekim TÜPRAŞ da, halkın bu dev kuruluşu da karanlık sicilli bir yabancıya ve onun işbirlikçi ortağına satılmak istendi. Vatanın bu en stratejik ekonomik kalesinin de yabancılar tarafından içerden ele geçirilmesi karşısında hemen hiçbir tepki yoktu; ne sivilden, ne askerden¼
IV) TEKEL’İN ÖZELLEŞTİRİLMESİ Türkiye’de özellikle 12 Eylül 1980 müdahalesinden beri hükümetlerin politikası birbirinin aynı. Bu politikanın temel çizgisi şu: Ekonomi yabancılara devrediliyor, tabii tarım da, sigara üretimi de! Önceki hükümet bu amaçla Tütün Yasası’nı çıkarmıştı. A.K.P. Hükümeti ise, Tekel’i özelleştiriyor.
A) Türkiye gizli bir plan çerçevesinde ve hızla, XIX. yüzyıl sonlarının Osmanlı düzenine döndürülmekte. Sigara tekelinin yabancılara bırakılması bunun en yeni örneklerinden biri. Osmanlı da sigara tekelini yabancı devletlere terketmişti. Tefeci Avrupa, alacaklarını bu yoldan tahsil ediyordu.
Atatürk sigara üretimini, Türk ulusunun malı yaptı. Bu hükümetler ise, Amerikalıların malı!
• Malı götürüşün öyküsü -başımızdaki hemen her belâ gibi- 12 Eylül ve Turgut Özal döneminde başlıyor. Yeni tütün yasası, bu oyunun perdelerinden biriydi. Şimdi sıra son perdede: Tekel’in özelleştirilmesinde!
Tütün Yasası, Tekel’in yerini yabancı büyük şirketlerin almasını sağlıyor. Böylece Atatürk’ün emriyle 1926’da kaldırılan, emperyalizmin sömürü aracı Reji İdaresi bir bakıma yeniden kurulmuş oluyor. Turgut Özal’ın, ANAP’ın ve diğer partilerin marifeti, burada açıkça görülüyor: Kendi çiftçilerini yoksullaştırdılar. Zaten müreffeh olan Amerikan çiftçisini daha da zenginleştirdiler. Amerikan hükümetleri kendi çiftçisini kollarken, yani korumacılık yaparken, bizimkiler kendi köylülerini sattı.
• Diyeceksiniz ki “özelleştirme her yerde, Batı da yapılıyor, ne var bunda?” Bu konu tartışılır, ancak yeri burası değil. Bir an için özelleştirmeyi gerekli sayalım. Durum yine de iç karartıcı... Çünkü bizim hükümetler doğru dürüst özelleştirme de yapmıyorlar.
Türkiye’deki özelleştirme ile Batı’daki özelleştirme uygulaması birbirinden farklıdır.
Batıda devlet ilk önce kendi üreticilerine kooperatifler kurdurmuştur. Özelleştirme konusu kamu iktisadi teşebbüsünü (KİT) bu kooperatiflere devretmiştir.
Türkiye’de ise, durum bir trajedidir: Bizde de KİT’ler vardır. Ancak hükümetler Batı’da olduğu gibi üreticilere ve tüketicilere kooperatif kurdurtup KİT’leri onlara devretmiyor, tersine holdinglere, yanancı şirketlere peşkeş çekiyor.
Sömürülen, yalnız üreticiler ve tüketiciler değil, aynı zamanda Devlettir de... Şundan dolayı: Tekel’in sadece hurdalıkları satılsa yeni bir fabrika kurulabilir. Yüzlerce kilometrekare arsalara sahip... Değer biçilemeyen bu hazineler yok pahasına elden çıkarılmış oluyor.
• Bir ülkeyi yönetenler kendi ulusal kaynaklarini, kendi tarim sektörünü elin adamlarina nasil peskes çekebilir? Tek bir açiklamasi var: Sinifsal çikar ve isbirligi!
Özellestirme satislarinda genellikle “gabin” söz konusu oldugu ve düsük fiyat uygulandigi için, hem “manevi kayip” hem de kaynak savurganligi olmaktadir.
“Türkiye’nin tütün ve sigarası 15-20 yıl önce döviz getiriyordu. Bugünse sigara ve tütün piyasası çokuluslu şirketlerin tekeline bırakılmış. Yerli fabrikalar ve Tekel önce zarar ettirilip sonra yabancılara pazarlanıyor. Ulusal tütünün yerini yabancı tütün alıyor.
“Peki bunu kim böyle yapar?
“Büyük politikacılar, büyük bürokratlar, büyük sermaye yapar. Ulusal üretim böyle tütünde, çayda, muzda, otomobilde, kumaşta, eğitimde ve sağlıkta ortadan kalktıkça yerini yabancılar alır.
“Peki çare nedir? Toplumsal demokrasi! Çıkar gruplarının kendi çıkarlarını koruyacak kadar güçlü oldukları bir düzen! Daha somut bir anlatımla, tütüncünün kendi malını yabancı şirketler karşısında koruyabildiği, yerli üreticinin kendi üretimi üzerinde egemen olduğu bir sistem, kısacası ulusal bir sistem!”
Şimdi anlıyor musunuz, bizim “seçilmişler”imiz, bizim hükümetlerimiz, bizim bürokratlarımız kimlere hizmet ediyor?
V) TEKEL’İN EKONOMİDEKİ YERİ TEKEL A.Ş. Türkiye Ekonomisinde çok önemli bir yer tutmaktadır. [http://www.tekel.gov.tr/sir_yon_ekonomi_yer.html (17.5.2005)].
A) Tekel 2003 yılı satış hacmi itibariyle Türkiye'de:
-Sigara pazarının % 56,5'ini, elinde bulundurur.
-Dünyanın 5. Sigara Üretici Firması konumundadır.
B) Tekel’in:
-Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı % 1,6 dolayındadır.
-Gayri Safi Milli Hasılaya Brüt Katma Değer olarak katkısı 2003 yılı fiyatlarıyla 4.537 trilyon TL. olmuştur.
-Toplam Vergi ve Fon Gelirleri içerisinde payı % 4,2'dir.
-Genel tarım ürünleri ihracatı içindeki payı % 3 civarındadır.
-24 markanın üretimini, 348 markanın da satışını gerçekleştirmektedir (Yurtiçi freeshop ve vergisiz satış mağazalarında satılan yerli-yabancı ürünlere ait markalar).
C) 500 büyük firma sıralaması içinde, 2003 Yılında:
-Dönem Kârı sıralamasında 10'uncu,
-Brüt Katma Değer sıralamasında 2'inci,
-Net Aktifler Tutarı sıralamasında 6'ıncı,
-Üretimden satışlar sıralamasında 14'üncü,
-Ücretle Çalışanlar ortalaması sıralamasında 1'inci,
-Satış Hasılatı sıralamasında 14'üncü sıradadır.
VI) TEKEL’İ ÖZELLEŞTİRMENİN BEŞ ADIMI Yabancı şirketler hedeflerine uzun bir döneme (1980-2003) yayılan sinsi bir stratejiyle, sezdirmeden, adım adım, dilim dilim, “salam yöntemi” ile ulaştılar.
Her planın amaçları ve araçları vardır. Bu gizli planın amaçları şuydu:
- ABD ve Avrupa’da giderek azalan tütün tüketimi nedeniyle kârları düşen uluslararası sigara tekellerinin, 70 milyonluk Türkiye pazarını ele geçirmelerini sağlamak, piyasa paylarını artırmak, kârlarına kâr katmak.
-Tekel’i yok etmek.
Planın araçları ise şunlar oldu:
-İthalatın serbestleştirilmesi (Önce yabancı sigara, sonra yabancı tütün ithalatının serbest bırakılması),
-Rekabet koşullarının yabancıların lehine düzenlenmesi,
-Vergilerin indirilmesi ve sıfırlanması,
-Kötüleşsin, ekonomik olmaktan çıksın diye Tekel’in işletmelerine yatırım yapılmaması, talebe uyum yatırımlarının engellenmesi, Tekel’in sigara fabrikalarının eskitilmesi, kendilerini yenileyemez, kaliteli sigara üretemez hale getirilmesi (yaptıkları ihanette de bu kendi pisliklerin gerekçe olarak kullandılar),
-Tekel’in ürün dağıtımının ve satışının engellenmesi,
-Tütün üretiminde desteğin kaldırılması, kota konularak üretimin kısıtlanması,
-Ve özelleştirme: Tekel’in yabancı dev şirketlere satılması.
Tekel yabancıya satılma noktasına beş adımda getirildi.
A) Birinci Adım (1970’ler) : Piyasa Oluşturma
Birinci aşamada inisiyatif, çokuluslu şirketlerle yerli kompradorlardadır.
İktidar koltuğunda şu partiler var: CHP, MSP, AP, MHP... Başbakanlar: Bülent Ecevit, Süleyman Demirel...
Bu aşamada hedef, Türkiye’de yabancı sigara alışkanlığı ve piyasası oluşturmaktır. Araç, sigara kaçakçılığıdır.
Komşu ülkelerde üretilen yabancı sigaralar, Türkiye’ye âdeta yağmakta. Türkiye’de yeni bir piyasa oluşturuluyor: Kaçak yabancı sigara piyasası! Tekel’in karşı önlemleri başta politikacılar, birileri tarafından engelleniyor.
B) İkinci Adım (1984) : İthalatın Serbest Bırakılması
Planın bu aşamasında, görevi yöneticiler devralmıştır.
Atatürkçü Paşa’mız Kenan Evren Türkiye’nin tek hakimi. İktidar koltuğunda ANAP var. Başbakan: Turgut Özal.
-1984: Philip Morris Ankara’da hükümet yetkilileri ile görüşüyor.
- Aynı yıl kanun hükmünde bir kararname ile yabancı sigara ithalatı serbest bırakıldı.
Tekel’in dünya sigara talebindeki değişmeye uyum için hazırladığı projeye Hükümet ilgi göstermiyor.
C) Üçüncü Adım (1986): Tütün Tekelinin Kaldırılması
ANAP iktidarı devam ediyor. Başbakan yine Turgut Özal.
Yıl 1986¼ Tütün tekeli kaldırıldı. Tekel “tekel” olmaktan çıkarıldı. Hedef yabancılara kazanç kapısı açmak. Nasıl? Bu firmalara Türkiye’de sigara üretimi ve dağıtımı hakkı tanıyarak... Koşullar varsa da çok geçmeden hepsi kaldırılıyor.
D) Dördüncü Adım (1988-1998) : Diğer Engeller Kaldırılıyor, Yeni Haklar Tanınıyor
ANAP hâlâ hükümette. Başbakan, önce Turgut Özal (sonra cumhurbaşkanı)¼, ardından, sırasıyla Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, DYP ve SHP koalisyon hükümetleri (Başbakanlar: S. Demirel ve T. Çiller), RP-DYP Koalisyon Hükümeti (Başbakan N. Erbakan).
Ocak 1991: T. Özal Sigara Kanunu’nu veto ediyor. Gerekçe: Ticaret özgürlüğüne aykırı. Philip Morris: T. Özal’la ilişkilerimiz çok iyi¼
Yabancı firmalar lehine yeni kolaylıklar getiriliyor.
Piyasa koşulları yabancı şirketlerin lehine olacak şekilde düzenleniyor.
Dev yabancı tütün şirketleri Türkiye halkını Virjinya ve Börley tütünlerine alıştırdıktan sonra kendi ülkelerinden, örneğin Amerika’dan tütün ithal etmeye, sağladıkları kazançları da kendi ülkelerine aktarmaya başladılar.
1)Yıl 1992¼ Yabancı tütünle harmanlanıp üretilen sigaraların satış fiyatı üzerinden alınan fon kaldırıldı.
2)Türkiye’de üretim yapacak yabancı sigara şirketlerine fiyatlandırma, satış, dağıtım ve ithalat serbestliği getirildi.
3)18 Şubat 1992’de Marlboro sigarası üretecek yabancı sermayeli fabrikanın temeli atıldı. Şirket Ocak 1993’de üretime geçti.
4)Tekel yetkilileri British American Tobacco (BAT) ile ortaklık anlaşma imzalıyor.
Yabancı şirketler Türk sigara piyasasını, en az riskle ele geçirmek için çeşitli senaryolar üzerinde duruyor.Tekel’in kapasite fazlası fabrikaları kiralanıyor.
Yabancı şirketler geçen zaman içinde iç pazar paylarını önemli ölçüde artırdılar.
1984’de yabancı şirketlerin sigara pazarındaki payı % 10’du. Aynı oran 1997’de yüzde 30’u aşmıştı! 2003’de ise %43’e yükseldi. Bugünse %50’yi geçmiş bulunuyor. İşte bir ekonomik savunma hattı –silah, top tüfek kullanılmadan- böyle ele geçirilir. Sinsi sinsi, adım adım, hissettirilmeden¼ “Türkiye’de iyi şeyler de oluyor” diyenlerin, ANAP, DYP, SHP, RP, DSP, MHP’li hükümetlerin büyük başarısı!... Kendi ellerimizle seçip TBMM’ne yolladığımız şahısların kimlere çalıştığını, Türk halkı yerine kimleri zengin ettiğini görün ve ibret alın.
Yabancı şirketler Tekel’in pazarını tümüyle ele geçirmek için türlü yöntemler deniyor.
Nihahi hedef Tekel’e öldürücü bir darbe vurmak¼
E) Ve Son Darbe (1998-2003): Tekel Satışa Çıkarılıyor
Nihai hedefe ufak ufak, sinsi sinsi, hissettirilmeden varılmıştır: İlk adım “Türk insanının ABD tütününe bağımlı hale getirilmesi,” son adım ise “Tekel’in satılması” ¼
• Ocak 1998’de Tekel’den sorumlu ANAP’lı devlet bakanı, Bakanlar Kurulu’na “Tütün Yasası” tasarısını sunuyor. Yasaya göre tütün destekleme alımları yeni kurulacak tütün ofisine devredilecek, Tekel’in kârlı işletmeleri ayrı ayrı satılacak.
• Haziran 1998’de Avrupa Birliği; AB-Türkiye Karma İstişare Komitesi toplantısında Tekel’in özelleştirilmesini istiyor.
• Ve tarih 13 Haziran 2003¼ T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı 4046 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde Türk sigara sektörünün öncü kuruluşlarından TEKEL’in bağlı ortaklığı Sigara Sanayii İşletmeleri ve Ticareti Anonim Şirketi ile Alkollü İçkiler Sanayii ve Ticareti Anonim Şirketi’nde bulunan yüzde 100 oranındaki kamu hisselerini, “satış” yöntemi ile blok olarak, özelleştirilmek üzere ihaleye çıkarıyor. Ancak bir ulus-ötesi şirketçe verilen teklif düşük bulunarak, ihale iptal ediliyor.
Bir ülkeyi yönetenler kendi halkının kaynaklarını, kendi tarımını, kendi tütüncülüğünü elin adamlarına nasıl peşkeş çekebilir? Tek bir açıklaması var: Sınıfsal çıkar ve işbirliği!
Türkiye’de iki irade var. Ulusalcı ve teslimiyetçi...
1970’lerden bu yana demokrasi oynayarak iktidara getirdiğimiz teslimiyetçi partilerin marifeti, Tekel örneğinde açıkça gözler önüne seriliyor: Kendi yurttaşlarını, kendi çiftçilerini yoksullaştırdılar. Zaten zengin olan Amerikan çiftçisini daha da zenginleştirdiler.
SONUÇ Sonuç yerine, şu soruyu yanıtlayalım: Türkiye’de neden özelleştirme yapılıyor? Tekel niçin özelleştiriliyor?
Yanıtı çok basit! Çünkü işbirlikçilerin efendileri öyle istediği için¼ Batı’nın (ABD ve AB’nin) büyük sermayedarları ile onların yerli ortaklarının çıkarları gerektirdiği için... Teslimiyetçi iktidarlar buna, neoliberal dayatmaya boyun eğildiği için¼ Türk milletinin geleceği teslimiyetçilerin umurunda bile değil.
Özelleştirme Türkiye’de IMF ve Dünya Bankası’na hoş görünmenin, bunların mâlî ve politik desteğini alabilmenin, dolayısiyle zengin ülkelerin çıkarlarına hizmet etmenin bir aracıdır. Güçlü olan, avantajlı olan liberalizm ister. Bir göz atın Avrupa iktisat tarihine, İngiltere’si, ABD’si, Almanya’sı, Fransa’sı, bu emperyalist devletlerin her biri önce korumacı ve devletçi iken, sanayileşmelerini gerçekleştirir gerçekleştirmez liberal kesilmişlerdir.
Özelleştirme Türk ulusunun kaynaklarını âtıl kılmak, değersizleştirmek için yapılıyor. Bu kuruluşlar bile bile bakımsız bırakılıyor, yenilenmiyor.
Özelleştirmeler, “yapısal uyum, yapısal reform” gibi parlak söylemler altında, Türk halkının nesi var nesi yok, üç beş yiyiciye peşkeş çekmek için yapılıyor. Tekel de böyle elden gidiyor.
Özelleştirme Türk halkının ortak mallarını iç ve dış para babalarına yağmalatma ve hortumlatma için yapılıyor. Bu nedenledir ki mafya ve yolsuzluk çeteleriyle sıkıca bağlantılıdır. İşin ucu politikacılara, hükümetlere, bürokratlara kadar gitmektedir.
Özelleştirmeler, tabii Tekel’in özelleştirilmesi de kesinlikle halkımızın çıkarı için yapılmıyor. ABD’nın, AB’nin, IMF’nin buyruklarını yerine getirmek için yapılıyor.
Özelleştirme Türkiye’yi yeniden sömürgeleştirmek için yapılıyor: Cumhuriyet’in ilanından bu yana halkımızın bin bir özveriyle yarattığı ulusal varlıklarımız, hem de kelepir fiyatına birer birer yabancıların ve onların yerli ortaklarının eline geçmektedir. Ekonomisi yabancıların eline geçen ülke kalıcı olamaz, bağımsız olamaz.
Özelleştirme yapan ve bunu destekleyen, Neoliberalizm’e hizmet eder. Neoliberalizm’e hizmet eden, Batı oligarşisine hizmet eder.
Vatan aynı zamanda ekonomidir.
Atatürk boşuna haykırmıyor: Ekonomi demek her şey demektir. Ekonomi demek bilim demektir, refah demektir, onur demektir, Devlet demektir, Bayrak demektir, Vatan demektir.
Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini korumak ve savunmak demek; ekonomik kaynaklarımızı, korumak ve savunmak demektir.
ABD’nin gizli planları hizmetinde Vatanımızın ekonomik kalelerini satanlar, bunları sırtlanlar gibi kapışanlar; bağımsızlığımızı ve Cumhuriyetimizi yok etmeye girişen düşmanlardır.
Özelleştirme-hele yabancıya satış- vatana ihanettir.
Özelleştirmeye karşı çıkmak, en az irticaya karşı çıkmak kadar gereklidir.
***
Tekel 2005 yılında yeniden ihaleye çıkarıldı. Ancak teklif gelmemesi üzerine ihale ikinci kez iptal edildi. Tarih, 8 Nisan 2005’di.
Ertesi gün, Devlet Bakanı –bugün aynı zamanda Başmüzakereci- Ali Babacan şu açıklamayı yaptı: “Kararlıyız, ergeç satacağız.”
Gerçekten sahipsiz, gerçekten sahipsiz Türkiye!...- Prof. Dr. Cihan DURA -Uzun bir yazı şu kısa cümle her şeyi anlatır "Gerçekten sahipsiz, gerçekten sahipsiz Türkiye!..."
Saygılar