TSK'ya suikast

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Başkomutan » Sal Ara 29, 2009 15:52

Neler oluyor?

Çukurambar’da bir albay ile binbaşının keşif olayı önce Bülent Arınç’a suikast hazırlığı diye nitelendi.. Sonra “dinleme” tahmini yapıldı. Bülent Arınç da önceleri o fikirdeydi. Savcı evlerini aradıktan sonra subay sanıkları salıverdi. Derken alttan alta olay büyütüldü. Seferberlik Tetkik Kurulu’nun aranmasına kadar vardı işler...
Devletin kurumları arasındaki güvensizlik doruğa ulaştı.
DP’nin hukukçu Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk, yaşanan kaosu Vatan’da Mine Şenocaklı’ya şöyle anlatıyor:
“Devlet kurumları birbirleriyle yazışarak bilgi toplar. Eğer cumhuriyet başsavcısının bir bilgi isteği varsa, bunu Genelkurmay’a bildirir. Gidip karargâh basmaz. Bu bir güvensizlik işaretidir. Görülüyor ki, devletin iki önemli kurumu birbirine güvenmiyor, birbirini arıyor. Bu güvensizlik sadece bu konuda değil. Erzincan’da, Erzurum’da Milli Emniyet’in bürosu basılıyor. Milli Emniyet aranıyor. Kim arıyor? Sivil yargı arıyor. Sivil yargı, Milli Emniyet’e güvenmiyor. Devlet birimleri arasında böyle bir güvensizlik ortaya çıktıysa, ben de diyorum ki, devletin çivisi çıkmıştır.”
* * *
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ne diyor olup biten konusunda? Şunu:
“İddia, emir komuta zinciri içinde suikast planlaması hazırlığı yapıldığı yolundadır. Buna inanmak mümkün değildir. Ancak böyle bir şeyin olabilirliğinin ciddi siyasi çevrelerde öngörülmüş olması Türkiye’de güvenin ve işbirliğinin kesinlikle ortadan kalktığını gösteriyor. Türkiye gerçekten bölünüyor.”
Cumhuriyetin en vahim dönemindeyiz...

MELİH AŞIK / Milliyet
29.12.2009

Ercan Akyol çiziyor...

Resim
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Ara 29, 2009 22:45

Çomaklayanlar

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast girişimi iddiasından sonra olanları, olacakları, nefesimizi tuttuk, izliyoruz...

Sisli, karabulutlu havanın açılmasını heyecanla beklerken, Genelkurmay’dan yapılan son açıklama, havayı biraz daha kararttı!

Yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığında 26 Aralık 2009 günü içeriği Devlet sırrı niteliğindeki belgeleri kapsayan bölümde başlatılan arama faaliyetinin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 125’inci maddesi uyarınca ilgili Hâkim tarafından bizzat yapıldığı belirtilen açıklamada, “Tek Hâkim tarafından yapılmakta olan bu inceleme sürecinde, doğal olarak dinlenme ve idari işler için aralar verilmekte, bu nedenle inceleme süresi uzamaktadır. Tamamen yasal çerçeve kapsamında yürütülmekte olan bu incelemenin bir müddet daha devam edebileceği...”

Herhalde, Genelkurmay’ın yaptığı bu açıklamanın bir hikmeti, bir bildiği ve satırları, kelimeleri arasında bazı imalar, anlamlar vardır diye düşünüyorum! Ama gene de incelemeler ne kadar yasal olursa olsun “bir müddet daha” devam etmesinin zihinleri karıştırmasından, havayı büsbütün karartmasından endişe ediyorum.

En azından şu çelişki açıklığa kavuşturulmalı; Genelkurmay Başkanı ilk açıklamasında iki subayın Genelkurmay’dan birilerine belge, bilgi sızdıran kişiyi resmen, görevli olarak izlediklerini bildirmişti, sonra, aralarında bu iki subayın da bulunduğu 8 askeri personelin de tutuklandığını, gene Genelkurmay açıkladı! Bu “bir müddette” yapılan, yapılacak çeşitli beyanlar ve yorumlar da, katmerleşerek devam edince durum daha da ağırlaşacak... Temennim, “bir müddetin” mümkün olduğu kadar az sürmesi... Tesellim, “sabrın sonu selamet” temennim de, “geç olsun da tam olsun” !

Gene de...

Fakat doğrusu, yasal da olsa, T.C. Genelkurmay Başkanlığının en mahrem bölgelerinde, yargıç tarafından da olsa, böyle arama inceleme yapılması, ilerisi için tehlikeli bir emsal teşkil edecek!

DP Genel Başkanı, hukukçu Hüsamettin Cindoruk, bu duruma “kargaşa” diyor.
“Devlet kurumları birbirleriyle yazışarak bilgi toplar. Eğer cumhuriyet başsavcısının bir bilgi isteği varsa, bunu Genelkurmay’a bildirir. Gidip karargâh basmaz. Bu bir güvensizlik işaretidir. Görülüyor ki, devletin iki önemli kurumu birbirine güvenmiyor, birbirini arıyor. Bu güvensizlik sadece bu konuda değil. Erzincan’da, Erzurum’da Milli Emniyet’in bürosu basılıyor. Milli Emniyet aranıyor. Kim arıyor? Sivil yargı arıyor. Sivil yargı, Milli Emniyet’e güvenmiyor. Devlet birimleri arasında böyle bir güvensizlik ortaya çıktıysa, ben de diyorum ki, devletin çivisi çıkmıştır.”

Sadece “çivisi” mi? Ortalık, Ruhat Mengi’nin yazdığı gibi, “çıfıt çarşısına” döndü. “Ergenekon’la” başlayan “süreç” kocaman, yamalı bir çingene bohçası!

Bazıları bu duruma “Hukuk devleti olmak mücadelesinde zafer” diye sevinç naraları atıyorlar... Ben bu durumu “Türk Ordusuna top yekûn saldırı” olarak niteliyor ve açık söylemeliyim, karalar bağlıyorum!

Çomak

Oyunun baş aktörü, Bülent Arınç; “Arı kovanına çomak soktuk” buyurmuşlar...

Kendileri “çelik-çomak” oynamıyorlar!

Ortalığı çomaklayanlar çok!

Ama gene de “Ya sabur!” Fakat bu esnada “bir müddet dahada”, kaybedilen değerleri kim, yeniden yerine oturtacak, kötü “emsaller” nasıl silinecek?

2009 kötü bir yıldı. Yeni yıla da, endişelerle korkularla, giriyoruz...

“Umut Mehmed’in ekmeği” ...


Altemur KILIÇ / YENİÇAĞ, 30 Aralık 2009
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Ara 29, 2009 22:53

Sızlanma Paşam, gereğini yap!

Var olan fotoğraf hüzün vericidir!

TSK’ya karşı “psikolojik harekat” gittikçe daha büyük ivme kazanarak ve çok yönlü şekilde sürdürülüyor.

Ve heyhat birileri bunu hukuk diye yutturmaya kalkışırken, bazıları da el hak öyledir deyip ona izin veriyor!

Herkes biliyor ki bu bir rövanş ya da hesaplaşma!

Diyeceksiniz ki TSK yapılanlara izin vermese hedefe oturtulup sürekli dövülecekti!

Öyle değil...

Ver kurtul çözüm olsaydı, Dolmabahçe’den bugüne iş bu kadar zıvanadan çıkmazdı.

Küçük taviz, büyük tavizlere zemin hazırlar..

Türk Silahlı Kuvvetleri, Hilmi Özkök dönemi ile beraber kendi kurumsal kimliği ve misyonu bağlamında tavizler vermeye başlamış ve iş bu noktaya kadar gelmiştir.

Efendim isyan mı etseydi?

Elbette ki hayır.

Pentagon gibi davranması yeterdi!

Dün de yazdık, FBI, Pentagon’un sırlar odasına acaba girebilir mi?

Velev ki TSK’nın diğer ordulara kıyasla, bu devleti kuran kimliği ile ayrı bir misyonu da var!
Bunun için yapılacak şey kararlılıktı!

Siz Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını birinci gün kabul etmeyip, ikinci gün selam durursanız akıbet elbette bu olacaktı.

Açıklıkla söyleyeyim, TSK bir süredir iyi yönetilmiyor.

Koca bir ordunun üst komuta heyeti, neredeyse her gün sızlanarak mağdurları oynuyor!

Dünyanın en gelişmiş silahlarına ve 500 bin silahlı adama sahip bir yapının mağduriyet söylemi inandırıcı olamaz, tersine acziyet olarak algılanır.

Ne mi yapılacaktı?

Hiçbir şey yapamıyorsanız istifa edersiniz ki bunun bir anlamı olurdu.. İşte Torumtay Paşa örneği ortada!

Hadi istifayı düşünmediniz, size yapılan çirkin tezgahları bir bir milletle paylaşırsınız!

Biliyorsunuz ki mevcut siyasi yapı size önyargılı, hal bu iken aynı metotta ısrar olacak şey midir?

Onu bunu bırakın, her gün TSK’ya hücum eden Yenişafak ve benzeri matbuatı karargahında ağırlayan, bu Genekurmay değil midir?

Tavır almasını bilmeyenlere bu gibi akıbetler mukadderdir!

Bir Orduyu büyük yapan şey de sadece asker sayısı değil, kabiliyetleridir.

Sorarım size, dünyanın 5. Büyük Ordusu aylardır bir tane olsun karşı piskolojik hareketı becerebildi mi?

Hülasa TSK, bu haliyle sevenlerine hüzün, karşıtlarına ise moral veriyor.

Hayır hayır, asla ve kat’a darbeyi falan ima etmiyoruz, söylediğimiz şey o kurumun imajına sahip çıkılmasıdır... Tekrar ediyoruz, bu coğrafyada güçlü bir ordumuz olmazsa bu devleti yaşatmazlar.. Bizim feveranımız bunun içindir.

SAHİPLENİN...
Nasıl Başkomutan...


Anayasa’ya göre Abdullah Gül, TSK’nın Başkomutanıdır. Realite bu ama açıklıkla söylemeliyiz ki Abdullah Gül o konumuna uygun davranmıyor. Ülkenin ordusu aylardır psikolojik operasyona muhatabım diye feryat ederken, Başkomutan’dan tık yok! Sahi asker rahatsızlığını dillendirirken siz Abdullah Bey’in o rahatsızlıkla ilgili bir adım attığına hiç şahit oldunuz mu? Olamadıysanız Adullah Bey’in Köşk’deki varlığı şeklen olmuyor mu? Hatırlayın son gelişmelerden rahatsız olan Genelkurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanı aslında Cumhurbaşkanına gitmesi gerekirken Başbakan’a gittiler.. Bu görüntü bile her şeyi anlatmıyor mu? Görüyorsunuz bir şekilde Cumhurbaşkanı olunabiliyor da, orada başarılı olabilmek mümkün olamıyor.

YAZIK...
Deniz Feneri’ne var, devlet sırlarına yok...


Akıl ermeyecek olayların ülkesi Türkiye’de akıl ermeyecek bir karara daha önceki gün şahit olduk. İlgili birimin Kozmik Büro ile ilgili arama ve haberlere yayın yasağı getirilmesi talebi yargıdan geri döndü. Oysa aynı yargı Deniz Feneri ile ilgili haberlere yayın yasağı getirmişti.. Düşünün zekat hırsızlığını kapsayan, devleti ve bekasını zerre ilgilendirmeyen bir konuya yayın yasağını getiren yargımız, devlet sırlarının ayağa düşmesini engellemek için yapılan müracaata hayır diyor. Bir şey diyemeyiz; demek ki ülkedeki hukukun gereği bu. Fakat bu fotoğraf bile yargının nasıl cepheleştiğini ve siyasallaştığını gözler önüne sermiyor mu? Yazık, bölünmedik bir yargı kurumumuz vardı, onu da böldüler!

TAKVİYE...
Milliyet ve Vatan yeni sahibini selamladı...


Dünkü Milliyet’le Vatan’ı gördünüz mü? Birinci sayfa mizanpajları ile adeta yeni sahibini selamlar gibiydi. Evet şekilde görüldüğü gibi Milliyet ile Vatan da artık yandaş medya olma yolundadır. Kuşkusuz sitemim orada yazı yazan Melih Aşık, Güngör Mengi, Can Ataklı, Mustafa Mutlu, Necati Doğru, Hasan Pulur ve Güneri Cıvaoğlu gibilere değildir, sitemim mutfaklaradır. Belli ki gazeteyi hazırlayanlar yeni patrona, bizimle olur mesajını iletiyorlar.. Boşuna uğraşmasınlar, onlar akıllıdır. Kendileri takıye yaparlar da başkalarının takıyelerini yemezler. Buraya not düşüyorum, satış işlemi bitince gazete yönetimleri, okuyucuyu tutma adına sadece birkaç ay orada kalabilirler.


Sabahattin ÖNKİBAR / YENİÇAĞ, 30 Aralık 2009
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Başkomutan » Çrş Ara 30, 2009 7:35

İleride pişman olmak istediğim bir yazı
“TSK bitmiştir”


Birkaç gün önce “TSK’nın bitmesine çeyrek kaldı” başlıklı bir yazı yazmıştım. Belli ki vakit doldu. O çeyreği de harcadık. Açıkçası Türk Silahlı Kuvvetleri bitmiştir.

AKP yandaşı bir profesör “Fesat yuvası haline gelen TSK tasfiye edilmeli, yerine aynı Nizam-ı Cedit gibi yeni bir ordu kurulmalı” demişti 15-20 gün kadar önce.

O zaman “Bir şeyleri bilmeden bunlar söylenmez, demek ki işin sonuna geldikleri konusunda ciddi inançları var” diye yazmıştım. Nitekim o yazıyla ilgili hayli gürültü kopacağını en azından Genelkurmay’ın hukuki yollara başvuracağını düşünüyordum, hiçbiri olmadı, anlaşıldığı kadarıyla Genelkurmay dahil herkes durumun farkında.

Neden bu kadar net biçimde “TSK bitmiştir” diyebiliyorum?

Çok basit. Türk Silahlı Kuvvetleri kamuoyunun gözünde, cinayetler işleyen, suikastlara kalkışan, yandaş medyanın deyimiyle halka karşı komplolar hazırlayan ve darbe için planlar yaparak silah ve mühimmat biriktiren bir kurum durumuna düşürülmüştür.

Özel Harp Dairesi’nin görevlendirilen özel bir hâkim ve savcılar heyeti tarafından aranması da bunun kanıtı olmuştur. Çünkü eğer konu sadece ordu içinde bazı yapılanmalara giden kişilerin takibi olsa devletin kalbi olarak nitelenen arşivlere baskın yapılmazdı.

Demek ki konu sadece ordu içindeki bazı çürüklerin ayıklanması değil, tamamen Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik bir operasyonudur.

Oysa her Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra iç ve dış tehditlerin görüşüldüğü söylenir. Bu iç ve dış tehditlere karşı alınacak önlemler de işte bu aranan karargâhtaki “Kozmik arşivde” saklanır.

Açıkçası iktidar da bu arşivde neler olduğunu bilmektedir ama, içeri hâkim sokarak kafaları karıştırmakta, Türk halkına “Bakın size karşı ne büyük komplolar hazırlanıyormuş” demek istemektedir.

Kendilerine liberal maskesi takan faşistler de ellerindeki büyük medya gücüyle bu beyin yıkama propagandasını neredeyse saniye saniye halkın kafasına çakmaktadır.

Bu koşullar altında Genelkurmay Başkanlığı koltuğunu işgal eden kişinin hâlâ orada nasıl oturduğunu anlamak mümkün değildir. Eğer bir ordu cinayetle, darbe hazırlığı ile, halkına karşı komplo ile suçlanıyorsa, o ordunun başı ya gerçekleri açıklar ya da istifa eder.

Tabii aynı şekilde eğer bir ordu bu suçlamalar altındaysa iktidarın da bu ordunun başındaki kişiyi görevden alması gerekir.

İkisi de olmuyor. Ne garip değil mi? Ortada ya hiç bilmediğimiz bir şeyler var ve kısa bir süre sonra çok şaşıracağız, belki de en azından ben bu yazdıklarımdan dolayı pişmanlık duyacağım ya da iktidarla ordu arasında müthiş bir işbirliği var da bunu fark ettirmiyorlar.


CAN ATAKLI / Vatan
30.12.09




Yeni yıla ‘darbesiz’ giriyoruz!
Darbeciler...


Bugünü saymazsak yeni yıla 24 saat kaldı. Bir yıl daha gidiyor. Giden yıl hüzündür; gelen yıl neşe, kahkaha, umut, iyimserlik. Hepinize, neşeli, umutlu, kahkahası bol yeni bir yıl dilerim.

Biten yıl eskidir.

Başlayan yıl yeni.

Yeni yıla “askeri darbe ihtimali tamamen bitmiş” olarak giriyoruz. Ve bunu da “darbecilikle suçlanan generaller, Özel Harp Dairesi’ni yöneten komutanlar” sayesinde başarıyoruz.

Silaha sarılmadılar.

Hukuka sarıldılar.

Özel Harp Dairesi’nin “kozmik odasını” ağır ceza hâkiminin incelemesine açtılar. Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanları, gerçekten demokrat ve hukuka saygılı birer Atatürkçü asker olduklarını gösterdiler.

Darbecilik gerçekte bitmişti.

Şimdi korkularda da bitti!

“Laik darbeci ordu korkusu”nu canlı-kanlı tutarak ve kendilerini “bir şiir okudum içeri attılar” diyerek mağdur demokratlar yerine koyanların da ellerindeki koz bitti. Dikkat isterim, kirlenmemiş bakış beklerim; hür vicdan, özgür fikir, bağımsız akılla yazmak isterim. Bitmekte olan bu yıla “bir isim koymak, bir ad takmak” isterim.

***


Giden yıl, püskürtme yılıydı.

Elinde bir püskürtücü vardı.

Fırt... Fırt... Fırt!

Bütün yıl püskürttü:

Darbeci bu gazeteci!

Fırt... Fırt... Fırt!

Darbeci bu rektör!

Fırt... Fırt... Fırt!

Darbeci bu profesör!

Fırt... Fırt... Fırt...

Darbeci bu iş adamı!

Fırt... Fırt... Fırt...

Darbeci CHP!

Fırt... Fırt... Fırt...

Darbeci MHP!

Fırt... Fırt... Fırt...

Geçip gitmekte olan bu yıl, “şeref lekeleme püskürtücüsüne” dönüştü ve “yandaş medyayı kullanarak şeref lekeleme yılı” oldu. Gazetelerdeki gazetecileri, TV’lerdeki açık oturumcuları da fırt... fırt... fırt; “3.dalgada gözaltına alındılar... 5.dalgada götürüldüler... 7.dalgada tutuklandılar... 12. dalgada evleri 3 saat arandı... Darbe ortamı yaratmaktan yakalandılar...” diye yazıp söylediler. Bıkmadılar; aynı gazetelerde, aynı köşelerde belden aşağı vuruşlarla bütün bir yıl boyunca hemen her gün yazdılar ve yıl sonuna geldik; aynı TV’lerde aynı ses tonu, aynı kişiler, aynı yüz ifadesi ile “Özel Harp Dairesi’nin kozmik odasına” girildi diye konuşarak 2009 yılının 365. gününü de bitiriyorlar.

***


Kozmik odaya girilmişse!

Darbenin beynine iniliyor.

Darbecilik de bitmiş oluyor.

Gitmekte olan yıl; orduya “Sıkıyorsa darbe yap...” dercesine meydan okumalarla geçti... Ordu, darbeciliğini 28 Şubat ittirmesiyle noktalamış olduğu için, “bu meydan okuyucu kışkırtmalara” kapılmadı. Gitmekte olan yılın en hayırlı yanı da bu oldu.

Giden yılın ezberi vardı.

Giden yılın ezberi şuydu:

Ordu darbecidir.

Tayyip demokrattır.

Albaylar andıççıdır.

Fethullah Hoca ilericidir.

Kozmik odaya girildi.

Ordunun darbeci olmadığı ortaya çıktı. 2009’un ezberi bozuldu. Demokrasi trenine inmek üzere ve omuzlarında takıyye heybesi ile binenler; “darbe yapacaklar-bizi vuracaklar” korkusuna bundan sonra sarılamayacakları için şimdi demokrasi direksiyonunu “ülkeyi sivil darbeciliğe çevirmeyecek ve çalışanların yüzüne biber gazı sıkıp polise dövdürmeyecek” yönde kullanmaları gerekiyor.

Yeni yıl umutlarla geliyor.

NECATİ DOĞRU / Vatan
30.12.09
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Başkomutan » Çrş Ara 30, 2009 7:46

Suikast olur da buluşma olmaz mı?

PAZAR günü soruşturmanın içindeki bir kaynaktan aldığım bilgiyi paylaştım.
İkinci kez doğrulatamadığımı da söyleyerek.
Özel Kuvvetler'e bir telefon ihbarı yapılmış ve TSK içindeki köstebeğin Arınç'la buluştuğu söylenmiş, ardından Emniyet aranarak Arınç'a suikast yapmayı planlayanların Arınç'ın evinin önünde olduğu ihbar edilmiş. Bunun üzerine, "Arınç'a suikast girişiminde" bulunacağı iddia edilen ama aslında onunla görüşen köstebeğin peşinde olan iki subay yakalanmış.
Haberin kaynağı önemli olmasa bunu yazmazdım.
Yazdım ve tam beklediğim şey oldu.
Yine cepheleşme.
Bir grup, "Bravo, biz de böyle bir şey olduğunu tahmin ediyorduk" dedi.
Bir diğer grup ise "Bu büyük bir palavra. Sen bunları askeri korumak için yazıyorsun" diye bağırmaya başladı.
Ben bilmem. Merkez bilir.
Bu bana gelen bir bilgidir.
Devletin kayıtları vardır. Araştırılır. Yalansa da ortaya çıkar, doğruysa da.
3 gündür bu bilgi yalanlanmadı.
Bu arada Fehmi Koru, "Bu senaryo tutmaz. Çünkü o gün Bülent Arınç, Manisa'daydı" diyor.
İhbarı alan askerler, Arınç'ın Manisa'da olduğunu bilmiyor olabilir, bir.
İkincisi, o gün Manisa'da olan Bülent Arınç'a Ankara'da suikast yapıldığına inanmamızı istiyorsunuz da, diğer senaryoya niye inanmıyorsunuz?
Manisa'daki Bülent Arınç'a Ankara'da suikast yapılabilir de, Manisa'daki Bülent Arınç Ankara'da biriyle görüşemez mi?

FATİH ALTAYLI / Habertürk
29.12.09


Suikast...

BÜLENT Arınç gülücükler içinde...
Kendisine suikast yapılacaktı diye bu kadar çok sevinen birisini hiç görmemiştim.
Yüzünde güller açıyor..
Sağa-sola mutluluklar içinde el sallıyor...
Sevindi...
Medyayı görür görmez, “Kâğıdı yutmak için su istiyor... Şişenin kapağı var...
Kapak yere düşüyor...” diye başlıyor suikastçığına, sanki gittiği sünnet düğününü anlatıyor.
Medya sordu sordu... Sormadı, o başlıyor:
“Su istiyor ki planı yutsun...
Su geliyor, şişenin kapağı.....”
Cumhurbaşkanı, başbakan olamadıysa da “Suikast sahibi adam“ mertebesine erişmenin sevinci içinde uçuyor...

İnsanların suratı ise “Neler oluyor?” diye asık.
Bence ne olduğunu Vakit Gazetesi dünkü manşetinde çok net biçimde bize açıkladı:
“Kozmik odaya girildi...”
(.........)
Kendi düzenlerini kurmak isteyenlerin en korktukları ve şüphelendikleri yerdi TSK’nın o özel seferberlik birimleri.
Çünkü orada her türlü saldırı-istila karşısında senaryolar üretilip, dosyalarda saklanıyordu.
Ama durup dururken oralara girmeleri olanaksızdı.
O zaman hem polise, hem özel birimlere yapılan sahte ihbarlarla işte bu, “Bülent Arınç’a suikast” ortaya çıkartılıverdi...
Ve olan oldu...
Yandaş medya dün müjdeliyordu:
“Kozmik odaya girildi...”

Arınç mutlu...
Normalde suikastın hedefi olan insanın canının sıkılması, üzülmesi gerekmez mi?..

Bu uçuyor...
Gülücükler dağıta dağıta, sanki iyi bir şey oldu...
Oysa...
Oysa bakar mısınız; kimi vurdular?..

BEKİR ÇOŞKUN / Habertürk
29.12.09




Sızar mı sızar!


TSK’nın en hassas birimlerinden Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda birkaç gündür arama yapılıyor. Birimin özelliğinden dolayı aramaya polis dahil edilmiyor. Sadece bir hâkim yapıyor. Buna rağmen gazetelerde aramaya ilişkin çarşaf çarşaf haberler okuyoruz. Mesela;
“Hâkim 170 sayfa not tuttu. İncelemelerde sonradan düzenlenmiş eski belgeler bulundu.”
“Hâkim, şüpheli 8 askerle ilgili belgeleri kopyalıyor, diğer belgeleri ise not alıyor. Hâkimin her adımı askerlerce tutanağa geçiriliyor.”
“Şok gelişme; bilgiler silindi.”
Bu bilgiler doğru mu? Doğru ise bunları kim sızdırıyor?
Ya bundan sonra? Kozmik kasadan çıkan sırlar işportaya düşer mi?
“Kozmik kasadan çıkan sır” diye masa başında yazılan birtakım komplo senaryoları malum basının sayfalarında yerini alır mı?
Askeri konularda uzman gazeteci Mehmet Ali Kışlalı, dünkü Akşam’da
“Aramada ele geçen bilgiler medyaya, özellikle iktidar yandaşı medyaya sızacaktır” diyordu.
Umarız bu tahmin yanlış çıkar. Elbette o kasalarda suikast iddialarını aydınlatacak bilgiler varsa yargı görevini yapacaktır... Ama bir yargısız infaz kampanyasına da izin verilmemelidir...


Soru: TSK’yla ilgili son gelişmeler bize neyi öğretti?
Yanıt: Dış saldırılara karşı her zaman hazırlıklı olan ordumuzun iç saldırılara karşı hazırlıksız olduğunu...
Haldun Ertem


Arhınç
Bülent Arınç, Genelkurmay’daki arama için:
- Arı kovanına çomak soktuk, diyor.
Demek TSK arı kovanı, yargı ellerinde çomak...
Demek TSK iktidarın gözünde kendilerine karşı bir tehlike... İki kurum arasında güvensizlik ve kuşku dorukta. Bu çatışma yalnızca TSK’yı değil, giderek ülkeyi hatta AKP’yi de zayıflatır.
Bir ajan gazeteci dün, muhbirlik görevlerini de ihmal etmeden, iktidarın TSK’ya güvenmemek-te çok haklı olduğunu savunuyordu.
Acaba iktidar daha mı güvenilir? O zaman neden anketlerde halkın TSK’ya güveni hep AKP’nin üzerinde çıkıyor?

MELİH AŞIK / Milliyet
30.12.09



Kozmik saldırı açılım için planlandı

Bülent Arınç'a suikast iddiasıyla gündeme gelen olayların ne anlama geldiğini doğru düzgün bilen de gören de yok. Güya TSK içindeki Özel Harp Dairesi, hükümete karşı darbe hazırlığında imiş de bu öğrenilmiş; ona baskın yapılmış. Bunun için kozmik odalarda (çok özel bilgilerin bulunduğu bölümler) aramalar yapılıyormuş.
TSK içinde; NATO'ya girişimizden sonra Özel Harp Dairesi diye özel bir örgüt kurulduğu doğrudur.
Bu örgütü kuran, NATO, daha doğrusu NATO'yu güden ABD'dir. Özel Harp Dairesi kamuoyunda daha çok Kontr-Gerilla diye bilinmektedir.
Bu özel örgüt, Türkiye'de ABD politikalarına uygun olacak şekilde provakasyonlar yaparak ortalığı karıştırmış; hatta 12 Eylül 1980 askeri darbesini hazırlamıştır.
Kontrgerille ile en çok mücadele edenler İşçi Partili aydınlardır. Şu an darbecilik iddiasıyla Ergenekon'dan tutuklu bulunan Doğu Perinçek; en az 30 senedir bu örgüt ile ilgili yayınlar yapmaktadır. Türkiye'de ABD'nin istemediği hiçbir darbenin yapılmadığı da tarihsel bir gerçektir.
Bugün, TSK içinde, eski çizgide bir kontrgerillaya ihtiyaç kalmamıştır. Çünkü bu örgüt yaşar ise, PKK'ya karşı da düzenler kuracaktır. Böylece Kürt açılımının önüne de set çekilmiş olacaktır. Özel Harp Dairesi etkisiz hale getirilecek ki PKK'nın kadroları şehirlerde siyasallaşabilsinler.
Yani; ordu içindeki bu özel yapı; açılım açısından zararlı görülmektedir; bu yüzden de darbe veya suikast iddialarıyla susturulması gerekmektedir.
İşte bu süreçte ABD; Türk ordusunu da tam kendi denetimine alma işini başlatmıştır. TSK içinde ABD'ye karşı olan öğeler, Ergenekoncu suçlamasıyla gözaltına alınarak etkisizleştirilmişlerdir. Ordu içindeki darbe soruşturması da ABD çizgisine uymayan subayların devredışı bırakılması işleminden ibarettir.
Bu süreç; öyle planlanmıştır ki, işin içinden hükümetin puan alarak çıkması istenmektedir. Yani; kozmik oda baskını; 2011 genel seçimleri için yapılan bir altyapı yatırımıdır.

RIZA ZELYUT / Güneş
30.12.09


Türk Ordusu 'BBG Evi' gibi izleniyor!..

Önceki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Irak’ın kuzeyine PKK operasyonu yapılırken, “Onları BBG evi gibi izliyoruz” demişti.
Demişti de, 100 bin askerimizin yaptığı kış operasyonu ABD’nin emri ile sonlandırılmıştı!..
Daha sonra, siyasi tarihimize “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak geçen Erdoğan-Büyükanıt görüşmesinden sonra çok şey değişti. Bunun izleri bugünlerde de görülüyor.
Şu andaki Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ döneminde “BBG Evi” gibi izlenen artık Türk Ordusu oldu!..
Eski 2. Ordu Komutanlarından E. Org. Edip Başer’in ifadesiyle hâkim ve savcılar “devletin yatak odasına girdi.” Başer, bu sözleriyle Genelkurmay’ın “kozmik odalarında” üç gündür süren aramaları kastediyordu.

Anlaşılmaz bir durum
Ne yapılmak isteniyor, ne aranıyor? Güya, (askere karşı sert ve dayanaksız açıklamalarıyla tanınan) Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a tasarlanan suikastın belgeleri aranıyor.
Bu, önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak diye umuluyor.
Bence hiçbir şey ortaya çıkmaz. Çıksa çıksa devletin sırları, orada burada ortalığa saçılır, itibarsızlaştırma ve Türk Ordusu’nu psikolojik olarak sıfırlama söz konusu olur.
Daha önce de yazdım.
Org. Büyükanıt bile kendisini Yahudi diye eleştirenleri bulacağını söylemişti. Ben de bulamaz, demiştim. Bulamadı. Belki de aramadı bile!
Org. Başbuğ, Albay Çiçek olayında “Suçluları bulun” demişti. Ben de bulunamaz demiştim. Bulunamadı.
Bugüne kadar, gerçek olmadığı anlaşılan hangi olayın sorumlusu bulundu ki?.. TSK yıprandığıyla kaldı.
TSK belki ilerde bugünleri bile arar duruma gelecek.
Ne zaman Genelkurmay Başkanı bir açıklama yapsa, anında orduya operasyon yapılıyor! Ve nedense sesleri çıkmıyor. Benzetmek gibi olmasın ama, tıpkı Kasımpaşalı Başbakan Erdoğan’ın Osman Baydemir’in küfrü karşısında -anlaşılmaz- bir suskunluğa bürünmesi gibi!..

İnsan anladığı kadar yaşar!..
Şimdi, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın “kozmik” denen en gizli devlet sırlarının bulunduğu odalara girilmesi yasalara göre yapılıyormuş!
Doğrudur.
Yasaları nasıl uyguladığınız ve nasıl yorumladığınız da, yasanın kendisi kadar önemlidir. (Bakınız dün, Danıştay, Adalet Bakanlığı müfettişlerinin emriyle hakim ve savcıların dinlenmesi uygulamasını iptal etti..)
Bu yasalar çıkarken, Meclis’deki muhalefet ve o yasanın kendisine uygulanacağını tahmin edemeyen kurumlar susuyor, gelişmeleri izleyemiyordu.
Bu, her konuda böyle. (Örneğin, RTÜK yasası çıkarken medya patron ve yöneticileri aldırmadılar. O arada, “Reklam gelirlerinin belli yüzdesini RTÜK’ün alması” kararlaştırıldı. Böyle bir şey -bence- bugün de akıl dışı. Çünkü, ben kazanacağım, vergisini vereceğim, ama benim kazancımdan ayrıca birisi gelip para alacak; üstelik o aldığı paralarla yan gelip bana ceza kesecek!..)
E, ne demişler?
İnsan anladığı kadar yaşar!.. Yani, farkındalığı azsa, başına gelenlere çaresiz razı olacak, demek.

Devamı da var!..
Farkındalığımızı artırmak için, “bilineni” bir kez daha tekrar edeyim. Atatürk konuşuyor:
“Ey Türk Gençliği,
Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti’ni sonsuzluğa kadar korumak ve savunmaktır.
... Bağımsızlığına ve cumhuriyetine göz koyacak düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir zafer kazanmış olabilirler. Zorla ve aldatmaca ile sevgili vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine düşman girmiş olabilir...”
Devamı da var!..

HULKİ CEVİZOĞLU / Yeniçağ
30.12.09


Yeni bir yapılanma mı?
Çukurambar Operasyonu’nu Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın tarihine bakarak yorumlayanlar, Türkiye ile Amerikan çıkarlarının kesiştiği noktada “belirleyici” olacak tek kurumun dönüştürüldüğü görüşünde
Tarihe “suikaste uğrayacağını öğrendiği gün sevinçten etekleri zil çalan tek politikacı” olarak geçmesi muhtemel Bülent Arınç, tarihteki emsalinin “1978’de Gladio tarafından öldürülen İtalyan Başbakan Aldo Moro” olduğunu açıklayınca, bunu bir ara pası kabul eden Yasemin Çongar “görev” bilinciyle “şutunu” çekti: Arınç’ın Ankara’ya bakınca Roma’yı hatırlamasına hiç şaşırmadım. İtalyan Gladiosu içindeki Rüzgar Gülü adlı gizli birim de, CIA güdümlü ve NATO şemsiyeli Gladio’nun aksine, ABD’ye ve NATO’ya mesafeli milliyetçi subaylardan kuruluydu!..
Çongar’ın ’sorun / tehdit / tehlike’ olarak yansıttığı yapı, açık biçimde görülüyor ki “CIA güdümlü Gladyo” değil, onun kurduğu oyun düzeninin dışına çıkan “ABD karşıtları” veya “milliyetçi subaylar”!


Akinan: Washington’un tasfiyesi
Dünkü Medya Polemik’i okuyanlar, Serdar Akinan’ın yaptığı hatırlatmalara bakarak, Türkiye şartlarında benzer bir “tehlike!” oluştuğunda, nasıl “bertaraf” edildiğiyle ilgili az buçuk fikir sahibi olmuşlardır.
Okumayanlar için Akinan’ın “mim” koyduğu iki önemli tarihe yeniden bakalım:
İlki 19 Mart 2002. Dönemin Amerikan Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin, Irak işgaline destek için Ankara’ya geldiği tarih...
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Bülent Ecevit ve Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafından alenen terslenen Cheney’nin ABD’ye dönüşünü takiben yaşanan “krizler zincirinin” ilk akla gelen halkaları, Ecevit’in hastaneye kaldırılması, “son kurtarıcı” Kemal Derviş’in “siyasi istikrarsızlık” çıkışı ve Devlet Bahçeli’nin seçim kararı almasıydı. Sonuç: Akinan’ın ifadesiyle “ABD’nin, Irak’ın işgali karşısında duran bir askeri siyasi heyeti birkaç ayda tasfiyesi” ve AKP’nin tek başına iktidarı!
İkinci önemli tarih 1 Mart 2003. Ankara’da yine ’ABD’nin planlamadığı’ bir gelişme yaşanıyor ve Irak’a asker göndermemiz için hazırlanan tezkere TBMM’de reddediliyor. Akinan bu olayın faturasının da “aslında” AKP’ye değil, MGK’da bu yönde “tavsiye kararı almayan” yani ABD’nin yanında yer almayan askere çıkarıldığını savunuyor. Akabinde malum; “Ergenekon” denen uzun ince bir yol!


Dönüştürme operasyonu
Dönüşüm miladı olarak 1 Mart 2003 tarihini görenlerin sayısı hiç az değil. Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, dün Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte, operasyonun “ABD’nin Türkiye’yi kendi yörüngesinde tutma çabası”yla paralel geliştiğine dikkat çekiyor ve şunları vurguluyor: “1 Mart tezkeresiyle ABD, askerlerin Türkiye’yi NATO yörüngesinden tamamen çıkarabileceğini düşünmeye başlamıştır. AB üzerinden Türkiye’nin silahlı kuvvetlerinin güvenlik algılamasını değiştirmesini talep edenler bunu artık farklı bir yöntemle yapıyor olabilirler. Bu süreç sona erdiğinde Türkiye farklı bir yapıyla ortaya çıkabilecektir. TSK bu güç mücadelesinin göbeğine yerleştirilmiştir.”


Kılınç’ın Ümraniye bileti
Eslen’in sözleri, ABD’nin askeri, “tehdit” olarak algılamaya başlamasıyla ilgili olarak çok tartışılan başka bir olayı da hatırlattı.
Dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’ın, 7 Mart 2002’de Harp Akademileri Komutanlığı’ndaki konuşmasında söylediği şu sözler, kendi kendisine kestiği Ümraniye Soruşturması bileti miydi acaba?
“Türkiye öncelikle, stratejik anlamda kimlerle bağı varsa, o bağları çözmesi lazım. Bu bağlardan bir tanesi NATO’dur. NATO’dan sıyrılırsanız, ABD’nin size bakışının ne kadar doğru olup olmadığının, hayrınıza veya şerrinize olup olmadığının kararını daha kolay verirsiniz. Bunun da en doğru yöntemi zannediyorum, Rusya ile birlikte, ABD’yi göz ardı etmeksizin mümkünse İran’ı da içerecek şekilde arayış içinde olunmasıdır.”
“Çukurambar Operasyonu”nu, TSK’nın NATO’nun işlevini sorgulama sürecine dayandıran Mehmet Ali Güller, önceki gün odatv.com’da yayımlanan analizinde 1980’lerin sonuna doğru TSK içinde, ABD’nin stratejik hedefleri konusunda fikir değişikliklerinin oluşmaya başladığına dikkat çekiyor.


Çuval; en sıcak saldırı
1986’da “Türkiye himayesinden Kürdistan Planı”na direnç gösteren Özel Harp Dairesi’nin 1990’da Özel Kuvvetler Komutanlığı’na dönüştürüldüğünü ve 1992’de yeniden yapılandırıldığını hatırlatan Güller, bunun “ABD sultasından çıkış” anlamı taşıdığının ve o tarihten sonra “NATO ve ABD ilişkileriyle, ABD parasıyla, ABD eğitimiyle milletine karşı oluşturulmuş olan bir yapının, artık Milli Kuvvet haline geldiğini” dolayısıyla da ABD’nin hedefi olduğunu yazdı.
Yeniçağ’da Arslan Bulut’un kaleminden okuduğunuz “Açılımın Şifreleri” dizisinin dün yayımlanan ilk bölümünde, Öcalan’ın 1993 yılında, dönemin siyasilerine söylediği kaydedilen şu sözlerle, ordudan nasıl bir değişim bekleniyor dersiniz: “Demokrasi paketinizi bekliyoruz, dönmem için ordunun değişmesi gerekir.”
Güller’e göre ABD’nin ÖKK’ya yönelttiği en sıcak saldırı 4 Temmuz 2003’teki “Çuval Operasyonu”ydu: “Bugün Arınç’a suikast yapacağı iddiasıyla subayları gözaltına alınan, karargâhına baskın yapılan ÖKK, 4 Temmuz 2003’te de Peşmerge liderlerine suikast yapacağı iddiasıyla baskına uğramıştı! O gün, ”karşılık verme“ emriyle başına çuval geçirilen, kriptolarına el koyulan subayların, bugün de kozmik odalarına Terörle Mücadele Polisleri girmiştir!”


Doğru okuma notu
Bu vesileyle, ABD’nin II. Dünya Savaşı’nı hasarsız atlattıktan sonra, Sovyetler liderliğindeki Doğu Bloku’na karşı, NATO çatısı altında birleşen Batı Bloku’nun liderliğini ele geçirdiğini ve “yeni dünya düzeni”nin inşaasına başladığını...Amele olarak Marshall Planı ve benzeri anlaşmalarla sayısını arttırdığı sömürgelerini kullandığını... IMF, Dünya Bankası, NATO, BM gibi kurumların uzattığı havuçların yevmiye yerine geçtiğini... Silah ve petrol ticaretinin devreye girmesinden sonra Amerikan kapitalizminin vahşi bir emperyalizme dönüştüğünü... Bu senaryoda Türkiye’nin payına da boru, kuyu, güzergah vs... bekçiliğinin düştüğünü... Dolayısıyla da bekçisinin ruh ve beden ölçülerini “işlevsel” kılmak isteyen ABD’nin aldığı en önemli tedbirin, “en önemli engeli” yani kendisine direnen orduyu etkisiz hale getirmek olduğunu hatırladık.


Kritik soru: Neden şimdi?
Bu hatırlatmalar kuşkusuz nedensiz yapılmıyor. Bugüne kadar kanlısı, kansızı, klasiği postmoderni, darbenin her türünü yaşamış bir ülke soruyor: “Mesele demokrasinin sınırlarının barut izleriyle çizilmesi meselesiyse, neden şimdi?”
Mesela neden 27 Mayıs darbesi ve 12 Mart muhtırasını “CIA Operasyonları” kapsamına alan The Daily Telegraph 1972’de “CIA ajanları’nın, ordunun girişiminden hemen sonra Demirel hükümetinin zorunlu istifasındaki katkılarından...” bahsettiğinde değil de şimdi?
Mesela neden, 12 Mart arifesinde Genelkurmay’da yapılan gizli bir toplantının tutanakları, hem de satır satır, ABD Başkanı Richard Nixon, Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger, Dışişleri Bakanı William Rogers, Savunma Bakanı Melvin Laird, ABD Türkiye Büyükelçisi William Handley’nin kendi aralarındaki yazışmaları ve değerlendirme raporlarının arasından çıktığında değil de şimdi?
Mesela neden ABD’nin BM Temsilcisi Daniel Patrick, “Türkiye afyon üretimini durdurmazsa, biz de Sultanahmet Camii’ni bombalayalım!” dediğinde değil de şimdi?
Veya neden hakikaten camileri olmasa da birilerinin cemevlerini taradığı, aynı silahla ayrı kamplardaki gençlerin öldürüldüğü, kahvehanelerin tarandığı günlerde değil?
Mesela neden 16 Şubat 1969 günü Beyazıt Meydanı’nda toplanıp “NATO’ya hayır, Ortak Pazar’a hayır, toprak reformu yapılsın, montaj değil milli sanayi, petrol millileştirilmeli” diyen gençlerin yolu idam sehpasına çıkarılırken değil?
Neden bir “komünizm” umacısı uğruna binlerce insanın kanı dökülürken değil?
Neden Kanlı 1 Mayıs’ın ertesi sabahı değil?
Neden dönemin Dev-Genç başkanlarından Atila Sarp’ın, “ABD üniversitelerinde Maoculuğu öğrenip gelenler vardı” itirafından sonra... Veya Hasan Cemal’in “mısır gibi patlayan bombalarından” sonra... Veya biyografisinde CIA ile çalıştığını yazan Profesör’ün İngiliz istihbaratının arka bahçesi olarak tanımlanan Exeter Üniversitesi’ne gönderdiği öğrencilerinin, iktidarı pekiştiriş müjdesi olan “27 Nisan”da değil? Onların yolunu açan 28 Şubat’ta değil?
Deniz Gezmiş, idam kararını veren mahkeme salonunda “101 tane ABD üssünün bulunduğu ülkede bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür” dediği zaman değil de neden şimdi?
Öyle ya madem ÖKK, taa Adnan Menderes döneminde (başına gelecekleri bilse bulaşmazdı herhalde) “Türkiye’yi NATO’nun kontrolünde tutmak üzere oluşturuldu”. Bunca zaman demokrasi havarilerinin elleri armut mu topluyordu? Ama yanlış soru: Bugünün demokrasi havarileri dünün darbe şakşakçıları değil miydi zaten?
Türkiye’deki bütün faili meçhullerin failinin ‘aslında’ TSK içindeki ‘derin bir yapı’ olduğuna dair bir algı var. Son operasyonu ‘kabul edilebilir’ kılan eşik o algının artık kronikleşmiş hale gelmesi. Gazeteciler, siyasiler, statükonun yoluna taş koyan hiçkimse, ‘bir bilinmezin’ namlusunun ucunda yaşamak istemez. Her gece evine döndüğünde “bugün de arabam havaya uçurulmadı” anne demek değildir, sosyal güvenlik. Bu yüzden “gerçek demokrasi”den yana olan herkes endişeleniyor.
Yalçın Doğan’ın yazdığı gibi “Seferberlik Tetkik Kurulu tarihinde ilk kez aranıyor.” Bunu faydaya çevirmek isteyenler için bir başka “ilk” için fırsat doğdu. Ülkenin darbe ehli CIA müttefiklerini teslim edilmeyeceğini göstermek! Çünkü “millileşme” Gladio için de tehdit ise, insanın aklına şu soru düşüyor: “NATO çerçevesinde yeni bir ordu yapılanmasına mı gidiliyor?”
Bunun ille de darbeci bir ordu olması gerekmez. Obama’nın desteklediğini açıkladığı, İran’daki gibi bir sivil darbe girişimini “bastırmayacak” kadar pasifleştirilmiş bir ordu da ‘bekaa’ için risk değil midir?

MİNİ YORUM
Ya teslim olacağız, ya olacağız
ABD değilse AB. Ama yolu yok, ille de teslim bayrağı çektiğini görecekler insanların. Baksanıza Eser Karakaş’ın konumlandırmasına:
“Bugün Silivri’de yargılanan kişilerin en büyük ortak paydası AB sürecine olan karşıtlıkları. ” Ergenekoncu “ zihniyet demek özünde ve somut olarak AB karşıtlığı demek.” Cümleten geçmiş olsun!


SELCAN TAŞÇI / Yeniçağ
30.12.09
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen mavi ışık » Çrş Ara 30, 2009 9:49

Bir tarihte basında KIVRIKOĞLU hakkında haberler vardı, PARİS DE METRO DA KIVRIKOĞLUNUN RESMİ YERDEYDİ,milyon insan hergün çiğneyip metroya biniyordu.
Bu konu hakkında, imkanı olan arkadaşlar o haberleri de HATIRLATABİLİRMİ okuyucuya?
teşekkür ederim
Kullanıcı küçük betizi
mavi ışık
Üye
Üye
 
İletiler: 34
Kayıt: Cmt Eki 17, 2009 17:14

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Başkomutan » Çrş Ara 30, 2009 13:14

Kozmik Büronun Kilidi!..
“Ergenekon” ve “Kafes” derken sıra “suikast” iddialarına kadar geldi!..

Ergenekon” ve “Kafes” derken sıra “suikast” iddialarına kadar geldi!.. Tüm bu aşamada önce emekli subayların yönettiği ADD’ye girildi. O günlerde kiralık bir kalem Atatürkçülüğü “terorizm”le ilintilendirecek kadar zavallılaşmıştı.

Sonra görevdeki subayların önce cepleri ve çantaları arandı, ardından da evlerine girildi!... Savcılar ve polisler askeri lojmanların kapılarına dayandığında bu işlerin orada bitmeyeceği belliydi! Ve en sonunda karargâha kadar ulaşıldı!.. Hem de devletleri devlet yapan kozmik sırların bulunduğu merkezlere kadar...

Oysa CHP lideri Deniz Baykal’ın da önceki gün dışavurduğu gibi, son günlerdeki “suikast” iddialarının derin bir “tezgâh” olduğuna ilişkin kuşkular giderek güçleniyor! Ne demişti Baykal: “Özel Kuvvetler’e haber verip sizin aradığınız muhbir şimdi Arınç’la bir araya geldi, ona bilgi veriyor diyorlar. Buluşup Arınç’ın adresini veriyorlar. Sonra da Arınç’a suikast yapacaklar diye emniyete ihbar ediyorlar!..”

Çok ilginç... “Reşadiye saldırısını da asker yaptı” iğrençliğinin palazlandığı, ordunun “demokratikleşme” adı altında taarruz altında tutulduğu, polisin, askeri silahlarla donatılmasının tartışıldığı bir süreçte, üstelik ülkeyi “laiklik karşıtlarının odağı” bir partinin yönettiği sırada devletin kozmik kilidi kırıldı!..

Acaba Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda arama yapanlar aşağıdaki satırların da yeraldığı belgenin orijinalini bulmuşlar mıdır?

“... Silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.”

Büyük Önder Atatürk, yukarıdaki konuşmayı 31 Temmuz 1920’de Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yapmış! Gerçi o konuşmayı yaparken İngilizlerden yakınıyormuş ama olsun!.. Ben “dahili ve harici bedhahlar”ı da göz önünde bulundurarak anımsatmak istedim!..

MEHMET FARAÇ
Cumhuriyet
kuvayimilliye.net
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Başkomutan » Prş Ara 31, 2009 10:06

Darbe ve suikast modası iyi tuttu

8 teğmen amirallere suikast yapmaya hazırlanırken tutuklandılar.

Teğmenler neden amiral öldürsünler?

Bunu bilmeyecek ne var ..

Çabuk yükselmek için.

Diyelim ki 5 tane amirale suikast yapıldı.

5 Albay amiral olacak.

5 Yarbay albaylığa yükselecek

Binbaşılar yarbay, yüzbaşılar binbaşı, üst teğmenler yüzbaşı olunca bizim suikastçı teğmenlerde üsteğmen oluverecekler.

Her yıl böyle 5 amiral öldürüldü mü, altı yıl sonra teğmenler amiral rütbesi takacaklar.

Bu yazdığı mı beğendiniz mi ?

Ben de beğenmedim.

Deniz Harp Okulunu bitirmiş, önlerinde uzun ve şerefli yıllar bulunan gencecik teğmenler neden amirallere suikast yapsınlar?

Bu biraz emekli ordu komutanlarının darbe yapmasına benziyor.

Adamlar emirlerinde binlerce asker top, tüfek, tank varken darbe yapmamışlar, emekli olunca can sıkıntısından darbe hazırlığına başlamışlar.

Hangi askerle, hangi silahla?

Mustafa Balbay darbe yapacakmış?

Kimle yapacak bu işi?

Cumhuriyet Gazetesi yazarlarıyla mı?

İlhan Selçuk da baş komutanlığa getirilir

Ya Sinan Aygün’ün darbeciliği ?

Darbeli matkap kullanırken yakalandı deseler inanırım.

İlk işim de evdeki darbeli matkabı çöpe atmak olur.

Prof.Dr.Mehmet Haberal’dan darbeci olur mu?

Mustafa Balbay, Sinan Aygün işin içindeyse Haberal’da vardır.

Üçünü yan yana asmalı diyeceğim ama idam cezası kaldırıldı.

Darbecilik ve suikastçılık paralel yürüyor.

Son hedef Bülent Arınç..

Özel harekatçı subaylar Arınç’ın oturduğu sokakta keşif yaparken yakalanmışlar.

Ellerinde de adres varmış.

Adres yazılı kağıdı yutmuşlar.

Ben gazete yönetmeni olsam böyle bir haberi yayınlamam.

Yakalananlar Çin ordusu subaylarıysa , ellerinde kroki de olabilir adres de…

Türk ordusunun subaylarıysa ,subaylar salak yerine konulduğundan bu yapılan açıkça orduya hakarettir.

Asıl anlaşılmayan ise, Bülent Arınç’a neden suikast düzenlensin.?

Önem sıralaması yapılsa adı kaçıncı sıraya yazılır?

Diyelim ki Arınç ölmesi halinde ülkede deprem etkisi yaratacak önemli bir şahsiyet.

Simitçi, milli piyangocu ya da dilenci kılığına girmiş kişiler gider keşiflerini yaparlar , kimsenin de ruhu duymaz.

1000 metreden nokta atışı yapılan silahlar varken keşif için bu kadar çaba harcanır mı, o da ayrı bir konu.

Darbe ve suikast dalgası iyi tuttu ama millet de sıkılmaya başladı.

İşsizlere yenileri eklenirken, teröristlere para dağıtılırken işini geri isteyenlere biber gazı ve cop ikram edilirken ne suikast ilgi çeker , ne de darbe..

Kahvelerde ve toplu taşım araçlarında bir keşif yapılsa iyi olur.

Halkın ne istediğini merak edenler öğrenir.


ORHAN SELEN / Anayurt



Tuhaf!..

Çok tuhaf şeyler oluyor.. Belki normaldir ama bana tuhaf geliyor..
Arınç’a suikast girişimi iddiasının ortaya atılmasından sonra koparılan fırtınaya bakın..
Dehşet!..
Önce adres yazılı kâğıt var dendi.. Binbaşı su isteyip imha etmek için ağzına atarken polisler üzerine atladı kâğıdı aldı diye haberler uçuruldu..
Sonra başka krokilerden bahsedildi.. Meclis Başkanı Şahin’in evinin ayrıntılı krokisi çıktı denildi..
Dört gün boyunca dehşetle izledik..
Gözaltına alınan 8 askerin tümü serbest kaldı..
5’i savcılıktan..
3’ü mahkemeden..
Suç unsuruna rastlanmamış! Askerler dün Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki görevlerine dönmüşler..
İşbaşı yapmışlar anlayacağınız..
Tuhaf bir durum değil mi?
Yoksa bana mı tuhaf geliyor!..
İfadelerinde; ‘peşinde olduğumuz kişiyi uzun süredir izliyorduk, elimizde yazılı adres falan da yoktu, görev emrimiz var’ demişler..
Olayın patladığı gün.. Suikastçılar bu kadar salak mı diye sormuştum.. Üç kelimelik adresi ezberleyememişler de kâğıda mı yazmışlar!..
Galiba hâkime ifade verirken kendileri de aynı şeyi söylemişler..
Bir adresi aklımızda tutamayacak kadar salak mıyız demişler..
Peki, yutarken ağızlarından alındığı iddia edilen ıslak adrese ne oldu?
Tutanağa geçmişti!..
O var..
Var da Albay ‘bana ait değil. Cebime koymuşlar’ gibi bir laf etmiş!
Tuhaf değil mi?
Yoksa bana mı tuhaf geliyor!..
* * *
Yargı süreci tamamlanınca doğrusunu eğrisini öğrenecek miyiz?
Yoksa tuhaf bir mesele olarak mı kalacak!
Öyle kalırsa ‘çok tuhaf’ olmaz mı?


Cumhurbaşkanı kime kızdı..
Son yıllarda yeni bir âdet başladı.. Bir iddia ortaya atıldığı zaman anında doğru kabul ediliyor.. O kişinin bulunduğu kurumla irtibatlandırılıyor..
Kurumsal havası yaratılıyor.. Bununla da yetinilmiyor..
Defterler açılıyor..
Eski karanlık dosyalar bulunuyor..
Acaba bu işler de mi onların işi demeye getiriliyor..
Taktik bu..
* * *
1993 yılında Bingöl’de şehit edilen 33 er için de acaba ‘derin devletin’ işi denilmedi mi?
Tokat saldırısı da öyle..
‘Asker askeri vurmuş olamaz mı’ havası yaratılıyor..
* * *
İşte son olay.. Arınç’a suikast iddiasıyla gözaltına alınan askerler Özel Kuvvetler’in bünyesinde görev yaptığı anlaşılınca neler yazılmadı neler..
Çamur at izi kalsın taktiği..
Hedef, anında Özel Kuvvetler!
2001 yılında öldürülen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan’ı da Özel Kuvvetler’e bağlı timin öldürdüğü iddia edilmedi mi?
Bağlantıya bakın!..
* * *
Kim söylüyor?.. Adamın biri.. Özel Kuvvetler’e tercümanlık yapıyormuş.. 20 kişilik C timiydi, onlar vurdu demez mi?
Sonra ne olmuş?
Hepsi uçak kazasında ölmüş!
Hizbullah’ın günahını almışız yani..
Özel Kuvvetler, Hizbullah’la mücadele eden Diyarbakır Emniyet Müdürü’nü niye vursun diye soran yok..
* * *
Bu duruma Cumhurbaşkanı Gül de dün isyan etti..
Gaffar Okkan suikastına da değinerek..
“TSK’ya lüzumsuz, haksız yakıştırmalar yapılıyor.. Ölçüsüz, rahatsız değerlendirmeler yapılıyor” dedi..
Cumhurbaşkanı haklı!
Bu tür yayınlar ordu yıpransın diye yapılıyor da kim yapıyor?
Gazete arşivlerini önümüze koyalım mı?


MEHMET TEZKAN
Milliyet
31.12.09




Bir de demokrasi demiyorlar mı?

Son günlerde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik operasyonları Türkiye’nin demokratikleşmesi olarak niteleyenler var. Aynı sözde liberal maskeli çevreler aslında Silahlı Kuvvetler’e yönelik her eylem ve söylemde bu klişeyi kamuoyuna sunuyorlar.

Oysa ne iki yıldır süren davaların ne de son günlerde yaşadıklarımızın hiçbirinin demokrasi ve hukukla ilgisi var.

Silahlı Kuvvetler’e küfürler ve hakaretler yağdırmayı, hukuku sözde kullanarak zaten her an istenilen bilgilerin alınabileceği arşivlere hâkim ve savcılar sokmayı “demokraside atılan büyük adım” olarak nitelemek akılla ve mantıkla bağdaşmaz.

Ancak büyük bir “beyin yıkama” eyleminin yapıldığını da söylemeliyim. Özellikle 12 Eylül darbecilerinin yarattığı bilgisiz, sığ, duyarsız, sorgulamayan, sadece köşe dönmeyi hayal eden neslin bu propagandaların çok etkisi altında kaldığı görülüyor.

Kendilerinden önce yapılmış bir askeri darbeyi hiç yaşamayan ama merak da etmeyen bu nesil, olağanüstü beyin yıkama operasyonları nedeniyle “aptala” dönmüş durumda.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni gözünde “kan emici, cinayetler işleyen, canı sıkıldığında darbe yapan korkunç bir örgüt” olarak kuran bu 12 Eylül nesli olan bitenden habersiz “vay canına” şaşkınlığı içinde sağa sola savruluyor.

Bu, Türkiye’nin geleceği için son derece umutsuz bir durumdur.

Demokrasiyi sadece askere karşı çıkmak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne en yüksek sesle hakaret etmek olarak algılayanlar ne yazık ki iktidarın 12 Eylül tarafından sendikasızlaştırılan işçi sınıfına vurduğu darbelerin demokraside hiç yeri olmadığını düşünmüyor. Düşünmedileri gibi çalışandan değil iktidardan yana tavır alıyorlar.

Örgütlenme, direnme, karşı çıkma, muhalefet etme duygularından yoksun geniş bir kesim demokrasiyi iktidarı övmek, yaptıklarını alkışlamak, olumsuzlukları ve yanlışları saklamak olarak algılıyor.

Bu nedenle 1 Mayıs’ta yürüyenleri protesto ediyor, hakkını aramak için iş durduran işçinin üzerine yürüyor, insanlara istihdam yaratmak yerine kapılarına bir koli gıda maddesi bırakılmasını alkışlıyor.

Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerini “fantezi” olarak gören, milli değerlere sahip çıkılmasını “komiklik” diye nitelendiren, bilgi almayı ancak SMS mesajları düzeyinde kabul eden bu kesim dönüştürülmeye en uygun ortamı da oluşturuyor farkında olmadan.

Türkiye’nin geçirdiği bütün evreleri bilen, askeri darbelerin yarattığı dehşet ortamlarından payını alan, buna rağmen Türkiye’nin daha çağdaş olması için mücadeleden asla vazgeçmeyen, demokrasi ve hukuk kültürünü hazmetmiş, laik anlayışla bilim, kültür ve sanatta hep ileriye bakan Türkiye’nin gerçek aydınları, vatanseverleri ve onların yarattığı iklimin etkisiyle dayanışma içinde olan Türkiye’nin ezici çoğunluğu ise bu büyük plana karşı çıkmaya çalışıyor.


Asker-polis

Çok şaşırtıcı bir durum var. Özel Harp Karargâhı’nda yapılan arama baskını sırasında ilk gün savcılarla birlikte gelen polisler içeri sokulmadı.

Ancak daha sonraki aramalarda, belli ki tepeden emirler geldi ve polis de içeri girdi.

Bu tür durumlarda polis neden kullanılır? Arama yapılan yerde bir direniş olmasın, kimse saldırıya uğramasın diye. Yani polis güvenlik sağlamak için getirilir.

Peki aranılan yer neresi: Ordu’nun bir ünitesi. Yani burası sürekli güvenlik altında tutulan bir yer. Ama hâkim ve savcılar yanlarında polis getiriyor. Demek ki askerin can güvenlikleri için tehdit olduğunu düşünüyorlar ki polisin kendilerini korumasını istiyorlar.

2010 yılının hepimiz adına çok daha güzel ve iyiliklerle geçmesini, gerçek demokratların, hukuka ve insan haklarına saygılı olanların, yüreklerinde bu ülkenin tüm insanlarına karşılıklı sevgi duyanların umutlarının gerçekleşmesini dilerim. (C.A.)



CAN ATAKLI / Vatan
31.12.09
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Başkomutan » Prş Ara 31, 2009 10:12

'Ne Arınç kalacak, ne Danıştay' diye bugünler mi kastedildi?

Çok değil birkaç gün öncesine yani Kurban Bayramı günlerine gidelim ve Danıştay kararı için sorulan soruya Bülent Arınç’ın ağzından kaçırdıklarını hatırlayalım:
-Bayramdan sonra ne Arınç kalacak ne Danıştay!
Tesadüfen kameraların kaydettiği bu ifadeden sonra burası dahil pek çok sütun Arınç’ın ne demek istediğini sorgulamıştı.
Bayram bitti ama ilginçtir Bülent Arınç net ifadesine rağmen bir şey kastetmediğini açıkladı!
O gün ben dahil pek çok kişinin kafası karışmıştı!
Öyle çünkü Bülent Arınç’ın yüz ifadesinde ve ses tonlamasında adeta büyük bir balığı yakalamanın ya da hazırlığın çizgileri vardı!
Beyan ya da meydan okuma fos çıktı derken çok kısa bir ara sonrasında Çukurambar’da iki subayın Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla gözaltına alındığı haberi duyuldu!
Subayların ihbarla bölgeye çağrılmasından ve akabinde polise yakalattırılmasından söz edildi.
Derken savcılığın delil yetersizliği sebebiyle iki ismi serbest bıraktığı açıklandı.
Aradan iki gün geçti salıverilenler yeniden gözaltına alındı!
Dahası, suikast gerekçesi ile Genelkurmay’ın mahremine yani Kozmik bürosuna girildi ve bu şekilde televizyonlar her şeyi unutup bu konuyu yayına aldılar!
Komutanlık bu iş TSK’ya zarar vermesin diye yayın yasağı istedi lakin Deniz Feneri hırsızlığına yayın yasağı veren yargımız bu konuya yasağı layık görmedi!
Bu şekilde de AKP’nın saplandığı Kürt açılımı ve sokak gösterileri işi bir nebze olsun unutuldu.
Sadece o mu?
Buz gibi soğukta havuza dökülen TEKEL işçisinin dramı da gündemden düştü.
En önemlisi AKP yeniden mağdur ve mazlum bir görüntüye sokulmaya çalışıldı!
Tam bu nokta da kuşkularımızı dillendirelim:
Yoksa yoksa bu suikast işi tıpkı ıslak imza misali bir senaryo idi de Bülent Arınç zamanı gelmeden önce ağzından mı kaçırdı?
Değilse konu ile alakalı araştırmalar henüz sürer ve yargı hiç bir karar vermeden Arınç’ın “Arı kovanına çomak soktuk” demesi niçindir?
Bir başka boyut ihbarın yurtdışından geldiğinin kesinleşmesidir!
Bitmedi, Genelkurmay’ın topyekün dinlendiği de bu olayla ortaya çıkmıştır.
MİT, ben böyle bir şeyi asla yapmadım açıklamasını yapıyorsa kimdir bunu yapan?
Hatırlayın bugünkünün benzeri yaygaralar haftalarca ıslak imza için koparılmadı mı? Peki ne oldu o ıslak imza olayı?
Son haber, suikaste konu edilen 8 askerin yargı tarafından serbest bırakılmasıdır. Hadise TSK’ya çamur atmak için hazırlanan senaryo olmasaydı yani suikast iddiaları gerçek olsaydı bunlardan biri tutuklanmaz mıydı?
Ve noktayı koyalım, hükümet TSK’ya karşı yapılan bu psikolojik harekatın merkezinde değil midir?

BAŞBAKANI KORKUTUYORLAR...

Başbakan’a “Asker seni öldürecek” diyenler!
Aman Allahım her gün yeni bir ihbar ve gözaltına alma.. Neymiş efendim Başbakan’a suikast olacakmış! Ay geçmiyor yandaş medya manşet üstüne manşet patlatıyor.. İnsaf edin, Erdoğan 7 yıldır Başbakan ne zaman böyle bir şey oldu? Suikastçı diye gözaltına aldıklarınızdan hangisi tutuklu şimdi? Bırakın sokaktan aldığınız laf atanları, günler ve haftalarca Televizyonlarda istismarını yapıp katil ve suikastçı ilan ettiğiniz Atabeyler Çete’sinden bugün içerde olan bir kişi var mı? Her şey istismar edilir de, olmayan ölümün, suikastın istismarı, acındırması olur mu? Bakın işi bu noktada tutar ve kanıksanır hale sokarsanız Allah korusun bir gün gerçek bir suikastı önlemeyezsiniz. Lütfen yalancı çoban olmayın.. Bir başka şey yakından biliyorum ki birileri TSK’ya operasyon yaptırmak için Tayyip Bey’i habire ölümle korkutarak ve o yönde düzmece belgeler sunarak onun askerle iyi olmasını sabote ediyor...

Sabahattin ÖNKİBAR / YENİÇAĞ
31.12.09
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Başkomutan » Cmt Oca 02, 2010 7:45

Neler olacak?

“Tahminolog” Fahrettin Fidan 2010’un falına bakıyor...
Tayyip Erdoğan, 2010’u da tavada, pardon havada geçirecek. Yılın ilk yurtdışı seyahatini Ocak ayında “Dost ve Kardeş Ülke” İzlanda’ya yapacak. İzlanda Başbakanı, ortak basın toplantısında, “Açılım’ı bütün kalbimle destekliyorum. Desteklemeyen Fenerli olsun”, diyecek. Kendisine, “Desteklediğini söylediğin açılımın ne olduğunu biliyor musun?” diye soran İzlandalı gazeteci Tayyip Erdoğan’dan fırça yiyecek. Bunun üzerine Diyarbakır’da gösteriler yapılacak.
* * *
Yılın ilk altı ayında 4, ikinci altı ayında 6 olmak üzere toplam 10 “Darbe girişimi planı”... İlaveten bakanlara yönelik cem’an 12 “suikast krokisi” ortaya çıkacak. Krokiler sabahları aç karnına bir bardak suyla yutulacak. Üzerinde Bülent Arınç’ın adresi bulunan zarfla Çukurambar’da dolaşan şüpheli şahsın postacı olduğu anlaşılacak, buna rağmen Arınç’ın evhamlarının giderilmesi için PTT Genel Müdürlüğü’nde 4 gün üstüste arama yapılacak... 2010’da kendisine yönelik başka bir “suikast planı”nın ortaya çıkmaması Bülent Arınç’ın canını fena halde sıkacak, yaka cebine sakladığı soğanı koklayarak her gün üç posta ağlayacak.
* * *
“Malum tarihçi”ler uluslararası konferanslarda yeni bulgularını açıklayacak. Türklerin 1919’de Ege’ye ava gelen Atina Avcılar ve Atıcılar Federasyonu üyelerini Yunan Ordusu sanıp katliama giriştiği, Kurtuluş Savaşı’nın tamamen Mustafa Kemal’in provokasyonu olduğu gün ışığına çıkarılacak. Kemalistler Mustafa Kemal’in suç ortağı olarak yakalanacak, hapsi boylayacak.

MELİH AŞIK / Milliyet
01.01.2009

Arayan bulur

Her arayan bulamaz ama bulanlar arayanlar arasından çıkar.
Son günlerde ülkemizde arayanlar çoğaldı.
Ne aradıkları pek anlaşılmasa da arıyorlar.
Tuhaflık şurada ki, ne aradıkları konusunda arayanların da fikri yok.
Olmayan suikastın yazılı belgesini aramak tuhaflıkla bile açıklanmaz.
Asker suikast düzenlemez.
Diyelim ki düzenledi.
Düzenleyeceği suikast için yazılı belge hazırlayıp bir yerlere saklamaz.
Subayları, hele özel kuvvetlerde görev alanları böylesine hafife almak ordunun yapısını tanımamaktan kaynaklanabilir.
Bir yandan dinciler, bir yandan solcular, özellikle de Kürtler orduyu yıpratmak için yarış halindeler.
İktidar ele geçiremediği bir kurumun yıpranmasını mutlulukla izliyor.
Tarihle dargınlıkları biliniyor da üzerinde yaşadıkları coğrafyadan da habersizler.
Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İspanya ,Belçika güçlü ve disiplinli bir ordu bulundurmak zorunda değiller.
Tümü Avrupa Birliği içinde tek devlete dönüştüler.
Çoğunda zorunlulu askerlik kaldırıldı.
Türkiye’nin durumu daha farklıdır.
Komşuları Fransa’yı paylaşmayı akıllarından geçirmez.
Türkiye’nin komşuları arasında ise küçük de olsa bir parça kopartmak istemeyen yok gibidir.
Güçlü bir ordusu olmayan Türkiye’yi kısa zamanda “ekmek arası” yapıverirler.
Birinci Dünya Savaşından sonra işgale uğrayan kentlerde yaşayanların çoğu hayatta değiller fakat bu konuda yazılmış yüzlerce anı kitabı var.
Bıçağın keskin yanında yaşamaya çalışıyoruz.
Mehmet Akif üzerinde yaşadığımız toprakları çok güzel anlatır.
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı”
Orduya saldıranlar , üzerinde yaşadıkları toprağı tanımayanlardır.
Ülkenin “savunma refleksini” yok etmeye çalışanlar için Emekli Orgeneral Edip Başer
“hain” yakıştırmasını yapmış.
Bence az bile söylemiş.
Demokratik açılımı sağlamak, özgürlükleri genişletmek, hukuku hayatın önüne koymak için orduyla kavga etmek gerekmez.
Ordunun gücünü zayıflatılır, saygınlığı zedelenirse demokratik açılımın sonunda elde “bölünmüş Türkiye” kalır.
Sadece gözlerini ülkemize dikmiş bir parça kopartmak için fırsat kollayanlarla , bölücüleri mutlu edecek böyle bir sonucu Türk halkının benimsemesi beklenemez.
Orduya yönelik haksız, dayanaksız, tutarsız , küstahça ve alçakça yakıştırmalar rahatsızlık veriyor.
Devlet sırrı niteliğindeki belgeler ancak yargı sürecinde incelenebilir.
İktidar orduyla uğraşacağına faili meçhul cinayet dosyalarını tozlu raflardan indirsin.
Birileri Türk halkını salak yerine koyuyor.
Darbe planı yapılmaz. Yapılsa da bunu kimse bilemez.
Darbe yapılacaksa, yapılır.
Ordunun kozmik odalarında darbe planları aratanların ruh sağlıklarından kuşku duyulmalıdır.
Türkiye içine girdiği çirkin ve tehlikeli süreçten öncelikle Ergenekon davasını tasfiye etmeye başlamakla çıkabilir.
Zararı iflasa kadar götürmek kimseye yarar sağlamaz.

Orhan SELEN / Anayurt
02.01.2010


Çuvaldan sonra krokiyi yuttuk, anlamadık!

SEFERBERLİK Tetkik Kurulu’nun aranması üzerine bir Bakan “Soğuk savaş devletinin kabuğu yırtılıyor” ve “Allah bana bugünü de gösterdi” yorumu yapabildi. Birçok kişi buna benzer yorumlar yaptı, yapıyor ama onlar resmi sorumluluğu olmayan ve sorumsuz kişiler. Bir Bakanın bu yorumu yapmasını en azından ilginç olarak yorumluyorum... Olayları başlatan telefon ihbarı Amerika’dan yapılıyor, bizde bazıları “demokrasi gelişiyor” yorumu yapıyor, bakanlar şükrediyorlar... Sabredip tekrar anlatalım;
Seferberlik Tetkik Dairesi, birçok NATO ülkesinde olduğu gibi Sovyetlere yani komünizme karşı kurdurulmuş ve burası sayesinde Türkiye’de o dönem yerli-yersiz, haklı veya hukuksuz birçok operasyon yapılmış. Sovyetlerin çöküşü sonrası bu birim, diğer NATO ülkelerinde olduğu gibi kapanmamış ama konsept değişikliği olmuş. Mehmet Ağar’ın ünlü bir tespiti var; “Biz solcuları Sovyetler kışkırtıp, destekliyor sanıyorduk, meğer onların da arkalarında Batılılar varmış” Çok doğru olan bu tespit asker tarafından da yapıldı ve Daire, Batılılar dahil her türlü riske karşı yeniden örgütlendi. Asker, Amerikalılar da dahil Batı’nın sadece dost olmadıklarını anlamış ve gereken tertibatı almıştı. Bir devletin yapması gereken yapılmış, soğuk savaş kurumu tasfiye edilip, öze dönülmüştü.
İkinci çuval hadisesi
HALBUKİ Batı, soğuk savaş sonrası bizim “ılımlı İslam” ülkesi olmamızı ve laiklik gibi Cumhuriyet ilkelerini önemsemememizi istiyordu. Bu baskın, bağımsız olmaya, ülkesini korumaya çalışan bir kurumun ve kadrosunun tepesine çökülerek aslında devletin bükülmesidir. Sayın Bakan’ın hala var sandığı ve basılmasına şükür ettiği Daire çoktan değişimi yaşamış ve bağımsız hareket etmeye başlamışken, gerçekleşen bu hadise, Batı’nın “Benden bağımsız olamazsın” ve “Ilımlı İslam” olacaksın mesajıdır. Denildiği gibi “İkinci çuval” hadisesidir. “Benimle irtibatın olmadığı dönemde özellikle Irak’ta yaptıklarının hesabını vereceksin” mesajıdır. Çuvalı giydik, krokiyi yuttuk, mesele bu!
Daha açık nasıl anlatayım?
Bakan’a dersini vermek
GEÇMİŞTE yazılarını okuyup , fikirlerini paylaştığım bir Bakan’ın bu rezalete “Soğuk savaş devleti tasfiye oluyor” yorumu yapmasından hicap duydum, kızdım. Neyse ki benim için önce tarihçi-yazar sonra milletvekili Reha Çamuroğlu, Bakan Ertuğrul Günay’a gereken dersi verdi de rahatladım. “Rahatladım” diyorum ama bir bakanın ülkesinin kurumlarının birileri tarafından bükülmesine şükür etmesi aklıma geldikçe başımdan kaynar sular dökülüyor. Böyle durumlarda en iyisi mizaha başvurmaktır. Ben size güzel bir fıkra anlatayım;
Vantrolog eline geçirdiği kukla ile konuşuyor ve aptal sarışın fıkraları anlatıyormuş. Gösterisi biraz ilerledikten sonra birden orta sıralardan sarışın bir kadın ayağa kalkmış ve yüksek sesle, “Affedersiniz”.
Bu çıkış üzerine vantrolog ve kalabalık durmuşlar ve sarışına bakmaya başlamışlar. Sarışın, “Görüyorum ki sarışınların ne kadar aptal olduğuna dair şakalar yapmaktasınız, peki söyler misiniz, bu kanıya nereden vardınız tek suçumuz saçımızın rengi mi? Sizin bu yaptığınız ırkçılık olmuyor mu? Kadınların bir çoğunun sarışın olduğu ülkelerdeki kadınlara da hakaret etmiş olmuyor musunuz? Tanımadığınız bu kadar kadına ettiğiniz hakaretler sizi rahatsız etmiyor mu?”.
Bunun üzerine vantrolog çok mahcup ve üzgün bir yüz ifadesiyle,
“Şey, ben özür dilerim, sadece şaka yapıyordum. Eğer sizi...”
Sarışın vantrologun sözünü keser ve,
“Ben sizle konuşmuyorum bayım. O elinizdeki küçük terbiyesiz adamla konuşuyorum! Siz onu savunmayın, o cevap versin”
...
Sarışının düştüğü duruma düşmemek lazım. Olan-biteni değerlendirirken vantrologla, vantrologun konuşturduğu kuklayı ayırt edebilen yazarlarımız, seçmenlerimiz, Bakanlarımızın 2010 yılından itibaren olması temennisi ile tüm okuyucularıma hayırlı bir yıl diliyorum.

BÜLENT KUŞOĞLU / Tercüman
02.01.2010


Olayların arka tarafı

Aslında sadece son günlerde ülkemizde yaşananlar için değil, olabilecek ya da yaşanabilecek tüm olayların görünür yanları dışında, bir de görünmeyen ama gerçek olan nedenleri vardır.
Bu nedenle…
Olaylarda sadece bize sunulanları değerlendirmek…
Ya da sadece bu verileri göz önüne alarak karar vermek…
Harekete geçmek
Her zaman yanıltıcı olacaktır.
Olayları değerlendirirken, bilinen bir gazeteci yöntemi olan ve genelde de sonuca ulaştırabilecek olan 5N 1K uygulanabilirse İşte o zaman sübjektiflikten uzak olarak doğru bilgiler elde edilebilecektir.
Dolayısıyla son günlerde yaşanan olayları anlamak için öncelikle görünen ve halka servis edilen bilgilere bakarak karar vermek, o ölçüde aldatıcı olacaktır.
Olayları değerlendirirken aslında en çok da üzerinde düşünülmesi gereken konu, bu yapılanlardan kimin çıkar sağlayacağıdır.
Yoksa…
Dünyada yaşanan olaylarda sadece görünürdeki senaryolara bakarak yola çıkmak…
Aynı zamanda toplumu oyalama ve gözlerin perdelenmesi görevini üstlenir ve gerçekleri gizler.
İşte bu nedenle son günlerde yaşanan suikast iddiasıyla birlikte başlayan ve Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda dün beşincisi yapılan arama ve gözaltına alınan 8 askerin mahkemece serbest bırakılmasıyla sonuçlanan olaylar.
Aslında
Yaklaşık 3 yıldır sürdürüle gelen
Ve geçmişi neredeyse 1990lara dayanan AB ve ABD nin Türk ordusunu teslim alma operasyonlarından biridir.
Bu operasyonla Türk ordusunun ülkenin parçalanması tehdidine karsı nasıl bir önlem aldığı öğrenilmek istenilmiştir.
Ama zaten TSK uzun süredir hedeftedir
Önce kara kuvvetleri
Ardından özellikle deniz kuvvetleri
Şimdide özel kuvvetler hedefe alınmıştır.
Çünkü BOP’a göre sınırları değiştirilmesi planlanan ülkelerden biri Türkiye’dir. Ve bunu başarmak için TSK mutlaka devre dışı bırakılmalıdır.
Operasyonların başlamasına neden olan suikast vs. gibi olaylar da kafanızı falan karıştırmasın.
Bu bugün suikast olur.
Yarın darbe…
Ertesi gün bir başka neden inanın mutlaka bulunacaktır.
Hem Birinci paylaşım savası bile görünürde, bir Sırplının, Avusturya – Macaristan veliahdını öldürmesiyle başlamadı mı?
O halde sadece görünürdeki olaylara bakmak sadece aldanmayla sonuçlanacaktır.
Bu gün ulus devletimizi her kim ya da hangi ülkeler tehdit ediyorsa…
Bu gün kim ülkemize Kürt devleti kurulmasını dayatıp…
Tüm etnik ve dinsel kimliklere özgürlük talep ederek parçalanması için uğraşıyorsa…
Yine hangi ülkeler belgeler hazırlayıp, tüm belgelerinde Türk ordusunu açıkça hedef alarak ulus devletine sahip çıktığı için suçluyorsa.
Hatta
Türk ordusunun sivil mahkemelerde yargılanması için bastırıp, yasa çıkarttırıyorlarsa…
İşte bu gün özel kuvvetlere operasyonu yapan da aynı güçtür, aynı ülkelerdir.
Bu gün sözde AB’ye uydurmak adı altında ulusal ordumuz yıpratılarak zayıf düşürülmekte ve ülkemiz AB ve ABD planlarına karsı korumasız hale getirilmektedir.
Biliyorlar ki güçlü bir ordu olduğu sürece amaçlarına ulaşamayacaklardır.
İşte tüm çabaları bunun içindir.
Unutulmamalıdır ki…
Bağımsız ve güçlü ordu olmazsa, güçlü Türkiye'de olamaz

Nusret KEBAPÇI / Anayurt
02.01.2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Başkomutan » Pzr Oca 24, 2010 1:33

Kozmik odadan kozmik patatesler çıktı


BAYKAL’ın dediği gibi oldu.
Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’nın kozmik odasından “kozmik patatesler” çıktı.

Olay şöyle gelişti:
Bir ihbarı değerlendiren polislerimiz büyük bir maharetle iki subayı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın mahallesinde yakalayıp derdest ettiler.
Her iki subay sorguya alındı.
Ertesi gün de olay yandaş medyaya sızdırıldı.
İki subay, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a bir suikast hazırlığı içindeydiler.
Subaylardan biri cebinden çıkardığı bir kâğıdı yutmaya çalışırken bizim polislerin en uyanığı durumu fark etti.
Hemen subayın üzerine atlayarak elindeki kâğıt parçasını yutmasına izin vermedi ve onu kapıverdi.
Bir de baktılar ki, kâğıtta Bülent Arınç’ın ev adresi yok mu?
Hemen hüküm verildi Bülent Arınç’a suikast yapılacaktı.
Durum Bülent Arınç’a bildirildi, o da bazı ilginç açıklamalarda, imalarda bulundu.
“İnşallah olay doğru çıkmaz” diyerek Silahlı Kuvvetler’in böyle bir şey yapacağına inanmak istemediğini söyledi.

* * *

Bu arada Arınç Genelkurmay’a “Bana bir geçmiş olsun bile demediler” diye sitemde bulundu.
Başbakan Yardımcısı, grup toplantısında suikast olayının inandırıcı olmadığını söyleyen Baykal’a da çok kızdı.
Polisin kozmik odada arama yapan savcıyı askerler takip ediyor diye çevirdiği bir arabadan alışverişten dönen Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Uğur
Yiğit’in aşçısı ile sebzeler, patatesler çıkmıştı.
Baykal da bu olay üzerine grupta “Kozmik odadan kozmik patatesler çıktı” dedi.
İşte Baykal’ın bu sözleri Arınç’ı çok kızdırdı.
Neyse dönelim kozmik odanın aranması hikâyesine...

Aramalar günlerce sürdü.
Önceki gün aramaların sona erdiği açıklandı.
Dün de Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu, “Arama tutanağındaki bilgiler doğrultusunda Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’nın görev ve yetki alanı dışında bir faaliyetin tespit edilemediğini ifade etmemiz mümkündür” dedi.
Böylece Baykal’ın dedikleri çıktı.
Kozmik oda aramasından geriye kala kala “kozmik patatesler” kaldı.

Adli müşavir kozmik oda aranması yüzünden burada yıllarca emek verilerek hazırlanan planlarla ilgili güvenlik prensibinin kaybolduğunu, bu nedenle bu planların iptal edileceğini de söyledi.
Yani bütün planlar çöpe atılacak.
Şimdi Trabzon açıklarında Oruç Reis Firkateyni’ndeki basın toplantısında “Biz rahatsızız. Bu rahatsızlığımızı ilgililere ilettik” diyen Genelkurmay Başkanı’nın bu sözleri ile ne anlatmak istediği daha net olarak ortaya çıktı. Bazı sorumsuz çevreler ülke savunması gibi ciddi ve zor bir görevi üstlenen Silahlı Kuvvetler’e planlı bir şekilde saldırı içindeler.

Bu çevreler bir yerlerden yönlendiriliyor.
Ülkeyi yönetenler bu konuya eğilmeli ve Silahlı Kuvvetler’in rahatsızlığını giderecek önlemleri almalıdır.
Dünyanın hiçbir ülkesinde silahlı kuvvetlere böyle saldırılar yapılmaz.
Silahlı Kuvvetler’i savunmak başta ülkeyi yönetenler olmak üzere hepimizin görevidir.

TUFAN TÜRENÇ - 23.01.10


not:..ülkeyi yönetenler bu konuya eğilirken kambur oldu.Hâlâ çete diyor Başbakan...
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: TSK'ya suikast ile ilgili köşe yazıları

İletigönderen Başkomutan » Sal May 18, 2010 17:51

Ergenekon'da Şok Karar!


Danıştay saldırısı için Sıhhiye Orduevi'nde kullanılan hard diskin içindeki görüntülerin incelenmesini talep edecek.
Birinci ''Ergenekon'' davasına bakan mahkeme heyeti, Danıştay saldırısına karıştığı iddia edilen sanık veya sanıkların olay yerine gelişlerinin tespit edilmesi için Sıhhiye Orduevi Müdürlüğüne yazı yazılarak, 16-17 Mayıs 2006 tarihinde kullanılan hard diskin içindeki görüntülerin seyredilmesine imkan verecek programın gönderilmesini kararlaştırdı.


İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 21 Nisandaki oturumda değerlendirilmeyen taleplere ilişkin ara kararlar celse arasında alındı.

Buna göre, Danıştay Başkanlığına yazı yazılmasını kararlaştıran mahkeme heyeti, OYAK Güvenlik tarafından Danıştay binasına takılan güvenlik kameralarına ait görüntülerin kayıt edildiği kaç hard disk olduğu ve takılan hard disklerin seri numaralarının ayrıntılı olarak sorulmasına hükmetti.

Mahkeme heyeti, Danıştay saldırısına ait dava dosyasında soruşturma aşamasında Genelkurmay Başkanlığı Sıhhiye Orduevi Müdürlüğünden 16-17 Mayıs 2006 tarihlerine ait saat 08.00 ile 11.00 arasındaki görüntülerin istenildiğini, Orduevi tarafından 26-28-29 nolu kameralara ait 08.30 ile 10.30 arasındaki güvenlik kameralarına ait görüntülerin gönderildiğini kaydetti.

Gönderilen bu görüntülerin mahkeme tarafından CD içerisinde bulunan program kullanılarak, açılıp incelendiğini ifade eden mahkeme heyeti, Alparslan Arslan'ın yakalanarak, araca bindirildiği anın görüntülerde olduğu, ancak sanığın ve olaya karıştığı iddia edilen diğer sanıkların olay yerine gelişlerinin görülmediğini belirtti.

Mahkeme heyeti, bu nedenle 16-17 Mayıs 2006 tarihlerine ait diğer görüntülerin bulunması halinde olaya karıştığı iddia edilen sanık veya sanıkların olay yerine gelişlerinin görülmesinin muhtemel olduğunu vurguladı.

Bu gerekçeyle Sıhhiye Orduevi Müdürlüğüne müzekkere yazılmasını kararlaştıran mahkeme heyeti, 16-17 Mayıs 2006 tarihinde kullanılan hard diskin ve hard disk içerisindeki görüntülerin seyredilmesine imkan verecek programın mahkemece incelenmek üzere gönderilmesini karara bağladı.

Mahkeme heyeti, o tarihte güvenlik kameralarıyla ilgili hangi şirketle anlaşma yapılıp yapılmadığı, istenilen hard diskin ne zaman takıldığı ne zaman ve neden söküldüğünün de bildirilmesini kararlaştırarak, bu hard diskin, Orduevi'nde olmaması halinde de nerede olduğunun bildirilmesine karar verdi.

ORDUEVİ'NDEKİ KAMERALARIN KROKİSİ İSTENDİ

Mahkeme ayrıca, Sıhhiye Orduevi'nden, 16-17 Mayıs 2006 tarihlerinde kullanılan ve Orduevi'nin etrafını gösteren kameraların nerelerde olduğunun basit kroki üzerinde gösterilmesini, krokide kameraların yerlerinin de kamera numaraları yazılarak bildirilmesini istedi.

Alparslan Arslan'ın CMK'nın 75. maddesi uyarınca kan ve kıl örneğinin genel anestezi altında alınmasının sanık yönünden hayati tehlike oluşturup oluşturmayacağının Adli Tıp Kurumu Başkanlığından sorulmasına karar veren mahkeme heyeti, Ankara Emniyet Müdürlüğünün de Danıştay saldırısıyla ilgili yapılan soruşturma aşamasında şüpheli olarak beyanları alınan sanıkların yakalandıklarında ve gözaltına alındıklarında ilgili emniyet müdürlüklerince üzerlerinde çıkan cep telefonlarıyla ilgili olarak inceleme yapılıp yapılmadığının tek tek araştırılarak bildirilmesini kararlaştırdı.

İddianamede ve birleşen dosyada adı geçen sanıklarla ilgili istihbari bilgi olup olmadığının Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, MİT Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünden sorulmasına karar veren mahkeme heyeti, bilgilerin gizli olması halinde gizlilik esasları dikkate alınarak gönderilmesini kararlaştırdı.

Danıştay saldırısının ardından Arslan'a ait olduğu belirtilen aracın olay yerinden çekilme görüntülerinin tamamının istenilmesine karar veren mahkeme heyeti, 17 Mayıs 2006 tarihi itibarıyla Danıştay binasına ait olan giriş-çıkış kapılarının nerede olduğunun kroki halinde tespit edilerek, mahkemeye bildirilmesi için Danıştay Başkanlığına yazı yazılmasını da hükme bağladı.

Mahkeme heyeti, Alparslan Arslan'ın kız kardeşinin kullandığı iddia edilen sim kartın da hangi makinelerde kullanıldığı ve kullanılan bu makinelerde hangi sim kartlarının takıldığı konusunda Turcell'den gelen yazı üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasını kararlaştırdı.


internetajans.com
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: TSK'ya suikast

İletigönderen Başkomutan » Çrş Haz 16, 2010 11:47


Duruşmada esas duruş

Sanıkları arasında Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Sağdıç'ın da bulunduğu 'Kafes Eylem Planı' davasında bir ilk yaşandı

Denizaltıda öğrencilerin bombalanması ve Azınlıklara yönelik çeşitli saldırıların yer aldığı “Kafes Eylem Planı” davası başladı. 2’si görevde 3 paşanın sanık sandalyesine oturduğu davanın ilk duruşmasında, emekli Korgeneral Feyyaz Öğütçü, “40 sene bu devlete hizmet ettik, pirüpakız” diye bağırdı.

Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç, İzmir Foça Çıkarma Filosu Komutanlığı’nda görevli Tuğamiral Mehmet Ilgar ve Kuzey Deniz Saha eski Komutanı emekil Koramiral Feyyaz Öğütçü... 2’si halen görevde 3 paşanın da aralarında olduğu 33 sanıklı Kafes Davası’nın ilk duruşması yapıldı. Sanıklar, Poyrazköy davası sanığı Emekli Binbaşı Levent Bektaş’ın bürosunda ele geçirilen CD’de bulunan ve azınılklara yönelik saldırıların öngörüldüğü “Kafes Eylem Planı” yla suçlanıyor. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ilk duruşmasına 30 sanık katıldı.

Agos Kafes’te müdahil

Duruşmanın hemen başında Agos gazetesi avukatları duruşmaya müdahil olma talebinde bulundu. Kafes soruşturmasının ana konularından biri olan gayrimüslim vatandaşlara yönelik eylemler kapsamında, Agos Gazetesi ve abonelerine tehdit mektupları gönderildiği, abonelerin isimlerinin liste olarak sanıklardan ele geçirildiğini belirten avukatlar, gazete çalışanı Aris Nalcı’nın davaya müdahil olarak davaya kabul edilmesini talep etti. Agos Gazetesi adına duruşmaya katılan Avukat Fethiye Çetin’in müdahillik dilekçesinin uzun olmasına sanık avukatları tepki gösterdi. Ardından tutuksuz sanıklardan Albay Metin Samancı, mahkemenin görevsizlik kararı vererek dosyayı askeri mahkemeye göndermesini talep etti.

Duruşma salona karıştı

Mahkeme Heyeti, talepleri değerlendirmek için verdiği ara sırasında Agos Gazetesi avukatlarından Bahri Belen ile emekli Koramiral Ahmet Feyyaz Öğütçü tartıştı. Belen’in, “Biz sizi şu anda suçlu olarak görmüyoruz. Daha yargılama yapılmadı.” şeklindeki sözleri üzerine Öğütçü, “Ben 40 sene devlete hizmet ettim. Biz pirüpakız” diye çıkıştı. Araya giren sanıklarından Albay Mücahit Erakyol, “Davayı geciktiriyorsunuz. Benim için 1 dakika bile önemli” diyerek avukat Belen’e seslendi. Belen bu sözler üzerine, “Bizim için bir saniye bile önemli” dedi. Daha sonra Erakyol’un “Senin patronun kim?” sözlerine sert tepki gösteren avukat Belen, “Kimse benim patronum olamaz” diye bağırdı. Bu tartışma üzerine tutuklu sanıklar duruşma salonundan çıkarıldı. Müdahil avukatlarda salondan çıkarak dışarıda beklemeye başladı.

Askeri mahkemeye ret

Mahkeme heyeti, taleplere ilişkin kararları açıkladı. Oy çokluğu ile alınan kararda, sanıklara atılı olan eylemlerin Askeri Ceza Kanunu’nda yer alan suçlardan sayılmadığı, atılı olan eylem ve faaliyetlerin askeri mahal dışında gerçekleşmesi ve sonuçlarının da askeri mahal dışında meydana gelecek nitelikte olup askeri görev ile ilgisinin bulunmadığını ve her halükarda atılı eylemlerin terör suçu olarak nitelendirildiği belirtilerek dosyanın askeri mahkemeye gönderilmesi talebinin reddine karar verildi. Mahkeme heyeti, Agos Gazetesi’nin müdahillik talebini de kabul etti.

Askeri mahkemede yargılanmalı

Daha önce birçok kararda heyetle farklı karar veren üye Hakim Oktay Kuban, mahkemenin iki kararına da şerh koydu. Kuban, askeri mahkemeyle ilgili şerh gerekçesinde, Anayasanın 37. maddesine göre hiç kimsenin kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir mercii önüne çıkarılmayacağını kaydetti. Kuban, AGOS’un müdahillik talebiyle ilgili olarak da “Sanıkların yaptıkları iddia edilen eylemlerden dolayı katılma talebinde bulunanların mağdur veya zarar gördüklerine dair delil ve anlatım bulunmamaktadır. Davaya katılma hakkı olmayanların, davaya katılmalarına karar verilerek, bu kişilere yargılamada bir taraf olma, bir suje sıfatı verilmesi ve işlem yapma yetkisi verilmesi yargılama açısından sakıncalar doğuracaktır” dedi.

Mahkemede esas duruş

Duruşmasında, alışılmadık sahneler de yaşandı. Duruşma salonuna ilk olarak salona tutuklu 3 sanık Albay Mücahit Erakyol, Albay Levent Gülman ve Yarbay Halil Özsaraç girdi. Ardından diğer tutuksuz sanıklar da alınmaya başlandı. Sanıklar yerlerini aldıktan sonra Güney Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç ve emekli Koramiral Feyyaz Öğütçü salona giriş yaptı. Komutanların mahkeme salonuna girdiğini gören tutuklu ve tutuksuz asker sanıklar, bir anda ayağa fırlayarak esas duruşa geçti. Koramiral Sağdıç’ın “Oturun” demesinden sonra sanıklar yerlerine oturdu.





‘Rastgele adam öldürmeyiz’

TUTUKLU sanık Albay Mücahit Erakyol, Rahmi Koç Müzesi’ndeki Uluç Reis denizaltısındaki patlayıcıların 14 Kasım 2008’de bulunduğunu, “Kafes Eylem Planı”nın ise 30 Mart 2009’da oluşturulduğunu belirterek tarihler arasında tutarsızlık olduğunu söyledi. Erakyol “Harbin de bir hukuku vardır. Biz askerler, harpte de rastgele adam öldürmeye karşıyız” dedi.


‘Maalesef içimizde
sütü bozuklar var’


15 yıla kadar hapis istemiyle tutuklu yargılanan Deniz Kıdemli Albay Levent Gülmen, TSK’ya karşı bir husumet olduğunu iddia etti. Gülmen “İçimizde malesef sütü bozuk, anasından emdiği sütün ak be ak olduğunu çocuklarına gösteremeyecek olan arkadaşalarımın varlığından şüpheliyim. Bu şahısaların bu oyuna dahil edilerek figuran olarak kullanıldığı kanaatindeyim” dedi.


‘Hedef sanıkları
terfi ettirmemek’


TUTUKLU sanık Yarbay Halil Özsaraç, Türkiye’de bir komplo çetesinin kurulduğunu öne sürdü. Özsaraç “Yakın zamanda bir parti liderine iğrenç bir komplo kuruldu. Burası Türkiye, bu siyasi ortamdan her şey beklenir. Bu dava nedeniyle tutuklu ve tutuksuz sanıklar terfi edemeyecek. Komplocuların hedefi bu” dedi.


gazetevatan.com
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Önceki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x