Suikast olur da buluşma olmaz mı?PAZAR günü soruşturmanın içindeki bir kaynaktan aldığım bilgiyi paylaştım.
İkinci kez doğrulatamadığımı da söyleyerek.
Özel Kuvvetler'e bir telefon ihbarı yapılmış ve TSK içindeki köstebeğin Arınç'la buluştuğu söylenmiş, ardından Emniyet aranarak Arınç'a suikast yapmayı planlayanların Arınç'ın evinin önünde olduğu ihbar edilmiş. Bunun üzerine, "Arınç'a suikast girişiminde" bulunacağı iddia edilen ama aslında onunla görüşen köstebeğin peşinde olan iki subay yakalanmış.
Haberin kaynağı önemli olmasa bunu yazmazdım.
Yazdım ve tam beklediğim şey oldu.
Yine cepheleşme.
Bir grup, "Bravo, biz de böyle bir şey olduğunu tahmin ediyorduk" dedi.
Bir diğer grup ise "Bu büyük bir palavra. Sen bunları askeri korumak için yazıyorsun" diye bağırmaya başladı.
Ben bilmem. Merkez bilir.
Bu bana gelen bir bilgidir.
Devletin kayıtları vardır. Araştırılır. Yalansa da ortaya çıkar, doğruysa da.
3 gündür bu bilgi yalanlanmadı.
Bu arada Fehmi Koru, "Bu senaryo tutmaz. Çünkü o gün Bülent Arınç, Manisa'daydı" diyor.
İhbarı alan askerler, Arınç'ın Manisa'da olduğunu bilmiyor olabilir, bir.
İkincisi, o gün Manisa'da olan Bülent Arınç'a Ankara'da suikast yapıldığına inanmamızı istiyorsunuz da, diğer senaryoya niye inanmıyorsunuz?
Manisa'daki Bülent Arınç'a Ankara'da suikast yapılabilir de, Manisa'daki Bülent Arınç Ankara'da biriyle görüşemez mi?
FATİH ALTAYLI / Habertürk29.12.09
Suikast...BÜLENT Arınç gülücükler içinde...
Kendisine suikast yapılacaktı diye bu kadar çok sevinen birisini hiç görmemiştim.
Yüzünde güller açıyor..
Sağa-sola mutluluklar içinde el sallıyor...
Sevindi...
Medyayı görür görmez, “Kâğıdı yutmak için su istiyor... Şişenin kapağı var...
Kapak yere düşüyor...” diye başlıyor suikastçığına, sanki gittiği sünnet düğününü anlatıyor.
Medya sordu sordu... Sormadı, o başlıyor:
“Su istiyor ki planı yutsun...
Su geliyor, şişenin kapağı.....”
Cumhurbaşkanı, başbakan olamadıysa da “Suikast sahibi adam“ mertebesine erişmenin sevinci içinde uçuyor...
İnsanların suratı ise “Neler oluyor?” diye asık.
Bence ne olduğunu Vakit Gazetesi dünkü manşetinde çok net biçimde bize açıkladı:
“Kozmik odaya girildi...”
(.........)
Kendi düzenlerini kurmak isteyenlerin en korktukları ve şüphelendikleri yerdi TSK’nın o özel seferberlik birimleri.
Çünkü orada her türlü saldırı-istila karşısında senaryolar üretilip, dosyalarda saklanıyordu.
Ama durup dururken oralara girmeleri olanaksızdı.
O zaman hem polise, hem özel birimlere yapılan sahte ihbarlarla işte bu, “Bülent Arınç’a suikast” ortaya çıkartılıverdi...
Ve olan oldu...
Yandaş medya dün müjdeliyordu:
“Kozmik odaya girildi...”
Arınç mutlu...
Normalde suikastın hedefi olan insanın canının sıkılması, üzülmesi gerekmez mi?..Bu uçuyor...
Gülücükler dağıta dağıta, sanki iyi bir şey oldu...
Oysa...
Oysa bakar mısınız; kimi vurdular?..
BEKİR ÇOŞKUN / Habertürk29.12.09
Sızar mı sızar!TSK’nın en hassas birimlerinden Seferberlik Bölge Başkanlığı’nda birkaç gündür arama yapılıyor. Birimin özelliğinden dolayı aramaya polis dahil edilmiyor. Sadece bir hâkim yapıyor. Buna rağmen gazetelerde aramaya ilişkin çarşaf çarşaf haberler okuyoruz. Mesela;
“Hâkim 170 sayfa not tuttu. İncelemelerde sonradan düzenlenmiş eski belgeler bulundu.”
“Hâkim, şüpheli 8 askerle ilgili belgeleri kopyalıyor, diğer belgeleri ise not alıyor. Hâkimin her adımı askerlerce tutanağa geçiriliyor.”
“Şok gelişme; bilgiler silindi.”
Bu bilgiler doğru mu? Doğru ise bunları kim sızdırıyor?
Ya bundan sonra? Kozmik kasadan çıkan sırlar işportaya düşer mi?
“Kozmik kasadan çıkan sır” diye masa başında yazılan birtakım komplo senaryoları malum basının sayfalarında yerini alır mı?
Askeri konularda uzman gazeteci Mehmet Ali Kışlalı, dünkü Akşam’da
“Aramada ele geçen bilgiler medyaya, özellikle iktidar yandaşı medyaya sızacaktır” diyordu.
Umarız bu tahmin yanlış çıkar. Elbette o kasalarda suikast iddialarını aydınlatacak bilgiler varsa yargı görevini yapacaktır... Ama bir yargısız infaz kampanyasına da izin verilmemelidir...
Soru: TSK’yla ilgili son gelişmeler bize neyi öğretti?
Yanıt: Dış saldırılara karşı her zaman hazırlıklı olan ordumuzun iç saldırılara karşı hazırlıksız olduğunu...
Haldun Ertem
ArhınçBülent Arınç, Genelkurmay’daki arama için:
- Arı kovanına çomak soktuk, diyor.
Demek TSK arı kovanı, yargı ellerinde çomak...
Demek TSK iktidarın gözünde kendilerine karşı bir tehlike... İki kurum arasında güvensizlik ve kuşku dorukta. Bu çatışma yalnızca TSK’yı değil, giderek ülkeyi hatta AKP’yi de zayıflatır.
Bir ajan gazeteci dün, muhbirlik görevlerini de ihmal etmeden, iktidarın TSK’ya güvenmemek-te çok haklı olduğunu savunuyordu.
Acaba iktidar daha mı güvenilir? O zaman neden anketlerde halkın TSK’ya güveni hep AKP’nin üzerinde çıkıyor?
MELİH AŞIK / Milliyet30.12.09
Kozmik saldırı açılım için planlandıBülent Arınç'a suikast iddiasıyla gündeme gelen olayların ne anlama geldiğini doğru düzgün bilen de gören de yok. Güya TSK içindeki Özel Harp Dairesi, hükümete karşı darbe hazırlığında imiş de bu öğrenilmiş; ona baskın yapılmış. Bunun için kozmik odalarda (çok özel bilgilerin bulunduğu bölümler) aramalar yapılıyormuş.
TSK içinde; NATO'ya girişimizden sonra Özel Harp Dairesi diye özel bir örgüt kurulduğu doğrudur.
Bu örgütü kuran, NATO, daha doğrusu NATO'yu güden ABD'dir. Özel Harp Dairesi kamuoyunda daha çok Kontr-Gerilla diye bilinmektedir.
Bu özel örgüt, Türkiye'de ABD politikalarına uygun olacak şekilde provakasyonlar yaparak ortalığı karıştırmış; hatta 12 Eylül 1980 askeri darbesini hazırlamıştır.
Kontrgerille ile en çok mücadele edenler İşçi Partili aydınlardır. Şu an darbecilik iddiasıyla Ergenekon'dan tutuklu bulunan Doğu Perinçek; en az 30 senedir bu örgüt ile ilgili yayınlar yapmaktadır. Türkiye'de ABD'nin istemediği hiçbir darbenin yapılmadığı da tarihsel bir gerçektir.
Bugün, TSK içinde, eski çizgide bir kontrgerillaya ihtiyaç kalmamıştır. Çünkü bu örgüt yaşar ise, PKK'ya karşı da düzenler kuracaktır. Böylece Kürt açılımının önüne de set çekilmiş olacaktır. Özel Harp Dairesi etkisiz hale getirilecek ki PKK'nın kadroları şehirlerde siyasallaşabilsinler.
Yani; ordu içindeki bu özel yapı; açılım açısından zararlı görülmektedir; bu yüzden de darbe veya suikast iddialarıyla susturulması gerekmektedir.
İşte bu süreçte ABD; Türk ordusunu da tam kendi denetimine alma işini başlatmıştır. TSK içinde ABD'ye karşı olan öğeler, Ergenekoncu suçlamasıyla gözaltına alınarak etkisizleştirilmişlerdir. Ordu içindeki darbe soruşturması da ABD çizgisine uymayan subayların devredışı bırakılması işleminden ibarettir.
Bu süreç; öyle planlanmıştır ki, işin içinden hükümetin puan alarak çıkması istenmektedir. Yani; kozmik oda baskını; 2011 genel seçimleri için yapılan bir altyapı yatırımıdır.
RIZA ZELYUT / Güneş30.12.09
Türk Ordusu 'BBG Evi' gibi izleniyor!..Önceki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Irak’ın kuzeyine PKK operasyonu yapılırken, “Onları BBG evi gibi izliyoruz” demişti.
Demişti de, 100 bin askerimizin yaptığı kış operasyonu ABD’nin emri ile sonlandırılmıştı!..
Daha sonra, siyasi tarihimize “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak geçen Erdoğan-Büyükanıt görüşmesinden sonra çok şey değişti. Bunun izleri bugünlerde de görülüyor.
Şu andaki Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ döneminde “BBG Evi” gibi izlenen artık Türk Ordusu oldu!..
Eski 2. Ordu Komutanlarından E. Org. Edip Başer’in ifadesiyle hâkim ve savcılar “devletin yatak odasına girdi.” Başer, bu sözleriyle Genelkurmay’ın “kozmik odalarında” üç gündür süren aramaları kastediyordu.
Anlaşılmaz bir durum
Ne yapılmak isteniyor, ne aranıyor? Güya, (askere karşı sert ve dayanaksız açıklamalarıyla tanınan) Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a tasarlanan suikastın belgeleri aranıyor.
Bu, önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak diye umuluyor.
Bence hiçbir şey ortaya çıkmaz. Çıksa çıksa devletin sırları, orada burada ortalığa saçılır, itibarsızlaştırma ve Türk Ordusu’nu psikolojik olarak sıfırlama söz konusu olur.
Daha önce de yazdım.
Org. Büyükanıt bile kendisini Yahudi diye eleştirenleri bulacağını söylemişti. Ben de bulamaz, demiştim. Bulamadı. Belki de aramadı bile!
Org. Başbuğ, Albay Çiçek olayında “Suçluları bulun” demişti. Ben de bulunamaz demiştim. Bulunamadı.
Bugüne kadar, gerçek olmadığı anlaşılan hangi olayın sorumlusu bulundu ki?.. TSK yıprandığıyla kaldı.
TSK belki ilerde bugünleri bile arar duruma gelecek.
Ne zaman Genelkurmay Başkanı bir açıklama yapsa, anında orduya operasyon yapılıyor! Ve nedense sesleri çıkmıyor. Benzetmek gibi olmasın ama, tıpkı Kasımpaşalı Başbakan Erdoğan’ın Osman Baydemir’in küfrü karşısında -anlaşılmaz- bir suskunluğa bürünmesi gibi!..
İnsan anladığı kadar yaşar!..
Şimdi, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın “kozmik” denen en gizli devlet sırlarının bulunduğu odalara girilmesi yasalara göre yapılıyormuş!
Doğrudur.
Yasaları nasıl uyguladığınız ve nasıl yorumladığınız da, yasanın kendisi kadar önemlidir. (Bakınız dün, Danıştay, Adalet Bakanlığı müfettişlerinin emriyle hakim ve savcıların dinlenmesi uygulamasını iptal etti..)
Bu yasalar çıkarken, Meclis’deki muhalefet ve o yasanın kendisine uygulanacağını tahmin edemeyen kurumlar susuyor, gelişmeleri izleyemiyordu.
Bu, her konuda böyle. (Örneğin, RTÜK yasası çıkarken medya patron ve yöneticileri aldırmadılar. O arada, “Reklam gelirlerinin belli yüzdesini RTÜK’ün alması” kararlaştırıldı. Böyle bir şey -bence- bugün de akıl dışı. Çünkü, ben kazanacağım, vergisini vereceğim, ama benim kazancımdan ayrıca birisi gelip para alacak; üstelik o aldığı paralarla yan gelip bana ceza kesecek!..)
E, ne demişler?
İnsan anladığı kadar yaşar!.. Yani, farkındalığı azsa, başına gelenlere çaresiz razı olacak, demek.
Devamı da var!..
Farkındalığımızı artırmak için, “bilineni” bir kez daha tekrar edeyim. Atatürk konuşuyor:
“Ey Türk Gençliği,
Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti’ni sonsuzluğa kadar korumak ve savunmaktır.
... Bağımsızlığına ve cumhuriyetine göz koyacak düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir zafer kazanmış olabilirler. Zorla ve aldatmaca ile sevgili vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine düşman girmiş olabilir...”
Devamı da var!..
HULKİ CEVİZOĞLU / Yeniçağ30.12.09
Yeni bir yapılanma mı?Çukurambar Operasyonu’nu Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın tarihine bakarak yorumlayanlar, Türkiye ile Amerikan çıkarlarının kesiştiği noktada “belirleyici” olacak tek kurumun dönüştürüldüğü görüşünde
Tarihe “suikaste uğrayacağını öğrendiği gün sevinçten etekleri zil çalan tek politikacı” olarak geçmesi muhtemel Bülent Arınç, tarihteki emsalinin “1978’de Gladio tarafından öldürülen İtalyan Başbakan Aldo Moro” olduğunu açıklayınca, bunu bir ara pası kabul eden Yasemin Çongar “görev” bilinciyle “şutunu” çekti: Arınç’ın Ankara’ya bakınca Roma’yı hatırlamasına hiç şaşırmadım. İtalyan Gladiosu içindeki Rüzgar Gülü adlı gizli birim de, CIA güdümlü ve NATO şemsiyeli Gladio’nun aksine, ABD’ye ve NATO’ya mesafeli milliyetçi subaylardan kuruluydu!..
Çongar’ın ’sorun / tehdit / tehlike’ olarak yansıttığı yapı, açık biçimde görülüyor ki “CIA güdümlü Gladyo” değil, onun kurduğu oyun düzeninin dışına çıkan “ABD karşıtları” veya “milliyetçi subaylar”!
Akinan: Washington’un tasfiyesiDünkü Medya Polemik’i okuyanlar, Serdar Akinan’ın yaptığı hatırlatmalara bakarak, Türkiye şartlarında benzer bir “tehlike!” oluştuğunda, nasıl “bertaraf” edildiğiyle ilgili az buçuk fikir sahibi olmuşlardır.
Okumayanlar için Akinan’ın “mim” koyduğu iki önemli tarihe yeniden bakalım:
İlki 19 Mart 2002. Dönemin Amerikan Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin, Irak işgaline destek için Ankara’ya geldiği tarih...
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Bülent Ecevit ve Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafından alenen terslenen Cheney’nin ABD’ye dönüşünü takiben yaşanan “krizler zincirinin” ilk akla gelen halkaları, Ecevit’in hastaneye kaldırılması, “son kurtarıcı” Kemal Derviş’in “siyasi istikrarsızlık” çıkışı ve Devlet Bahçeli’nin seçim kararı almasıydı. Sonuç: Akinan’ın ifadesiyle “ABD’nin, Irak’ın işgali karşısında duran bir askeri siyasi heyeti birkaç ayda tasfiyesi” ve AKP’nin tek başına iktidarı!
İkinci önemli tarih 1 Mart 2003. Ankara’da yine ’ABD’nin planlamadığı’ bir gelişme yaşanıyor ve Irak’a asker göndermemiz için hazırlanan tezkere TBMM’de reddediliyor. Akinan bu olayın faturasının da “aslında” AKP’ye değil, MGK’da bu yönde “tavsiye kararı almayan” yani ABD’nin yanında yer almayan askere çıkarıldığını savunuyor. Akabinde malum; “Ergenekon” denen uzun ince bir yol!
Dönüştürme operasyonuDönüşüm miladı olarak 1 Mart 2003 tarihini görenlerin sayısı hiç az değil. Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, dün Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte, operasyonun “ABD’nin Türkiye’yi kendi yörüngesinde tutma çabası”yla paralel geliştiğine dikkat çekiyor ve şunları vurguluyor: “1 Mart tezkeresiyle ABD, askerlerin Türkiye’yi NATO yörüngesinden tamamen çıkarabileceğini düşünmeye başlamıştır. AB üzerinden Türkiye’nin silahlı kuvvetlerinin güvenlik algılamasını değiştirmesini talep edenler bunu artık farklı bir yöntemle yapıyor olabilirler. Bu süreç sona erdiğinde Türkiye farklı bir yapıyla ortaya çıkabilecektir. TSK bu güç mücadelesinin göbeğine yerleştirilmiştir.”
Kılınç’ın Ümraniye biletiEslen’in sözleri, ABD’nin askeri, “tehdit” olarak algılamaya başlamasıyla ilgili olarak çok tartışılan başka bir olayı da hatırlattı.
Dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’ın, 7 Mart 2002’de Harp Akademileri Komutanlığı’ndaki konuşmasında söylediği şu sözler, kendi kendisine kestiği Ümraniye Soruşturması bileti miydi acaba?
“Türkiye öncelikle, stratejik anlamda kimlerle bağı varsa, o bağları çözmesi lazım. Bu bağlardan bir tanesi NATO’dur. NATO’dan sıyrılırsanız, ABD’nin size bakışının ne kadar doğru olup olmadığının, hayrınıza veya şerrinize olup olmadığının kararını daha kolay verirsiniz. Bunun da en doğru yöntemi zannediyorum, Rusya ile birlikte, ABD’yi göz ardı etmeksizin mümkünse İran’ı da içerecek şekilde arayış içinde olunmasıdır.”
“Çukurambar Operasyonu”nu, TSK’nın NATO’nun işlevini sorgulama sürecine dayandıran Mehmet Ali Güller, önceki gün odatv.com’da yayımlanan analizinde 1980’lerin sonuna doğru TSK içinde, ABD’nin stratejik hedefleri konusunda fikir değişikliklerinin oluşmaya başladığına dikkat çekiyor.
Çuval; en sıcak saldırı1986’da “Türkiye himayesinden Kürdistan Planı”na direnç gösteren Özel Harp Dairesi’nin 1990’da Özel Kuvvetler Komutanlığı’na dönüştürüldüğünü ve 1992’de yeniden yapılandırıldığını hatırlatan Güller, bunun “ABD sultasından çıkış” anlamı taşıdığının ve o tarihten sonra “NATO ve ABD ilişkileriyle, ABD parasıyla, ABD eğitimiyle milletine karşı oluşturulmuş olan bir yapının, artık Milli Kuvvet haline geldiğini” dolayısıyla da ABD’nin hedefi olduğunu yazdı.
Yeniçağ’da Arslan Bulut’un kaleminden okuduğunuz “Açılımın Şifreleri” dizisinin dün yayımlanan ilk bölümünde, Öcalan’ın 1993 yılında, dönemin siyasilerine söylediği kaydedilen şu sözlerle, ordudan nasıl bir değişim bekleniyor dersiniz: “Demokrasi paketinizi bekliyoruz, dönmem için ordunun değişmesi gerekir.”
Güller’e göre ABD’nin ÖKK’ya yönelttiği en sıcak saldırı 4 Temmuz 2003’teki “Çuval Operasyonu”ydu: “Bugün Arınç’a suikast yapacağı iddiasıyla subayları gözaltına alınan, karargâhına baskın yapılan ÖKK, 4 Temmuz 2003’te de Peşmerge liderlerine suikast yapacağı iddiasıyla baskına uğramıştı! O gün, ”karşılık verme“ emriyle başına çuval geçirilen, kriptolarına el koyulan subayların, bugün de kozmik odalarına Terörle Mücadele Polisleri girmiştir!”
Doğru okuma notu Bu vesileyle, ABD’nin II. Dünya Savaşı’nı hasarsız atlattıktan sonra, Sovyetler liderliğindeki Doğu Bloku’na karşı, NATO çatısı altında birleşen Batı Bloku’nun liderliğini ele geçirdiğini ve “yeni dünya düzeni”nin inşaasına başladığını...Amele olarak Marshall Planı ve benzeri anlaşmalarla sayısını arttırdığı sömürgelerini kullandığını... IMF, Dünya Bankası, NATO, BM gibi kurumların uzattığı havuçların yevmiye yerine geçtiğini... Silah ve petrol ticaretinin devreye girmesinden sonra Amerikan kapitalizminin vahşi bir emperyalizme dönüştüğünü... Bu senaryoda Türkiye’nin payına da boru, kuyu, güzergah vs... bekçiliğinin düştüğünü... Dolayısıyla da bekçisinin ruh ve beden ölçülerini “işlevsel” kılmak isteyen ABD’nin aldığı en önemli tedbirin, “en önemli engeli” yani kendisine direnen orduyu etkisiz hale getirmek olduğunu hatırladık.
Kritik soru: Neden şimdi?Bu hatırlatmalar kuşkusuz nedensiz yapılmıyor. Bugüne kadar kanlısı, kansızı, klasiği postmoderni, darbenin her türünü yaşamış bir ülke soruyor: “Mesele demokrasinin sınırlarının barut izleriyle çizilmesi meselesiyse, neden şimdi?”
Mesela neden 27 Mayıs darbesi ve 12 Mart muhtırasını “CIA Operasyonları” kapsamına alan The Daily Telegraph 1972’de “CIA ajanları’nın, ordunun girişiminden hemen sonra Demirel hükümetinin zorunlu istifasındaki katkılarından...” bahsettiğinde değil de şimdi?
Mesela neden, 12 Mart arifesinde Genelkurmay’da yapılan gizli bir toplantının tutanakları, hem de satır satır, ABD Başkanı Richard Nixon, Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger, Dışişleri Bakanı William Rogers, Savunma Bakanı Melvin Laird, ABD Türkiye Büyükelçisi William Handley’nin kendi aralarındaki yazışmaları ve değerlendirme raporlarının arasından çıktığında değil de şimdi?
Mesela neden ABD’nin BM Temsilcisi Daniel Patrick, “Türkiye afyon üretimini durdurmazsa, biz de Sultanahmet Camii’ni bombalayalım!” dediğinde değil de şimdi?
Veya neden hakikaten camileri olmasa da birilerinin cemevlerini taradığı, aynı silahla ayrı kamplardaki gençlerin öldürüldüğü, kahvehanelerin tarandığı günlerde değil?
Mesela neden 16 Şubat 1969 günü Beyazıt Meydanı’nda toplanıp “NATO’ya hayır, Ortak Pazar’a hayır, toprak reformu yapılsın, montaj değil milli sanayi, petrol millileştirilmeli” diyen gençlerin yolu idam sehpasına çıkarılırken değil?
Neden bir “komünizm” umacısı uğruna binlerce insanın kanı dökülürken değil?
Neden Kanlı 1 Mayıs’ın ertesi sabahı değil?
Neden dönemin Dev-Genç başkanlarından Atila Sarp’ın, “ABD üniversitelerinde Maoculuğu öğrenip gelenler vardı” itirafından sonra... Veya Hasan Cemal’in “mısır gibi patlayan bombalarından” sonra... Veya biyografisinde CIA ile çalıştığını yazan Profesör’ün İngiliz istihbaratının arka bahçesi olarak tanımlanan Exeter Üniversitesi’ne gönderdiği öğrencilerinin, iktidarı pekiştiriş müjdesi olan “27 Nisan”da değil? Onların yolunu açan 28 Şubat’ta değil?
Deniz Gezmiş, idam kararını veren mahkeme salonunda “101 tane ABD üssünün bulunduğu ülkede bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür” dediği zaman değil de neden şimdi?
Öyle ya madem ÖKK, taa Adnan Menderes döneminde (başına gelecekleri bilse bulaşmazdı herhalde) “Türkiye’yi NATO’nun kontrolünde tutmak üzere oluşturuldu”. Bunca zaman demokrasi havarilerinin elleri armut mu topluyordu? Ama yanlış soru: Bugünün demokrasi havarileri dünün darbe şakşakçıları değil miydi zaten?
Türkiye’deki bütün faili meçhullerin failinin ‘aslında’ TSK içindeki ‘derin bir yapı’ olduğuna dair bir algı var. Son operasyonu ‘kabul edilebilir’ kılan eşik o algının artık kronikleşmiş hale gelmesi. Gazeteciler, siyasiler, statükonun yoluna taş koyan hiçkimse, ‘bir bilinmezin’ namlusunun ucunda yaşamak istemez. Her gece evine döndüğünde “bugün de arabam havaya uçurulmadı” anne demek değildir, sosyal güvenlik. Bu yüzden “gerçek demokrasi”den yana olan herkes endişeleniyor.
Yalçın Doğan’ın yazdığı gibi “Seferberlik Tetkik Kurulu tarihinde ilk kez aranıyor.” Bunu faydaya çevirmek isteyenler için bir başka “ilk” için fırsat doğdu. Ülkenin darbe ehli CIA müttefiklerini teslim edilmeyeceğini göstermek! Çünkü “millileşme” Gladio için de tehdit ise, insanın aklına şu soru düşüyor: “NATO çerçevesinde yeni bir ordu yapılanmasına mı gidiliyor?”
Bunun ille de darbeci bir ordu olması gerekmez. Obama’nın desteklediğini açıkladığı, İran’daki gibi bir sivil darbe girişimini “bastırmayacak” kadar pasifleştirilmiş bir ordu da ‘bekaa’ için risk değil midir?
MİNİ YORUM
Ya teslim olacağız, ya olacağız
ABD değilse AB. Ama yolu yok, ille de teslim bayrağı çektiğini görecekler insanların. Baksanıza Eser Karakaş’ın konumlandırmasına:
“Bugün Silivri’de yargılanan kişilerin en büyük ortak paydası AB sürecine olan karşıtlıkları. ” Ergenekoncu “ zihniyet demek özünde ve somut olarak AB karşıtlığı demek.” Cümleten geçmiş olsun!
SELCAN TAŞÇI / Yeniçağ30.12.09