Ergenekon (namı diğer Ümraniye)

O.J. Simpson nasıl yırtmıştı

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 3:41

O.J. Simpson nasıl yırtmıştı


BİRAZ hafızamızı zorlayalım.O.J. Simpson o cinayet davasından nasıl yırtmıştı?

Sadece Amerika değil, neredeyse bütün dünya onun katil olduğuna emindi.

Buna rağmen nasıl oldu da beraat etti?


Hatırlamayanlara kısaca özetleyeyim.

O.J. Simpson davasında polis, karısının öldürüldüğü odada Simpson’ın kan izlerini buldu. Polisler, Simpson’ın karısını bıçaklarken elini kestiğini düşünüyordu.

Ancak bu delil üç gün sonra bulunmuştu. Avukatlar bu zaafı iyi değerlendirdi.

Kan analizlerinin yapıldığı Los Angeles Polis Departmanı ile FBI kimya laboratuvarlarının delil zincirine uymadığını, analizlerde titiz davranmadığını kanıtladılar.

Bazı analiz sonuçları bilgisayardan silinmişti ve Simpson’dan alınan 0.2 mililitrelik kan örneğinin nereye harcandığı kanıtlanamamıştı.

Çünkü her iki laboratuvar da akredite değildi.

Bu nedenle DNA kanıtlarına rağmen deliller hukuka uygun sayılmadı ve Simpson beraat etti.

Amerika’da, gözaltına alınışı sırasında, yüzüne hakları okunmadığı için beraat eden çok suçlu vardır.

* * *

Şahidim, Bugün Gazetesi yazarı Gülay Göktürk’tür.

"Şemdinli" davasıyla ilgili görüşlerimi eleştiren bir yazı yazmıştı.

O gün kendisini arayıp şöyle demiştim:

"Savcılık aşamasında ve olay yeri incelemesinde öyle hatalar yapıldı ki, korkarım bu hatalar yüzünden kurtulacaklar."

Dediğim çıktı ve Yargıtay, 39 yıl hapse mahkûm olan sanıklar hakkındaki kararı bozdu.

Hangi nedenle mi bozdu: "Eksik soruşturma..."

Şimdi itibarlı hukukçular aynı uyarıyı yapıyorlar.

Mesela, Sami Selçuk.

Mesela, eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi üyesi Rıza Türmen.

Her ikisi de aynı şeyi söylüyor.

Bu davanın yürütülmesinde vahim hatalar yapılıyor.

İnsanlar somut kanıtlar olmadan gözaltına alınıyor, davayla ilgisi bulunmayan bilgiler dosyalara konuluyor.

Polis aramalarında en basit kurallara dikkat edilmiyor.

Bilgi kirlenmesi yaratılıyor.

Çetelerle ilgisi bulunmayan insanların adları, özel hayatları sanki suçmuş gibi ortaya saçılıyor.

Korkum yine şudur:

Hatalarda ısrar edilirse, gerçek suçlular da bundan yararlanır.

* * *

Son günlerde olumlu bazı gelişmeler gözlenmeye başladı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dünkü çıkışı son derece önemlidir.

Bu konuda konuşan herkesi uyarıyor.

Yargıyı ve hukuku etkilemeye çalışanları uyarıyor.

Suçsuz insanları, suçu kanıtlanmamış zanlıları suçluymuş gibi sunanları uyarıyor.

Düşüncesizce yayın yapan özel televizyonları ve gazeteleri uyarıyor.

Ama aynı zamanda, "Resmi yayın kuruluşları da dikkat etmelidir" diyerek, Tuncay Güney rezaletini yapan TRT’yi de uyarıyor.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın bugün Ahmet Hakan’a söyledikleri de önemli.

Baykal, kanıtlarıyla ortaya konmuş çeteleşme faillerinin üzerine gidilmesini en açık ifadeyle dile getiriyor.

Çetelerin temizlenmesine tam destek vereceklerini söylüyor.

Genelkurmay da, kirli işlere karışmış eski ve muvazzaf üyelerin üzerine kararlı şekilde gidileceği işaretini verdi.

* * *

Nazlı Ilıcak’a, fikren karşı olduğum konularda bile hep büyük saygı duydum.

Onun gazeteci olarak mücadeleciliğini ilgiyle izledim.

"Mahalle baskısı"nın her türlüsüne karşı çıkma cesareti olan bir yazardır.

Dünkü yazısında o da bu dava etrafında insanlar üzerinde korku ve sindirme havası yaratılması tehlikesine dikkati çekiyordu.

Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’yi yoran çetelerin üzerine daha geniş bir konsensüsle gitmenin yolları açılıyor.

Bir devlet böyle bir konsensüsle temizlenebilir, bir dava bu yolla herkesin gözünde meşruiyet kazanır.



DÜZELTME

Önceki günkü yazımda bir yanlışlık yapmış ve "Buraya Yahudiler ve Ermeniler giremez" pankartının Orhangazi’de taşındığını yazmışım. Oysa söz konusu pankart, Osmangazi Kültür Dernekleri Başkanı tarafından taşınmış. Bu hatadan dolayı özür dilerim.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Askerin açıklaması

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 3:48

Askerin açıklaması

gunericivaoglu@milliyet.com.tr


Ergenekon süreci bağlamında Genelkurmay’ın açıklaması “altı çizilerek” okunacak önemdedir.
Bu açıklama “askerin siyasete ve yargıya müdahalesi” mi ekseninde - sanıyorum- tartışılacaktır.
Ancak...
“Kimin söylediği” ötesinde “ne söylendiği” de yorumlanmalı.
Yani...
- Suçlu olduğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kişinin masum sayılacağı yolundaki ceza hukukunun temel ilkesi...
- Soruşturmanın gizliliği...
- Bu temel ilkelere uyulmayarak kişilerin, yargının ve devletin yıpratıldığı...
Bunlar birer gerçek değil mi?
Devlet televizyonundan “ne idiğü belirsiz bir adamın saatlerce konuşturulması ve onun tarafından siyasetçilerin, TSK mensuplarının, iş adamlarının, gazetecilerin, bürokratların hedef alınarak kanıtı olmayan iftiralar atılması, suçlanması, aşağılanması” hukuk devletinde nasıl yaşanabilir?
Öte yandan...
Tuncay Güney’in devlet televizyonundan saatlerce konuşturularak, “sayın” diye ödüllendirilmesi, ekranda onu izleyen milyonlar önünde “itibar” kazanması elbette içe sindirilemez.

Zarf ve mazruf
Askerin açıklaması “zarf” tır.
Hukuk devletinin ihlal edilen ilkeleri ise zarfın kapladığı içeriktir de...
Otomobil kaçakçılığından “dolandırıcılıkla” suçlanan bir kişinin, Ergenekon dosyasından siyasal sorgulaması da izahı olmayan hukukta yol kazasıdır.
TRT’de yapılanlar, yürütmenin yargıya müdahalesi kuşkularını yoğunlaştırıyor.
Gizli olması gereken soruşturma tutanaklarının medyaya servis edilmesi de öyle...
Açık seçik görülüyor ki, devletin içinde yuvalanmış gruplar, çeteler oluşturmuş.
Suikast tabancaları, bombalar, ağır silahlar ve patlayıcılar çeteleşme iddialarının somut işaretleridir.
Bunlarla elbette mücadele etmek ve nereye uzanıyorsa oraya kadar gitmek “dokunulmaz” sanılanlara dokunmak gereği tartışılamaz.
Ama... Hukuk yolunda ilerlerken hukukun güvenlik şeridine girip, onu ihlal etmek yanlıştır.
Başbakan’ın dünkü konuşmasında bu çok duyarlı konuya da girmesi genel beklentiydi.


SAYGINLIK ANISI
Strasbourg’ta doktora öğrencisi ve Avrupa Konseyi TRT muhabiriydim.
Dönemin Strasbourg Büyükelçisi , eskilerde kalmış burnundan kıl aldırmayan bir tipti.
Birgün “büyükelçinin beni çağırdığını ve önemli bir konuda konuşacağını” bildirdiler.
Gittim.
Odasına girdiğimde büyükelçi kasıntı bir havadaydı.
Çalışma masasının önündeki koltuğu gösterdi ve oturmamı işaret etti.
Yarım ağızla hal hatır sorduktan sonra, lafı evirip çevirmeden doğrudan “TRT’ye geçtiğim haberlerden memnun olmadığını” söyledi.
Sesi, beden dili, yukarıdan bakan tavrı ve bu söylem, fena halde sinirime dokunmuştu.
6-7 yıllık gazeteciydim.
Başbakan, liderler, politikacılar, hatta İsmet Paşa ile konuşmalarım olmuştu. Hiç böyle bir söylemle karşılaşmış değildim.
Ben de doğrudan ve net cevap verdim:
“ Sizi memnun etmek için, size beğendirmek için haber yapmıyorum.”
Cevabımı hiç duymamış gibi devam etti:
“Kardeşim, bundan sonra TRT’ye haber geçmeden önce bana göstereceksiniz. Eğer onaylarsam servis edebilirsiniz. Anlaşıldı mı?”
Cevap verdim:
“Ben de sizin bu isteğinizi kesinlikle yerine getirmeyeceğimi bilmenizi istiyorum. Anlaşıldı mı?”
Büyükelçi, “Günah benden gitti. Sizi TRT Genel Müdürü’ne şikayet edeceğim” dedi.
Cevabım; “TRT, özerk bir kurumdur. Devletin sesi değildir” oldu.
Köprüler atılmıştı.
Odadan çıktım.
Küçük dağların kendisi tarafından yaratıldığını sanan büyükelçi, gerçekten beni şikayet etmiş.
Haber Dairesi Başkanı Doğan Kasaroğlu beni iyi tanırdı.
Gazeteciliğe onun yanında başlamıştım.
Telefonla aradı; “Büyükelçinin şikayet mektubu yazdığını, TRT Genel Müdürü Adnan Öztırak’ın -TRT’nin özerk olduğunu, TRT muhabirlerinin büyükelçilerden ya da diğer herhangi bir devlet kademesinden emir almayacağını, haberlerinin sansür edilemeyeceğini büyükelçiye bildirin- dediğini” söyledi.
“Güneri, gazetecilik neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam et. Gözlerinden öperim” diye noktaladı.
TRT işte buydu.
Yıllar içinde ne yazık ki, özerklik mevzileri tek tek düştü.
İktidarların eli TRT’nin üzerinde oldu.
Tuncay Güney’in TRT 2 ekranında ağırlanışı bağlamında bu anıyı yansıtmakta fayda gördüm.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Gün Atatürkçülerin günüdür!..

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:03

Gün Atatürkçülerin günüdür!..

Tel: 0212 3544813
Faks: 0212 3544891


Atatürkçüler!.. Atatürk Cumhuriyetinin sahipleri.. Laik, çağdaş, batılı, demokrat Türkiye Cumhuriyeti'ne inanan insanlar..
Eğer bugün susarsanız, bugün sinerseniz, bugün koparılan gürültüler, toz duman edilen ortamda Atatürk ve Cumhuriyeti'nden şüphe ederseniz hele, biteriz.
Atatürk biter. Atatürk Cumhuriyeti biter..
Yıllar önce İkinci Cumhuriyet sulandırmasıyla ortaya çıkıp, aslında Ortadoğu ve Orta Asya'ya göz dikmiş Amerika'nın ihtiyaç duyduğu tampon, uydu "Ilımlı İslam" devletine döneriz.
O zaman yeni bir Atatürk de bekleyemeyiz. Çünkü Atatürkler tarihte kolay yetişmiyor.. En azılı düşmanı Lloyd George'un dediği gibi, yüzyılda bir geliyorlar dünyaya.. Geçen yüzyıl bize nasip olmuştu. İki yüz yıl üst üste şansın bize dönmesini ummayın..
Bakın, Ortadoğu ve Orta Asya siyasetini tamamen bir Ilımlı İslam Türkiye'ye bağlamış Amerika'nın niyetleri nasıl açık!..
Ne diyor gayri resmi sözcüleri Newsweek dergileri..
Türkiye'de iki derin devlet var. Biri temiz.. Onlar Atatürk Cumhuriyetçisi laikler.. Kimler?.. Ordu.. Yargı.. Üniversiteler. Yani tüm dinamik güçler ve tüm Atatürk bekçileri.. Bunlara dil uzatamıyor. Ne diyor..
Bir de Kirli derin devlet var.. Temiz derin devlet varlığını devam ettirebilmek için kirliye muhtaç. Yani eninde sonunda o da bulaşık.. O da kirli..
..Ve baklayı ağzından çıkarıyor..
"Ey Türk milleti.. Bu derin devletten kurtulmak için tek yol var önünde.. Mart ayındaki seçimlerde oyunu AKP'ye ver. Yüzde 47'den daha fazla ver ki, onlar iyice coşsun, ötekiler iyice pıssınlar.."
Yani, Deniz Baykal'ın göstermelik, Devlet Bahçeli'nin "Yavru" muhalefetine bile tahammül edemiyorlar, görünüşte.
Aslında Amerika'nın sorunu muhalefet değil. Bir Kemal Derviş müdahalesiyle işi nasıl başarıp, darmadağın ettikleri tüm öteki partiler yanında iktidarı AKP'ye nasıl altın tepside sunduklarını bilmeyen var mı?.
Amerika'nın sıkıntısı Atatürk'ün ve ilkelerinin yılmaz bekçisi Ordu.. O orda, öyle dimdik durdukça, cumhuriyetin laik ilkelerinden ödün vermek, Ilımlı İslam devleti kurmak mümkün olmayacak..
O zaman hedef ne?..
Ordu!..
Türkiye'nin derin devleti var da Amerika'nın yok mu?.. Onlar salmazlar mı kendi derin devletlerini Türk Ordusunun üzerine.. O ordu yıpratılır, o ordunun Türk halkı nezdindeki başından beri açık ara süren "1 numaralı güvenilen kurum" niteliğine gölge, şüphe düşürülürse iş kolaylamaz mı?..
Oynanan oyun bu..
Bu ülkede her iktidar, polisi ele geçirebilir.. Ama Menderes dahil, Ordu'yu ele geçirebilen çıkmadı. Çıkmaz. O Harpokulu orda durdukça çıkmaz.
Bugün polis ne durumda biliyor musunuz?.
Tarikatlar ne kadar sızmışlar haberiniz var mı?.
Bugün Ordu'yu yıpratan her olayın içinde ve başında polisin olması tesadüf mü?.
Polis, yargının, yani savcıların, mahkemelerin isteğiyle mi hareket ediyor, yoksa iktidarın emir kulu mu?.

Polisin o gün nereleri basacağını polisten evvel devlet televizyonunun bilmesini neye bağlıyorsunuz mesela..
Çok kritik bir Ordu mensubunun evi basılır, güya çok önemli belgeler ele geçirilirken, savcılara haber verilmeyişi, polisin eve gelip yalnız başına 3 saat çalışması ve bilgisayarı yedekleme yapmadan alıp gitmesi tesadüf mü?.
İçinden çeşitli silahlar çıkan kazı yapılırken, polisin tüm özel yayın kurumlarına engel olup, sadece TRT kameramanı eşliğinde çalışması hep masum tesadüf, ya da talihsizlikler mi?.
Ordu'dan şüpheyi pompalayan satılık kalemler, hem de bu kadar temel yanlışı yapan polisi niye eleştirmiyorlar sizce?.
Geçen gün, bulunan silahlarla ilgili, 1965 yılında askeri okulda bize verdikleri dersi özetledim. İşgal altındaki ülkede, işgalcilerle gerilla savaşı yapmak için, barışta gömülen, saklanan silahları anlattım.
Bir emekli General dedi ki..
"Yazdıkların doğru.. Bak sana söylüyorum. Bugün bulunan tüm silah ve cephanenin devlete kayıtlı olduğunu asker de, polis de biliyor. Asker görev bilinci içinde sırlarını açıklamaz. Susuyor. Polis bunu biliyor ve kullanıyor.. Asker hızla yıpranıyor.."
Ergenekon adı altında kopan tüm gürültünün baş hedefi, Atatürkçüler ve de özellikle Atatürk'ün ordusu..
İşte onun için diyorum..
Gün susma, sinme, geri adım atma, "Hele bir bekleyelim" deme günü değil..
Onlar organize.. "Fet" diyorum, yüzlerce küfür, tehdit maili yağıyor. Bir yerden işaret almış gibi..
Bütün gazete yöneticileri, bütün köşe yazarları bu baskının altında..
Atatürk'e söven yazılar son günlerde nasıl azdı, nasıl yoğunlaştı?..
Çünkü onlara da alkış yağıyor her sövmelerinde, ayni merkezlerden.. Coşuyorlar.
Atatürk Cumhuriyetçileri..
Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler..
Korkmayın.. Sinmeyin.. Susmayın.. Bilgisayarlar kilitlensin haykırmanızla..
Atatürk'ün kurumları, onlara sahiplendiğinizi görsün, hissetsin, yaşasınlar..
Bu ülke bizim.. Bu cumhuriyet bizim.. Atatürk bizim..
Biz yaşadıkça.. Korkmadıkça, sinmedikçe, palavraya pabuç bırakmadıkça..


Atatürk diyor ki..

EY Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahil ve harici bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şerâitten daha el ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahs menfaatlerini, müstevl siyasi emelleriyle tevhid edebilirler.
Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
20 Ekim 1927

Ezber biliyorsunuz değil mi?. Gene de yazdım. Ezber iyi bir şey değildir çünkü. Unutun ezberinizi, yeniden satır satır okuyun Atatürk'ün 20 Ekim 1927'de söylediklerini.. Her cümlesini yeniden okuyun, her cümlesini yeniden düşünün.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Korkmuyoruz, kahroluyoruz

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:12

Korkmuyoruz, kahroluyoruz

ismet.solak@gazeteport.com.tr


BU ülkede “Basının Amiral Gemisi” olarak adlandırılan Hürriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, önceki günkü yazısına şu başlığı atmıştı:

“Korkuyorum!”

TRT-2’de yayınlanan Büyüteç programını izlediğim için, Özkök’e hak veriyorum.

Evet, korkmakta haklı.. Çünkü, Devletin Televizyonundan resmen hedef gösteriliyor.. Sekiz yıl önceki ifadesiyle Türkiye’ye karıştıran Tuncay Güney adlı biri, Kanada’ya kaçmış ve oradan veryansın ediyor. Önüne geleni ihbar ediyor, hedef gösteriyor.

“Ertuğrul Özkök bana hesap verecek.. Ertuğrul bey bana yaptığı haksızlığı bir gün mutlaka düzeltmek zorunda kalacak Bana villa parası gönderir sanırım. Ben bir şey mi söyledim Hürriyet patronu Baron’a? Neden bana haksızlık yapılıyor?”

Bir başka konu sorulsa bile lafı alıp Hürriyet’e, Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök’e getiriyor. Atılan manşetlerin “hatalı ve kasıtlı olduğunu” öne sürüyor.

Programı yöneten de, programa katılanlar da bu konuda müdahale etmiyorlardı.

Sadece, “Burada olmayanlar telefonla katılabilirler” uyarısı yapıldı.

Kendisini gazeteci sayan bir adam çıkmış, ana muhalefet liderinin “MİT’çi” olduğunu ilan ediyor. Hem de Devlet ekranından ilan ediyor.. Ve Fikri Sağlar gibi bir sosyal demokrat politikacı, buna tebessüm ediyor, sanki seviniyordu.

Programın konuklarından biri Star Gazetesi Temsilcisi olan meslektaşımızdı.. Şamil Tayyar da bu garip adama, “Sen kendini gazeteci diye ilan ediyorsun, sarı basın kartın var mı? Bana numarasını verebilir misin, Basın Yayın’dan bir kontrol edeyim!” demedi.

Şamil’i Milliyet Gazetesi muhabiri olarak tanımıştım. Ben TGS Ankara şube başkanı iken, Milliyet Ankara Bürosu elemanıydı. Sessiz, terbiyeli ve vasat bir gazeteciydi.

Bu dönemde ne oldu ve nasıl olduysa, hem popüler hale geldi, hem de Temsilci....

Ergenekon Olayı ile ilgili bir de kitap yayınladı..

Gazetecilerin yazdıkları haberlerin sürekli izlemeleri ve belgelendirmeleri halinde belgesel kitap yazmaları hoşuma gider. Ben de ANKA muhabiri iken, Anka Yayınları’nın ilk belgesel kitabını yazmıştım: “İsmail Cem Dosyası!”

Rahmetli dostum Cem’in TRT Genel Müdürü olduktan sonra yaşadığı hukuki süreci ve parlamentoda yapılan tartışmaları derlemiş ve kitap haline getirmiştim. O dönemde bitişik masalarda ve aynı büroda çalıştığım rahmetli basın şehitlerimizden Uğur Mumcu da kitabın hazırlanmasında bana her yönden destek olmuştu. Daha sonra Anka Yayınları Yönetmenliği görevi de bana verilmişti. Müthiş bir dönemdi.

Daha sonraki yıllarda Hürriyet Ankara Bürosu’nda Ertuğrul Özkök ile buluştuk.

Uzun yıllar Ertuğrul Özkök temsilci, Esen Ünür ve ben temsilci yardımcısı, Nurcan Akad ve Serdar Turgut da Haber sorumluları olarak çok iyi bir ekip olmuştuk. Bir süre de Muharrem Sarıkaya temsilci yardımcısı olmuş, rahmetli Esen başka bir gazeteye girmişti.

Ne oldu, nasıl oldu? Bunlara girmiyorum.. 2002 yılında Prof. Mümtaz Soysal, ve ben Hürriyet’ten kovulduk. Tıpkı üç yıl sonra Emin Çölaşan’ın kovulması gibi..

Demek istediğim şu ki, bugün Ertuğrul Özkök’e bir meslektaşı olarak destek vermek benim için meslek ahlakımın gereğidir. Eski olayların intikamını kovalayacak değilim. Ekmek yediğim yerin aleyhine ise asla yazmam.

Türk basını sürekli erozyona uğratılıyor. Bu Tuncay Güney, Türkiye ve Türk Ordusu kadar Türk basınına da büyük kötülükler ediyor. Gazeteci olduğunu söylüyor. Oysa kendisi ilkokul mezunu imiş! Kimse sormuyor, “İlkokul mezunları sarı basın kartı alamaz” diye.

Bir gazete veya dergide ofis –boy olmak o kişinin gazeteci olmasını sağlamaz.

Dahası ilkokul mezunu biri, “akademik çalışmalar” yapacak bilgi ve kültüre sahip olamaz. Oysa ki, Kudüs’e gidiyor, akademik araştırmalar yapıyor(!) Suriye’ye gidince yihe akademik çalışıyor(!) Kuzey Irak’a gidiyor, akademik (!) incelemeler yapıyor.

Sanırsınız Nobel ödüllü bir bilgin!

Bu açıdan gelişmeler yüz karasıdır. Çünkü, bazı gazetelerin yazarları da Ertuğrul’un içeri alınması gerektiğini yazıyorlar. Böyle meslek ahlakı olur mu? Hedef gösterme işlemini asıl yapan Tuncay Güney! Devletin organı TRT ekranlarından yapıyor.

Sorun bakalım, TRT Tuncay Güney’e program için para ödemiş mi?

Bu dandik duruşlu şahıs hınç mı alıyor, intikam mı? Kim bu adam, kumdur ve neyin nesidir? Neden bu saçma sapan konuşmalara prim tanınıyor, önem veriliyor? Ofis-boy olmuş, birden yazarlığa soyunmuş(!) Girmediği delik, çalmadığı düdük kalmamış. Dalmadığı grup, çıkmadığı örgüt yok. Sanki zehir hafiye!.

Bir bakıyorsunuz generallerle buluşmuş(!) bir bakıyorsunuz PKK’ya silah götürmüş, Veli Küçük’ten talimat almış, APO denilen caniye ulaştırmış, ABD ile müzakere etmiş, MİT ile JİTEM arasında arabuluculuk yapmış!

Gidin Allah aşkınıza!

Şimdi RTÜK adlı, Radyo Televizyon Üst Kurulu’na bir görev düşüyor. TRT bir özel kuruluş değil, Devletin resmi organı. TRT, özel yasası olan bir Anayasal kuruluş. Peki, nasıl hakla böyle bir yayın yapabiliyor? Yasaya rağmen yanlı olabiliyor? Ana Muhalefet Partisi liderine hakaretler ediyor, Fikri Sağlar’ı eski liderine karşı tahrik ediyor. Sağlar da program sırasında, “bu adam uçuk” demiyor da sonradan söylüyor. Sağlar, takdir ettiğim bir siyaset adamıdır ama, oturum sırasında şaşırttı beni.

Halk olarak her birimiz, tükettiğimiz elektriğin parasını öderken, faturada yazılı miktarın yüzde 2’sini TRT kurumuna veriyoruz. Yani TRT üstünde maddi hakkımız var!

TRT tarafsız, Anayasanın sözüne ve ruhuna bağlı olmak zorunda. Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü, milli egemenliği, Cumhuriyeti., kamu düzenini, genel asayişi, kamu yararını korumak ve kollamak mecburiyetinde. Özerkliğinin ve yayınlarının tarafsızlığı esastır. Bu ilkeleri TRT yasasından aktarıyorum, uydurmuyorum. Bu ilkeleri çiğnediği an sorumlular cezalandırılırlar. Peki bu incelemeyi, soruşturmayı kim yapacak? Başbakanlık Devlet Denetleme Kurumu mu? Yoksa Devlet Denetleme Kurumu mu?.

Ertuğrul Özkök, resmen korktuğunu açıkladı. Bizler, mesleğin en kıdemlileri olarak korkmuyoruz. Ama kahroluyoruz.. Gazetecilik mesleğini, meslektaşlarımız pespaye haline getiriyor. Buna kahroluyoruz. Yeter artık, diyoruz, yeter!

T.C. bir Hukuk Devletidir. Biz Hukukun Üstünlüğünü savunuyoruz.

Sadece ADALET istiyoruz!


[img]http://www.gazeteport.com.tr/stellent/fragments/gp_assets/images/gazeteport_small.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

TRT provokasyonu

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:25

TRT provokasyonu

m.asik@milliyet.com.tr


TRT her dönemde iktidar baskısına uğradı. Her dönemde iktidarın borazanı olmakla suçlandı. Ama hiçbir zaman böylesine katıksız bir borazan görünümü almadı.
TRT yasalara ve kendi kuruluş ilkelerine göre yayın yapar. Taraf olmaz. Her zaman Anayasa ve cumhuriyet ilkelerinden yana taraftır. Kişilik haklarına saygılıdır..
TRT bugüne dek buydu.. Ancak artık devlet değil, bir parti kuruluşudur. Hem de en müptezelinden. Bir süredir sözlü programları yandaş basının taraflı kalemlerine yaptırıyor zaten partinin sesi gibi çalışıyordu. Son olarak TRT 2’de Tuncay Güney adlı provokatöre ekranı saatlerce açarak provokasyonun da sesi oldu.
Birileri bu ruh hastasına ciddi bir nitelik vermek istiyor. Bir ara basına MİT görevlisi olduğunu sızdırdılar. TRT 2’ye çıkarılması da onun hezeyanlarına ciddi ve inandırıcı bir nitelik verme atağıydı. Bu şahsın inandırıcı olma niteliği var mıdır? Eski MİT ajanı Prof. Mahir Kaynak der ki:
“Bu şahıs bir ajandır. Ajanların görüşü olmaz. Kim tarafından kullanılıyorlarsa, kime hizmet ediyorlarsa onların istediklerini yaparlar ve söylerler. Dolayısıyla Tuncay Güney’in anlatımlarına itibar edilmemelidir.”
TRT’nin yaptığı o anlatımlara itibar kazandırmaya çalışmaktır... Halktan toplanan paralarla yayın yapan TRT halka ve demokrasiye yönelik bir provokasyona alet oldu sonuçta.
Genel Müdür Şahin resmen suç işledi...

Maliye Bakanı Unakıtan, “Yurtdışında parası olan Allah aşkına getirsin” demiş.
“Sadaka kültürü”nün devlet yönetimine yansıması böyle oluyor demek...

Haldun Ertem

* Türkiye’de insan ömrü çok uzadı. En açık kanıtı: Darbecilerin yaş ortalaması yetmiş beş...


Herkes sırada...Laz Kültür Derneği, Lazca yayın talebi başvurusunu TRT Genel Müdürlüğü’ne teslim etti... Dernek bir de imza kampanyası başlatmış bulunuyor.
Kafkas dernekleri de birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Gül’ü ziyaretlerinde aynı talepte bulundular.
Boşnaklar, Arnavutlar, Çerkezler de haklı olarak sıraya girecektir.
TRT bütün bu talepleri karşılayabilecek mi?
Tabii ki mümkün değil... O zaman ne olacak?
İster misiniz dört bir yanda kültürel haklar için eylemler başlasın!
Attığı adımın nereye gittiğini bilmeyen bu iktidarın ülkenin başına sarmadığı bir bu kalmıştı...

Kayıp seçmenler
İstanbul Ataköy’de 4 bin seçmen buharlaşmıştı... Bu haberin mürekkebi kurumadan gazetelerde Ümraniye’de Sinpaş sitesinde üç bin seçmenin kütüklerde yer almadığı haberi yer aldı...
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, yıllardır oy kullandığı Kadıköy’deki kütükte kendisinin ve eşinin adını göremediklerini, araştırınca adlarını Ankara’da bulduklarını anlatıyor.
Dikkatinizi çekiyor mu? Bu tür haberler sık sık yayımlanıyor ama AKP tarafından en ufak bir şikâyet gelmiyor. Onlar kendileriyle ilgili hata yapılmadığından neden bu kadar emin dersiniz?

Psikolog gözüyle
Haham Tuncay adı da verilen Tuncay Güney hakkında kimisi tutarsız, kimisi ruh hastası, kimisi yalancı, kimisi ajan diyor... Psikolog Kaan Arslanoğlu ise bu süreçte bir başarı görüyor. Dinleyelim:
“... Güney tüm eleştirilere karşın başarılıdır. Onun tutarlı ve derin sözler etmesini beklemeyin. Ona biçilen rol, düzeyi neyse, içinden geldiği gibi saçmalamasıdır. İktidar kavgası böyle işler. Bu kavgada tek tek kişilerin zekâsı, düzeyi ve tutarlılığı hiç önemli değildir.
Operasyonda ‘skandal’, ’hata’ denilen pek çok şey yöneticilerin başarısıdır. Davanın uzaması, sünmesi, sulanması, başarıdır. Birbiriyle çok ilgisiz görünen kişilerin alınması. Sağcısına, solcusuna, karıncaezmezine, gladyocusuna, fikir adamına veya emekli askere, herkesin kafasına aynı çuvalın geçirilmesi başarıdır. İddianamenin geciktirilmesi, binlerce sayfaya yayılması başarıdır. İddianame artı Güney’in saçmalamaları başlı başına başarıdır. Çünkü amaç şudur: Herkes herkesten şüphe etsin, bildiklerinden bile kuşku duysun ki, herkesin aklını teslim alabilelim. Sanıklar aleyhine kamuoyu oluşması başarıdır. Sanıklar lehine kamuoyu oluşması da başarıdır. Çünkü cumhuriyetin tasfiyesi süreci ne kadar zamana yayılıp, ne kadar denetim altında az sancılı seyrederse emperyalistler ve büyük sermaye için o kadar iyidir. Ülke içinde hiç kimseye tam güven duyulmadığı bir ortam uluslararası sermaye için çok iyidir.”

Mermiyle oynamak
Okurumuz Ahmet Aktaş ayrıntı gibi görünen bir konuya değiniyor:
“Son günlerde aramalarda bulunan piyade tüfeği mermileri polis yetkilileri tarafından basına açıklanırken ‘G3 mermisi’ veya ‘G3 piyade tüfeği mermisi’ olarak isimlendirilmektedir. Oysa bu mermiler G3 dışındaki silahlarda da kullanılabilinen 7.62 çapında piyade tüfeği mermisidir. Açıklamalarda polis yetkililerinin, bu mermileri ‘G3 mermisi’ diye adlandırması bu silah yaygın olarak TSK’da kullanıldığı için dolaylı olarak TSK’yı suçluyor... Böyle bir kasıt mı var?”

Müslüman Arap ülkeleri Gazze’deki katliamı
suspus izlerken, en sert tepkiyi devrimci
Latin Amerika ülkeleri veriyormuş.
Bazıları için Amerikan dostluğu
din kardeşliğinden önemlidir...



Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Status quo = müesses nizam = kurulu düzen

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:28

Status quo = müesses nizam = kurulu düzen


8 Ocak 2008, saat 10.30 dolayları. Kanal 24 ekranında Bilgi Üniversitesi’nden bir öğretim üyesi konuşuyor. Ergenekon tufanının son dalgasında gözaltına alınan asker ve sivillerin statüko (status quo)’yu temsil ettiklerini söylüyor. Daha doğrusu, statüko savunucularından bir bölümünün meşru olmayan yollara başvurmuş olabileceklerinden söz ediyor.

Ve ben, bir kez daha alet çantamı açıp onarım yapmak gereksinimi duyuyorum:

* * *

Eskiden ceza kanununun 141 ve 142. maddelerine göre suçlanan komünistler "müesses nizamı yıkmaya teşebbüs"ten yargılanırlardı. Müesses nizam yani status quo yani kurulu düzen ne idi ki aşağılık vatan haini komünistler(!) yıkmaya teşebbüs ediyorlardı? Kurulu düzen denince benim aklıma şunlar geliyor: Anayasa, parlamento, anayasal devlet kurumları; toplumsal ve ekonomik düzen... Toplumsal ve ekonomik düzen denince de kapitalizm.

Demek ki eski zaman komünistleri bu düzeni yıkıp yerine bir komünist düzen kurmak istedikleri için yargılanıyorlardı, hapse atılıyorlardı. Şu günlerde Bakanlar Kurulu kararı ile vatandaşlığa alınan Nâzım Hikmet de galiba 141 ve 142. maddelerden hapse girmişti.

Şimdilerde bir yasal parti olan Türkiye Komünist Partisi (TKP) o zamanlar illegal bir parti idi.

Bir zamanların illegal TKP’sinin karşısında CHP, DP, AP, YTP, ANAP, MHP kurulu düzeni savunan düzen partileriydiler. Bu partilerin karşısına kısa bir süre, düzeni değiştirmek isteyen Türkiye İşçi Partisi (TİP) çıkmıştı. Bu partiler ve düzenin adaleti TİP’in çanına ot tıkadılar.

* * *

Şimdi düşünelim: Status quo’yu, müesses nizamı, kurulu düzeni savunmak iyi mi, kötü mü? Türkiye Cumhuriyeti’nin 2008 yılında kurulu düzenini değiştirmek isteyen herhangi bir siyasal akım var mı? Kimilerine göre kapatılan Milli Görüş partileri ve onların organik uzantısı olan AKP! Kurulu düzenin temel direği olan Anayasa’nın ilk dört maddesini kim değiştirmek istiyor? AKP ve DTP! Yani İslamcılar ve Kürtçüler Anayasa’nın temel direği olan, değiştirilmez dört maddesini değiştirmek istiyor. Anayasa’nın temsil ettiği status quo’yu savunanların doğal olarak AKP ve DTP’ye karşı olmaları gerekir. Gerekmez mi?

Demek ki ve buna göre: Status quo’yu savunmak, dolayısıyla Anayasal düzeni savunmak bir suç değil, tam tersine övülmesi gereken bir davranış. Örnek ve sorumlu vatandaş davranışı!

Bir yanlış anlaşılmaya yer vermemek için kafalardan Ergenekon davasını silelim. Ergenekon davasının status quo’yu korumakla herhangi bir ilişkisi olamaz. Olsa olsa, böyle bir silahlı örgüt var ise amacı müesses nizamı silah zoruyla değiştirmek olmalı!

* * *

Böyle bir niyet ya da girişimin olup olmadığı dava sona erdikten sonra anlaşılacak. Günümüzde geçerli ve yürürlükte olan mevzuata göre, demokratik seçimler yoluyla ve Anayasa’ya bağlı kalarak kurulu düzenin ekonomi anlayışını sosyalist düzenin anlayışına dönüştürmek mümkün. Hatta Anayasa’nın "sosyal hukuk devleti" anlayışına göre böyle bir dönüşüm zorunlu ve yasal bir gelişme olur.

Ama laik düzeni (zorla olmasa bile) dolaylı ve dolaysız bir şekilde değiştirmeyi amaçlamak yasadışı bir amaç değil mi? Status quo’yu değiştirmek isteyen naylon demokratlar ile anarko-liberaller, İslamcıların din-şeriat devleti amacına hizmet etmiyorlar mı acaba?

Uzun sözün kısası: Bugün Türkiye’de status quo’yu savunmak Cumhuriyet’i savunmak anlamına gelir. Ama kimilerine göre de terörü savunmak oluyor(muş)? Hay Allah!..


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekon’un benzeri İran’da yaşandı mı?

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:32

Ergenekon’un benzeri İran’da yaşandı mı?

rmengi@gazetevatan.com


Görülmemiş bir olay yaşıyor Türkiye... Hakkında yakalama emri olan ve yıllardır Türkiye’ye giremeyen bir şüpheli devletin televizyonundan, milletin parasıyla Ana Muhalefet Partisi’ne “hırsız”, liderine “MİT ajanı” diyor, önemli basın mensupları için “kızdırmayın kafamı size ait bilgileri de servis yaparız” diyor, Fethullah Gülen’in avukatlığına soyunuyor, eski Genelkurmay Başkanlarını çetecilikle suçluyor ve tam 4 saat milletin cebinden, milletin ekranında konuşturuluyor.

Ergenekon savcısı da böyle birini bu kadar önemli bir davanın “kilit ismi” yaparak ona “zaten gözaltına alınmış isimlerle ve davayla ilgili” sorular soruyor, medet umuyor.

“Bantlarda söylediğim ifadeleri kabul etmiyorum” diyen, “intikam alacağım, bu bilgiler benim gücüm” diyen ve işi ticarete döküp “parayla konuşan” birinden...

RTÜK BİLE İSYANDA!

Cumhurbaşkanı Gül “Türkiye hukuk ülkesi, bu olay yargının kontrolünde... Yargıyı ve hukukun işleyişini baskı altına alacak davranışlardan kaçınmalıyız” demiş. Tuncay Güney’in devlet televizyonundan yapması izin verilen (daha doğrusu rica, minnet, parayla istenen) bu konuşmaları yargıya baskı sayılmıyor mu? Yoksa o muaf mı tutuluyor?

Bu hafta Her Açıdan’da; 4 RTÜK üyesini bile isyan ettiren ve “Bu tür bir saldırı onlarca özel televizyonun hiçbirinden yapılmamıştır. TRT’nin Türkiye’ye yönelik tertipler içinde olduğu kuşkuları doğmuştur” dedirten “TRT ve Tuncay Güney” olayının tüm detaylarını, CHP cephesinden Güney’in suçlamalarına gelen son tepkileri, Susurluk olayına destek veren halkın bugünkü duygularını ve Ergenekon’un iç ve dış bağlantılarını, sıranın ne zaman “seçmen kütükleri ve yolsuzluklar”a geleceğini tartışacağız.

Programın önemli noktalarından biri “Ergenekon’un benzeri bir olay İran’da ne zaman ve nasıl yaşandı” açıklaması olacak.

CHP Grup Bşk. Vekili Hakkı Süha Okay, İstanbul Barosu Bşk. Muammer Aydın, “Aydınlık için 1 dakika karanlık” eyleminin mimarı Avukat Ergin Cinmen, Eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar ile Uluslararası Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal’ın katılacağı programa Ergenekon gözaltıları için “Biz bekliyorduk. 30-35 kişiyle olmaz, bunların devamı gelecek” diyen AKP İzmir Milletvekili İbrahim Hasgür telefonla katılarak açıklama yapacak.

Bugüne kadar bütün duyduklarınızdan fazlasını öğrenmek istiyorsanız bekleriz, 18 Ocak Pazar, öğlen 12.30’da STAR’dayız.

*****

Bunlar vitrin süsleri uyanın!

AKP’yi “her türlü yolsuzlukla” suçlamış, “Başbakan’ın kendine uçak aldığını, ülkenin çocuklarının ise mikroplu su içtiğini” söylemiş olan ANAP’ın eski Bakanı, Milletvekili Bülent Akarcalı AKP’nin Çankaya Belediye Başkan adayı...

ANAP’ın eski Genel Bşk. Yrd. ve Dış ilişkiler Başkanı Sibel Çarmıklı AKP’nin İstanbul Beşiktaş Belediye Başkan adayı...

ANAP eski Milletvekili Mehmet Ali Bilici AKP’nin Adana Büyükşehir Başkan adayı...

ANAP’ın Beşiktaş Belediye Meclis üyesi Sinan Genim ise Kadıköy’den AKP Başkan adayı.

Eh, artık ANAP Genel Başkanı Salih Uzun AKP’ye “Madem ANAP’lılardan bu kadar medet umuyorsun, gel adaylarını bizim parti salonunda açıkla” demekte haksız mı?

Peki AKP “çağdaş, ilerici, laik-demokratik rejime bağlı” görünen bu isimleri ve yine çağdaş sanatçıları aday seçmeye neden önem veriyor? Çünkü olayları derinliğine incelemeden inanmaya hele de “biz dindarız, onlar değil” yalanıyla, din-türban üzerinden siyaset yapan ve halkı bölenlere inanmaya hazır ve yatkın kesimde sorun yok, onların oyunu kapabilirler.

Daha eğitimli veya uyanık, ülkenin gidişatını gören kesimleri inandırmak için ise eski oyuna dönmeleri ve böyle isimleri vitrine koymaları lazım. Geçen seçimlerdeki vitrinler kolayca yutuldu, bunlar neden yutulmasın değil mi efendim?

ÇİKOLATA KAĞIDI

Nasılsa Türk siyasetinde ilkeler artık tümüyle yok olmuştur. Hafızaların zayıf olduğu da siyasetçiler tarafından çok iyi bilinmektedir. Bugün asla yapmamaları gereken bu ilkesizliği yapanlar yarın bunu unutturabileceklerini ve başka bir partide yine yer bulabileceklerini bilmektedirler. Ayrıca bu isimler rejimle sorunu olduğunu açıkça bildikleri bir partiye bile (makam veya rant uğruna mıdır kim bilir) gelin bizi kullanın, bir koltuk kapalım da her şeye razıyız diyorlarsa onları kullananı ne kadar suçlayabilirsiniz?

Önümüzdeki yerel seçimler 22 Temmuz seçimlerinden bile daha önemli, Türkiye’nin geleceğinde çok büyük rol oynayacak. Sonradan “nasıl oldu da buralara geldi ülkemiz” diye dövünmek istemiyorsanız Erbakan’ın deyimiyle “çikolata kağıdına sarılı” gelen ama altından çikolata yerine başka sürprizler çıkacak olan bu aldatmacayı yutmamak zorundasınız.

Sonradan “kimse bizi uyarmadı” demeyin!


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Federasyon modeline başkaldıracak milli güçler Ergenekon'la

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:37

Federasyon modeline başkaldıracak milli güçler Ergenekon'la sindiriliyor!

sonkibar@gmail.com


Ergenekon operasyonları bağlamında herkesin bir hesabı var.
Kimileri art arda yapılan operasyonlara, gündemi değiştiriyor ve hükümeti rahatlatıyor diye alkış tutuyor.
Kimileri 28 Şubat’ın rövanşı diye destek oluyor.
Kimileri askerden intikam diyor.
Kimileri operasyonları devlete sızma ve kurumlarını ele geçirmede kullanmak istiyor.
Kimileri çok korktukları müesses nizam aşınsın diye omuz
veriyor.
Kimileri de varsa çeteler cezalansın istiyor.
Peki ABD ile İsrail’in hesabı ve de bilinen destekleri niçin mi?
Hayır hayır, Ergenekon’a verilen ABD desteğini komplo teorisi olarak ben uyduruyor değilim. Neo-Ergenekoncuların üstadı ve şeyhi Fehmi Koru yazdı bunu...
Koru’ya göre Ergenekon Beyaz Saray’daki Bush-Erdoğan gizli görüşmesinin en önemli gündem maddesidir.
Peki ama Ergenekon’un Washington için önemli olması niçin mi?
Daha önce de yazdık, ABD NATO’yu bile sorgulamaya başlayan Türk Silahlı Kuvvetleri’nden artık Soğuk Savaş sürecindeki gibi hoşnut değildir.
Tersine Washington olaylar karşısında sorgulayıcı tavırlar alan ve milli duruşlar sergileyen TSK’nın bu halinden rahatsızlık duyuyor.
Bunun için de bölgenin en güçlü ordusu olan TSK’ya karşı zayıflatmak amacı ile art arda psikolojik operasyonlar yapıyor.
Bu operasyonların amacı içeride ve dışarıda Türk askerinin karizmasına çizik atmaktır.
Çuval geçirme, Aktütün, Dağlıca, generallerin hepsi bu çiziklerden birkaçıdır.
Hedefi Türk ordusunu imaj olarak çökertmektir.
ABD ve İsrail bunu TSK projelerimize diklenir kaygısı ile yapıyor.
Mesela Washington ılımlı İslam ile BOP olayına Türk askerinin sıcak bakmadığını biliyor.
Keza TSK’nın Kuzey Irak ve Kerkük’te yapılacak oldubittilere kayıtsız kalmayacağını da görüyor.
Bunun için de Türk askerinin üniformasını itfaiye ya da zabıta üniformasının saygınlığına düşürmek istiyor.
Diyeceksiniz ki sadece ABD mi, İsrail yok mu?
Paxamericana, zaten kamuflajlı Yahudi devleti gibidir. Dolayısıyla ABD’in olduğu pek çok yerde İsrail olmanın ötesinde bizatihi merkezdedir.
İşte bu emperyalist konsorsiyum hinterlandımızda hem enerji havzasını kontrol etmek, hem de İsrail’in nihai güvenliğini sağlamak için bölgeye yeni bir şekil vermek istiyor.
Bölge planlamasında Türkiye’ye biçilen misyon ılımlı ve güdümlü İslam devleti olmasıdır.
Bunun için de Türkiye’deki ulus devletin tasfiyesini şart görüyorlar.
Evet hedef kültürel bağlamda adeta ayrı ayrı mahallelere dönüşmeye başlayan Türkiye’nin federasyona geçirilmesi ve bunun altyapısının inşasıdır.
Altyapı inşasının en önemli adımı da federasyona başkaldıracak cephelerin çökertilmesidir.
Bunun için seçilen öncelikli hedef de Mustafa Kemal’in ulus devlet misyonunu temsil eden TSK’dır.
Yapılan Ergenekon operasyonlarının bu boyutu diğer unsurlardan çok daha önemlidir.
Hedefleri milli direnci kırmak ve federasyona diklenecek yapı ile iradeleri bugünden sindirmektir.
TRT’nin millet yaratma anlamını taşıyan Kürtçe yayınının bugünlerde başlatılması tesadüf değildir.
Göreceksiniz, çok yakında Kürtlerin kurucu unsur olarak Anayasa’da yer alması dillendirilecek ve ardından süreç başlatılacaktır.
Ergenekon’la yapılan, mıntıka (!) temizliğidir!


HESAP İŞİ...
Ebcet hesabı yapan medyum Bahçeli!

Yer: Antalya. MHP Müdürü Devlet Bahçeli kürsüde belediye başkan adaylarını tanıtıyor. Tanıtım öncesinde herkes Bahçeli’den günün siyasal olaylarıyla ilgili değerlendirme beklerken o ayrı gezegenden gelen biri gibi acayip bir konuya giriyor ve özetle şunları söylüyor: “2009 Şubat’ın da 40. kuruluş yıldönümümüzü kutlayacağız. Bakın bugün size 2009’da iktidara geleceğimizin ulvi işaretlerini göstereceğim. 2009’un sıfırlarına çarpı koyun, geride kalacak rakam 2 ile 9’dur. 2 ile 9’u toplayın elde edeceğiniz rakam 11’dir. Aynı 2 ila 9’u yan yana getirdiğinizde bulacağınız rakam 29’dur. 29 ila 11’i toplayın çıkacak rakam 40’tır. Peki bu 40 ne midir? MHP’nin 40’ıncı yılı, yani iktidara geleceğimiz gündür. İşte o gün gelmiştir...” Bunları okurken biliyorum gülüyorsunuz, aynı şeyi Antalya toplantısına katılanlar da yaptı, ama emin olun MHP müdürü bu sözleri öyle espri olsun, yani siz gülün diye söylemedi. Söylediklerine kendisi iman ettiği gibi herkesin de inanmasını istedi... Trabzon eski milletvekili sevgili Orhan Bıçakçıoğlu anlatmıştı. Aynı Devlet bey 2003 kongresi arifesinde de benzer laflar etmiş ve 2003’ün MHP için zafer yılı olacağını söylemişti. (Sahi o zaferi göreniniz oldu mu?) Görüyorsunuz Devlet beyin işi artık medyumluk olmuş. Topluma ya da tabanına başka edecek söz bulamamış olacak ki bakın nelerle uğraşıyor!.. Ey ülkücüler, işte MHP’yi bu adam yönetiyor ve siz de buna rıza göstererek sorumluluğa ortak oluyorsunuz, haberiniz ola!.. Bendeniz bir gazeteci olarak Devlet beyin bu sözlerini ve hedefini taahhüt olarak alıyor ve kayda geçiriyorum. Devlet beyin taahhüt ettiği gibi 29 Mart’ta MHP eğer birinci olmazsa Bahçeli’nin istifası kendi taahhüdünden hareketle ahlaklı ve erdemli olmanın sonucu olacaktır!..


BU NE SEVGİ...
TÜSİAD’ın Derviş ısrarı!

Duyumlarıma göre İstanbul’un egemenleri, yani TÜSİAD, Kemal Derviş’in CHP’den aday olmasında ısrarlı. Öyle ki Derviş’in BM’den ayrılmasını buna bağlayanlar bile var. Öyle olduğu için olsa gerek CHP de ince eleyip sık dokuyor ve art arda anketler yaptırıyor. Peki ama Kemal Derviş CHP’ye İstanbul’u kazandırabilir mi? Bunun için farklı yorumlar yapılıyor. Bir görüşe göre Derviş ismi karizma ve güven demektir. Dolayısıyla da böyle bir marka isimle CHP’nin şansı daha artar. Bir başka görüşe göre ise durum bunun tam tersidir. Kemal Derviş imajı itibarıyla mandacı, yani ABD yanlısı diye algılanır. Washington’un istemiyle DSP-ANAP-MHP hükümetini bozup AKP’nin önünü açan Kemal Derviş’in değil milliyetçi ve muhafazakâr kanattan, Ecevit’e ve daha sonra İsmail Cem’e attığı kazıklardan ötürü bazı sol cenahtan oy alması bile kuşkuludur. Dolayısıyla TÜSİAD istiyor diye böyle birini aday yapmak CHP için intihar olur... Bunlar iki farklı görüştür. Peki ben hangisine mi yakınım. İkincisine, yani Derviş CHP’ye aday olmamalıdır.


İŞİ ZOR...
Çankayalı Akarcalı’ya oy verir mi?

Bülent Akarcalı’yı 20 yıldır tanırım. Belagat ve birikim sahibidir, ancak AKP’den Çankaya adaylığı yanlış olmuştur. Niçin mi? Birincisi Akarcalı çok değil iki hafta öncesine kadar AKP’ye olmadık laflar edip hücum eden bir isimdir. Bırakın etrafına ettiği sözleri, bazı gazetelere yazdığı son yazılar ortada. Siyaset tutarlılık istiyorsa, Akarcalı’nın durumu ortadadır. Dolayısıyla Bülent beyin Çankaya’dan oy alması kolay olmayacaktır. Öyle ya, Çankaya seçmeni Bülent beye hangi özelliklerinden ötürü oy verecektir? Çankaya’daki merkez seçmen hiçbir kokusu, imajı, özelliği olmayan Akarcalı’ya oy vermez. Keza Çankaya’nın varoşları da ilk kez yüzünü göreceği ANAP’ın eski baronuna hangi saikle oy verir? Bazıları dudak bükecek ama emin olun kimilerinin beğenmediği genç Osman Gökçek bu Akarcalı’yı vallahi ikiye katlardı.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

PKK'ya "demokrasi-özgürlük", ya "Ergenekon'a&

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:40

PKK'ya "demokrasi-özgürlük", ya "Ergenekon'a"?..

yenicag@yenicaggazetesi.com.tr


Türkiye gündemini esir alan “Ergenekon” ve “Susurluk” konusuna, bir de devlet büyüklerinin gözüyle bakalım, ne diyorlar?
Süleyman DEMİREL (9. Cumhurbaşkanı):
“Devlet her zaman rutini takip etmek zorunda değildir. Yüksek menfaatleri icap edince, bazen rutinin dışına çıkabilir.”
Mesut YILMAZ (Eski Başbakan):
Ben bu kadar olayların içinde yaşamış biri olarak Susurluk olayının Gladyo ile benzerliğini ortaya koyacak hiçbir belgeye ulaşmadım. NATO’nun özel harp stratejisi çerçevesinde özel harp dairesinin, Susurluk olayının herhangi bir yerinde ne kurum olarak, ne kişiler olarak rol oynadığını hiçbir yerde görmedim.
12 Eylül döneminde Asala terörüne karşı Emniyet bünyesinde bir özel birim oluşturuluyor. Bugün adı geçen kişiler de o birimin nüvesinde yer alan kişiler. Zannediyorum 40-50 kişilik bir birim. Bunlar özel eğitime tabi tutuluyor, yurtdışına gönderiliyor.
Sonra Asala terörü bastırılıyor, ama 90’lı (84 olacak) yıllarda da PKK terörü başlıyor. PKK terörüne devlet bir müddet teşhis koymakta gecikti. Hatta eksik teşhis koydu. Bunun ufak bir olay olduğu söylendi. Ama özellikle 90’lı yıllara gelindiğinde, Türkiye’nin çok ciddi bir silahlı bölücü terör tehdidiyle karşı karşıya olduğu görüldü.
Zamanın hükümeti, daha önce nüvesi teşkil edilen bu özel birimi, özel harekât dairesi adı altında yeniden yapılandırdı. Sayısı artırıldı, birkaç bin kişiye ulaştı.
Devletin egemenlik alanı dışında devletin güvenliğine, vatandaşlarının yaşama hakkına saldırı söz konusuysa ve bu diğer yollardan, diplomatik yollardan filan önlenemiyorsa, o zaman her devletin yurtdışında örtülü operasyonlar yapma hakkı doğar. Bu bir anlamda sınır ötesi operasyon gibi, bir meşru savunma hakkıdır. Türkiye de bu hakkını kullanmıştır. Asala terörüne karşı kullanmıştır, daha sonra çeşitli vesilelerle kullanmıştır vesaire... Bu arada birtakım gereksiz işler yapılmıştır, onları da söyleyeyim, ama netice itibarıyla bu bilgilerin açıklanması Türk devletine zarar verirdi. Onun için ben bunları devlet sırrı olduğu değerlendirmesiyle açıklamadım.
Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK (eski Adalet Bakanı):
“Bu silahlar, olası bir işgal durumunda direnişte kullanılmak üzere devlet tarafından konulan gizli silahlar olabilir.
” NATO ülkelerinde böyle bir uygulamanın olduğunu biliyorum. Genel olarak böyle bir uygulama var. Temelindeki mantık, ülke istila edilecek olursa istilacı güce karşı direniş hareketinin, mühimmat depoları olmak üzere bazı silahların yeraltına saklanmasıdır. Burada da böyle düşünülmüş olunabilir.
Osman PAMUKOĞLU (Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı. E. Gnl.):
“Yenice’de bulunan mermi ve bombalar pırıl pırıl. Hiçbir rutubet ve nem izi yok. Paslanma belirtisi yok. Çok bakımlı. Sanki fabrikadan alınıp gömül müş gibi. Bu kadar temiz olması ilginç.”
Bu seçkin 4 devlet adamının, olağanüstü durumlarda, devlet ve hükümetin neler yapabileceğine dair tespit ve yorumları böyle. Karar sizin.
Ancak burada üzerinde durulması gereken iki husus var.
Biri; Mesut Yılmaz’ın; polis özel timinin bazı gereksiz işler yaptığı, ancak devlet sırrı olarak görüldüğü için açıklanmadığına dair beyanı. Diğeri Osman Pamukoğlu’nun, Yenice’de bulunan mermi ve bombalar yeni konulmuş gibi, neden pırıl pırıl sorusu.
Buradaki “Gereksiz işler” den kasıt; gücün şahsi çıkar için kullanılması ve suç işlenmesiyse, elbette yasal soruşturma yapılacaktır. Görevin hasasiyeti sebebiyle devlet sırrı sayılıp gizli tutulması, buna mani değildir. Ancak bu işlemler; davul-zurna çalarak, görevliler üzerinden kampanyalar açıp, sevinç çığlıkları atarak, fırsatçılıkla, devlete ve en önemli kurumumuz TSK’ya saldırılarak yapılamaz. Benzeri hizmetlere bundan sonra da ihtiyaç olabileceği unutulmamalı.
Bir de, Pamukoğlu Paşa’nın söylemek istedikleri var ki, doğrusu düşünmek bile istemeyiz. Devlete tuzak kurmak öyle mi? İnanılacak gibi değil. Çok tehlikelidir, nerede biteceği bilinmez.
Millet soruyor; tonlarca patlayıcıya, gelişmiş yığınla silaha, bunca cinayete, ihanete ve yıkıma rağmen PKK ile mücadelede, “demokrasi”, “hukuk” ve “insane hakları” hep hatırlanıyor da, burada niçin unutuluyor? Bunun için olacak Genelkurmay dün, “adil yargılama ihlal ediliyor” demiş. Gelin, dönülemeyecek noktaya varmadan, hukuka sığınalım.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Önü kesilen çocuk

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:47

Tuncay Güney’in sorgu tutanağında ve Ergenekon iddianamesinde kendimi aradım
Önü kesilen çocuk


can.dundar@e-kolay.net


Hem Türkiye’de neler yaşanmakta olduğunu daha iyi anlatabilmek hem de Ergenekon arşivi ve iddianamesi hakkında fikir verebilmek için, son yılların en ilginç adli belgesinden kişisel sayfaları açtım


Türkiye öyle bir yer haline geldi ki, kaderiniz bazen birilerinin iki dudağının arasında olabiliyor. Anlı şanlı isimlerin kaderinin Tuncay Güney’in iki dudağı arasına sıkışıp kaldığı gibi mesela...
“Türk James Bond’u”nun sorgu tutanağında kimler yok ki:
Seda Sayan’dan Süleyman Demirel’e, İbrahim Tatlıses’ten Adnan Polat’a, Ajda Pekkan’dan Hüseyin Kıvrıkoğlu’na kadar yüzlerce isim...
“Tuncay Güney’in Mülakat Çözüm Tutanağı” adıyla savcılığa sunulan 128 sayfalık belgeye kaynaklık eden sorgunun görüntüleri geçen hafta yayınlandı ve ortalığı kasıp kavurdu ya; ben de bu vesileyle o sorgu tutanaklarında ve Ergenekon iddianamesinde kendi izimi sürüp nelere ulaştığımı sizlerle paylaşmak istedim.

12 yıllık kitabımız
Tuncay Güney’den başlayalım:
Güney’le mülakat tutanağı geçen ağustosta Aydınlık’ta (Sayı: 1100) “Ergenekon’da siz de varsınız” başlığıyla yayımlanmıştı. Mevzudan ilkin oradan haberdar oldum.
Güney’e bizim Celal Kazdağlı ile 12 yıl önce yazdığımız ve bugünlerde yeniden popüler olan “Ergenekon” kitabını soruyorlar.
Diyor ki:
“Can Dündar Ergenekon kitabını yazarken bize kim aracılığıyla geldi? Mithat Bereket miydi? Mithat Bereket olsa gerek. Böyle basın aracılığıyla yine... Bunların Ergenekon’u araştırdıklarını duyduk. Fakat Veli Paşa ve ekip, yani birçok asker ve emekli subaylar görüşmediler. Can Dündar’la görüşmedikleri gibi çocuğun (“çocuğun?”/yn) önünü kestiler.”
Çözüme gitmeyen kitap

Hay Allah razı olsun!
Düşünsenize “Çocuğun önünü açtılar. Anlatıp yazdırdılar” filan gibi bir cümle kursa, bitmiştim.
Nitekim Güney, “Sanki ordu içindeki bir MHP örgütlenmesi gibi göstererek kaldı” dediği bizim kitabı pek kısır bulurken daha doyurucu bazı kitapların adını zikrediyor.
Tekrar soruyorlar:
“Senin kitabı mı okuycaz, yoksa Can Dündar’ın yazdığını mı?” diye...
Şöyle diyor:
“Can Dündar’ınkinde hiçbir şey yoktur. Fikir babası taslak var bizde... Can Dündar kitap olarak yazmış sadece... (..) ...kitap zaten bocalamış. Fark edeceksiniz; çözüme gitmiyor. Bizdeki kitap siyasal bir teori... Özelliği şu: Hazır birisi gelecek, pratiği kuracak.”

Kim yazdırmış?
Böylece, aslında Mithat’tan ya da başka birinden aracılık istemeden, tamamen o dönem Show TV’de “40 Dakika” programlarındaki araştırma dosyalarından hazırladığımız, “çözüme gitmeyen”, “kısır” kitabımız, bazılarının “Ergenekoncular yazdırmıştır” iftirasından aklanıyor.
Önümü kesenlere de, kesildiğini söyleyenlere de buradan teşekkürlerimi yolluyorum.

TELEFON DİNLEMELERİNDEN
“İzledin mi?” “Okudun mu?”

Ergenekon iddianamesinde yer almamı sağlayan sekiz gerekçeden ikisini İlhan Selçuk’a borçluyum. Daha doğrusu İlhan Selçuk ile Cumhuriyet’ten İ.Y.’nin yaptıkları telefon görüşmesinin dinlemeye takılmasına...
27 Şubat 2008 günü
saat 13.10 sıralarında telefonda konuşurlarken İ.Y. demiş ki:
“Abi bir yandan askerleri izliyoruz, bir yandan türbanı...”
İlhan Selçuk da adını vermeden, gece NTV’de bizim “Neden” programına bir göz attığını söylemiş.
Bu, MGK eski Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç’ın katıldığı
28 Şubat’la ilgili program...
Acaba bu seyirden bir örgüt bağlantısı mı çıkardılar?
Bir başka konuşmada ise İ.Y. “İran’da kızları
3 senede kapattılar” diyen eski Tahran Büyükelçisi’nin eşine atfen yazdığım yazıya dikkat çekiyor.
En azından bu bölümler, iki gazeteci arasında her zaman yapılabilecek olağan bir sohbetten ibaret...
İnsan neden iddianameye girdiğini anlayamıyor.

ERGENEKON İDDİANAMESİNDEN
Olmayan istihbarat servisinin ajanı

Milliyet pek hayırlı bir hizmet sunarak Ergenekon iddianamesini arama motoru eşliğinde kamulaştırdı ya... Ben de merakla adımı aradım bu “dev eser”de...
“Adınız 8 sayfada geçiyor” uyarısıyla karşılaştım.
Her ne kadar Türk tarihinin bu en geniş iddianamesinde adından bahsedilmeyen adam, adamdan sayılmaz hale gelse de, insan ürperiyor tabii...
Neyse... başladım ilgili sayfalarda gezinmeye...
Öncelikle Ergenekon sanıklarının evinde bulunan belgelerde yer alan “ajanlık suçlamaları” var.
Bir tanesinin evinde çıkan bir dergide benim “Londra İstihbarat servisi”nin yetiştirmesi olduğum yazılıymış.
Bilmem böyle bir servisten hiç haberiniz oldu mu?
Ben internette aradım, bulamadım.
Beni yetiştirdiği iddia edilen servisin adının bile insanlık tarafından bilinmiyor olmasına da içerledim biraz doğrusu...

Herkes ajan
Ama 200 sayfa kadar ilerleyince, yine Ergenekon sanıklarından birinin Samsung bilgisayarından çıkarak iddianameye giren bir belgede yeniden rastladım adıma...
Dosyada “Yazarlar” başlıklı bir bölüm varmış. “Yabancı ülke istihbarat servisleriyle irtibatlı olduğu iddia edilen yazarlar”ın listesi yapılmış. Liste öyle kalabalık ki maşallah herkes orada...
Hürriyet’ten 13 yazar var. Sabah’tan 8, Milliyet’ten 11, Akşam’dan 6, Vatan’dan 4, Star’dan 6, Radikal’den 3...
İsimleri görseniz, herkesi ajan sayan bu paranoyak kafayı da, tüm bu isimleri ciddi bir iddia varmış gibi iddianameye alan zihniyeti de daha iyi anlarsınız.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Benim gözümle Kemal Gürüz

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 4:56

Benim gözümle Kemal Gürüz

ahmethakan@hurriyet.com.tr


BENİM şu türden bir talihsizliğim söz konusu:

Mazlum günlerinde saflarında mücadele verdiğim adamlar, kudretli günlerinde beni yanlarına bile yaklaştırmıyorlar.

Buna mukabil...

Kudretli dönemlerinde yanlarına bile yaklaşamadığım adamlar ise mazlum ve mağdur günlerinde başköşelerine buyur ediyorlar.

Böylece...

Her devirde bana "ezilenlerin gazetecisi" olmak gibi bir misyon düşüyor.

Oysa ben, bir "mukayese imkânı"nı elimde tutabilmek adına...

Kudretli günlerinde de Kemal Gürüz’ü tanımak isterdim.

Kudretliyken de şimdiki kadar duygusal, güler yüzlü, anlayışlı, kibar, misafirperver, şakacı, açık sözlü, azimli ve de Amerikancı mıydı?

Bilmiyorum, bilemiyorum...

Çünkü kudretli günlerinde Kemal Gürüz’ün gölgesine bile yaklaşamamıştım.

Neyse...

Öyle ya da böyle, soğuk bir Ankara akşamında, Kemal Gürüz’ün orta halli dairesinde "Ahmet Hakan’ın Kemal Gürüz’le ilgili önyargılarını yıkmak" konulu bir muhabbetin ortasına düşüverdim.

* * *

Sohbet ilerledikçe...

Önyargılarım da birer birer yıkılmaya başladı: Ben onu "Amerikan karşıtı" sanıyordum, meğer sonuna kadar "Amerikancı" imiş.

Ben onu MHP’nin "Bozkurtçular" kanadına yakın biliyordum, meğer kelimenin tam anlamıyla "Demirelci" imiş.

Ben onu "darbe sevdalısı" biliyordum, meğer 27 Mayıs’a da, 12 Mart’a da, 12 Eylül’e fena halde karşıymış.

Ben onu "Ahmet Necdet Sezer’le aynı iklimin insanı" olarak görüyordum, meğer Sezer’le kanlı bıçaklı imiş.

Ben onu "ulusalcı kanaat önderleri"yle dost biliyordum, meğer gelmiş geçmiş bütün Amerikan büyükelçileriyle kanka imiş.

Ben onu "küreselleşme karşıtı" biliyordum, meğer küreselleşme yanlısı bir Türk milliyetçisiymiş.

Ben onu "tipik Cumhuriyet okuru" biliyordum, meğer Cumhuriyet’le başı hoş değilmiş.

Şaştım kaldım vallahi...

Biraz garip bir haleti ruhiye içindeydi Kemal Gürüz...

Gerçi gülüyordu, ironik takılıyordu, alışmış gözüküyordu ama yine de gözaltına alınmış olmasının şokunu tam olarak atlattığını söyleyemem.

Soruşturma süreciyle ilgili yasaklar devam ettiği için, "Polisler ne sordu? Siz ne cevap verdiniz?" meselesine hiç girmedi.

Ama yasak kalktığında "gür bir seda" çıkarmaya kararlı görünüyor.

O polise kızmadım

POLİSE KIZMADIM Arabaya binerken bir polis memuru başıma bastırınca aşağılandığımı hissettim. "Ömrünü devlete adamış bir adama bu yapılır mı?" dedim. Ama başıma bastıran polise kızmadım. O görevini yapıyordu. Asıl o polise bu görevi verenler utansın.

DÖRT KERE AĞLADIM Nezarethanede kaldığım süre içinde dört kez gözyaşlarımı tutamadım. Çok üzülmüştüm. İçimde biriken zehri dışarı akıtmak istedim. Etrafımda kimlerin olduğuna bakmadan ağladım.

ATALAY’I DÜŞÜNMEDİM Ben YÖK Başkanı iken İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Kırıkkale Üniversitesi Rektörü idi. Kendisini görevden almıştım. Başıma gelenin Atalay’ın intikamı olduğunu düşünmedim. "Dinci kesim benden intikam alıyor" diye düşündüm. Beşir Atalay’ın başıma bastıran polis memuru hakkında soruşturma açmasının, içine düştüğü utanç duygusundan kaynaklandığını düşünüyorum.

POLİSLER İYİ DAVRANDI Gözaltı süresince herhangi bir kötü muameleye tabi tutulmadım. Görevini yapan polis memurlarını şükranla yâd ediyorum. Onlar bu işin sorumlusu değil.

Gürüz: Ben bir Amerikancıyım

ESKİ YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ün dünya görüşü ile "Ergenekon davasından gözaltına alınanlar"ın dünya görüşü birbirine uymuyor.

Mesela...

Kemal Gürüz’ün altını çizerek söylediği, "Ben bir Amerikancıyım... Amerikan emperyalizmi palavradır... Dünya barışını Amerika sağlayacak" cümleleri, herhangi bir Ergenekon şüphelisini çığırından çıkarabilir.

Ama ne yapalım?

Belki de en iyisi olayı "Demek ki Kemal Gürüz de Ergenekon’un Amerikan kanadındanmış" diye geyiğe sarmak.

İşte Gürüz’ün dünya görüşüne dair söyledikleri:

BEN AMERİKANCIYIM Amerikan emperyalizmi palavradır. Ben Amerikancıyım. Dünya barışını ancak Amerika sağlayabilir. Türkiye’nin Batı ittifakının dışına çıkması felaket olur. Bu hükümet, ülkeyi Batı ittifakının dışına çıkarıyor. Asıl büyük tehlike budur.

DARBELERE KARŞIYIM 27 Mayıs’ta 14 yaşındaydım. Menderes’in asılmasına çok üzülmüştüm. 27 Mayıs’a da, 12 Mart’a da, 12 Eylül’e de karşıyım. Darbelere karşıyım, darbe istemem. AKP’nin iktidara gelişinin arkasında 12 Eylül’ün siyaseti tarumar etmesinin rolü var. AKP’yi millet götürecek.

BEN ÇETECİ DEĞİLİM Çetelerin kökünün kazınması lazım. Ben hayatımda böyle bir faaliyete katılmadım. Ergenekon kapsamında bu zamana kadar gözaltına alınanların çok büyük bir bölümünü tanımıyorum. Veli Küçük’ü tanımam, İbrahim Şahin’i tanımam. Gözaltına alınan emekli generallerden bazılarını, YÖK Başkanı iken görevim gereği tanımıştım.

BATI’YA ŞİKÂYET EDECEĞİM AKP hükümeti, Türkiye’yi Batı ittifakından koparıyor. Şehirlerin kültürü ve yapısı değişti... Kadın-erkek ilişkileri yeniden tanımlanıyor. Ben bunları çok tehlikeli buluyorum. Bundan sonra bunlarla mücadele edeceğim. AKP hükümetinin yapıp ettiklerini Batılı dostlarıma anlatacağım. Milletime de anlatacağım.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Aynanın arka yüzü

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 5:12

Aynanın arka yüzü

altemurkilic@ttmail.com


Bu hafta mutadım vechile “hafif” nostaljik “Pazar-lık” bir yazı yazmayacağım. Türkiye’de yıllardır ikamet eden Amerikan asıllı, Türk vatandaşı, siyasal bilimci Dr. Jim (Cem) Ryan’ın “Ergenekon” kapsamı hakkındaki nefis analizini özetlemeye çalışacağım. Biz bu kapsamın içinde bunalmış ve şaşırmışken Dr. Cem Ryan olaylara başka bir perspektiften bakıyor: Lewis Carroll’un “Alis Harikalar Diyarında” öyküsünde “Alis” “Harikalar Diyarına” aynanın arkasından bakar! Dr. Ryan da “Harikalar Diyarı” Türkiye’deki Ergenekon olayına “aynanın arkasından” bakıyor, alegori yapıyor!

Atatürk’ün yargılanması, Türkiye’nin çöküşü
Öykünün adı bu! Durum da bu. Atatürk yargılanıyor ve Türkiye çökertiliyor!
Ryan’a göre Ergenekon davasını bu öyküdeki çılgın kraliçe özetlemiş “Önce hüküm, sonra iddianame... Kweller yuvarlansın.”
Demokrasi, sosyal adalet ve hukukta eşitlik adına, dinci kökenli AKP’nin yüzlerce karşıtı, herkesin gözleri önünde içeri alınıyor. Bu “Ergenekon” adında bir cadı avı! ABD yapımı! İspanya’daki Engizisyonları hatırlatıyor. Bir tek onda Amerika’nın parmağı yoktu!
Dostoyevsky’nin “Karamazof Kardeşler” romanında İsa dünyaya döner ve derhal Engizisyon Mahkemesi tarafından tutuklanır, insanlara fazla özgürlük vermek istediği için yargılanır! Engizisyon Başyargıcı, “Yarın seni suçlu bulacağım ve yaktırtacağım. Bir zamanlar senin ayaklarını öpenler el işaretimle ateşe odun taşıyacaklar, odun atmaya koşacaklar!” der. Düşünün; modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk suçlu sandalyesinde ve yakılmayı bekliyor!
Aynanın öteki tarafında yüze yakın insan sabaha karşı baskınlarla tutuklanmış. Bazıları kişilik haklarından yararlandırılmadan, haklarında iddianame okunmadan 18 aydan fazla tutuklu kalmış... Bazıları cezaevinde haklarındaki iddiayı öğrenemeden ölmüş. Evlerindeki belgelere ve bilgisayarlara el konmuş! Süreç sözde gizli tahkikat gizli devam ediyor, ama herşey basına, kamuya sızdırılıyor

Yargılama
Nihayet 2008 yılında iddianame akıllara durgunluk veren 2500 sayfalık ve artı 150 bin pageslik 450 dosya halinde açıklandı! Bir mutfak teknesi yoktu! Belgeler, zabıtlar, tutanaklar, telefon dinleme kayıtları, gizli tanıkların ifadeleri ve bir çoban salatası! Ve nihayet yargılama başladı!

Cezaevi!
Sadece bu yargılamanın mekânı, yeri, bütün saçmalıklar niyetin anlaşılmasına atılmasına yeter! Fakat “Harikalar Diyarı Türkiye’de” bu mümkün olmaz! Bugün Türkiye’de gün “Macbeth” piyesinde olduğu gibi “hakaniyette-hukukta faul var”. İktidar partisi hukuk sisteminin büyük kısmını kontrol ediyor!

Silivri
Silivri Cezaevi muazzam bir ceza fabrikası! Solzenitsin’e yakışan kocaman bir “Gulag”! Nazi döneminin Auschwitz toplama kampını hatırlatıyor! Bir zamanlar yoğurduyla meşhur Silivri’de millet adeta geviş getiriyor, mayanın tutması bekleniyor!
Bu kocaman, yepyeni cezaevi Avrupa’daki en büyük cezaevi. 11 bin mahkûmu alabilecek kadar büyük! Bu kadar muazzam büyük bir tesisi kuranların 10 bin 900 tutuklu için planları olmalı! Bu dava iktidar partisine yaradı. Dikkatleri iktidarın yolsuzluk skandallarından ve ekonomık krizden başka tarafa çekiyor! Atatürk ilkelerine bağlı yazarlar, gazeteciler, rektörler sendika başkanları ve emekli subaylar... Bazıları seksen yaşlarında ve Mustafa Kemal’in altın aydınlanma yıllarının varisleri! Şimdi tutuklu olanlar, Atatürk’ün mirasının varisleri. Mustafa Kemal’in eserini emanet ettiği her kuşaktan gençler!

Neden?
İktidar partisi “Ergenekon” oyununu iki nedenle kullanıyor. Bush yönetiminin çılgın bir projesi var: Türkiye’yi ılımlı İslam devleti yapmak projesi. AKP iktidarı Amerika’nın itaatkâr bir aleti! İkinci neden; AKP’nin çok kirli çamaşırları var ve bunları kurutmak için bir sis perdesi gerekli! Buyrun sahneye “Ergenekon canavarı”!
Anayasa Mahkemesi 2008 başlarında AKP’nin laiklik karşıtı gelişmelerin odağı olduğuna hükmetmişti... Tutuklamalar başladı! Sonra “Deniz Feneri” yolsuzluğu! Ve tutuklamalar...

Anayasa’nın değişmez maddeleri
Aynanın arkasındaki Türkiye’de iktidar partisinin tahammül edemediği bir Anayasa ve değişmez-değiştirilemez maddeleri var!
Ve o isim “Atatürk”. Asker, kahraman, emperyalizm karşıtı. Siyasi ve sosyal reformcu, entelektüel, dürüst... AKP iktidarının ondan nefret etmesine şaşmamalı.
AKP sözcüsü Dengir Fırat, Atatürk devrimlerinin millette travma yarattığından söz etmişti! Müstehzi bakışlı Fırat’ın misyonu Atatürk kavramını yok etmek, ama adı yolsuzluğa karıştıgı için Erdoğan onu genel başkan yardımcılığından almak zorunda kaldı!
Başka ülkelerde politikacılar istifaya mecbur edilirler, ama “Harikalar Diyarı Türkiye’de” değil! Şimdi suçlu sandalyesinde Atatürk var!..

Ve çöküş
Mustafa Kemal Yüksek Engizisyon Yargıçları tarafından yargılanıyor! Kastettiğimiz elbette Silivri’deki yargıçlar değil; siyaset, medya ve bürokrasideki malum zihniyet sahipleri.
Bu yargılamada Savcı Zekeriya Öz. Fakat bir başsavcı daha var: Başbakan Erdoğan! Hayret verici siyasi bir füzyonla yargı iktidarla birleşmiştir. Erdoğan Engizisyon Yargıçları’nın en başında. Dostoyevsky’nin kahkahalarla güleceği bir durum!
Konumuza haftaya devam edeceğiz


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

"TSK'yı bölmek" suçu, takip edilmeyecek mi?

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 5:15

"TSK'yı bölmek" suçu, takip edilmeyecek mi?

arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr


Eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Ergenekon adı verilen soruşturmaya başlangıç teşkil eden Tuncay Güney ifadelerinde geçen örgütün bir veya iki numarası olduğu yolundaki iddiaları cevaplandırırken “Çelik harekâtını, Kardak’ı yapamasaydık, bunlar olmazdı” dedi.
Fikret Bila’ya görüşlerini açıklayan Karadayı’nın ABD’yi işaret ettiği belli. ABD, Türkiye’nin terörist takibinden her zaman rahatsız olmuştur. Son harekatta da Türkiye’nin hemen Irak’tan çıkması için yoğun baskı yaptıklarını hep birlikte yaşadık. Peki ama Kardak konusunda ABD’yi rahatsız eden ne olabilir?
Bu konu kamuoyu tarafından bilinmiyor.
Olayı şöyle anlatalım:
Başlarında bir papaz olduğu halde Kardak adasına çıkan Yunanlı grup, cesareti nereden alıyordu? Yunan ordusundan değil; güvenliklerini sağlayan iki Amerikan savaş gemisinden!
Peki Türk askeri ne yaptı?
Amerikan savaş gemilerini Yunan gemisi sayarak ateş açtı. Amerikan gemileri, bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Emri kim verdi?
Elbette Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve Başbakan Tansu Çiller verdi.
Tansu Çiller, gemilerin Amerikan gemisi olduğundan haberdar mıydı ondan pek emin değilim. Fakat, Türk ordusu, Yunanlıların güvenliğini sağlayan gemileri, Yunan gemisi saymakta haklıydı. Çünkü Yunanlı mütecavizleri koruyorlardı. Amerikan bayrağı çekmiş Yunan gemisi de olabilirlerdi. Amerikalılar kendilerini tanıtınca, bir yanlışlık daha olmaması için bölgeyi terk etmeleri bildirildi. Amerikalılar, bu olaya çok bozuldu elbette. Ve unutmadılar.

***

Karadayı’nın daha önemli sözleri de vardı:
“Ben Genelkurmay Başkanı olarak hep Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile çalıştım. Demirel’in çok güzel bir sözü vardır. Şöyle derdi: ‘Türkiye’de en önemli kurum, TSK’dır. Allah korusun, TSK bir zaafa uğrar, bölünürse, Türkiye bölünür.’ Bu çok doğru bir sözdür. Şimdi bunu yapmaya çalışıyorlar. TSK’yı bölmeye, yıpratmaya uğraşıyorlar. TSK aleyhine bir hava yaratmaya çalışıyorlar, onu hedef alıyorlar.”
Peki TSK’yı kim bölmek ister? Ve buna kim teşebbüs edebilir?
TSK’yı bölmeye kimin ihtiyacı var ise onun elbette! Büyük Orta Doğu projesinin başarılı olması için, İtalya’daki NATO toplantısında Amerikalı bir subayın gösterdiği haritada olduğu gibi Türkiye’nin parçalanması gerekir!
Türkiye’yi parçalamak için uğraşan kurumların başında artık NATO vardır! NATO, böyle bir konsept belirlediğini artık Türk subaylarından bile saklamamaktadır.
Türk subayları bu durumu seyredebilir mi?
Seyrederlerse vatana ihanet etmiş olurlar!
Dolayısıyla çeşitli tedbirler almış durumdadırlar. İşte ABD, İngiltere ve İsrail yönetimlerini çılgına çeviren bu tedbirlerdir.

***

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bölebilirler mi?
Bazı TSK mensupları üzerinde dini bir yapılanma görüntüsü altında etkili olabilecek bir veya birkaç komutanı elde edebilirlerse, bunu deneyebilirler! Veya, darbe günlüklerinde ortaya çıkan, emekli komutanlar arasındaki kriz, bugünlere kadar uzamış, bu da TSK’yı yıpratıyor olabilir.
Peki başarabilirler mi?
Komuta kademesi seyrederse elbette başarırlar. Ama Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ hiç de seyirci bir komutan görüntüsü vermiyor. Onun hakkındaki bir değerlendirme şöyledir: “Yetkilerini sonuna kadar kullanır!”

***

Dikkat ediniz lütfen, TSK’nın bölünmek istendiğini ben söylemiyorum, Genelkurmay Başkanlığı yapmış emekli orgeneral İsmail Hakkı Karadayı söylüyor!
Bir ülke için bundan daha ciddi bir tehdit olabilir mi? TSK’yı bölme teşebbüsünün ceza hukuku açısından bir karşılığı yok mudur?
Olmaz olur mu?
Hem de davaya Genelkurmay Askeri Mahkemesi bakar!


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Kim tutar seni Tuncay!

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 5:28

Kim tutar seni Tuncay!

culsever@hurriyet.com.tr


TUNCAY Güney! Elimde değil, giderek sana meftunluğum artıyor.

Bütün öğretimi altüst ettin.

Dedem, "Bazılarını her zaman, herkesi bazen aldatabilirsiniz ama herkesi her zaman aldatamazsınız" derdi. Sen bu öğretiyi yıktın geçtin.

Pekâlâ hepimize gösterdin ki, sen herkesi her zaman aldatabiliyorsun!

Helal olsun sana! Kimse eline su dökemez.

Hem de metodun basit: Çamur at izi kalır!

Yok psikopatmışsın, yok sosyopat, yok yalancı, yok zırvalıyormuşsun.

Ne olursan ol, bana ne! Benim bildiğim farklı insan olduğundur!

Televizyona bir çıkıyorsun, Türkiye kilitleniyor. Devlet televizyonu emrine tahsis ediliyor. 4 saat sana ayrılıyor. 8 saatlik kasedin gün boyu tüm kanalları dolaşıyor. Hepimizi maymuna çeviriyorsun. Başını kaşıyorsun, yüzlerce yorum yapılıyor; esniyorsun, koskoca prof.’lar esnemene teşhis koyuyorlar; ifade verirken rahat mı davrandığına yoksa rahatsız mı olduğuna dair memleket ikiye bölündü.

Sonra akıl durduran bir özelliğin var, 2001 yılında konuşuyorsun, konuşmanın içinde 2005 yılından da, 2008 yılından alıntı olaylar da var. Bir nevi kâhin gibisin.

* * *

İnanılmaz akıl oyunları yapıyorsun. "Emniyette ifadem işkence altında alındı, sayılmaz" diyorsun. Sonra da "Ama söylediklerim gerçek" diyorsun. 72 milyon afallayıp kalıyoruz.

"Tuncay ifadesini ret mi etti, yoksa kabul mü etti?" diye sorgularken kahvehanelerde arbede çıkıyor.

Sorulara hiç duraklamadan cevap vermen ise sana hayranlığımı mislisiyle artırdı. Sanki ne zaman hangi soru sorulacağını önceden seziyorsun. O kadar çok ismi aklında tutman ve hiç teklemeden, her seferinde eksiksiz sayman her kula nasip olacak bir yetenek değil.

İnsana çamur bile atılsa kişinin tek bir sıfatı olur. Sana CIA dendi, MOSSAD dendi, JİTEM dendi, MİT dendi, Ergenekoncu dendi, Fethullahçı dendi, sonunda Allah yolunda ilerleyen bir "haham" çıktın. Ben ise hâlâ IMF ile alakan olduğundan şüpheliyim. Ola ki, IMF ile görüşmeleri sen tıkıyorsun.

* * *

Ne sanık, ne tanık, ne de mağdur olmadığın halde savcı sana sorular soruyor. Şimdi elimiz yüreğimizde 37 soruya vereceğin cevapları bekliyoruz. Bakalım bu sefer kimleri çamura bulayacaksın! Yanlış adrese giden mektubu bir zahmet buldur, al ve cevapla.

Cevaplarının bir yerine Recep İvedik’in gazeteci olduğunu sıkıştırırsan beni çok memnun edeceksin.

Herkesi her zaman aldatan adam, öptüm seni!

Nazlı Ilıcak’ın açıklaması:

"İbrahim Şahin’i, ’Erbakan ve Çiller’in adamı’ olduğu için, bir zamanlar desteklediğimi, bu defa ise, ’AK Parti iktidarına karşı olması’ sebebiyle onu eleştirdiğimi, bir arkadaşınızın değerlendirmesine dayanarak yazmışsınız. (13 Ocak Salı-"Kafayı yemek üzereyim"-CÜ)

Oysa Tansu Çiller’i, başbakanlığı sırasında kıyasıya eleştirdim. Meydan Gazetesi’ndeki yazılarım buna tanıktır... Akşam Gazetesi’ndeki yazılarım da buna tanıktır. Refah Partisi’yle ilişkim ise, 28 Şubat süreciyle başladı. Dolayısıyla İbrahim Şahin’i siyasi mülahazalarla savunmadım; onu, PKK’ya karşı dağlarda mücadele veren bir polis memuru olarak tanıyıp takdir etmiştim. Kaldı ki, Susurluk’la ilgili yazılarım, kazadan ancak birkaç ay sonrasını kapsıyor. Yani olaylar henüz karanlıkta iken, düşüncelerimi kaleme almışım. Ayrıca, insan yorumlarında yanılabilir de; İbrahim Şahin hakkında o tarihte yanlış bir değerlendirme yapmış olabilirim. Ama, bunun siyasi iktidarla hiçbir ilgisi yok."


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

'İçimden ağlamak geldi'

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 5:49

'İçimden ağlamak geldi'
En çok parmak izimin alınmasına içerledim


fbila@milliyet.com.tr


Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan Prof. Dr. Kemal Gürüz, gözaltı sürecinde kendisini en üzen şeyin parmak izinin alınması olduğunu belirterek, ‘O anda içimden ağlamak geldi. Bir terörist gibi, bir suçlu gibi parmak izimin alınması beni yaraladı.
En çok buna içerledim’ diye konuştu



Ergenekon soruşturması çerçevesinde yapılan gözaltılarda en çok tartışılan görüntü, eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz’e aitti. Prof. Dr. Gürüz’ün gözaltına alınırken bir emniyet görevlisi tarafından başına bastırılarak arabaya sokulması, yadırgandı, tepkiyle karşılandı. Bu görüntü üzerine gözaltına alınma usulü tartışmaya açıldı.
Prof. Dr. Gürüz’le soruşturmanın içeriğini değil ama usulünü konuştuk. Bu konuda sorularıma şu yanıtları verdi:

‘ O memura bir şey demem’
Sayın Gürüz, son gözaltılarda en çok size ilişkin fotoğraf tartışıldı. Arabaya binerken bir emniyet görevlisinin başınızı bastırması çok yadırgandı, tepki topladı. O anda neler hissetiniz?

- Doğrusu o anda dikkatimi bu davranışa verecek durumda değildim. Arabaya binerken daha farklı şeyler düşünüyordum. Hızla yapılan bir hareketti herhalde. Ama ben bu hareketi yapan emniyet memuruna bir şey demem. Benim muhatabım onlar değil. Nihayet aldıkları emirleri uyguluyorlar, görevlerini yapıyorlar.
Ama o görüntünün doğmasına neden olanlar düşünmeli, onlar utanmalı. O kararı verenler, beni o duruma düşürenler sorumluluk hissetmeli. Ne yaptıklarını bir daha düşünmeliler. Bu nedenle ben o polis memurlarına kırgın değilim. Bu, onların kararı değil.

‘İçimden ağlamak geldi’
Gözaltı sürecinde size en çok etkileyen, en çok üzen ne oldu?

- Birçok şey oldu. Ama beni en çok üzen parmak izimin alınmasıydı. O anda çok üzüldüm, çok kırıldım, içimden ağlamak geldi, belki doluydum. Böyle bir terörist gibi, bir suçlu gibi parmak izimin alınması beni yaraladı. En çok buna içerledim. Bütün ömrünü devlet ve millet hizmetinde geçirmiş biri olarak, bu ağrıma gitti.

‘Uyuyamadım, yiyemedim’
Gözaltı koşulları nasıldı? Nasıl bir yerde kaldınız?

- İstanbul’da kaldığımız yerde iki tip oda vardı. Bir tipi üç kişilikti. Üç duvarında üzerinde plastik şilteler olan sedir var. Dördüncü duvar parmaklıktan oluşuyor. Bir de tek kişilik daha küçük, içinde iki basit yatak olan oda tipi vardı. Ben tuvaletin karşısına denk gelen bu üç kişilik odayı tercih ettim.
Erdal Şenel Paşa ve Dalan’ın şoförüyle kaldık. Odaların koşulları iyiydi ama insanın psikolojisi farklı oluyor. Doğrusu ben üç gün boyunca uyuyamadım, yiyemedim, içemedim. İnsanın psikolojisi yemeye, içmeye, uyumaya uygun olmuyor.
Sürekli düşünüyorsunuz. Günde üç öğün gayet iyi yemek veriyorlar. Olmadığından veya kalitesi kötü olduğundan değil. Ama yemek, içmek, uyumak psikolojik olarak mümkün olmuyor. Yoksa koşullar iyiydi. Ama ben uyuyamadım. Tam uykuya geçeceğim zaman aklıma bir şey geliyor, bu nedir, nasıl böyle olur, diye düşünüyorum ve uykum dağılıyor.
Kabullenmek zor tabii. Hatta bazen insan kendinden kuşkuya düşüyor, acaba diye düşündüğüm oldu ben bir şey yaptım da haberim mi yok.
Ne gibi kuşkular geçti aklınızdan?
- Ne bileyim; örneğin insan düşünüyor acaba benim bulunduğum bir ortamda Veli Küçük mü vardı? Ben hiç Veli Küçük’le karşılaşmadım ama olur ya bir yerde o da vardır, benim haberim yoktur. Veya gerçekten ben bir şey yaptım da hatırlamıyor muyum, diye düşünüyor insan. Hep böyle düşüncelerle uyumak mümkün olmuyor.

‘Tıraş imkânı yok’
Çıktığınızda biraz sakallı gibi görünüyordunuz. Tıraş olmak istemediniz mi?

- Hayır, istememekten değil, tıraş olma imkânı yok. Tıraş malzemesine izin vermiyorlar. Acaba tıraş olmak istediğimi bildirseydim, o imkânı sağlarlar mıydı bilmiyorum, belki sağlarlardı.
İlaç kullanmak zorunda olanlar için nasıl bir yöntem uygulanıyor?
- Kullandığınız ilaçları alabiliyorsunuz. Ancak ilaç saatinde tek tek getiriyorlar. Zaten her gün adli tabibe götürüyorlar, sağlık kontrolünden geçiyorsunuz. Bir şikâyetiniz olup olmadığını soruyorlar. İlaçlarınız için galiba reçete istiyorlar. İlaçlarınızı öyle alabiliyorsunuz. Sigara içirmiyorlar. Ama bir havalandırma yeri var. İstendiğinde oraya çıkabiliyorsunuz, sanıyorum.

‘Polis çok nazikti’
Nezarethanedeki görevlilerin tutumu nasıldı? İfade alan polis yetkilileri hakkında izlenimleriniz neler?

- Polis çok nazikti. Nezarethanedeki polis memuru çocuklar çok saygılı ve yardımsever davrandılar. Hatta sabah poğaçalarını ikram ettiler, çaylarını ikram ettiler. Bir ihtiyacımız olup olmadığını sürekli sordular. Gayet nazik gayet saygılı davrandılar.
İfadeyi alan polis yetkilileri de çok nazik ve saygılı konuşup, davrandılar. İfadeyi alanlar çok zeki, birikimli kişilerdi. İfadenin bir aşamasından sonra artık bir sohbete, neredeyse bir derse dönüştü. O kadar ince ve saygılı bir tutum içindeydiler.
Hangi koşullarda ifadeniz alındı ve ne kadar sürdü?
- Kaldığımız yerin üst katında ifade verdim. Cumartesi akşam 21.00’de başladı ertesi sabah 7.30’a kadar sürdü. Koşullar gayet iyiydi. İfadeyi alanlarla ilgili en küçük bir rahatsızlık yaşamadım, hissetmedim.

‘Savcılar da yetenekli’
Daha sonra savcılara da ifade verdiniz. O aşama nasıldı?

- Savcılar da tıpkı ifade alan polisler gibi çok yetenekli, bilgili ve saygılı kişilerdi. Çok yetenekli olduklarını gördüm. Bu Türkiye için iyi bir şey. Bu işleri konularına hakim, bilgili, yetenekli polis ve savcıların yapması Türkiye için taktir edilecek bir durum.

‘Gazetecilerle de görüştüm’
Telefon konuşmalarınızın kayıtları önünüze konduğunda neler hissettiniz?

- Doğrusu kırgınlık hissettim. Benim gibi ömrünü devlet hizmetinde, millet hizmetinde geçirmiş biri için kolay bir şey değil. Benim telefonlarımın dinlenmesini beklerdim de, bunu Türk devletinin yapacağı hiç aklıma gelmezdi. Buna çok üzüldüm, çok kırıldım.
Bütün telefon konuşmalarınız dinlenmiş mi? Daha çok hangi nitelikte konuşmalardı?
- Günlük, olağan konuşmalar. Arkadaşlarımla, daha çok üniversite camiasından arkadaşlarla, gazetecilerle yaptığım konuşmalar. Bir özelliği yok. Benim her zaman yaptığım konuşmalar. Arkadaşlarla dertleşmişiz, görüşlerimi söylemişim. Veya gazeteci arkadaşlar bir şey sormuşlar, cevap vermişim.
Görüşümü söylemişim. Bir konuya dikkatlerini çekmişim. Zaten ben YÖK Başkanı olarak görev yaptığım zamanda da bu tür görüşmeler yapardım. Ben Türkiye’de üniversite sorununu, yükseköğrenim konusunu en iyi bilenlerden biriyim. Bu konuda benim konuşmam kadar doğal ne olabilir.
Ayrıca bu konularda konuşmayı sürdüreceğimi de söyledim. Bu benim alanım. Yükseköğrenim konusunda kitaplarım var, önerilerim var. Benim mücadelem, çağdaş bir yükseköğrenim sistemi içindir. Bu konu Malezyalılara bırakılamaz.
Malezyalılardan kastınız nedir?
- Şimdi YÖK’ü yöneten hatta ülke yönetiminde etkili olan Malezya eğitimli, oradaki modellere özenenleri kastediyorum.

‘Basın yoluyla darbe hazırlığı’
Size yöneltilen suçlamalar neydi?

- Resmi olarak bana yöneltilen üç suçlama vardı: Terör örgütüne üye olmak, bu örgütün üniversitelerde yapılanması için görev almak ve basın yoluyla darbe ortamı yaratmak. Benim bu suçlamalarla bir ilgim olamaz. Ben, 27 Mayıs nedeniyle burs kaybetmiş bir öğrenciyim.
Benim darbeyle marbeyle ne işim olabilir? Zaten darbe girişimleri olduğu iddia edilen 2004-2005 yıllarında ben ABD’de hocalık yapıyordum. Kitap yazıyordum. Ben darbeyle niye uğraşayım? Suçlanan Şener Eruygur Paşa’yla iki defa görüşmüşlüğüm var, hatırladığım kadarıyla o da görevden ayrılırken, ‘Allahaısmarladık’ demek için.

Beşir Atalay faktörü
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı, Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü’nden sizin aldırdığınıza da atıf yapan yorumlar yapıldı?

- Ben hiç öyle düşünmedim, düşünmüyorum. O konudaki belgeler, bilgiler vardır, açıp bakabilirler. Ben görevimi yaptım. Rektör yardımcısı olan bir öğretim üyesinin eşi çarşaflıydı. Meslekten çıkarılmış. Bu doğal çünkü çarşaflı öğretim üyesi olmaz. Ben yasaları uyguladım, görevim oydu.

‘Çetelerin elleri kırılsın’
Ergenekon soruşturması kapsamında birçok silah, cephane, krokiler, suikast planlarının bulunduğu da basına yansıdı. Soruşturmanın bu yönüyle ilgili düşünceniz nedir?

- Çeteler varsa elbette hepsi bulunsun, yargı önüne çıkarılsın, temizlensin. Başka ne düşüncem olabilir. Çeteler varsa elleri, suikast planları yapanlar, eylem planları yapanlar varsa elleri kırılsın. Daha ne diyeyim? Bizim çetelerle, silahla, bombayla ne işimiz olabilir?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

ÖncekiSonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x