Ergenekon (namı diğer Ümraniye)

ABD ve İsrail'in TSK operasyonu ve Tayyip Erdoğan'ın konumu.

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:53

ABD ve İsrail'in TSK operasyonu ve Tayyip Erdoğan'ın konumu...

sonkibar@gmail.com


Gelin bugün ABD ve İsrail’in AKP ile TSK ilişkilerinin son 6 yıl daki genel kronolojik seyrini sunalım ve hadisenin perde arkalarını kavramaya çalışalım:
TSK, İslamcı kimliği ya da imajı nedeniyle AKP ile arasına daha iktidar olduğu ilk günden mesafe koydu.
AKP, bunun üzerine meşruiyetini aleni olarak dışarıda, yani AB ile okyanus ötelerinde aradı.
Washington, Brüksel ve Musevi lobisi bu tabloyu somut faydaya dönüştürme çabalarına girdi.
2003 Mart’ındaki sürpriz tezkere sonucu, TSK adına kırılma noktası oldu.
Washington ve Tel Aviv, tezkerenin faturasını psikolojik iklim hazırladığı ve kararlı davranmadığı için TSK’ya kesti. Keza aynı merkezler TSK’nın bazı komutanlarını NATO’ya(ABD ve İsrail’e) sadakat bağlamında sorgulamaya başladı.
Buradan hareketle TSK’yı yeniden yapılandırmak ve kontrollerine almak için çok boyutlu bir projeyi uygulamaya başladılar.
Projenin ilk adımı imaja taaruzdu. Bunun için içeride ve dışarıda psikolojik harekâta start verildi.
Bu bağlamda önce Türk askerinin başına çuval geçirildi.
Çuval olayına askerin tepkisi siyasi irade tarafından görmezden gelindi ve kamuoylarına yansıtılmadı. AKP bu şekilde kendisini meşru görmeyen TSK’dan intikam aldı.
Peşi sıra AKP; AB, Washington ve Tel Aviv’in somut destekleriyle askere karşı psikolojik üstünlük kazandı.
TSK adına yapılan muhtelif çıkışlara bu üstünlük psikolojisi ve dış desteklerle direnildi.
Okyanus ötesine (Washington ve Musevi lobisi) bütün bu destekler karşılığında ödün olarak askeri ihalelerde büyük payın yanı sıra BOP’da rol alma taahhüdü yapıldı...
AKP, ABD ve Musevi lobisi arasında zaman zaman uğranılan konjonktürel inkıtalarda da Cüneyd Zapsu misali “Bizi deliğe süpürmeyin” yakarışları ya da benzeri taviz metotlarını kullandı. Keza Lübnan’a asker gönderme gibi konularda her buyruğa uyuldu.
Kuzey Irak için müsaade edilen bir haftalık harekât izni ve bizatihi Bush tarafından verilen çekilin ültimatomu Washington’un TSK’ya ve onun Kuzey Irak politikasına meydan okumasıydı.
Dağlıca baskını, ABD’nin destek olduğu bir başka çirkin operasyondur.
Gerek Kuzey Irak operasyonlarına konulan ambargo, gerek Dağlıca ihaneti, ABD’nin Türkiye’nin kırmızı çizgilerini tanımadığının, yani Kuzey Irak’ta bir Kürt devletini kurduracağının ilanı ve TSK’ya ihtarıydı.
ABD ve İsrail, tam bu süreçte AKP’ye açılan kapatma davasını askerden bildi ve AKP lehinde ağırlık koyarak kapattırmayı engelledi.
Bu zaman diliminde Demokles’in Kılıcı misali yine dış destekle Ergenekon soruşturmasına start verildi.
Tam bu süreçte Almanya ve Rusya gibi diğer emperyal devletler, Türkiye’deki ABD-İsrail operasyonunu sorgulamaya ve durumu kendi lehlerine çevirmek için zemini yoklamaya başladı.
Buna paralel olarak Türkiye’deki baronlar da, Avrupa ile ABD’deki biraderlerine AKP’nin İslam devrimi için lojistik yığınak yaptığı ve enerji depoladığı kulislerini yapmaya başladı ve İran’la AKP arasında var olan muhabbetin fotoğraflarını sundu.
Bu tür girişimler ve de doğal yıpranmayı düşünen Musevi lobisi de, AKP ile arasına mesafe koymaya başladı.
Ve tam bu noktada Tayyip Erdoğan, partisinin varoluş paradigmasını yerle bir edecek şekilde Güneydoğu politikaları bağlamında TSK ile kol kola girerek “Ya sev ya terk et” noktasına geldi.
Bu duruma kimileri Erdoğan emperyalizmin oyununu gördü ve gençliğindeki fikirlerine, yani aslına döndü yorumunu yaparken, kimileri de Tayyip beyin Washington ve Tel Aviv’e bu şekilde mesaj gönderdiğini söyledi.
Son Ergenekon operasyonunun amaçlarından biri de, Tayyip Erdoğan’la TSK arasında yeni yeni oluşmaya başlayan güven iklimini sabote etmekti... ABD ve İsrail, kendi iradeleri dışında gelişen bu yakınlaşmadan rahatsız olmuştu. Sadece onlar da değil, Türkiye’de iktidarı paylaşan malum dini gruplar da bundan hiç hoşnut değildi.
Kronolojik seyir özetle böyle...
Bundan sonra nelerin olabileceğini de bir başka yazımızda tartışalım.


Gömülü silahlarla darbeyi kim yapacaktı?
Ben hâlâ İbrahim Şahin ya da bir yarbayın evinde bulunan krokilerle gömülmüş olduğu yerde ele geçirilmiş silahlar konusunda kuşku doluyum. Hangi güvenlik uzmanı böyle bir gömü krokisini, üstelik her şeyin aylardır didik didik edildiği bir iklimde evinde saklar? Gömü çıkarma işi kurgulanan operasyonun en can alıcı sahnesi olarak planlanmış belli ki! Sahi sormak lazım, bu silahlar niçin gömüldü acaba? Konu darbe yapmak ve AKP’yi alaşağı etmekse böyle bir şey gömülü silahlarla yapılabilir mi? Silahlar öyle ya da böyle ortada, ama sorgulayalım bu silahlar niçindir? Öyle ya, ortada AKP’ye karşı bir silahlı direniş yoktur, yani PKK misali silahlı bir örgüt yok ki silahı gömülü olsun! Söz konusu edilen sadece darbedir. Yoksa darbeyi o gömülen silahlar mı yapacaktı? Evet kamuoyu bu soruyu yüksek perdeden sormalıdır. O silahlar toplumda kafa bulandırmak ve kuşkuları artırmakdan başka hangi işe yarar? Bu ülkede darbeyi askerden başka dışarıda hiçbir sivil güç yapamayacağına göre bu silah gömü işi neyin nesidir? Öyle ya silah askerde gırladır. O zaman o silahlar neden gömülmüştür? Tekrar ediyorum, her eylem hazırlığı, içeriği ve olabilirliği ile sorgulanmalı. Bu silahların gömülme sebebi ne olabilir? Bize göre tek izah şudur: Bu silahlar kamuoyunu yönlendirmek, zihinleri bulandırmak ve kuşkuları artırmak için gömülmüştür. Başka hiçbir işe de yaramaz. Peki kimler mi yaptı?.. Onu belki de MOSSAD ile CIA’nın Ankara’daki istasyon şeflerine sormak lazım.
NOT : TSK bu bombalarla ciddi bir biçimde şaibe altına sokulmuştur. Dolayısıyla konunun üstüne gitmelidir. Elbette olup bitenlerle ilgili her türlü kuşku ve spekülasyonu sona erdirecek olan, adil Türk yargısı olacaktır.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

"Ergenekon" "Susurluk" ve "demokras

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:57

"Ergenekon" "Susurluk" ve "demokrasi"

yenicag@yenicaggazetesi.com.tr


“Ergenekon ve Susurluk” tartışmaları, Türkiye gündeminin örtüsü oldu. Gazeteler, televizyonlar, siyasetçiler, kurumlar, hasılı toplumun her kesimi bununla meşgul. Daha neyin ne olduğu belli olmadı, ama keşmekeş içinde, suçlama ve kamplaşma devam ediyor.
Kampın bir tarafında; insanların savunmasını beklemeden hükmü verip infaza kalkışanlar var. Bunlar dokunulamaz zannedilenlere dokunulduğu, evlerde ve toprak altında silah ve cephane bulunduğu, devletin içine sızan çeteler temizlendiği, PKK’lıları infaz edenler yakalandığı, derin devlet ve korku imparatorluğu çökertildiği, ölüm çeteleri ve kontrgerilla darbecileri yakayı ele verdiği, “büyük hesaplaşma” yapıldığı için bayram ediyor. “Demokrasi” nin kurtulduğu, korku toplumundan hukuk ve özgürlükler toplumuna geçildiği görüşündeler. Tabii kötü niyetlileri hariç.
Kampın öbür tarafında; soruşturmanın hukuka aykırılığından, gözaltına almalardaki aşağılayıcı görüntülerden, evlerin aranma şeklinden, milyonlarca telefonun yasal veya yasadışı yollarla dinlenmesinden, korku toplumu yaratıldığı için insanların birbiriyle konuşamaz hale gelmesinden, temel insan haklarının ihlal edilmesinden, iktidarın bu yolla muhalefeti sindirmeye çalışmasından, baskıcı rejime gidilmesinden, soruşturmaya delillerden değil de kişilerden başlanmasından, devletin en önemli temsil makamlarında bulunmuş yaşlı-başlı insanların günlerce emniyet hücrelerinde bekletilmesinden, daha deliller toplanmadan, suç tarif edilmeden, iddianame hazırlanmadan medyada suçlama kampanyası açılmasına izin verilmesinden, davaların bir türlü başlamamasından, insanların ölünceye kadar tutuklu kalmalarından, hukuk kullanılarak Cumhuriyet’le hesaplaşılması ve intikam peşinde koşulmasından şikâyet edenler var. Değerler açısından kim nerede, kararı siz verin.

* * *

İçerideki tablo özetle böyle. Ya dışarısı? Tabii dışarısı denilince, öncelikle AB ve ABD hatırlanmalı. İkisi de çok memnun. Sonuna kadar gidilmeli, derin devlet tasfiye edilmeli, “demokrasi” ve “özgürlükler” güçlendirilmeli diyorlar. PKK, DTP, Barzani gibileri de aynı görüşte.
Zaten “Ergenekon” un 5 Kasım 2007’de Erdoğan-Bush mutabakatıyla ele alındığını Fehmi Koru yazıyor.
Peki, Türkiye dışındaki Türkler ve Türkiye’yi sevenler ne düşünebilir? O belli değil mi? En basit ifadesiyle üzülüyorlardır.
SONUÇ:
Herkes demokrasi, insan hakları diyor, ama bu değerlere kendileri inanmıyor, uymuyor. Samimiyetsizlik ve istismar söz konusu. Esasen, kanuna aykırı hareketlerin takibi, demokrasinin değil, hukuk devletinin, yasaların gereğidir. Kamu düzeninin icabıdır. İyi ama, hükümete darbe söz konusu ise, bu demokrasiyi, insan haklarını ilgilendirmez mi?
Cevabımız hayır. Çünkü kanun dışı eylemlerin, cinsi ne olursa olsun önlenmesi hukukla, devlet olmakla ilgilidir. Demokrasiyle doğrudan alakası yoktur. Ancak, bu rejimi kaldırıp, yerine başka bir rejim getirmek istiyorsa, o zaman durum değişir. Mesela; komünist bir rejim kurmak gibi.
Ülkemizde, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 olmak üzere iki darbe yapıldı. İkisinin de ilk taahhüdü, en kısa zamanda demokrasiye dönmek oldu. Nitekim, 27 Mayıs 1 yıl, 12 Eylül 3 yıl sonra demokrasiye döndü. Şunu söyleyebiliriz, demokrasi kesintiye uğradı, bu da zararlı oldu. Bu doğru.
Eğer ülkemizde, başta partilerimizin genel başkanları olmak üzere, samimi olarak isteniyorsa, demokrasi önce partilerin içinde kurum ve kurallarıyla tesis edilmelidir. O zaman bütün ülkede, demokrasi olur. Sendikalarda, derneklerde, vakıflarda, barolarda, hasılı her yerde. Demokrasinin temel kurumları olan partilerde demokrasi yoksa, başka yerde aramak beyhudedir.
Eğer, 550 milletvekilini genel başkanlar seçiyorsa, millet iradesi yok demektir. Bir seçim bölgesinde 6 bin kişiye, diğerinde 120 bin kişiye 1 milletvekili düşüyorsa, eşitlik bozulmuştur. Kararları, partilerin yetkili organları değil de, genel başkanlar veriyorsa, temsil demek olan demokrasiden söz edilemez. Orada tek adam yönetimine dayalı şeklen demokrasi var demektir.
Son söz: “Ergenekon” ve Susurluk “u hukuka bırakın, partilerdeki gerçek demokrasiye bakın.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Takke düştü kel göründü

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:05

Takke düştü kel göründü

selcantasci@gmail.com


Ümraniye Soruşturması ile TSK içinde Rusya ile işbirliğini öngören grupların tasfiye edildiğini söyleyenler nihayet itiraf etti: Türkiye’de bir darbe olacaksa ABD’ye karşı değil, ancak ABD ile birlikte olabilir!

Ümraniye soruşturması “Bu Gladio’nun tasfiyesidir” diye yorumlandığında, Arslan Bulut Yeniçağ’daki köşesinde şu soruyu ortaya atmıştı: “Tasfiyeyi yapan, Gladio’nun kendisi ise ne yapacağız?”
Rıza Zelyut dünkü yazısında ‘Amerika ve AB’ye karşı olan kişiler çetecilerle aynı gösterilirken, Amerikancı kontgerillanın gizlendiğine’ dikkat çekti.


Rusçu darbeye izin verilmedi
İhsan Dağı’nın 13 Ocak Salı günü Zaman’da yayımlanan “Rus yanlısı darbe ve Ergenekon” başlıklı yazısında Ergenekon’un Türkiye ile ilişkide olan neredeyse tüm ülkeleri ilgilendirendirdiğini vurguladı. Dağı’ya göre “Türk Gladio’su artık korunup kollanmıyor. Elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun Rusya yanlısı, NATO, ABD ve AB ile işbirliğine karşı ’Rusçu’ bir kliğin eline geçmesine seyirci kalınamaz”.
Dağı’nın “Rusçu” ekibinde bakın kimler var: ” NATO’nun ikinci büyük ordusu, ’ABD ve AB ile işbirliğini bırakıp Rusya ve İran’la ittifak kuralım.’ diyen bir MGK Genel Sekreteri çıkarmış. Tuncer Kılınç düzeyindeki bir askerin böylesine derin bir ’stratejik yeniden yapılanma’ yolu gösterdikten sonra makamında kös kös oturmuş olabileceğini kimse düşünmüyordur herhalde. Şener Eruygur Jandarma Genel Komutanı olmuş, Hurşit Tolon 1. Ordu Komutanı olarak Genelkurmay Başkanlığı’na giden yolun en başına kadar gelmiş. NATO’yu Türkiye için en büyük tehlike ilan edip, bir NATO ordusunun bu kadar tepesine çıkmış bir grubun varlığı Batı ittifakı mensuplarının ’kaygıyla’ izleyeceği ciddi bir durum. Üstelik bu klik, fiilî bir darbeyle yönetime el koymaya çalışmış. Ama ’Rusçu’ bir darbeye vize verilmemiş!
Bu örgütün arkaplanında bulunan güçlerin tasfiye işlemine yönelik tutumu önemli. Nedir bu tutum? Ordunun ve ordu üzerinden ABD/NATO’nun sessizliği. TSK üst yönetimi bu soruşturmalara izin vererek kendini Batı ittifakı içinde ’yeniden’ konumlandırmaya çalışıyor. Bu ordunun ’darbe’ düşüncesini tamamen bıraktığı anlamına gelmez. Bu ülkede bir gün yeni bir darbe yapılacaksa bunun ABD’ye karşı değil ABD ile birlikte olacağını anladıkları, bu işin 12 Eylül’ün emir komuta zincirli modeliyle yapılacağı anlamına gelir... “


Ergenekon Amerikan Barışı’nın parçası
İhsan Dağı’nın yazısından yola çıkan Yasemin Çongar, on üç yıllık Washington gözlemiyle, ortaya çıkan fotoğrafa şöyle bir katkı yaptı: “Türk Ordusu’nun Washington’da ”gitgide Batı’dan kopan, Rusya’nın etki alanına giren, AB sürecini baltalamaya çalışan, Kıbrıs’ta çözümü engelleyen, demokratikleşmeyi sindiremeyen, 1920’lerin zihniyetine tutsak, küreselleşmeden de, Türkiye’nin kürselleşmeyle uyumlu toplumsal değişiminden de kopuk“ bir kurum olarak algılanmaya başlandığını gözlemledim. Ergenekon soruşturmasına izin vermesi, TSK’nın Batı’yla ilişkisinin sıhhati açısından elzem hale geldi.”
Enis Berberoğlu’nun dünkü Medya Polemik’te de yer verdiğimiz küresel Ergenekon denklemini hatırlayın: “AKP ve TSK’nın güç kaybı marjinal ve ABD karşıtı gruplara zemin yaratabilirdi. O yüzden Ergenekon icat oldu, muhaliflerin sesi kesildi. Ezcümle, Ergenekon bu ülkede zorla/kanla kurulan Amerikan Barışı’nın parçasıdır...”
En başa dönecek olursak ne diyordu Arslan Bulut: Ya tasfiyeyi yapan Gladio ise?
Ümraniye Soruşturması başladıktan sonra, ’darbeci geleneği’ Agarta’ya kadar irdeleyenler, tarihi yolculuklarını ’trombolin’le yapıyorlarmış gibi, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül’lerin üzerinden hoop diye zıplayarak “sene 2004, Ayışığı ve Sarıkız...” dediler. Çünkü Türkiye’de şu sorular hiç sorulmadı:


Kenan Evren niye yargılanmıyor
Madem ’darbe yapmak’ suç, o zaman yapılmamış darbelerin faillerini tespit etmek için üstünüzü başınızı parçalamak yerine neden önce bu suçu işlemiş olanlardan hesap sormuyorsunuz?
Neden mitolojik efsanelerle, arkeolojik kazılarla, kriptolarla uğraşmak yerine, darbe yaptığı sabit birinden, örneğin ’yaşayan en büyük darbeci’den “bu işler nasıl oluyormuş” öğrenmiyorsunuz?
Resmi makamlardan izinleri alınmış, ilan edilmiş demokratik eylemleri, ‘darbe zemini oluşturmak’ diye nitelendirip, düzenleyenleri cezalandırmaya kalkışmadan evvel; ‘darbe zemini oluşturmak için bu ülkenin beş bin gencinin kanını dökmüş’, toplumu sindirmek için ’bir sağdan bir soldan’ diyerek masum gençleri darağacına göndermiş olanlar neden cezalandırılmıyorsunuz?
Soruşturmada gözaltına alınanların kimlikleri üzerinden başlayan tartışma öyle bir noktaya geldi ki, bu sorular sorulmadan cevapları alındı.
Yukarıda aktardığımız yazılara göre, nasıl Alparslan Türkeş 27 Mayıs’tan sonra Milli Birlik Komitesi içindeki ‘görüş ayrılığı’ sonucu “ülkeyi nasyonal sosyalist bir sisteme süreklediği” ileri sürülerek Hindistan’a sürgün edildiyse, bugün de ABD politikalarına karşı “nasyonal/ulusalcı” bir duruş sergileyenler pekala Silivri’ye postmodern sürgüne gönderilebilirdi...
Çünkü şunca yazının gözümüze gözümüze soktuğu tek cümlelik özet şuydu; Türkiye’de darbeler ’Amerikan yanlısı’ olduğu/kaldığı müddetçe meşrudur! Ve bu ülkede yazılı olmayan, değiştilmesi teklif bile edilemez bir kanun yürürlüktedir: ‘Bizim Çocuklar’ın saltanatı yıkılmaz, yıkılması
düşünülemez!


+++++++


Gladio’nun kısa tarihi
1945’ten sonra ABD; Sovyetler’i güneyden kuşatacak İslami Yeşil Kuşak modelini geliştirdi. Pakistan, Afganistan, İran, Türkiye hattı; Amerikancı anlayış ve İslami yapıda şekillendirilecekti.
Olası Sovyet işgaline karşı Türkiye’de harekete geçirilecek sivil görüntülü askeri güçlerin kullanacakları silahlar belli yerlere gömülecekti. Silahların ABD’den sağlandığı ve Genelkurmay’ın bilgisinde gömüldüklerini emekli askerler de dile getirmektedir. Herhalde MİT’in de haberi olmuştur.
ABD elemanları jandarmadan ve polisten derlediği kadroyu komando eğitiminden geçirmiş ve bu özel kuvvetler; içeride ortaya çıkacak toplumsal hareketleri bastırmada da kullanılacak biçimde şekillendirilmiştir. Gerektiğinde bazı yerleri bombalamak, bazı insanları öldürmek, korku ve panik yaratacak eylemler yapmakla görevlendirilmişlerdir. Suikast ve bombalama; NATO’ya bağlı bu kuvvetlerin görevlerinden birisi sayılmıştır.
Bu kuvvetler Güney Amerika veya Güneydoğu Asya’da 1960’larda başlayan gerilla harekatına karşı mücadele etmek gibi asli bir görev üstlenmişti. Adının kontrgerilla olması buradan kaynaklanır. ABD müttefiki ülkelerde sol hareketleri bastırmada kullanıldılar. 1971darbesi, 1977 Kanlı 1 Mayıs eylemi, Ecevit’e suikast, Çorum ve Maraş katliamları.. bu örgütün eseri olarak ortaya çıktı. İç çatışmayı kışkırtarak, cinayetler işleyerek 12 Eylül 1980 darbesini hazırladı. Sağ ve sol gençlik ezildi, meydan bugün iktidarda olan ekibe bırakıldı. AKP’yi iktidara hazırlayan örgüt, bugün derin devlet veya çete olarak adlandırılan kontrgerilladır.
Bir kanadı, 1980’den sonra ASALA ve PKK’ya karşı kullanıldı. PKK terörünün yayılması üzerine; örgütün polisle ve jandarma ile bağı genişletildi. PKK terörünün önlenmesi sürecinde Amerikan kontrollü Kontrgerilla ile MİT Kontr Terör Örgütü yaygın eylemlere başladılar.
Özel TİM de bu ekip tarafından yönlendirildi. PKK ve diğer terör örgütleriyle mücadelede; örgütün silahlı elemanları arasından, çeteleşen grupçuklar ortaya çıktı. Bunlar şahsi çıkarları uğruna cinayetler işlediler. İbrahim Şahin’e silahları veren de bu örgüt olmalıdır. Türkiye’de devlet gücünü kullanarak çetecilik yapan grupçuların etkisiz hale getirilmesi herkesin istediği bir şeydir. Lakin birincisi, çeteleşmiş bazı kişiler öne çıkartılıp devlet içindeki Amerikancı kontrgerilla gizleniyor. İkincisi ise; çetecilerle aynı gösterilerek, AKP’ye, Amerika’ya, AB’ye karşı olan kesimler ve muhalefet yok edilmek isteniyor. Hükümet çetelerle mücadele ediyorsa önce 1977’de Taksim’de, 1979 Maraş’ta, 80’de Türkiye’de, 1993 Sivas’ta katliam yapan çeteyi ortaya çıkarsın . * Rıza Zelyut / Güneş


SİZDEN GELENLER

Bunları biliyor muyduk?

* Atatürk‘ün dünyada ‘başöğretmen’sıfatlı tek lider olduğunu,
* Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin (Türkçe) isim babasının bizzat Mustafa Kemal olduğunu,
* Norveççe‘de ‘Atatürk gibi olmak‘ diye bir deyim olduğunu. “Atatürk” çiçeği’nin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın‘in koyduğunu ve bu çiçeğin tüm dünyada bu isimle üretilip satıldığını,
* Yunan başkomutanı Trikopis‘in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina’daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk‘ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
* Bir röportajda Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?” diye sorulduğunda “Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için, davet gelirse düşünürüz” dediğini ve bunun üzerine BM yasasının değiştirildiğini,
* 1938’de Ata‘nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde; “Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir” denildiğini,
* 2000’de ABD Başkanı’nın milenyum mesajında; “Milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir”denildiğini,
* 2005’de Amerika’nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns‘un önerisinin “Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk’ü örnek alsın yeter” olduğunu,
* 2006’da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini,
BİLİYOR MUYDUNUZ!!!
* Cengiz Şerif


Guguk’a devam
“Bu davanın en önemli faydası Türkiye’de artık hiç kimse ’Bana kimse dokunamaz.’diyemeyecek. Bu anlamda önemsiyorum ve Türkiye’nin geleceği için yararlı buluyorum.”
Sayın Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin Beyefendi,hükümetiniz herkese dokunmaya bu kadar meraklıysa, Deniz Feneri dosyası aylardır Almanya’dan neden istenmemektedir, Alman savcının, Esas failler Türkiye’de sözünü Türkçe değil de Almanca söylediği için mi anlamamaktasınız, yoksa ucu birilerine dokunduğu için mi çekinmektesiniz? Bu, hukuk mudur, guguk mudur? Gül, Dışişleri Bakanı’yken 2003 yılında Powell’la olan bir görüşmesinde iki sayfa dokuz sayfalık gizli bir görüşme yaptığını söyledi ve bunu da o yalanlamadı. Devletlerin geleneğinde gizli kapaklı anlaşmalar yapılması normal midir? Bu hangi hukukla açıklanır? Yoksa bu guguk mudur?
* Bülent Uluçer


Telekulak
AKP sözcüsü Nihat Erkin, Deniz Baykal’a ‘Korkmayın kimse sizi gizlice dinlemiyor’ diye kesin bir dil kullandığına göre telekulak organizasyonu içinde yer aldığı inancı doğuyor insanda. Hatta titri icabı, sorumlu üyelerinden biri veya üst düzey yöneticisi olabilir. Öyleyse bu sorulaya samimiyetle cevap vermesi gerekir .
‘Bu halkın dilini kabul edenler bir gün bu toprakların adını da kabullenecekler.’diye Türkiye’yi bölmeye kasteden Osman Baydemir dinleniyorsa neden tutuklanmıyor?
Türk milletinin yüzde kaçı dinleniyor ? Dinlenen orantılanamayacak kadar çoksa kaç kişi dinlenmiyor ! ?
* M.Nuri Üte


Ben de fıtık oldum!
Bir taraftan yüzlerce şehit olan Müslüman kardeşlerimiz, diğer taraftan belim ağrıyor diye mazeret bildiren dindar Cumhurbaşkanının eşi !!!
Bunları izlerken inanın, BEN DE FITIK OLDUM !!!
Birisinin eşi, T.B.M.M ’de İsrail için imza kampanyasına izin vermiyor, fakat İstanbul da ki toplantıda kendisinin gözünden yaş geliyor... Diğerinin eşi olan başkomutanın ise, sesi soluğu çıkmıyor... Ne güzel, ne duyarlı bir Müslümanlık ve dindarlık şekli!!! Gözünden bir iki damla yaş gelsin... Bir de fıtık ol...
Kahrol İsrail, kahrol emi !!!
GÖZÜMÜZDEKİ YAŞ KURUSUN, BİRDE FITIĞIMIZ GEÇSİN (!) ondan sonra gösteririz sana !!!
* İmdat ASLAN / Bolu Ekspres Gazetesi


Teslimiyetçi öküzler
Arslan: “Bakın öküz kardeş, biz sizinle bu savanda sûlh içinde yaşamak istiyoruz, ama sizin içinizde şu sarı öküz var ya, o bizim sinirlerimizi çok bozuyor. Onu bize verin, biz bir daha size saldırmayız. Barış içinde yaşarız”der.
Öküzler, bundan böyle rahat edeceklerini düşünerek, sarı öküzün arslanlara verilmesine karar verirler. Sâdece sürünün en yaşlısı olan tecrübeli bir öküz buna karşı çıkar “sarı öküzü vermek bizim sonumuz olur” der.
Arslanlar acıktıkça bir bahane ile sürüden bir öküz isterler, öküzler de, barış bozulmasın diye yeni bir kurbanı arslanlara teslim ederler. Böylece, arslanlar semirir çoğalırken, öküzlerin sayısı giderek azalmaya başlar Öküzlerin artık güçlenen arslan sürüsüne karşı koyacak gücü kalmamıştır. Toplanıp ” Biz nerede hata yaptık da bu savaşı kaybettik “ diye tartışmaya başlarlar. Sarı öküzün verilmesine karşı çıkan yaşlı öküz ” Biz bu savaşı sarı öküzü arslanlara verdiğimiz gün kaybetmiştik “ diye durumu özetler...”
* Engin Balım


Lavabodaki adam kimdi
Hafızam beni yanıltmıyorsa 2006 yılının Ağustos ayıydı. Ankara’da Kıbrıs konulu panelin ikincisi yapılacaktı. İlkini kaçırmıştım, bu paneli dinlemek için üniversiteden eski bir hocamla birlikte ATO’nun konferans salonuna gittik.
Merdivenlerde sohbet ederken Hurşit Tolon Paşa’nın emin ve ağır adımlarla etrafını selamlayarak yalnız bir şekilde salona çıktığını gördüm. Farklı kesimlerden ve meslek gruplarından birçok ünlü ve etkili isim paneli izlemek için koltuklardaki yerlerini alıyordu.
Ortak noktaları ulusalcı ve milliyetçi olmalarıydı, haklı Kıbrıs Davamızın takipçisiydiler.
Sadece bu tür millî konularda iddialı bir siyasi partinin Genel Başkanı ve ekibi yoktu
ortada, en azından bir temsilci dahi göndermemişlerdi nedense? Bir ara lavaboya gittiğimde Tuncer Paşa’yla karşılaştım.
Merdivende karşılaştığım paşanın ardından Tuncer Paşa da gözaltına alındı.
Lavaboda karşılaştığım o adam, emekli olmadan önce Türkiye’nin dış politikasına dair önemli bir açıklama yapmıştı. Türkiye’nin kendini AB’ye mahkum etmesinin yanlış olduğunu, gerekirse Rusya ve İran’la da bölgesel işbirliği seçeneğinin değerlendirilmesi gerektiğini söylemişti.
Bizim de yıllardır yazıp söylediğimiz bu alternatifsizlik sorunu ve lokalizasyon seçeneğini daha sonra Meral Akşener de dile getirdi, büyük basının hücumlarına maruz kaldı.
* Hasan Salih Gündüz


Subay kimdir tanımıyorsunuz
İnsanlığın bozulduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu korkunç yozlaşma dünyasında subayın etkilenmemesi imkânsız. Tabii ki içimize mayası bozuk olanlar karışmış veya aldananlar olmuştur. Fakat bunlar istisnadır. Ezici çoğunluk sapasağlam durmaktadır. Öz korunmaktadır. Subayı tanımıyorsunuz! Subay, bedeninde çılgın Türk’ün madde halinde tecelli ettiği, yenilmez ruh demek.. Subay, Trablusgarp’a İtalyanlar çıkınca, devlet göndermediği halde, orayı kurtarmak gayesiyle bin meşakkatle ve istikbalini hiçe sayarak oraya çıkan Mustafa Kemal Bey, Enver Bey demek. Bütün taarruzlar ona; çünkü onun ruhu yenilir veya teslim alınırsa küreselleşme tamamlanacak... Dünyaya bin kere gelmek mümkün olsa, bin kere Kara Harp Okulunda tahsil görmek isterim.
* İsmail Hakkı Cengiz / Emekli Binbaşı


MİNİ YORUM
Yaftalamadan düzelteyim

Birkaç gün üst üste, AB ve ABD’deki kurumlardan alınan fonlarla, Türkiye için dizayn edilen yeni kültür poltikalarından bahsettik. Medya ve Sivil Toplum kuruluşları üzerinden yürütülen bu çalışmaları finanse edenler arasında sivrilen bir isme Osman Kavala’ya dikkat çektik. Bu çerçevede Kavala’nın yatırımlarını sıralarken, ortakları arasında olduğu Birgün Gazetesi’ni de andık. Gelen tepkilere bakarken ‘muallak’ kalmış bir durum olduğunu farkettim. Soros’un faaliyetlerine, küresel sömürü ve emperyalist işgal süreçlerine itirazlar barındıran yayınlara da imza atan Birgün’ün çalışanlarının, ‘Soroscular’ olarak yaftalanmasına vesile olmamak için hatırlatmakta yarar var; yazı dizisinde gündeme getirdiklerimiz gazeteyi değil, Kavala’yı bağlar.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Tuncay Güney’in bir ’hikâyesi’

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:11

Tuncay Güney’in bir ’hikâyesi’

ybayer@hurriyet.com.tr


TUNCAY Güney’in 2001’deki ’sorgusu/sohbeti/ifadesi’ ile ilgili DVD kayıtları dün TV’lerde yayınlanırken, insan doğal olarak kendi kendine sorular soruyor:

"Bu ne çok şey biliyormuş!.."


Öyle değil tabii...

Bildikleri ile bilmediklerini harmanlıyor; etkili sipariş ’paket’ler sunuyor.

Dinleyenleri de etkiliyor doğal olarak.

Adil Serdar Saçan’ın karşısında bu kadar nasıl rahat konuşuyor?

Anlattıklarını ilk kez mi duyuyordu?

Bu kadar çok şey anlatması akla çeşitli sorular getiriyor.

Tuncay Güney’i kim kullanıyor? Arkasında hangi cemaat veya gizli servisler var?

Bu kasetlerde sansüre uğramış metinler, en önemlisi kurgulanmış bölümler var mıdır?

’Güvenilmeyen’ kişiliği ile bu kadar ’yorum’ yapması olanaklı mıdır?

SUSURLUKÇULARIN KASEDİ

Bu arada bir gazeteciye söz verelim.

Güney’in 2001’deki polis ifadesi sırasında ve Susurluk kazasının olduğu yere ilk ulaşan gazeteci olarak bildiğimiz TV polis ve adliye muhabiri Aydın Baylan, Tuncay Güney’in, İbrahim Şahin-Çatlı fotoğraflarını Tuncay Özkan’a verdiği yolundaki sözlerine itirazı var. Diyor ki:

"Buna Nazlı Ilıcak da da dikkat çekti yazısında; Çatlı ile çekilen fotoğrafların Tuncay Özkan’a, Tuncay Güney aracılığıyla verildiğini yazdı geçenlerde. Fotoğraflar karşılığında 2 milyar alındığını da söylüyor Tuncay Güney... Nazlı Hanım, Güney’in ağzı ile konuşuyor. Esası şudur fotoğrafların... Akşam muhabiri Haluk Girti, Kumkapı Avrasya lokalindeki o resimleri çeken gazetecidir. O zaman gazetenin sahibi olan M. Ali Ilıcak’a fotoğrafları gösteriyor; ancak ’Biz bu işe girmeyiz’ diyor ve yayınlanmıyor. Arvişe gidiyor fotoğraflar. Susurluk kazasından sonra gazeteci arkadaşlarımız bana özel timcilerin bir düğünde eğlendikleri resmi, Haluk Girti’nin çektiğini söylediler. Uzun hikâyedir, ben Haluk Girti ile temas kurdum ve o resimleri alarak müdürüm olan Tuncay Özkan’a götürdüm. Sanıyorum Radikal de yayınlamıştı o zaman. Girti başarılı bir gazeteciydi, Sabancı cinayetinden sonra Sabancı Center’daki cesetleri bir o çekmişti.

Özet olarak diyeceğim, Tuncay Güney, sağdan-soldan duyduğu olayları, bazı doğrularla birlikte senaryolaştırıyor. Bunları da kendi düşüncesi veya istihbarat bilgisiymiş gibi ortaya döküyor. Yani bazı doğrulara ’sos’ katıyor. Tıpkı ’Olan Şüpheliler’ filmindeki Kayser Soze karakteri gibi... O filmde, polis tarafından sorgulanan sanık, bildiği birtakım gerçekleri başka hayali olaylarla birleştirip ifade haline getirmekte ve polisleri yanıltmaktadır. Ancak sonunda yalan söylediği de ortaya çıkmaktadır."

Helal olsun Tuncay Güney’e, milyon dolarlık ’propaganda’ yaptı birileri için!

Ergenekon ve Susurluk, daha çok su kaldıracaktır.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Bastığın yeri toprak diyerek geçme!

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:22

Bastığın yeri toprak diyerek geçme!

lalesivgin@yahoo.com


BUGÜNLERDE Ankaralılar birbirlerine “Bastığın yeri toprak diyerek geçme, düşün altındaki binlerce mermiyi” diye takılıyor. Şaka bir yana mahalle aralarında, parklarda, yol kenarlarında hatta apartman önlerinde bulunan silahlar, bombalar ve mermiler, Ankara’nın psikolojisini bozdu. Sokakta poşet gören koşarak oradan uzaklaşıyor. Dahası alış veriş merkezleri ve parklar gibi toplumun bir araya geldiği alanlarda herkes birbirine şüpheli gözlerle bakıyor. Ev hanımları bile bir araya geldikleri günlerde Ergenekon’dan bahsetmek istemiyor. “Acaba dinlemeye takılır mıyız?” kuşkusu onların bile uykularını kaçırıyor. İşte Ergenekon soruşturmasının bizi getirdiği hal bu! Gerçek bir korku imparatorluğu, endişe ve şüpheyle dolu bir yaşam...
Korku düzeninden normal hayata geçiş için öncelikle soruşturma kapsamında bulunan silahların kim tarafından ne zaman ve niçin gömüldüğü ortaya çıkarılmalı. Peki ama bunca silah nereden çıktı? Yol kenarlarına atılan poşetlerin içinden çıkan mermiler kimlere ait? Bu soruyu sorduğum DSP Milletvekili Recai Birgün, emniyetteki tecrübelerini de hatırlatarak şöyle dedi: “Ben zaten ilk kazıdan sonra böyle olacağını söylemiştim. Sağda solda bir sürü sahipsiz silah daha bulunacak demiştim. Güneydoğu’da görev yaptığım için biliyorum. Bölgede askerliğini ya da memurluk vazifesini yapan pek çok kişi dönerken hatıra olsun diye mermi ya da silah götürür. Bu size garip gelse de bölgeyi bilenler beni doğrulayacaktır. Şimdi bu kişilerin çoğu Ergenekon’a bulaştırılma kaygısıyla, korktukları için ellerindeki hatıra mermileri ya da silahları sağa sola atmaya başladılar. Olay bundan ibaret”
Güneydoğu’da görev yapmış eski emniyet mensubu yeni vekilin görüşleri böyle. Diğer yandan sokakta bulunan silahların soruşturmayı sulandırmak isteyenler tarafından bırakıldığı yorumları da yapılıyor. Gerçeğin ne olduğunu ise ancak güvenlik güçleri ve yargı süreçleri açığa çıkarabilir, bir an önce çıkarmalıdır da...
TRT nereye koşuyor?
ERGENEKON soruşturması sürecinde yaşanan bilgi kirliliğinin giderilmesinde belki de en önemli araçlardan biri medya. Medyanın doğru kaynaklar tarafından zamanında bilgilendirilmesi içinde bulunduğumuz süreçte büyük önem yaşıyor. Böyle bir süreçte dikkatlerin çevrildiği devlet televizyonu TRT ise zihinleri berraklaştıracağına, kafaları daha da çok karıştıran hatta kimi zaman kişilik haklarını ihlale varan yayınlara göz yumuyor.
Önce Kürtçe açılımla gündeme gelen TRT, Ergenekon soruşturması kapsamındaki kazı alanında tekel oluşturdu. Diğer canlı yayın araçlarının alınmadığı kazı alanına yalnızca TRT’nin alınması, enformasyon akışında şüphelere neden oldu. TRT bununla da yetinmedi ve kamuoyunun kim olduğunu hala anlayamadığı Tuncay Güney’i canlı yayına çıkararak rating rekorlarına imza attı.
Doğrusu ticari açıdan bakınca Tuncay Güney yayını başarılıydı. Çünkü rating ve dolayısıyla reklam getirecek bir yayındı. Ancak TRT’nin bugüne kadar bu felsefeden uzak yayınlar yaptığını bildiğimiz için bu yaklaşım şaşırtıcıydı. Tuncay Güney’in yüzlerce kişinin ismini telaffuz ederek binlerce iddiayı ortaya koyacağı özellikle de muhalefet lideri Baykal’ı eleştireceği mecra TRT mi olmalıydı? Yoksa özel bir kanal mı? İletişimcilerin tartışması gereken bir soru...


[img]http://www.tercuman.com.tr/v1/images/tercuman_02.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

‘Milletvekili dokunulmazlığı kalksın’

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:26

‘Milletvekili dokunulmazlığı kalksın’

aguclu@milliyet.com.tr


Genç Bakış’ta bu haftanın SMS anketi, “Milletvekili dokunulmazlığı kalksın mı, kalkmasın mı?” şeklindeydi. Müthiş bir sonuç çıktı. Katılımcıların yüzde 99’u milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi.
Baralor Birliği Başkanı Özdemir Özok ve emekli Albay Erdal Sarızeybek’in konuk olduğu programda, derin devletten faili meçhul cinayetlere, Türkiye üzerine oyunlar oynayan dış güçlerden Ergenekon’a kadar tüm güncel tartışmalar masaya yatırıldı.
Hemen her konuda gelinen son nokta siyasiler oldu. İşte bu yüzden de Türkiye bir arınmaya gidiyorsa, herkes gibi siyasilere de dokunulsun. Onlar da gerektiğinde yargı karşısına çıksın denildi.
Ankara’nın siyasi gerginliği üniversitelere de fazlasıyla yansımış durumda. Hacettepe Üniversitesi’nde gerçekleştireceğimiz Genç Bakış‘ı, program yapmaya elverişli bir atmosferin olmaması nedeniyle 7 yıldır ilk kez stüdyoda yaptık.
İşte programdan satırbaşları:

Erdal Sarızeybek
- Terörle mücadele etmek bir demokrasi ayıbı değildir.
- Devletin binbaşısı olarak Şemdinli’ye gittim. Bir baktım ki silahlı teröristler var. O vakte kadar böyle bir şeyden hiç haberimiz yoktu.
- 30 Ağustos 1992’de Şemdinli’de ilk şiddetli çatışma ortaya çıktı. Teröristlerin silahları bizden güçlüydü. Saddam’ın silahları, Barzani ve PKK’nın eline geçmiş. Bizim o zamana kadar böyle bir terör örgütünden haberimiz yoktu. Bu nedenle o dönemler iyice sorgulanmalıdır.
- Bugün uluslararası platforma çekilmiş bir Kürt sorunu, otonom bir Kürt devleti ve sayıca fazla silahlı bir PKK var.
- Türkiye 1. ve 2. Körfez savaşlarında siyaseten kaybetmiş ve bugün bu noktaya gelinmiştir. Bunların hepsi bilinçli yapılmıştır.
- Terörden rant sağlamaya çalışanlar var.
- Yönetim, gücünü halktan mı, yoksa ABD’den mi alıyor? Halk bu tehlikeyi görmeli, şu an vatanımız tehlikede.
- Öcalan davasında neden gözaltına alınan yok? Neden Öcalan’ın İsviçre’deki para hareketleri, faili meçhullerin katillerinin belli olduğu arşivleri yok.
- PKK’yı çözmediler ve bu dönemde de siyasallaştırdılar. Hangi demokratik ülkede arkasında terör örgütü olan bir parti yaşayabilir?
- Emekli askerler, başsavcılar gözaltına alındığında terörle mücadele adına zafer naraları atıyorlar ama öte yanda PKK cirit atıyor.
- Keşke bizde de Batılı demokrasiler gibi devleti koruma amaçlı yasal bir derin devlet olsaydı. Bugün bunlar yaşanmayacaktı.
- Yeşil’in para hareketlerinden ve PKK’nın İsviçre’deki para hareketlerinden gidilirse olaylar çözülecek ama çözmüyorlar.
- Irak’a kapsamlı bir harekâtla, Barzani’ye dersinin verilmesi ve tarihe olan borcumuzun ödenmesi gerek.
- Tepkisiz toplum, etkisiz silahlı kuvvetler yaratılmak isteniyor.
- Biz o kadar yıl doğuda mücadele ettik. Sonunda şunu anladım ki; biz terörle değil, teröristle mücadele ediyoruz. Terörle mücadele bir milli güvenlik sorunudur. Bu Milli Güvenlik Kurulu’nda çözülür. Dağa çıkış durdurulmadan, dış destekler ve para kaynakları kesilmeden Türkiye’de terör bitmez.
- 21 Mart’ta Nevruz var. Çok fazla provokasyon olabilir. Türk bayrağını bile yakmaya kalkışanlar olabilir. Biz bu oyuna gelmeyelim, işi güvenlik güçlerine bırakalım.
- Bir dönem binde bir oranında hukuk dışına çıkanlar, terörü ranta çevirenler vardı. Bunlar bilinçli olarak çözülmedi. Çözülseydi bugün bu gelişmeler yaşanmazdı.

Özdemir Özok
- Bugün benim suçlum iyi, senin suçlun kötü durumu yaşanıyor. Bu mümkün olabilir mi? Herkesin eşit şekilde yargılanması gerekir.
- İktidar kendisine çekidüzen verip demokrasiye bağlı kalmak zorunda.
- Devlet teröristin de devletidir. Terörist de hukuk içinde yargılanacak ve dize getirilecek.
- Temiz toplum temiz siyaset önce parlamentodan başlayacak, önce parlamento arınacak. Kuvvetler ayrılığı ilkesine uyulacak. Ama bunu istemiyorlar. Yasama ve yürütmeyi müthiş bir güç halinde elinde bulunduran iktidar, yargının yakasını bırakmıyor.
- Siyasetin gölgesi yargının üzerinden mutlaka kalkmalıdır.
- Hukuk, herkesin yakasına yapışsın, itirazımız yok. Ama hukuk kuralları içinde.
- Sabih Kanadoğlu’nun evinin o şekilde aranması tarihi bir ayıptır.
- 12 Eylül, düşünen on binlerce insanı mahvetti. Türkiye harman yerine döndü. Devletin balansı bozuldu ve terör başa bela oldu. Bu nedenle 12 Eylül ciddi şekilde sorgulanmalıdır. .
- 1983’ten bu yana cemaat ve tarikatların hâkim olduğu yapı Türkiye’ye yerleşmiştir. 12 Eylül’den sonra artık dinamik bir toplum yok. Türkiye’nin sesi kısılmıştır. Bu nedenle bugün, geçmiş dönemler yargılanamıyor, sorgulanamıyor.
- Demirel ve Ecevit 12 Eylül’den sonra kanka oldular.
- Ehliyetli insanlar tarafından yönetilmiyoruz.
- Partilerin kapılarındaki adaylara göz atın. Adamın kendi kendine bir sürü problemi var. Gelmiş, bir kenti yöneteceğim diyor.
- Dokunulmazlıklar mutlaka kalkmalı. Muhalefetteyken söyleyip iktidardayken unutuyorlar.
- AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer deyip de bir daha oraya uğramazsanız, bu terör sorununu sadece güvenlik güçleri çözemez
- Defolu bir demokrasiyle yönetiliyoruz. Toplum liderleri kendileri için demokrasi anlayışıyla hareket ediyorlar.
- Derin devlet var diyemem ama izleri var. Mesela faili meçhuller.
- Bu halk, bu ulus, bu yaşananları asla hak etmiyor. Bizi yönetenler yüreklerini ortaya koysunlar. Demokrasiyi sadece kendileri ve çevreleri için kullanmayıp tabana yaysınlar ve unutmasınlar ki demokrasinin temelinde eleştiri yatar.
Özetin özeti: Sorunlarımız büyük ama çözülmez değil. Yeter ki istensin. Çıkan tablo bu!


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ersöz’ün yakalanışıyla geride kalanlar

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:31

Ersöz’ün yakalanışıyla geride kalanlar

myetkin@radikal.com.tr


Jandarma İstihbarat Dairesi’nin eski başkanı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, dün sürpriz bir şekilde yakalandı. Ergenekon soruşturması sürerken Rusya’ya kaçtığı öğrenilmişti. Sahte kimlikle kaçak olarak geldiği Ankara’da prostat tedavisinde polis tarafından gözaltına alındı.
Ersöz o görevde iken, 2003 yılıydı, ordu içinden haberleri ile beni hiç yanıltmamış bir kaynağım görüşmek istedi. Söyleyeceklerini de kapalı mekânda değil, otoparkta: “Jandarma hakkınızda araştırma yaptı”. Ben daha “Biz kim, ne araştırması?” diye sormadan anlatmaya başladı. Bu kaynağıma göre, İsmet Berkan ve benim ne telefonlarımız, e-postalarımız, ne de banka hesap hareketlerimiz kalmıştı didik didik edilmedik. Amaç şuydu: Biz Radikal’de demokratikleşme, insan hakları, AB reformları üzerine başkalarından daha fazla yazıyorduk. Acaba biz AB’den para aldığımız için mi reformlar konusunda bu kadar ısrar ediyorduk? Öyle ya bu mantığa göre başka niye yazıyor olabilirdik? Kaynağıma göre, Ersöz idaresindeki Jandarma bunu araştırmıştı. Doğal olarak, bir şey olmadığı görülmüştü.
Konuyu bir süre sonra Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’u makamında ziyaretimde, Eruygur gazetemize AB ve reform yayınları nedeniyle sert eleştiriler yöneltmeye başladığında açmak durumunda kaldım. Çünkü Eruygur’a ‘AB üyeliği ulusal stratejik tercih değil mi? Karar alan heyette siz de yok musunuz?’ sorularım sonuç getirmemişti. Bundan bir çıkar mı gözettiğimizi ima yoluyla sorunca, ‘Araştırıldı, olmadığı görüldü’ türünden bir şey söyledim. Normalde bu sözü işiten bir yetkili ‘Ne araştırması?’ diyebilirdi en azından. Şimdi içinde bulunduğu duruma insani yönden üzüldüğüm Eruygur, cevap olarak makam masasındaki bilgisayarı işaret ederek “Öyle söyleyenler var” dedi. Ben de, “Bazı internet siteleri de sizin darbeci olduğunuzu öne sürüyor. Onlara da mı inanacağız?” dedim.
Bu tartışmayı, neredeyse dört buçuk yıl olmuş, 29 Ağustos 2004 tarihli Radikal’de okuyucuklarımızla paylaştık. Tamamlayıcı olması açısından o gün Berkan’ın yazdığı makaleye de bakılmasında fayda var.
Ertesi gün Eruygur’un emekli olmasının sembolik anlamı vardı. Onu izleyen iki yıl süresinde 2002-2004 sürecinde ordu içindeki müdahale tartışmalarında Eruygur ve arkadaşları ile tavır aldığı düşünülen bazı isimler ya emekli edildi, ya ceza niteliğindeki atamalarla istifaya zorlandı, ya da merkezden uzak ve pasif görevlere dağıtıldı. Kendisi de özel kuvvet ve askeri istihbarat kökenli Orgeneral Fevzi Türkeri’nin Jandarma Genel Komutanlığı döneminde, Ersöz emekli edildiği gibi, Jandarma istihbaratı, neredeyse üsteğmen düzeyine inecek şekilde Eruygur-Ersöz dönemindeki kadrolaşmadan arındırıldı.
Halen Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral Işık Koşaner’in Jandarma Komutanlığı’nda ise Jandarma’da soğutma ve yeniden yapılandırma süreci başladı.
Ersöz işte o dönem Rus silah şirketi Rosoboron Export’a ‘danışmanlık’ yapmaya başlamıştı. TSK içinde Batı’yla ittifaka alerji duyan ‘Avrasyacı’ ekip için sembolik anlamı da olan bir iş sayılabilirdi. .
Ersöz’ün dün yakalanışı ile bu yazdıklarım ve yer kalmadığı için buraya sığmayan ilintili gelişmeler bir anda gözümün önünden geçti. Yazdıklarımda Ersöz aleyhine suç unsuru olan bir şey olduğunu sanmıyorum. Amacım da bu değil zaten. Ersöz’ün yakalanışıyla bunlar artık mazide kaldı, suç işleyip işlemediği yargı süreciyle anlaşılacak. Ama bazı resimlerin ortaya konması ve anlaşılması ihtiyacı var. Bunlar, bir anlayışın son buluşuna ait son resimler.
Buradan yeni bir hükümet-asker kavgası çıkmaz. Hesaplarını buna göre yapanlar yanılır. Başbakan Tayyip Erdoğan’la geçen haftaki görüşmesinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, TSK bünyesindeki maceracı ekibi değil, TSK’nın kurumsal itibarını korumayı amaçladığını, Erdoğan’ın da bu itirazı haklı bulduğunu düşünmek daha mantıklı geliyor.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Tuncay Güney manifestosu

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:45

Tuncay Güney manifestosu

ahmethakan@hurriyet.com.tr


TUNCAY Güney denilen "tuhaf adam" hakkında...

Bu zamana kadar...

"Koskoca bir dava böyle bir adamın sırtından yükseltilemez" dendi... "Birtakım karanlık işlere bulaşmış olması, onu her şeyi bilen adam yapmaz" dendi... "Dengesiz" dendi... "Tanıklığı bile kabul edilemez" dendi... "Manipülasyon yavşağı" dendi... "Acilen müşahede altına alınması gereken bir klinik vaka" dendi... "Fena halde çelişkili şeyler söylüyor" dendi... "Ciddiye alınamaz" dendi... "Hahamlığı bile sahte" dendi... "Sahtekâr" dendi... "Serbest çağrışım üstadı" dendi...

Dendi oğlu dendi...

* * *

Dendi de ne oldu?

Ne olacak?

Sanki bunların hiçbiri söylenmemiş gibi...

Yine konuşturuldu, yine manşet yapıldı, yine televizyon ekranlarında ağırlandı, yine referans oldu, yine ciddiye alındı, yine adam yerine kondu, yine "bir numaralı tanık" muamelesi gördü, yine koskoca adamları parmağında oynattı, yine köpürtüldü, yine Kanada’dan ortalığı karıştırmasına izin verildi, yine onu dinleyenler söylediklerinden hiçbir şey anlamadıkları halde "Vay anam vay... Neler dönmüş yahu" diye tepki verdi, yine hezeyanlarından müthiş anlamlar çıkarıldı...

Kısacası...

Koca memleket, bilerek ve isteyerek bir delinin elinde oyuncak oldu...

* * *

Artık bu gidişata bir "dur" demenin vakti gelmiştir...

"Yeter! Söz sağduyunundur" diye haykırarak...

Bu köşeden cümle âleme ilan ederim ki:

Bundan böyle her kim...

Bu Tuncay Güney denilen şirazesinden kopmuş kişiyi...

Manşete çekerse... Referans yaparsa... Televizyon programında beş saat konuşturup sağa sola bulaşmasına zemin hazırlarsa... Köşe yazısında ondan "verimli kaynak" diye söz ederse... Adamın söylediklerini "Bir konuştu, Türkiye sallandı" diye yorumlarsa... Türkiye’nin şifresini bu adamın çözdüğünü iddia ederse...

Yani...

Bu "haham bozuntusu"nu adam yerine koymaya devam ederse...

Bilsin ki...

Önce adının üzerine bir "mim" koyacağım...

Sonra da...

Ya zekâsından ya da iyi niyetinden şiddetle kuşku duyacağım...

Mümtaz’er yazdı

ZAMANE gençleri bilmez...

Tansu Çiller’in kudretli dönemlerinde, bu memlekette üç kişinin borusu fena halde öterdi: Birincisine Mümtaz’er Türköne denirdi... İkincisine Hüseyin Kocabıyık denirdi... Üçüncüsünün adı ise Şükrü Karaca idi...

Onlara "Çiller’in danışmanları" denirdi...

Geçen akşam...

Ankara’dan İstanbul’a gelen Şükrü Karaca ile plansız bir şekilde buluşuverdik...

Dedim ki:

"Üstat... Susurluk döneminde Çiller’in söylediği ’Vatan için kurşun atan da yiyen de şereflidir’ cümlesini hanginiz yazmıştınız?"

Şükrü Karaca delikanlı adamdır... Lafı hiç kıvırmaz...

"Pat" diye verdi yanıtı: "Mümtaz’er yazdı."

Ardından da iki şerh düştü: BİR: Ben bu cümlenin hâlâ arkasındayım... İKİ: Kim kaleme alırsa alsın o cümlenin sorumluluğu söyleyene aittir.

Ben de diyorum ki:

Şükrü Karaca’nın verdiği "Mümtaz’er yazdı" bilgisi, benim bu sütunlarda ortaya attığım iddiayı doğrulamış oldu... Liberal ve demokrat camia için hayırlı olsun...

Biraz empati lütfen

BİR ara Nurettin Veren diye bir şahıs ortaya çıkmıştı...

Vaktiyle Fethullah Gülen’in yakınında olan, sonra cemaatten uzaklaştırılınca itirafçılığa soyunan bir adam...

Ben bu adam hakkında "İtirafçıları hiç sevmem" diye bir yazı yazmıştım... Beni mahkemeye verdi, hesaplaşmamız sürüyor...

Nurettin Veren’in söylediklerinden yola çıkarak...

Fethullah Gülen hakkında bırakın dava açılmasını, bir kanaat bile oluşturulamayacağını düşünüyordum... Hâlâ aynı fikirdeyim...

Çünkü...

Adam manipülasyon yapıyordu, doğruların arasına yanlışlar sıkıştırıyordu, kanıtlanması mümkün olmayan iddiaları, "Bir zamanlar içlerindeydim" vurgusuna sığınarak ortaya atıyordu, düşmanlığını kusuyordu falan...

Peki Nurettin Veren’in sözlerini "deli saçması" diye niteleyenler...

Veren’in gazetelerde yer bulmasına, televizyonlarda ağırlanmasına haklı olarak itiraz edenler...

Şimdi neden Tuncay Güney adlı bir delinin "hatıra defteri"ne kutsal metin muamelesi çekiyorlar?

Ne zaman bitecek Tanrım bu çifte standart?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Fesat çekirdeği -çekirdek kadro-

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:51

Fesat çekirdeği -çekirdek kadro-

altemurkilic@ttmail.com


Tuncay Güney’in, 2001 yılında polise verdiği ifadenin video ve ses kayıtları, her halde Emniyet tarafından, basına -bu sefer açıkça- “servis” edildi. Zamanlama mükemmel; kazılar ve bulunan cephaneliklerle birlikte, eş zamanda!
Tuncay Güney, meczup mudur? Deliliğinde bir maksat, bir metot mu, var? Kamunun akıl sağlığına ve asıl ülkemize daha fazla zarar vermeden - adaletin de selameti bakımından- bu teşhis muhakkak ve acilen konulmalı, fesat ve tezviratına bir nokta konmalıdır.
Eğer mümkün olabilseydi psikiyatrlar, psikologlar, bu adamı muayene koltuklarına yatırırlar, en doğru teşhisi koyarlardı. Hatta televizyon ve videolardaki görüntülerine, konuşmalarına bakarak bile, nasıl bir deli veya “akıllı” bir deli olduğunu anlarlardı!


Teşhis: Sosyopat
Nitekim Psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş bu müşahedeyi yapmış, teşhisi koymuş; Güney bir “Sosyopat” . Profesör şöyle diyor: “Sosyopatlara güvenilmez, başka insanlara karşı duygudaşlık duymazlar, kendilerini olduklarından önemli görür, gösterir. Çok kolay yalan söyler ve söylediklerine kendileri de inanırlar. Güney’in sorgudaki rahatlığının yanı sıra bugüne dek verdiği beyanatlara da baktığımızda onun için ’Sosyopat’ ifadesi doğrudur. Konuşurken abartılı jest ve mimikler önemli ipuçları barındırır... Güney’in polis sorgusundaki rahatlığı dikkat çekici! Elini çok sık yüzüne götürmesi, gözünü sertçe ovması, boynunu kaşıması ve tüm bu hareketleri yaparken de çok net ifadelerle konuşmasını sürdürmesi, yalan söylediğinin göstergesi. Çünkü yalan söyleyen insanlarda el yüze çok sık gider. Aynı şekilde, konuşmanın doğal akıcılığı sürerken ellerin ani hareketlerle kullanılması, havaya sıçraması, söylediği sözlerin altını çizmek istediğini de gösterir. Şu haliyle Güney, tek kale oynuyor, ağzına geleni söylüyor.”
Ne var ki bugün gelinen noktada, bu adamın ipe sapa gelmez karmaşık iddiaları, ciddi olarak ve resmen, Ergenekon Davası iddianamesinin esasını ve mihrakını teşkil ediyor ve savcılar Kanada’ya yazarak, bu adamdan cevaplar istiyorlar. Ama tesadüfe bakın ki, bu talep mektubu yanlış, daha doğrusu, “doğru” adrese Güney’in hamisi ve tezviratının organı Yeni Şafak’ın Kanada’daki muhabirinin evine gidiyor. Yanlışlıklar, saçmalıklar komedisi içinde, rezalet!


Medyanın hali
Ve Mesut Yılmaz’ın deyimiyle “geçmişin hafriyatına” Susurluk’a vb.. takılan bir kısım medyamız da, bu adamın 2001 yılında polise verdiği ifadeyi saatler ve sayfalarca yayınlıyor! Güney “Ergenekon” un “çekirdekkadro” sunu açıklamış! İddiasına göre çekirdek kadro şu: Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Necip Torumtay, eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman, eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Rasim Betir, Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Güven Erkaya, emekli Tümgeneral Nejat Müldür, emekli Tümgeneral Osman Özbek, emekli Tuğgeneral Engin Hoş ve tabii, emekli Tuğgeneral Veli Küçük!
Tabii deli saçması, akla zarar bir iddia, bir hezeyan ama medyama göre adeta “hakikati” açıklama! Pes!
Bu “abesle iştigaldir” diyoruz, ama acaba öyle mi? Yoksa bu “açıklamalar”, Mahmut Övür’ün sözünü ettiği “11. Dalganın” habercisi mi? Ve bu sefer tutuklanacak eski Cumhurbaşkanı kim? Bunlar bir şakaysa da, artık “kaka” oldu. Eğer “Çekirdek kadroda” bu isimlerin bulunması ciddiye alınırsa hayret? Fakat bana göre bu “çekirdek”, şu sırada maksatlı olarak ortaya çıkarılmıştır ve “komplo” derinleşiyor. Ve asıl hedefin ne oldugu anlaşılıyor; Orduya da “dokunarak”, T.C.’yi kökünden değiştirmek!


Bir fıkra
Bu kadar ciddi bir konuda “teşbihte hata olmaz”, kıssadan belki hisse çıkarılır diye bir fıkrayı hatırlatayım. Adamın biri oynatmış; kendisini darı tanesi sanar tavuk, horoz filan görünce köşu bucak kaçarmış... Akıl hastanesine koymuşlar ve tedavi etmişler “darı” olmadığına, insan olduğuna ikna etmişler, salıvermişler! Birkaç gün sonra adam doktorlara sığınmış, “Tavuklar geliyor beni yiyecekler” diye... Doktor; “Yahu, sen darı değil, insan olduğunu bilmiyor musun?” deyince adamın cevabı; “Doktor ben biliyorum da, acaba tavuklar biliyor mu?”


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekon'da gözden kaçan bir ayrıntı!

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 23:55

Ergenekon'da gözden kaçan bir ayrıntı!

arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr


Tuncay Güney’in 2001 yılında alınan ifadesi avukatlar üzerinden medyaya verilince bazı televizyonlar tamamını bazıları işine gelen bölümleri yayınladı, kendileri ile ilgili bölümlere sıra gelince yayını kesti. Bazıları da kasetler hiç verilmemiş gibi davrandı.
TRT-2’de de “Tuncay Güney’in ulusa seslenişi” canlı olarak yayınlandı.
Yine bazı televizyonlar ve gazeteler, Güney’in Deniz Baykal ile ilgili yorumunu öne çıkardı ama kasetlerde Tayyip Erdoğan hakkındaki sözlerini gözden kaçırdı! Bu ayrıntı gözden mi kaçtı, yoksa kasıtlı olarak mı yayınlanmadı bu da pek net değil.
Tuncay Güney, Veli Küçük ile nasıl tanıştığını anlatıyor:
“-Necabettin Ergenekon, ‘bir albay öğrencim var, İzmit’te görev yapıyor, seni tanıştıracağım’ dedi. ‘Benim de askerlik işim var, karakoldan kağıt geliyor ama şimdi değil sonra söyleriz’ dedim. Necabettin Ergenekon Tayyip Erdoğan ile görüşürdü. Bir gün Tayyip Erdoğan’ın yakasından tuttu, çok iyi biliyorum; Tepebaşı’ndaki İstanbul İl Başkanlığı’nda.. Komutanım, ‘Bırak ümmetçiliği’ dedi. O da dedi ki, ‘Muhammetçi olalım. 1400 yıldır, 1.5 milyar inananı var’ dedi. Recep Tayyip Erdoğan dedi.
O da Tayyip Erdoğan’ın yakasından tuttu, ‘Bırak bu işleri’ dedi, ‘Türkçülük olmazsa Muhammetçilik yürümez’ dedi.
Necabettin Ergenekon, beni İzmit’te albay ile (Veli Küçük ile) tanıştırdı. 3-4 defa Samanyolu’nun arabaları ile gittik.”

* * *

Bu ifadenin verildiği zaman Tayyip Erdoğan, siyasi yasaklıydı. Yani başında bin türlü sıkıntı vardı. Fakat, “artık muhtar bile olamazsın” diyenlere karşı yumruğunu masaya vuruyor ve “Başbakan olacağım” diyordu. Peki O sırada Veli Küçük’ün hocası ile İstanbul İl Başkanlığı’nda niçin görüşüyordu acaba? Ve niçin “Türkçülük mü İslamcılık mı yapalım?” tartışması yapıyordu?
Bu konuda kendisinin bir açıklama yapmasını beklemek gerekir değil mi?
Milletvekili ve Başbakan olmasaydı, evi aranabilir, başına bastırılarak götürülmek gibi bir muamele ile de karşılaşabilirdi.

* * *


Tuncay Güney, TRT 2’de de “Mahir Kaynak MİT’çi olarak deşifre edilmeseydi sol partinin genel başkanı olacaktı. O olmadı Baykal oldu” diye bir ifade de kullandı. Bu iddia bir tarafa, Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, Hürriyet’e yaptığı açıklamada Özel Harp Dairesi’nde her meslek ve siyasi gruptan insan olduğunu söylemişti. Teşkilatta çok sayıda Kürt, Laz ve Çerkez’in görev yaptığını belirten Yirmibeşoğlu “Doğu ve Güneydoğuluların buraya alınmalarında asla tereddüt edilmemiştir. Onlarla iftihar ediyoruz” demişti.
Özel Harp Dairesi Başkanlığı’nda 3 yıl süreyle Orgeneral Kemal Yamak’ın Kurmay Başkanlığı’nda bulunan, ardından da 2 yıl bu dairenin başında görev yapan Sabri Yirmibeşoğlu, “Bu teşkilât sonuçta Türkiye’nin mozaiğini oluşturuyor. İçinde Türk’ü de, Kürt’ü de, Lazı, Çerkezi de var” diye konuşmuştu.
Sahi, o siyasetçiler sonra ne oldu?

* * *


Tuncay Güney, ifadesinin bir yerinde de Amerikan Büyükelçisi’nin haberlerinden rahatsız olduğunu, Akşam gazetesine gelip, Mehmet Ali Ilıcak ile görüştüğünü, “Bu haberleri bu çocuk yapamaz. Bu haberler bir örgüt işi” dediğini, Behiç Kılıç ve Arslan Bulut’un da orada bulunduğunu söyledi.
Herhalde yanlış hatırlamış. Zira kesinlikle ben böyle bir görüşmede bulunmadım. Amerikan Büyükelçisi’nin değil ama Basın ve Kültür Müsteşarı Dr. David L. Arnett’in gazeteye gelerek, Tuncay Güney’in bir haberinden dolayı rahatsızlıklarını Mehmet Ali Ilıcak’a ifade ettikleri, bana bildirilmişti. Hatta bir defa da başka bir yetkili, bizzat bana açıklama göndermiş ve Amerikalıların PKK’ya yardım ettiği iddiasının doğru olmadığını bildirmişti. Ben de bu iddiaya yer verdiğim için açıklamayı da köşemde yayınlamıştım. Arşive bakılabilir. Fakat bir Amerikalı diplomatla hiçbir görüşmede bulunmadım.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Anlaşılmasın diye bir yazı...

İletigönderen kgursu » Cmt Oca 17, 2009 0:00

Anlaşılmasın diye bir yazı...

bcoskun@hurriyet.com.tr


DOĞRUSU bu Ergenekon işinden sizler gibi ben de bir şey anlamadım aslında.

Televizyonlardaki bunca konuşma, gazetelerdeki bunca köşe yazısı, bunca haber-yorum, bunca anlatma çabası, bir şey anlamadığımızdandır...

Ve bu yüzden televizyonda anlatanların "anlatımı" bittiğinde, bizler birbirimize dönüp "Bence..." diye başlarız anlatmaya.

Anlayacak gibi olduğumuzda ise anlaşılmaz bir şey olmakta; yerden çıkan silahlar, bombalar, bir yeni tanık, bir yeni tutuklama...

Anladıklarımız elden gidiyor...

Bu son anladığımızın akşamı, Tuncay Güney televizyona çıkıp anlatmasaydı...

Anlaşılmıştı...

Ama onu dinleyip de eski anladığımız, yeni anladığımızı götürünce... Fikri Sağlar, "Yani dedi ki..." diye televizyonlara koşup anlatmaya başladı.

Zaten o an bizler birbirimize dönüp "Bence..." diye başladık anlatmaya...

Bu anlamadığımız şeyi...

*

Anlatmaya başlıyorum:

Bu Ergenekon davası için "Savcısı benim" diyen kim?..

Başbakan...

Bu davanın gerçek savcısına tahsis edilen, içinden Tayyip Erdoğan’ın balyozla çıkartıldığı zırhlı araç kimin?...

Başbakan’ın...

Genelkurmay Başkanı kime gidince siviller tutuklandı, askerler serbest bırakıldı?..

Başbakan’a...

Önce bu davanın yayılacağı yerleri, önceki gün de varacağı yerleri ve korkması gerekenlerin listesini kimden öğrendiniz?..

Başbakan’dan...

Türkiye’de en aptalların bile bildiği yeraltındaki kanlı-kirli işlerle özdeşleştirilip evlerinden toplatılan insanların ortak tek özelliği kime karşı oluşları?..

Bu Başbakan’ın iktidarına...

*

Amerika’nın saygın Middle East Qarterly Dergisi’nin bu sayısında, Ortadoğu uzmanlarının yorumunda, Türkiye’nin dinci devlet lehine el değiştirme sancıları içinde olduğu belirtildi...

Amerikalılar uzaktan anladılar da...

Biz içindekiler anlamadık...

Anlayamadık...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Tuncay Güney'in huzurunda!..

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 3:08

Tuncay Güney'in huzurunda!..

behic@yenicaggazetesi.com.tr


Tuncay’ın TV’deki konuşmaları izlenilme rekorları kırıyor.. Ekranların sultanı Avrupa Yakası’nı, çarşamba gecesi TRT 2 Tuncay sayesinde felç etti!.. (Ben bile Volkan’ı bırakıp, Tuncay’a döndüm anlayın yani!!)
Tuncay’ın programlarında en çok hoşuma giden, durum karşısındaki zevatın halleridir!.. Osmanlı Sultanı, Frenk gâvurunun elçilerini nasıl kabul ederse, sahne, mesafe aynı... Tuncay’ın karşısına dizilenler saygıda kusur etmemek için ellerinden gelen gayretin içindeler... (Korku, kelle gider korkusu. Düşünüyorlar... Ulan bu herifte kimbilir belki bizle ilgili dosya da olabilir, çocukken komşunun bahçesinden elma çaldığımı bile tespit etmiştir, temkinli olalım korkusu...)
Burunlarından kıl aldırmayan, anlı şanlı otoriteler, toplumun efendileri, Tuncay’ın önünde birer melaike!.. Bu azap onlara, bu sahne bana yeter, Yaşa Tuncay...

Tepelerde ‘Ergenekon’ korkusu!
Kapı arkası fısıltılarının ilginç olduğunu biliyoruz!.. Eski cumhurbaşkanları, genelkurmay başkanları, aktif pasif siyasiler, sabaha karşı çalınacak kapının odağında telaffuz ediliyor ya...
O kadar değil, listede dev para babalarının da adları var... Uzun yurtdışı geziler yalnız Dalan için mi geçerli!!?
Toplumsal deneyimli ve de polis kökenli bir dostumuz “Patronlar operasyon için kapılarının çalınmasını bekliyorlar!” diyor kanıtı da şu...
“Patronlara yakın, onları destekleyen gazete ve TV’lerin haberlerine bak meseleyi anlarsın!..”
Ona göre, sermaye ile iç içe medyanın yayın üslubu şöyle; “Operasyonlara isimleri yüksek katlarda olan kişileri katmak manasızlık, haddini aşmak oluyor... Evet İbrahim Şahin’i al ama, sosyeteye de akredite Sabih Kanadoğlu ile, Kemal Gürüz ile uğraşmak da nereden çıktı!.. Cumhuriyet’in ayak takımı var işte, elitlere ne uzanıyorsunuz!!?” mesajı verilmek isteniyor ve bu yüzden de operasyona karşı çıkılıyor!..
Ve bu karşı çıkışın temelinde de, “Bir numara diye buyur edilecek olan kadronun, zenginler sınıfı içerisinde olması!..” yatmaktadır..
Deneyimli polis öyle diyor!..

Patronlar neden korkuyor!?
Egemen sermayenin kontrolündeki medyanın gayreti şöyle tanımlanabilir;
“Meseleyi Susurluk’a bağlayıp, patronları Ergenekon’dan sıyırmak!..”
Ahaliye, haber saatlerinde habire “Ergenekon’dan bir sonuç çıkmaz, aslında Susurluk daha önemlidir, onu deşmeliyiz!” mesajı veriliyor. Ardından, “patroncular” Susurluk’u deşifre etmek için ne kahramanlıklar yaptıklarını sıralayıp milleti hipnotize etmeyi umuyorlar!.. (Bu arada Susurluk’un, o patronlar tarafından Türkiye’yi ele geçirmek için kullanılan bir organizasyon olduğunu, bunun sonucunda ülkenin elli milyar dolarının buharlaştırıldığını falan bu milletin hiç hesap etmeyeceği kanısındalar...)
Gelgelelim evin hesabı çarşıya uyacak gibi değil!.. Hedefteki bu kitleye “Patronlarınız hiç boşuna Susurluk’a bel bağlamasın, Ergenekon ayarı başkadır” mesajları gidiyor!..
Patronlar “Ergenekon” işinden neden tırtlıyor ona bakalım...
İki ana durum var...
2001 mali krizi ile yapılan milyarlarca dolarlık vurgunlar, 28 Şubat döneminin müthiş yolsuzluklarının tavana vurması olmuştu... Üstü örtülen Tantan operasyonları ortada kalmıştı... Vurguncular, ülkenin kremaları olarak yaptıklarının yanlarına kâr kaldığını var sayıyorlardı!..
Korkularının ikinci ana damarı da şu...
Bu muhterem zevat, “darbe” meselesi ile ilişkili varsayılıyor... Bir takım faaliyetleri tespit edilmiş durumda!..
Yani beyim, egemen sınıfların şu sıralar “hukukun üstünlüğü” sloganına sarılmalarının nedeni budur...
Yani mesele “Kendim için istiyorsam namerdim!” meselesidir...

Fikri Sağlar’ın tezgâhı tutmadı!
Belli ki kafasının içerisinde kurmuş, bana saldırtacak, ince ayar hesaplar peşindeydi Fikri Sağlar!..
Konuşmanın hiç alakasız bir bölümünde Tuncay Güney’e, “Bir fotomontaj fotoğraf satışı varmış. Behiç Kılıç öyle söylüyor” dedi... Fikri Sağlar’ın mimikleri bile belli ediyordu ki, Tuncay benim aleyhime ileri geri konuşsun istiyordu!.. Ben niyeti, organizasyonu, derin genetik hesaplaşmayı elbette biliyorum da, vaktinizi almayayım... Tuncay gereğini yerine getirdi, Fikri Sağlar’ı mat edecek cevabı verdi.
Öyle ki, orada “hesap” küçük, Tuncay büyüktü...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Derin devlet yok...

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 3:12

Derin devlet yok...

bcoskun@hurriyet.com.tr


O mahallede oturanlar birbirlerini çok tanımazlardı, ama herkes onu tanırdı.

Çünkü o "gizli istihbaratçı" idi...


Birbirlerine bir yer tarif ettiklerinde, bunu civarda en iyi bilinen "gizli istihbaratçının" evine göre yaparlardı:

"Gizli istihbaratçının evinden yukarı çık, sağa dön, oradan..."

Gizli istihbaratçı, şapkasını geçirip, siyah gözlüklerini takıp, yakalarını kaldırıp evinden çıktığında, herkes balkondan-pencereden ona bakar, gizli işe gittiğini bilirlerdi.

Çoğu zaman balkonlardan-pencerelerden ona seslenenler olurdu:

"Önemli bir iş mi?..."

"......."

"Nasıl da yakalayacaksın yine..."

"......."

"Nelere de gidiyor nelere..."

"......."


Kimse balkondan-pencereden bakmadığı zaman, gizli istihbaratçı yan gözle bunu görür, o zaman pat pat koşmaya başlardı.

Ve herkes balkonlara...

Son zamanlarda o koşarken çocuklar da peşinden koşar, gün boyu herkes birbirine "gizli polisin koşarak önemli bir işe gittiğini" anlatırdı.

Koşarak gidip, sonra elinde soğan-patates filesi ile öyle sallana sallana eve dönmesini de mahalleli "gizli taktik" olarak görür "Hiç de belli etmiyor" derlerdi.

İşte o günlerde hırsızlar gizli istihbaratçının evini soymaya başladılar.

Daha doğrusu mahallede sık sık soyulan tek ev vardı; gizli istihbaratçının evi...

Bu, gizli istihbaratçının tabancasını temizlerken kendini iki ayağından birden vurmasından biraz önceydi.

*

Ben size söyleyeyim; Türkiye’de derin devlet yoktur.

Gömdüğü silahların krokisini çizip masasının üzerinde unutanın özel kuvvetlerin başı... Sakal bırakınca tanınmadığını zannedip hastanede yakalananın askeri istihbaratın komutanı... El bombalarını mutfağında saklayanın en önemli istihbarat elamanı olduğunu düşünürseniz...

Artı; Türk haber alma sisteminin işte bu gördüğünüz Tuncay Güney’den yararlandığını hesaba katarsanız...

Ve normal devletin de zaten olmadığını bilirseniz...

Derin devletin olmadığını görürsünüz...

Ve olamayacağını...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Fethullah Gülen ve Ergenekon

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 3:22

Fethullah Gülen ve Ergenekon

can.dundar@e-kolay.net


Fethullah Gülen ile Ergenekon davası arasında bir bağlantı var mı?
Resmen yok gibi görünüyor, ancak birçok belge, tanık, ifade, bu iki isim arasındaki hesaplaşmayı ele veriyor.
Güney’i sorgulayan Ahmet İhtiyaroğlu, her konuda bülbül kesilen Güney’in, konu Gülen’e geldiğinde tedirgin olup terlediğini söylemişti.
Kendisinin de Fethullah Gülen oluşumu içinde yer aldığını söyleyen Güney ne demişti:
“Eskiden Gülen, Ergenekon’un bir alt yapılanmasıydı. Zamanla onu geçti. Emniyet’te güçlendi. 28 Şubat sonrası Ergenekon, Gülen oluşumunu tasfiye kararı aldı. Şimdi Gülen ile Ergenekon arasında çatışma var.”
* * *
Yani şimdi de tersi mi oluyor?
“Gülen oluşumu”, Ergenekon’u mu tasfiye ediyor?
Olup bitenlere bir de bu açıdan bakalım:
Mesut Yılmaz, NTV’deki Neden programında Gülen örgütlenmesini kastederek dedi ki:
“Bana bizzat Emniyet’ten gelen bilgilere göre, Emniyet içinde ‘F tipi’ yapılanmalar oluyor. İstihbarat, tamamen F tipi(ymiş). Bu doğru ise, durum vahimdir. Her türlü manipülasyona açık olmak gerekir.”
Aynı programda CHP’li Hakkı Süha Okay da daha önce Aydınlık’ta yayımlanan bir belgeyi hatırlattı. 1999’da Emniyet’in hazırlayıp DGM’ye sunduğu bu belgede, “Emniyet’teki F Tipi Örgütlenmenin Etkin Elemanları” listeleniyordu. Okay’a göre bu listede “Fethullahçı polisler” arasında sayılanlardan biri, bugün “Telekomünikasyon İletişim’in başındaki kişi”ydi.
O polisler Türkiye’yi dinleyen mevkilere terfi ederken, bu yapılanmayı tasfiye etmeye çalışanlar ne oldu?
2002’de DGM savcısı Nuh Mete Yüksel‘e polisteki Fethullahçı yapılanmayı rapor eden Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan Ergenekon davasında tutuklu şimdi...
Nuh Mete Yüksel ise gizli kamerayla kaydedilmiş yatak görüntüleri olduğu haberi yayılınca görevden alındı.
* * *
Doğu Perinçek’in polis sorgusunu okudum:
“Emniyet’teki Fethullahçılar listesi” ona da sorulmuş.
“Partideki arkadaşlar getirdi” demiş Perinçek...
Üstelemiş polisler:
“Emniyet’teki Fethullahçı yapının ortaya çıkarılması için herhangi bir çalışma yaptınız mı?”
“Bu tür bilgileri toplarız” demiş Perinçek...
Sormuşlar:
“İddia ettiğiniz Fethullahçı yapılanmayla ilgili elinizde somut veriler mevcut mu?”
“AKP kapatma davası iddianamesinde de var” demiş Perinçek...
Yine sormuşlar:
“Savcıyı ve Emniyet teşkilatını zan altında bırakan bu tür ithamlarınızın amacı nedir?”
“Aydınlık dergisinde Adil Serdar Saçan’la bir röportaj yapmışsınız. ‘Her yıl 100-150 bin öğrenci, cemaat üyesi olarak polis okulundan mezun oluyor’ diye başlık atmışsınız. Bu hayal mahsulü iddiayı dezenformasyon faaliyetiniz çerçevesinde mi başlık haline getirdiniz?”
Gülen’in Ergenekon’la ilgisi yoksa, niye ısrarla onu soruyorlar?
* * *
Ergenekon davası avukatları, Güney’in sorgu kasetlerinden Gülen’le ilgili bazı bölümlerin çıkarıldığını iddia ettiler.
Yine avukatların iddiasına göre, Güney, sorguda Gülen’den “Fethullah Hoca” diye söz etmiş; kâğıda geçirenler bu ifadeyi “Fethullah Gülen” diye düzeltmişler.
Gülen’le ilgili ne yazılsa cemaat çevresi hemen tepki veriyor; ama görüldüğü gibi birçok veri, Güney’in bahsettiği “derin çatışma”yı ortaya seriyor.
Hep söylüyoruz:
“Ergenekon temizlenmeli...”
Ve hep ekliyoruz:
“Acaba temizlenen sadece o mu?”


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Cephane arşivi MKE işbaşında

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 3:32

Cephane arşivi MKE işbaşında

eberber@hurriyet.com.tr


ANKARA
TUNCAY Güney’in tüm soytarılıklarına rağmen Ergenekon soruşturması Ankara’da (Sincan-Yenikent) ele geçirilen cephanelik sayesinde yeni boyut kazandı. Mesele telefon geyiği/dedikodusu olmaktan çıktı, kanıttan (silah) zanlıya mesafe aldı.


Cephanelik ortaya çıktığında en doğru tespiti Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül yaptı. "Muhtemelen MKE gibi görünüyor. Ama yazılıp sorulduğu zaman anlaşılacaktır" dedi. Bu açıklamadan sonra Bakan’la bir telefon görüşmesi yaptım, sürecin nasıl yürüyeceğini sordum. "Ben devrede değilim artık. Savcılık doğrudan MKE’ye soracak" bilgisini verdi.

Kısa adıyla MKE, yani Makine Kimya Endüstrisi Kurumu, Bakan’ın güvenini haklı çıkartacak kadar geniş ve eski arşive sahip. Yurdun dört bir yanından silahla, bombayla ilgili 30-40 yıllık kayıtlar bu kuruma soruluyor.

MKE’nin hem bilgisayar hem de evrak arşivi mevcut. MKE yönetimi olaya değil silaha bakıyor.

Yani savcılıklar sadece silah veya bombanın seri numarasını veriyor, kime teslim edildiğini öğreniyor.

MKE’nin ana ilkesi belli, sipariş üzerine çalışıyor. Örneğin, Türk Silahlı Kuvvetleri "3 milyon adet el bombası ihtiyacım var" diyor. MKE çalışmaya başlıyor. Talep yoksa, tezgâh duruyor.

Her üretimin adedi ve tarihi belli olduğu gibi senet karşılığında kime teslim edildiği de kayıtlı.

Dolayısıyla savcılık sorusuna karşılık örneğin bir el bombasının, 1) üretim tarihi, 2) aynı dönemde üretilen kaç bomba arasında olduğu, 3) kim tarafından sipariş edildiği, 4) tesellüm makbuzunda kimin imzasının yer aldığı bildiriliyor.

* * *

Ergenekon sözlüğünde özel yeri olan el bombası "kafile numarasının" ne olduğunu da sorup öğrendim.

Diyelim ki MKE sipariş aldı, 100 bin el bombası üretti. İşte bu 100 bin bomba bir kafile sayılıyor.

Tabii ki her kafilede yer alan her bir bombanın ayrıca bir de seri numarası var.

Yani iki ayrı olayda kullanılan veya ele geçen bombaların kafile yoldaşlığı önemli işaret.

Hele seri numaraları da birbirini takip ediyor veya yakınsa aynı merkez kaynaklı saymak yanlış olmaz.

* * *

16 Mart 1978 günü, yani 31 yıl önce İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde öğrencilerin üzerine bomba atıldı. 7 öğrenci öldü, 41 öğrenci yaralandı. Olayda kullanılan patlayıcılar ordu malı çıktı.

M.E.Ç. isimli bir yüzbaşının Seferberlik Tetkik Kurulu silah deposundan saldırganlara patlayıcı temin ettiği iddiası yıllarca tartışıldı. Aynı patlayıcıların izine Kahramanmaraş katliamında da rastlandı.

O yüzden Ankara cephaneliği ile ilgili olarak gözler yeniden Türk Silahlı Kuvvetleri’ne çevrildi.

Genelkurmay Sözcülüğü’nün dünkü açıklamasında yer alan Sauna Çetesi, Atabeyler ve Karargâh Evleri örnekleriyle vermek istediği mesaj belli: Hukuk çerçevesinde hepsinin gereğini yaptığını anlatmaya çalışıyor asker.

Dileriz aynı hassasiyeti son cephanelik meselesinde de gösterir.

Bombaları, bubi tuzaklarını kimin, ne zaman, hangi amaçla o tarlaya gömdüğünü...

Senetlerle, makbuzlarla, kısacası belgesiyle ortaya koyar, sorumluların cezası kesilir.

Takipçisiyiz.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

ÖncekiSonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x