Ergenekon (namı diğer Ümraniye)

Ergenekon (namı diğer Ümraniye)

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:14

Yalçın Küçük ve Zekeriya Öz

Yelda Cumalıoğlu, 12.01.2009
yeldac7@hotmail.com


Biraz önce kendine özgü tekniklerle çayı demlemiş, beni daha iyi inceleyebilmek için yanı başımdaki ışığı yakmıştı...

Meraklı bakışları kontrol altındaydı.

O soruyor, ben cevaplıyordum...

Anlattıkça anlatıyor ya da anlattırılıyordum.

Kısaca o diyalog, ben monolog içerisindeydim.

O gün ilk defa ziyaretine gittiğim evde, onun zeka oyunları, benimse gülümseyen sohbetim vardı.

Temkinli olması keyfine mani olmuyordu.

Yaptığı esprilerinden kahkahalarını esirgemiyordu.

Bir süre sonra, kitap dağının ardındaki masasının koltuğundan kalktı, tam karşıma oturdu...

Gözlerimin içine bakarak, ‘Hanımefendi eşiniz işinde kaç numara?’ diye sordu.

Tereddüt etmeden işaret parmağımı havaya kaldırdım ve ‘Bir numara’ dedim, sesimi yumuşatarak.

Hayatı boyunca okulunda, işinde, çevresinde her yerde birinci olan, hiçbir zaman ikinciliği kabul etmeyen o, verdiğim cevap karşısında memnuniyetle gülümsedi...

O sırada evinin penceresine vuran yağmur damlalarının tıpırtısı ise; tanışma ritüelimizin fon müziğini oluşturuyordu...

***

Ne yazık ki iki yıl önce yayıncı olarak gittiğim ve karmaşık duygularla ayrıldığım o ev, bugün Ergenekon Operasyonu kapsamında arandı...

Hayatını ideolojilere, kitaplara ve bilime adayan, hapishaneleri çok uzun bir süre kendine mesken tutmak zorunda kalan, bir süre yurtdışında sürgün hayatı bile yaşayan o, Yalçın Küçük gözaltına alındı...

***

Yalçın Küçük ile bu iki sene zarfında ‘devlet protokolü’ kurallarını aratmayacak derecede bir dostluğumuz oldu...

Yedik, içtik, sohbet ettik... Son derece seviyeli bir şekilde dedikodu bile yaptık...

Yeni yüzyılın en zeki ve en egzantrik adamına saygı duymaktan başka çarem yoktu.

Her ne kadar kişilerle ve olaylarla ilgili bilinç sınırlarımı aşan rahat ifadeleri sinirlerimi bozsa da...

Ya da kendince tatmin edici nedenlere sahip olarak Abdullah Öcalan ile birlikte tiyatroda oynamış olsa da...

Merak ederdim tek adam, özgür adam, lider adam Küçük aynı sahneyi başkasıyla nasıl paylaştı, Apo’yu sahneden nasıl atmadı diye?

Ancak bugün geldiğimiz nokta da kimin sahnede flash ışıkları altında başrol, kimin ise karanlıkta dublör olduğu malum...

Televizyon programlarında bağıran, çağıran hatta masa ile tepişen Yalçın Küçük asla deli değildir, o büyük bir dahilikle oyunun kurallarını belirler...

Sadece o belirler...

Ekran başında, politikada, kitaplarında ya da yemek masasında...

Fark etmez...

***

Gözaltılara, hapishanelere ve davalara karşı aşılıdır Yalçın Küçük....

Hatta işkencelere bile...

Ama onun yaptığı işkencelerden sakınmak gerekir, doğrusu...

Yavaş, sakin ve büyük bir zerafet ile homoseksüel der, saralı der.

Demekle de kalmaz, araştırır ve akıl süzgecinden geçirdiği bulgularla kitaplar yazar.

Epileptik orgazmı bilimsel olarak açıklar!!!

Ortalığı toz duman eder...

Hakimiyeti, cevapları ve dili ile savcıyı kanser ettiği hikaye değildir. Mahkeme tutanaklarına bile geçmiştir.

***

İki kişilik gurup kurmaktan bile imtina eden Küçük’ü Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz, Ergenekon operasyonu kapsamında sorguluyor....

Ancak ilginç olan, sorgulayan ve sorgulanan diyalektiği... Kimin, kimi sorguladığı... Kimin sinirlerinin daha güçlü olduğu...

Ancak sonuç ne olursa olsun, Hoca içeride ya da dışarıda olsun, bildiğim tek şey; ‘Yalçın Küçük, Zekeriya Öz’ü gözaltına aldı!’

Gözaltı sürecini önümüzdeki günlerde kara mizah misali seyre dalacağız....

Küçük’ün son kitabının kahramanı Zekeriya Öz olacağa benziyor. Eyvah!!!


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

‘Demokrasi’ bahanesiyle Cumhuriyet yıkıcılığı

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:19

‘Demokrasi’ bahanesiyle Cumhuriyet yıkıcılığı

nazimguvenc@gmail.com


Türkiye, ne acıdır ki 1946’dan beri ‘rejim’ sorunu içinde feci halde debelenmektedir. Siyasal rejim konusu, ekonomik düzenin de ötesinde ülkenin her anlamda kan kaybına yol açan bir iğneli fıçı işlevi görmektedir. Çünkü 1923 Cumhuriyeti’nin temel değerlerine uygun yani ulusal bağımsızlık ve egemenlik; Aydınlanma ve Modern bir toplum oluşturma (çağdaş uygarlığın önde giden bir ülkesi olma); ekonomik kalkınma ve refah hedeflerine yönelme ile İkinci Dünya Savaşı sonrasının Batı dünyasında geçerli ‘demokratik rejimi’ni bağdaştırmakta bir türlü başarılı olamamıştır. Bu çok yanlı başarısızlığın nedenlerini kavramadan bugünkü konjonktürü doğru kavrayamayız.

Konu uzun ve çetrefil. Lakin olabildiğince özlü ve anlaşılır bir şekilde çözümlemeye ve bir sentezi ana hatlarıyla da olsa dikkatinize sunmaya çalışacağım.

1923 Cumhuriyetini bir Dünya Savaşı’nın sonunda ve sonrasında, Osmanlı Devletinin parçalanması sürecinde elde kalan ulusal (misak-ı millî) topraklar üzerinde kurduk. Atatürk’ün ölümü üzerinden bir yıl bile geçmeden yeni bir Dünya Savaşı çıktı. Bir başka deyişle, 29 Ekim 1923 – 1 Eylül 1939 arasındaki dönemde (‘Tek Parti Dönemi’ / Atatürkiye) siyasal rejim o devrin dünyasına göredir ve dahası, asıl önemlisi: Devrim dönemidir.

İki temel eksen birbirine eşleğen şekilde yürürlükteydi:

1) Ulusal egemenlik, siyasi karar ve irade bağımsızlığı. (Elbette emperyalizmle güç dengesi sınırları içinde. Nitekim Boğazlar’ın ulusal egemenliğimiz altına geri alınması anca Montreux Antlaşmasıyla 1936’da mümkün oldu. Hatay keza 1939’da Türkiye’ye katıldı. Buna karşılık Musul ve Kerkük’ü geri almak mümkün olmadı. Lakin onda bile Ankara’nın bir çıkar hesabı vardı ve ‘vaz geçme’ kararını kendi iradesiyle aldı.)

2) ‘Örnek / Model’ olarak Batı’yı / Batı’nın damgasını vurduğu ‘çağdaş uygar dünya’yı almak yani ileri Batı devletlerinin düzeyine en kısa zamanda yetişmek, ve hatta önüne geçmek. (O devirde bir numaralı dostumuz ve müttefikimiz Sovyet Rusya idi ama hukuksal üst yapıyı (Medeni hukuk, alfabe, takvim, müzik, mimarlık, laiklik, ne varsa …) Avrupa’dan, özellikle de Kara Avrupa’sından aldık.

Kısa tutmak için sadece bir tek hususun altını çizeceğim: O yıllar, özellikle de 1930’ların Avrupa’sı (biraz İngiltere hariç) bir baştan bir başa dikta rejimlerinin yönetimindeydi ve Atatürkiye üstelik demokrasiyi topluma yaymakta pek çok Avrupa ülkesinin önüne geçmişti.

Tek Parti’den Demokrasi oyununa

Bilindiği gibi, İkinci Dünya Savaşı Batı’da faşist ülkeler karşısında demokratik ülkelerin zaferiyle sonuçlandı. Türkiye (CHP – İsmet İnönü) kurulmakta olan o yeni dünya düzeninde biraz da zorunlu olarak Batı kampına ‘iltica etmek’ gereğini duydu. Çünkü ‘uygarlık değerleri’ olarak zaten en baştan Batı’yı örnek almıştı (Attila İlhan ve müritleri ile D. Perinçek’giller) boşuna olguları saptırmaya çalışıyorlar ‘Batı değil çağdaş uygarlık’ diyerek! Sanki 1920’lerin, 1930’ların dünyasında ‘uygarlık’ deyince Batı’dan başka ‘çağdaş’ bir uygarlık varmış gibi! Ki bizzat Mustafa Kemal bu hususun altını çizmiştir.)

İkincisi (ve ‘iltica’ dememizin gerekçesi) o hemen savaş ertesi ganimet paylaşımı çekişmelerinin sıcak konjonktüründe (1945-1949) Moskova’nın Boğazlar’da üs kurma talebi ile ilgili olarak doğrudan; Kars ve Ardahan ile ilgili olarak görünüşte Ermenistan üzerinden dolaylı tehdit ve talepleri de Türkiye’yi ister istemez Batı’nın kucağına itmiştir. Moskova’nın 1950’den sonra hatasının farkına varıp taleplerinden vaz geçmesi çok geçtir.)

Fakat Türkiye’nin 1950’de dürüstçe bir genel seçim yapması bile yeni rejimin gerçek bir ‘demokrasi’ olmasına yetmemiştir. Çünkü ne toplumda, ne de en önemlisi siyasal öncülerde (CHP ve DP) gelişmiş bir ‘demokrasi kültürü’ ve bunun sınıfsal, ekonomik, kültürel altyapısı mevcut değildi. Buna bir de Soğuk Savaş ortamında ve özellikle de Türkiye’nin 1952’de NATO’ya lütfen kabul edilmesinden sonra Batı’nın gerçek bir demokrasiden ziyade yapay / sahte bir sözde demokrasi rejimini tercih etmesi eklenince, Türkiye Atatürk’ün yolundan önce ulusallık ekseninde çıktı.

Yine CHP’nin bir şekilde hükümette olduğu ve çok kritik kararların alındığı dönemler sayılmazsa (1964: Kıbrıs Rumlarının katliamlarının havadan bombardımanla durdurulması - Başbakan İsmet İnönü; 1974 Kıbrıs Barış Harekatı; Kardak adasına çıkartma Dışişleri Bakanı Deniz Baykal; 1 Mart Tezkeresine ret: CHP’nin başı çekmesi) Ankara’nın iç ve dış politikada ulusal karar ve iradesi fiilen kalmamıştır. Hele git gide azalan ve sindirilmesi için her türlü psikolojik savaş yöntemine başvurulan yurtsever kamuoyu tepkisi de olmasa, keza Doğan Güreş’ten buyana TSK özellikle KKTC’de ağırlığını koymasa; TSK kazara Tağmaç’ların, Evren’lerin zamanındaki kafada olsa bugün ne Ege kalmıştı, ne KKTC, ne de henüz direnebildiğimiz son bir iki şey daha …

Merkez Sağ’ın büyük vebali

Açık konuşalım: Türkiye’de 1965 – 1971 arasını saymazsak 1946’dan veya 1950’den buyana geçen sürede ‘gerçek’ yani ‘Batılı / Batı’daki en güzel, en olgun örneklerindeki gibi’ bir demokrasi rejimi olmamıştır. İşin kötüsü: Türkiye geçen yıllarla, ekonomisinin gelişmesiyle demokrasi yolunda ilerlemek şöyle dursun, tersine geri gitmiştir. Tabii ‘gerçek demokrasi’ anlamında; yoksa ‘çakma demokrasi’ anlamında hele AKP’yle birlikte her geçen gün daha fazla mesafe almaktadır.

Bunun en büyük vebali başta Merkez Sağ siyasetçiler olmak üzere 1946 sonrasına hükmetmiş tüm iktidarlara aittir. Kimin payına ne kadar düştüğünü ilerde tarihçiler hesap eder. Biz şimdi bu konuyu olabildiğince kısa tutarak biraz daha açalım:

‘Ergenekon’ davası bağlamında ve geriye doğru bir baktığımızda ne görüyoruz? Kestirmeden bazı şeyleri anımsatayım:

‘Gladyo’ diye bir şey var yani ‘Ergenekon terör örgütü’ diye bize yutturulmaya çalışılan ucubenin gerçeği ve daniskası! NATO ülkelerinin hemen hemen tümünde çeşitli boyutlarda var olan ve tamamen Amerikan istihbaratının güdümünde faaliyet gösteren birer gayrı-resmî ‘derin devlet’ örgütlenmesi. Bunun dışında yer yer bununla örtüşen, yer yer dışında kalan ve yine (Batı’da da) devlet içinde resmen var olan ‘Özel Harp’ örgütlenmesi var. MİT var, Emniyet var. Bunlar her devlet gibi devlette olan şeyler. Yalnız kısa tutmak için bir tek örnek vereceğim: MİT yıllarca o kadar içe dönük ve esas olarak ‘komünist avı’na dönük çalıştırılmıştı ki ASALA terörü ile mücadele etmek gerektiğinde ve çok haklı olarak (aynen İngiltere, Almanya, Fransa, ABD gibi demokrasilerde de olduğu üzere) dışarıda eylem yapmak gerektiğinde uygun elemanı yoktu ve Çatlı vb. türünden ülkücü canileri kullanmak zorunda kalmıştı!

Daha sonra Çiller zamanında Mehmet Eymür tarafından oluşturulan Kontr-terör dairesi, keza Emniyet’te Mehmet Ağar tarafından oluşturulan Özel Harekât aynen daha önce TSK çatısı altında kurulmuş olan Özel Harp Dairesi (kontr-gerilla) gibi maksadı dışına çıkarak a) iç siyasette kullanıldı; b) kurum kuralları dışına çıkarak kişisel nüfuz ve servet edinme aracı olarak kullanıldı. (Daha yeni tarihte kurulmuş olan JİTEM’in de bu mikroptan kendini kurtaramamış olduğu anlaşılıyor.)

Bunun vebali Faruk Sükan gibi bir İçişleri Bakanının 1965 – 1971 arası ‘iti ite kırdırma’ politikasına ses çıkartmamış; keza MHP’nin yıllarca ‘devleti korumak’ adına cinayetlerine seyirci kalmış Süleyman Demirel’e; 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinin generallerine; kendilerine karşı suikast düzenlendiğinde bile (ellerinde iktidar yetkisi olduğu halde) kontr-gerillanın veya suikast girişimini o tarihte hangi derin devlet birimi tezgâhlamışsa üstüne gidemeyen Bülent Ecevit’e ve Turgut Özal’a aittir. Keza PKK’ya karşı daha öncekilerden çok daha yürekli ve kararlı davrandığı için övgüyü hak eden lakin bunu yanlış adamlara yaptırdığı ve onların yer yer çok yanlış ve beyinsizce eylemlerine izin verdiği için Tansu Çiller’e; benzeri adamlarla iş tuttuğu için, ve daha vahimi tamamen Çiller ile rekabetinden ötürü Öcalan’a karşı tamamen haklı ve gerekli bir özel harekât eylemini Yalçın Küçük’ü aracı ederek ihbar etmesinden ötürü (sanırım Prof. Hazretlerine bunun ayrıntılarını soracaklar) Mesut Yılmaz’a aittir. Aynı şekilde Susurluk olayının üstüne gitmeyen Necmettin Erbakan’a aittir.

Bir tek Sayın Deniz Baykal, 1990 yılında adlı adınca Gladio’yu anarak, Özel Harp dairesi’nin, Kontr-Gerilla’nın üstüne gidilmesi için Meclis’e önerge vermiştir. Keza Sayın Devlet Bahçeli partisini katil takımından arındırmış, geçmişte bir şekilde söz konusu kurumlarda görev almış asker / sivil kişileri partisinden uzak tutmak bilincini göstermiştir. BBP’nin işlevi ise ortada.

Oyun içinde oyun

Sonuç olarak: Bugün AKP hükümeti döneminde devlet içinde yapılanmış bir grubun yine Gladio’nun desteğiyle diğer gruplarla mücadelesi ve onları tasfiye çabası söz konusudur. Hiç de iddia edildiği gibi halisane niyetlerle demokrasinin önünü açmak filan söz konusu değildir. Bunu yaparken tipik ‘üç kağıtçı’ tekniği uygulanmaktadır yani yukarda bazılarını anımsattığımız yanlışlar, yolsuzluklar bahane edilmekte lakin araya hiç ilgisiz şeyler katılarak özellikle ve öncelikle 1923 Cumhuriyeti’nin sivil / asker savunucuları sindirilmek istenmektedir. Dahası Kürtçülükle / Pan-Kürtçülükle / ayrılıkçı terörle mücadele fiilen engellenmek amaçlanmaktadır. Bu ‘demokrasi’ değil, gaflet ve delalet ötesi bir şeydir.

‘Demokrasi’ diye diye herkesin teknik izlemeye alınması, medyanın ele geçirilmesi, tüm devlet birimlerinin AKP’lilerce doldurulması, seçim hileleri için tezgâh kurulması, Ergenekon davasının tüm hukuk ve hatta düz mantık kuralları bile çiğnenerek bir korkutma, susturma, tasfiye aracı olarak kullanılması ve nihayet tüm İkinci Cumhuriyetçi ve dinci çevrelerin yazdıkları gerçek amacı yeterince açık bir şekilde elevermektedir. Asıl amaç: 1923 Cumhuriyetinin tamamen tasfiyesi ve yerine Batı’nın istediği tarzda bir ılımlı İslam Cumhuriyeti kurulmasıdır.

Böylece 1923 Cumhuriyeti’nin ikinci temel ekseninden de çıkılmış olacaktır: Türkiye Batılı değil batıcı bir Orta Doğu ülkesi haline dönüştürülecektir. Üstelik Orta Doğu ülkeleri batılılaşırken Türkiye onların da gerisine düşmektedir. Orta Doğu ülkeleri’nin lider eşleri hanımların toplu fotoğrafını gördünüz mü? Bir tek bizimkinin başı bağlıydı. Libya’nın temsilcisi bile saçlarını açıkta bırakan bir eşarp takmıştı, diğer hanımların başı tamamen açıktı. Onlar dinsiz / gavur, bir tek Erdoğan’ın karısı hakiki Müslüman değil mi?!

Demokrasi konusuna devam edeceğiz.

NOT: Geçen yazımda çok üzüldüğüm bir hata yapmışım. Dalgınlıkla Bağımsız Cumhuriyet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Engin Aydın’ı, Agos gazetesine iltica etmiş Aydın Engin’le karıştırmışım. Bu üzücü hatadan ötürü Sayın Engin Aydın’dan çok özür dilerim.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Balkon konuşmasından daha önemli

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:26

Balkon konuşmasından daha önemli

ismail.kucukkaya@aksam.com.tr


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dünkü konuşmasıyla giderek 'toplumsal ve kurumsal bir ayrışmaya hatta çatışmaya' dönüşme ihtimali artan Ergenekon soruşturmalarının 'evrensel hukuk ilkelerine uygun' ilerlemesi için gerekli zemini yaratmıştır.

Adeta bir 'hukuk manifestosunu' andıran o sözler, bertaraf edeceği potansiyel riskleri gözönüne alınca, 'balkon konuşmasından bile daha önemlidir.'
Hiç kimse 'yargıya müdahale' diye düşünmesin, öyle değil. Başbakan'la Genelkurmay Başkanı'nın çok faydalı görüşmesine ilişkin olumsuzlama da yapılmasın, hata olur.
Evet, ülkenin başbakanı 'aksi ispat edilene kadar herkes masumdur' diyerek masumiyet ilkesini hatırlatmış, 'hakimler vicdani kararlarına göre hüküm verir. Hiçbir mevki ve makam mahkemelere emir ve talimat veremez' cümlesiyle yargı bağımsızlığının altını çizmiş, 'kişilerin hataları kurumları bağlamaz' sözleriyle şahsi ve kurumsal ayrışmayı vurgulamış, böylece kişiler üzerinden kurumların yıpratılmasının önünü kapatmıştır. 'Cadı avına dönüştürülmeden gerçek temizlik' işte böyle bir temel üzerine bina edilebilir: Mutabakat zemini...
Erdoğan ile Başbuğ arasında görüşbirliğine varılalı çok oldu. Devletin temel sorunlarına ilişkin asker-sivil uzlaşmasının tesis edilmesi yeni değil. Öncelikle tehdit algılamasında birleşildi, 'gündeme hiç gelmemesi gereken konular üzerinde' fikir birliği sağlandı ve gayet rasyonel, oldukça meşru bir ana hat çizilerek ilişkiler rayına oturtuldu. Son günlerin devrim niteliğindeki Kürtçe TV gibi adımları işte böylesine bir ortak bakış açısının sonucudur.
Her iki taraftan 'azgın azınlıklar' elbette tahriklere devam etmek isteyecekler. 'Aşırı liberal ve muhafazakar' basından kimi yazarlar daha Erdoğan-Başbuğ görüşmesinin üzerinden 10 saat bile geçmeden 'Ergenekon davasının seyri bundan sonra değişirse...' diye başlayan cümleler kuruyorlardı. 'Marjinal kesimlere' kulak tıkamanın tam zamanı. Gün, 'Susurluk'ta yarım bırakılmış faturanın ödenmesi günü.' Devlet ve hükümet şimdi o faturayı kesmeye hazır ve gönüllü. Toplumun bütün kesimleri de bu manada '1996'daki tarihi uzlaşmaya sadık.'
Ülkemiz tarihi bir sınavda. Aynı zamanda çok tehlikeli bir virajda. Türkiye'yi gerçekten çetelerden temizlemek istiyorsak elbirliğiyle buna uygun bir iklim oluşturmalıyız. Böyle bir kültür suçlu-suçsuz ayrımını da en net biçimde ortaya koyabilir. Susurluk konusunda toplumun yaklaşımı zaten belli değil midir?


Toplumsal kutuplaşma planlayıcıları
Devlet de 'Susurluk yükünden kurtulmak' istiyor. Toplum bunu bir 'tercih değil zorunluluk' olarak değerlendiriyor, desteğini veriyor. Mesele bu temizliğin 'siyasi bir ranta' çevrileceği kuşkusu, 'intikam duygularına malzeme yapılacağı' endişesidir. Her türlü kurgudan uzak bir yaklaşımla, hassasiyetin en üst perdede sağlandığı bir sorgulamaya ihtiyaç var.
Ülkenin saygın isimlerine reva görülen muamele toplum vicdanını acıtıyor. Yazmıştım, tekrar edelim. 'Büyük bir millet ordu komutanlığını teslim ettiği subaylarının terör örgütü üyesi olduğunu kolay kabullenmez. Bu suçlama bir travma yaratır.' Bu nedenle 'Ergenekon-Susurluk ayrımını' çok iyi yapmak gerekiyor. Haa, bir bağlantı varsa, somut delilleriyle ortaya konulması şarttır, hukuk karar verince toplum sağlıklı kanaatine ulaşır. Hep tekrar ediyoruz. Danıştay saldırısının arka planını henüz bilmiyoruz.
Erdoğan'ın konuşmasıyla, ayrışmanın devlet katında olmadığını bir kez daha görüyoruz. Askerlerin, olağanüstü toplantının ardından bir açıklama yapmaması, Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun bildiri yayımlamaması çok olumlu olmuştur. Bunlar normalleşme adımlarıdır, demokratik kültürümüzün gelişmesine katkı yapacak hamlelerdir. Erdoğan'ın tarihi nitelikteki konuşması da aynı paralelde değerlendirmeyi hak ediyor.
Ayrışma devlette yok ama medyada var. Çünkü orada marjinallerin rahatça top koşturacakları bir sahaya giriliyor. Medyadaki kutuplaşma ve saflaşma, aslında toplumsal ayrışmayı pompalamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor.


Aşılması gereken zor bir süreçteyiz. Gerçek vatanseverlik bu tip sınavlarda belli olur. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, devlet katında bütünlük ve eş duyarlılık yansıtan bir konuşma yaptı. O sözlerin altına imzamı atarım. Bütün kalbimle temennim, o konuşmanın akıbetinin balkon konuşmasına benzememesidir. Tarih ve talih, Erdoğan'a bir kez daha büyük bir lider olma fırsatı tanıyor. Türkiye'nin demokratikleşmesi adına başarılması zorunlu bir sınavda. Ülkemiz adına.


[img]http://www.aksam.com.tr/template/aksam1/images/aksam-logo.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Üçüncü yol

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:31

Üçüncü yol

atilgan.bayar@aksam.com.tr


Bu ülkede şeriat devleti tehdidi var mıdır? Vardır.
Bu ülkede, ister çeteler deyin, ister Ergenekon diye kavramsallaştırın, ister 'paralel devlet' deyin gizli bir iktidar aygıtı tehdidi var mıdır? Elbette, vardır.
Peki bu ülke, bu iki tehditten birine teslim olmak zorunda mıdır?
Hiç şüphesiz değildir.
Ancak, bazı siyasiler ve medya tarafından polarize edilen ortam, siyasetin ağırlık merkezlerinin bu iki tehditten birine doğru yakınlaşmasına neden oluyor.
CHP'nin 'Ergenekon avukatlığı' söyleminin 'irrasyonelite'sini görememesi inanılır gibi değil.
Elbette, Deniz Baykal'ın, operasyon kapsamında 'masum' olduğuna inandığı figürler bulunuyordur.
Ama, Baykal'ın söylemini bütün bir 'Ergenekon Davası'nı suçlayacak bir şekle çevirmesi, Ergenekon kriminalitesini son 30 yılda hissetmiş herkesi CHP'den uzaklaştırmış, ürkütmüştür.
Öte yandan, davanın AK Parti aleyhine etkileri de vardır. Adları Cumhuriyetçilik ile özdeşleşmiş bazı isimlerin gözaltına alınması, bir kesimin AK Parti ile arasındaki mesafeyi epeyce açmıştır..
Aslında davanın AK Parti'den bağımsız gerçekleştiğinin karinesi de budur.
Ancak, şu gerçeğin de altını çizmekte fayda var, CHP'nin üslubundan anladığımız kadarıyla, Türkiye'nin muhakkak görmesi gereken bu davanın, anlaşılan AK Parti iktidarı dışında bir iktidar döneminde görülmesi mümkün değildi.
AK Parti'nin, dava görülürken yaptığı Alevi, Kürt demokratik açılımları ile Nazım Hikmet'in vatandaşlığı türü sembolik hareketler ise, CHP'nin düştüğü tuzağın benzerine düşmemeye çalıştığını gösteriyor. AK Parti, savrulmamaya çalışıyor...
Demek ki...
AK Parti'ye yandaş olmaya çalışan bir kısım medyanın süreçten nemalanmaya çalışması; CHP liderinin ve bir başka kısım medyanın da Ergenekon Davası'nın avukatı olması da tarafların kendi kredilerini tüketme hareketleri olarak yorumlanabilir.
Bu etkisiyle, Ergenekon Davası bir turnosol kağıdı işlevi de görmektedir.
'Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti'nden, yani üçüncü yol'dan, yani Türkiye Cumhuriyeti'ni devlet felsefesinden yana olanlar, polarize olup, yazının başında bahsettiğimiz Türkiye'ye iki tehditten birine doğru savrulmaktan kendilerini korumalıdır.
Genelkurmay Başkanlığı'nın ve Milli İstihbarat Teşkilatı'mızın tutumları, medya ve siyasi partiler dahil tüm kurum ve kuruluşlara örnek teşkil etmelidir.
Bu iki kurumun yurtseverliğinden ve Cumhuriyet'e bağlılığından kuşku yok ise, öncelikle medya, bu kurumların serin tutumunu gözardı etmemeli...
Bu dava, 'laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti'ni çalışır kılmayı başardığında; asker, polis, istihbarat ve yargıdan; siyasal iktidarların da desteğiyle rol çalınıp, bir 'paralel devlet kurgusu'nun kurumsallaştırılmasının önüne geçebilecektir.
İdeolojik niteliğine bakılmadan, böyle bir kurumsallaşmanın önüne geçilmezse, 'paralel devlet kurgusu' bugün üçüncü dünyacıysa, yarın pekala 'islamofaşist' de olabilir.
Bu davanın hiçbir siyasal etkide kalmadan başarılı olması; yalnızca önceliği demokrasi olanların değil, önceliği Cumhuriyet olanların da talebi olmalıdır.


[img]http://www.aksam.com.tr/template/aksam1/images/aksam-logo.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Hepimiz bayrak mı assak?

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:35

Hepimiz bayrak mı assak?

donder@gazetevatan.com


Gözümün önünden gitmiyor...

Aklımdan da çıkmıyor...

Oysa bir hafta geçti üzerinden ama kopamıyorum.

Kanadoğlu’nun komşularından bahsediyorum.

O kadınlardan...

Hani savcı ve polisler Kanadoğlu’nun evine geldiklerinde balkonlarına bayrak asan kadınlar...

Hiç çekinmeden...

Hiç korkmadan...

O anda onlardan biri olmak istedim.

Orada olup aşağıdaki savcının, polislerin, kameraların gözünün içine baka baka ben de bayrak asmak istedim.

Hızımı alamadım, kalkıp kendi evimin balkonuna asayım dedim hatta bunu yazayım dedim.

Şöyle başlayan:

“Hepimiz bayrak asalım!”

Sonra vazgeçtim. Nasıl olsa çok iyi kalemler, siyasi yazarlar yazıyor diye.

Ben de bu savaşı başka tarafından tutmaya devam edeyim; biraz aşk biraz da inadına meşk yazayım dedim.

Şu hissiz adamlar bitmedi, hissiz adamlardan hırsımızı alalım dedim. Hadlerini bildirmenin yollarını yazayım falan...

Sonra o an birden ne dank etti biliyor musunuz?

Ne fark ettim?

Korkum geçmiş.

Belki de o anda geçti, bilmiyorum.

Korku dediysem, sindirilmişliğim...

Daha doğrusu, ne zamandır içimi kemiren, “Ne olacak?” “Benim güzel memleketim nereye gidiyor?” endişesi...

“A-aaa... Ne olacaksa olsun!” noktasına gelmişim.

Ne var yahu, bir canımız var o da nasıl olsa gidecek safhasına...

Köşeye kıstırılmış kedi gibiyim.

Etrafıma baktım, hemen hemen bütün kadınlar da bu safhada...

Kafamızın tası attı yani...

Vardır ya kadınların gözlerinin döndüğü anlar, işte bir baktım ki oradayız.

Ama kadınların şu danalara yenilmesine de göz yummamak lazım. Ne yenilmesine ne de değiştirilmesine... Telefon beklemeyen kadınlar yaratmalarına...

Bak yaa...

Yine aklım kaydı.

Dinlerlerse dinlesinler...

Hatta serbest olsun.

İzin mizin bir sürü prosedürü de kaldırsınlar (çok da uyguluyorlar ya!) dinlesinler telefonlarımızı...

Sıradan insanların bile içine düşürdükleri ‘dinlenme’ korkusunu dahi yok ettiler. Herkesi, “amaaan... Dinlerlerse dinlesinler” duyarsızlığına getirdiler zaten.

Hatta telefonu açınca “Alo” yerine baştan “Atatürkçüyüz” diyelim de ayırt etmekte zorlanmasınlar...

Bu konulara hiç girmeyip aslında danalar da böyle mutlu değil ki! Biraz da bundan mı bahsetsem?

Yahu insanda hoşgörü de bırakmadılar ki!

Eskiden türbanlıları sıradanlaştırmış, hatta inançlarına saygı bile duyuyorduk sonra hafiften tırsar olduk; gözlerimizin içine dik dik bakıyorlardı, ama şimdi...

Şimdi var ya, hepsi ama hepsi simge gibi geliyor.

Hepsinin gözlerinin içen dik dik bakasım geliyor.

Dinden soğuttular insanları...

Gerçek dinden bile...

Yani herkes gibi ben de galiba...

Bir tarafım bunlarla savaşta

Öteki tarafım hayatta...

Ama yine de ben diyorum ki

Hepimiz bayrak mı assak?

Görelim bakalım Türkiye ne kadar kırmızı beyaz...

Ne kadar yeşil?


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Hiçbir neden yapılanı mazur gösteremez!

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:39

Hiçbir neden yapılanı mazur gösteremez!

rmengi@gazetevatan.com


Bazı gazetecilerin, akademisyenlerin, parti veya vakıf başkanlarının son Ergenekon operasyonu ile ilgili basın açıklamalarını, yazılarını okuyorum dikkatle...

Kimi “son olarak ortaya çıkan cephanelerin toplum görüşünde farklılık yaratacağını, ‘Bu işin altı boş değilmiş’ deneceğini ama toplumda bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir panik havası olduğunu”, kimi “devrimciler ve sosyalistlerin yıllarca Susurluk ile 12 Eylül darbesinin bağlantılı olduğunu zaten söylediğini” anlatıyor, kimi ise “Sadece Susurluk araştırılmıyor, Türkiye’nin bugünü araştırılıyor” diyor.

Ruşen Çakır’ın “Fethullah cemaati başta olmak üzere İslâmi camianın sonsuz desteklerine rağmen Ergenekon’un tam anlamıyla topluma mal olabildiğini söylemek mümkün değil” cümlesi de dikkat çekici... Ben böyle bir özel destek olduğunun açık ifadesini ilk kez duyuyorum. Hani polisle ilgili “yakınlık, kadrolaşma” iddiaları vardı ama “Ergenekon için sonsuz destek”ten söz edilmemişti (benim bile gözümden kaçmış olabilir mi? Hafif “şahinimtrak” gözlerim vardır da üzerinize afiyet).

Her ne kadar “sadece Susurluk araştırılmıyor” dense de Ergenekon dönüp dolaşıp Susurluk’ta kilitleniyor. O zaman da “elinde devletin tüm belgeleri, savcıları, polisi bulunan hükümet 7 yıl neden bekledi de bütün bu suçlular ve cephaneler bir arada ve bugün ortaya çıktı” sorusu geliyor akla. Ki bu soru okurlardan da en çok gelen sorulardan biri.

Ve tabii yine “İbrahim Şahin ve onun gibi evinde, orada burada cephane bulunan bir grup ya da birkaç grup suçlu”nun, eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz, eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç gibi insanlarla aynı kareye sokulması konusu akıllardan çıkacak gibi değil. İster Susurluk, ister 12 Eylül veya bugün için “bilindik suçluların, karanlık grupların, çetelerin” planladığı olaylar olsun, hiçbir neden, hiçbir bahane toplumun temiz, dürüst, saygın insanlarının adının “cinayetler işlemiş ya da planlamış” isimlerle bir araya getirilmesini; aynı gün, aynı operasyonda ve neredeyse beter şartlarda aranmalarını, gözaltına alınmalarını (bkz. Kemal Gürüz) mazur gösteremez. Unutturamaz.

Bizlere gelen yüzlerce okur maili ve yorum da toplumdaki huzursuzluğu, bu yanlışa gösterilen büyük tepkiyi açıkça ortaya koyuyor.

“BAĞIRSAK TEMİZLEMEK” DEYİNCE!

Öte yanda The Guardian’ın “AKP’nin laik rakiplerine karşı sürdürdüğü cadı operasyonu” yorumu var. Madem ki bu dürüst bir “çeteleri yakalama operasyonu” dur, haydi Türkiye içinde görülen tepkiye kızıyorsunuz ve onları “yargıyı rahat bırakın” diye paylıyorsunuz (bu konuda sabıkalı olmanıza rağmen) ya dışardan yapılan bu yoruma ne diyeceksiniz?.. Uzaktan gözleri iyi görmüyor mu acaba, miyopları mı var?

Yoksa tam aksine uzaktan bakınca olaylar içerdeki kafa karıştırmalardan bağımsız daha net mi görünüyor?

(“AKP’nin laik rakiplerine karşı sürdürdüğü” tanımı da ilginç, bunlar AKP’nin laikliğe ve laiklere karşı olduğu kanısına nasıl varmışlar??)

Ve üstelik henüz AKP Grup Bşk. Vekili Nihat Ergün’ün Deniz Baykal’ı neredeyse “Ergenekoncu” ilan ettiği tehditkar konuşmayı, bir AKP milletvekilinin “Durun bekleyin, daha başkaları var. Sıra onlara da gelecek” dediğini, sanki soruşturmayı AKP yürütüyormuş havasına girdiklerini duymadan yaptılar “AKP’nin cadı operasyonu” yorumunu.

Bunları da duysalar daha emin yazarlardı... Deniz Feneri davasının açılmasını sağlayacak dosyayı hâlâ (ne hikmetse) bir türlü getirtemeyen, Şaban Dişli ve diğer dev rüşvet, belediye yolsuzluğu olaylarını, Hüseyin Üzmez’in tahliyesini ağzına bile almayan, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması böylece herkesin bağırsaklarının temizlenmesi için kılını kıpırdatmayan ama Ergenekon için “Biz yargıya yasadışı faaliyet görüyorsanız, şaibe görüyorsanız ucu nereye varırsa varsın üzerine gidin diyoruz. Türkiye bağırsaklarını temizliyor, gelecekte daha şeffaf olacaktır” diyen Adalet Bakanı Şahin’i duymuş olsalar hiç şüphe yok bu komediyi de yazarlardı. Tabii “bu nasıl temizlik, nasıl şeffaflık Bay Bakan” sorusuyla birlikte...

ÖNCE TUTUKLA, SONRA SUÇ ARA!

Yasadışı faaliyet yapanların, hem de 7 yıl beklenmeden derhal yakalanması gerekirdi.

Ama medyadaki son haberlerde; “operasyonla ilgili gözaltına alınan 7 kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı... Gözaltına alınan 6 subaydan bazıları serbest bırakıldı” gibi haberler var. Bundan önceki operasyonlarda da gözaltında günlerce tutulup serbest bırakılanları gördük.

Nedir bu? Ağır suçlulara, hırsızlara, tecavüzcü ve katillere iyilik düşünülen ve yapılan bir dönemde, elinde yeterli suç delili olmadan böyle büyük bir sıkıntı ve mağduriyet insanlara nasıl yaşatılabilir?

Yargıtay Onursal Başsavcısı olan, ülkenin yüksek mahkemesinin onur payesine erişmiş bir insanın evi cinayet örgütleriyle aynı operasyonda nasıl aranabilir?

Elde onu gözaltına alacak bir suçlama, delil yoksa “örgüt mensuplarıyla irtibatta olduğu değerlendirilen şüphelinin” diye başlayan bir arama emri nasıl yazılabilir? Sabih Kanadoğlu’nun uğradığı büyük manevi zararı kim telafi edecek?

“Durun bekleyin, sırada başkaları var, onları da içeri alacağız” diyenler mi, yoksa 2001 yılında çalıntı bir aracı satarken yakalanıp sorgulanan ve “Kendi kendime bir gün bunun intikamını muhakkak alacağım dedim” sözlerinin sahibi Tuncay Güney’e “önce tutuklattığı kişilerin Ergenekon’la ilişkisi olup olmadığını soran” ve ondan medet uman Savcı Zekeriya Öz mü?

Ne çok soru işareti var görüyorsunuz. Ama cevapları yok maalesef!


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekon davası artık fiilen bitmiştir

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:45

Ergenekon davası artık fiilen bitmiştir

catakli@gazetevatan.com


Sevgili okurlar; geçtiğimiz hafta Ergenekon olayı, belki de başladığından bu yana en önemli noktaya tırmandı. Ve bu durum bana göre aynı zamanda davanın da sonuna gelindiğinin bir göstergesi. Kısaca “Yasa dışı devlet içi çeteleşme ve terör” adı altında Ergenekon davası olarak sürdürülen ve Cumhuriyet ilkelerinden, Atatürkçü düşünceden, demokrasi ve hukukun üstünlüğünden yana olan kişilere yönelik baskı, sindirme, korkutma operasyonunun sonuna gelindi.

Susurluk’a dönüş

Görünen o ki, işin tadının çok kaçması ve olaydaki iktidar baskısının saklanamayacak derecede ortaya çıkması ile, dava asıl mecraı olan Susurluk başlangıçlı kimi terör ve dehşet olaylarına yönelecek. Bunda özellikle silahlı kuvvetlerin hiç gürültü çıkarmadan yürüttüğü görüşme trafiğinin çok etkili olduğunu sanıyorum.

Herkes “muhtıra” bekledi

Aralarında eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç’ın da bulunduğu son operasyondan sonra Genelkurmay’da yapılan çok uzun toplantı büyük heyecan yaratmıştı. Genelkurmay’ın ışıklarının gece yarılarına kadar yanmasını izleyenler “Çok sert bir açıklama” hatta “muhtıra” beklentisine girmişti. Ama beklenen olmadı, tam tersine asker çok sessiz kaldı. Bunun da ötesinde “bütün oyunu ortaya çıkaran” bir hamle yaptı.

Hükümeti ziyaret

Genelkurmay Başkanı herkesin açıklama beklediği bir sırada “Başbakan’la görüşmek istediğini” söyledi. Konunun ne olduğu da bildirildi. Bu sırada İstanbul’dan yola çıkmış olan Başbakan’ı Esenboğa’da alışılmışın dışında Milli Savunma Bakanı karşıladı. İkili Ankara yolunda birlikte oldular. Genelkurmay randevu saati nedeniyle Cumhurbaşkanı’ndan da bir “ricada” bulundu. Olağan görüşme bir süre ertelenmeliydi.

Tek cümlelik açıklama

Genelkurmay Başkanı ile Başbakan arasındaki görüşme bir buçuk saat sürdü. Ardından herhangi bir açıklama yapılmadı. Genelkurmay Başkanı daha sonra “haftalık olağan toplantı” için Çankaya’ya çıktı. Bu görüşme trafiğinden sonra sadece tek cümlelik bir açıklama yapıldı. Genelkurmay “son gelişmelerle ilgili görüşünü” aktarmıştı.

Yandaşlara sızdırılıyor

Genelkurmay bir cümlelik açıklama yaparken hükümet kanadından hiç ses çıkmadı. Ama ertesi gün iktidarın yayın organlarından biri askerlerin “ricalarını” açıklıyordu manşetinden. Buna göre asker emekli orgenerallerin “yurt dışı yasağı” konma kaydıyla serbest bırakılmasını istiyordu. İktidarın yayın organı “yargı bağımsızlığı” ilkesini görmezden gelerek “bu ricanın son derece normal” olduğunu belirtiyordu.

Mahkeme saygı duydu

Bir gün sonra Tuncer Kılınç savcılığa çıktı. Savcı “adli takip kaydıyla” Kılınç’ın serbest bırakılmasını talep etti. Ben bu yazıyı yazarken henüz diğer generallerin durumu henüz belli değildi. Ama benzer olacağını şimdiden büyük ihtimal olarak görüyorum.

Oyun açığa çıktı

Pek çok çevre Genelkurmay’dan “muhtıra” beklerken, aslında Genelkurmay çok daha önemli bir adım atarak “Ergenekon davasının aslında iktidarın bilgi ve yönlendirmesi ile yürütüldüğünü” ortaya çıkarıyordu bana göre. Aylardır “aklı başında” herkesin gördüğü oyun, Genelkurmay’ın küçük bir hamlesiyle kanıtlanmış oldu. Benim de ısrarla savunduğum “Ergenekon belki derin çeteleri ortaya çıkarmak için başlatıldı ama daha sonra iktidar bunu kendine muhalif olan çevreleri sindirmek için kullandı” tezi de doğrulandı.

Tuncay Güney bilmecesi

Sevgili okurlar; Ergenekon soruşturmasındaki “iktidar izi” Tuncay Güney isimli kişi ile çok net biçimde görülüyor. Gerçek kimliği belli olmayan, Türkiye’de olduğu yıllarda gerçekte ne yaptığı bilinmeyen bir kişinin söyledikleriyle başlatıldığı söylenen operasyonlar bugün çıkmaza girdi. Ama her nasılsa o kişi hâlâ gündemde.

Soru nasıl sorulur?

Bu kişi konusundaki en absürd gelişme Ergenekon savcısının
kendisine bir dizi soru göndermesidir. Sayın savcı artık ne düşünüyorsa hazırladığı 37 soruyu Tuncay Güney’e göndermiş ve cevabını istemiştir. Peki Tuncay Güney bunları hangi sıfatla yanıtlayacaktır? Kendisi devlet görevlisi midir, MİT mensubu mudur? “Her şeyi bilen adam” sıfatı bir film senaryosu ya da gazetelerin heyecanlı başlıkları olabilir ama resmi bir soruşturmada ciddiye alınabilir mi?

Bundan sonra ne olur?

Sevgili okurlar; operasyonun son ayağı ve ardından yaşadığımız gelişmeler bu davanın siyasi amaçlı olduğu gerçeğini artık ortaya çıkarmıştır. Peki bu durumda Ergenekon tamamen ortadan mı kalkacak? Hayır, tam tersine asıl şimdi iş gerçek kaynağına yönelecek.

Susurluk bir milat

Türkiye’de “derin devlet” adı altında bir takım yasa dışı örgütlenmeler olduğu yolunda kimsenin kuşkusu yok. Tabii bunların bir kısmı gerçekten ulusal güvenlik adına yapılmış da olabilir. Sorun bu yapılanmanın, daha sonra gücünü devletten aldığı vehmine kapılanların çeteleşmesine dönüşmesidir. Susurluk bu konuda bir milat olmuştur.

Herkes biliyordu

Herkesin bildiği bu yapılanma Susurluk’taki bir kaza sonucu saklanamaz hale gelmişti. Bu kaza ile birlikte pek çok pislik de ortaya dökülmeye başladı. Ama işte o sırada yaşanan en önemli sorun hangi eylemlerin gerçekten devlet için, ulusal güvenlik adına, hangilerinin kişisel amaçlarla yapıldığının ortaya çıkarılamamasıydı. Belli ki bu karmaşanın çok sorun yaratacağını düşünenler olayı örtmenin daha “hayırlı” olacağını düşündüler.

Hukuk devletiysek

Oysa Türkiye bir hukuk devleti. Ve bir hukuk devletinde yasa dışı örgütlenme olamaz. İyi niyetle de olsa olamaz. Şimdi geldiğimiz aşama artık bunun tamamen ortaya çıkarılmasıdır. İktidarın “intikam alma hevesi” ve “muhalifleri sindirerek demokratik diktatörlük kurma düşü” ayıklandığında Ergenekon davası arzu edilen sonuca ulaşacaktır.

Dava parçalanabilir

Sevgili okurlar; bu satırlardan sonra “Yani adı geçen herkes aslında masum mu?” diye sorabilirsiniz. Bunu söylemem çok güç. Bu dava kapsamında olan birçok isim konusunda yıllardır içimizde şüphe hatta ciddi kanaatler vardı. Bunların bir kısmı Susurluk’tan kalma isimler. Bir kısmı ise son yıllarda “kimi gizli işler içinde olduğundan kuşkulandığımız” isimler. Bu nedenle davanın ilerleyen günlerinde önemli bir kesim “beraat” edebilir. Bazıları hakkında ise başka isimler altında davalar açılabilir. Yani “yapılan her şey tek örgütün ürünüdür” tezi aslında çürümüştür.

Filistin’deki gelişmeler

Geçen haftanın sıcaklığını hiç yitirmeyen konularından biri de Filistin’deki insanlık dramıydı. Ölen siviller, özellikle çocuklar yüreklerimizi burktu, içimizde derin yaralar oluşturdu. Türk halkı bu insanlık dramı hakkında tepkisini gösterdi. Ancak gördüğüm kadarıyla iktidar, konuyu iç siyaset malzemesi olarak kullanmak adına tehlikeli biçimde tırmandırıyor.

Sanki din savaşı

Başta iktidar olmak üzere iktidardan pay almaya çalışan diğer dinci akımlar İsrail saldırılarının yarattığı tahribattan güç alarak Türk kamuoyunu tahrik ediyor. İlk başlarda normal protesto eylemleri olarak başlayan gösteriler giderek “gerici mitinglere” dönüşmeye başladı. Çok tehlikeli biçimde Filistin’de yaşananlar din savaşı olarak lanse ediliyor ve bir Müslüman katliamı yapıldığı şekline dönüştürülüyor.

Filistin Müslüman mı?

Burada bilmemiz gereken çok önemli bir nokta var. Evet, o bölgede çok sayıda Müslüman var. Ama Filistin halkının yarıya yakını Hristiyan. Ölenler sadece Müslümanlar değil. Zulümden nasibini alan Hristiyanlar ve hatta başka dinlere mensup insanlar da var. Bu korkunç dramı “Müslüman katliamı” olarak sunmak bölgedeki insanlara hiç yarar sağlamaz ama Türkiye içinde şiddet ve fanatizmin artmasını körükler.

Bu gece tvnet’teyim

Sevgili okurlar; sizlere son olarak bu akşam katılacağım bir TV programının haberini vermek istiyorum. Uydu, Digitürk (55) ve D-Smart’ta bulabileceğiniz tvnet kanalında Ergenekon konusundaki bir tartışmaya katılacağım. Bugün yazdıklarımı daha geniş bir şekilde ve bazı örneklerle anlatma fırsatım olacağını sanıyorum. Program saat 21.30’da başlayacak.

Hepinize iyi haftalar dilerim.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Yer Gök Ergenekon

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:48

Yer Gök Ergenekon

isilozgenturk@gmail.com


Samimiyetle söyleyeyim, ben bu Ergenekon işinden bıktım. Haber kanallarında bu konuda konuşmadık kimse kalmadı. Eski milletvekilleri, tedavülden kalkmış parti başkanları, her şeyi çok bilen gazeteciler hababam konuşuyorlar. Kimsenin de yeni bir şey söylediği yok! Televizyondaki tartışmaların daha samimisi bizim kahvede yapılıyor.

Hemen herkes Ortadoğu’da arabuluculuk işine kalkışan, İsrail tarafından sınırda bekletilen Başbakan’ın, karizmayı fena halde çizdirdiğinden söz ediyor. İnsanlar akşamüstü kahveyi terk ederken birbiriyle vedalaşıyor, yarın kimin ne olacağı belli olmaz diye. Öte yandan Ankara’yı delik deşik eden kazıların yapılmasına neden olan krokinin varlığı, bir Susurluk suçlusunun bunca zaman geçmesine rağmen bu belgeyi neden imha etmediği en önemli soru! Üstelik kazı yerlerinde bir tuhaflık var. Düşünün AKP merkez binasının tam karşısı kazı yeri. Ayıp oluyor, casus filmlerinde bile böyle bir şey olmaz! Belge saklanmaz, yazılan ya da çizilen ezberlenir ve en geç beş saniye içinde imha edilir.

Bu arada Bekir Coşkun’un cuma günkü yazısı kesilip kahveye asıldı bile. Bekir Coşkun’un izniyle bu yazıyı sizlerle de paylaşmak isterim. İçimiz çok karardı biraz gülelim.

“Örgütün neresine bakmalı?..

ERGENEKON terör örgütünün

nicelik ve niteliklerine bakıyorum da, biraz değişik sanki.

Bir; yeryüzünün en geveze terör örgütü bu... Telefon konuşmaları 2200 sayfa tutuyor.

İki; yeryüzünün en olgun terör örgütü aynı zamanda... Tümü emekli...

Üç; yeryüzünün en gizemli terör örgütü ayrıca... Çoğu birbirini tanımıyor, ki sorgulamada tanışıp, birbirlerini yazlığa davet etmeleri bu yüzden...

Dört; yeryüzünün en eğitimli terör örgütü de... Bir YÖK daha kuracak kadar profesör, Doğu illerinden birisinde üniversite kuracak kadar akademisyen, üç siyaset-sanat-kültür dergisi yayımlayacak kadar yazar ve düşünür, Pakistan ordusunu yönetecek kadar general, bir koalisyon kuracak kadar siyasi parti genel başkanı var içinde...

Beş; yeryüzünün en değişik silahlarına sahip bir terör örgütü... Çeşitli silah ve bombalar yanında; kalem tabanca, içi boş (muhtemelen taş niyetine kafaya vurmak için) el bombası, havalı lunapark tüfeği, sustalı bıçak, kama, balta, baston, şemsiye sapı...

Altı; bir yeryüzünün en esrarengiz terör örgütü... Tabanı olsun, altyapısı olsun belli değil... Bir de başı (ona ‘bir numara’ diyorlar) belli değil... Bu nedenle ortasını yakaladılar...

Biliyorsunuzdur; Anayasa Mahkemesi bu hükümetin ‘irticai faaliyetlerin merkezi’ olduğuna karar vermişti.

Ergenekon davası iddianamesinde ise, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ‘ıskata’ (düşürmeye, aşağı almaya, oradan indirmeye) kalktığı belirtiliyor.

Yani; yargının üst tarafı, AKP Hükümeti’nin irticai faaliyetlerin merkezi olduğunu söylüyor...

Yargının alt tarafı ise; bir araya gelip o AKP Hükümeti’ni oradan indirmek gerektiğini düşünenlerin ‘terörist’ olduğunu düşünüyor...

Yok eğer siz de Anayasa Mahkemesi kararına bakıp AKP’nin indirilmesi gerektiğini düşünüyorsanız...

O zaman yedi; yeryüzünde sizi en çok şaşırtacak terör örgütüdür bu aynı zamanda...

Çünkü içinde siz de varsınız...”

Bekir Coşkun’un yazısı burada bitiyor ama benim size söylemek istediğim bir şey var. Bazıları “oh nihayet Susurluk’a kadar geldik” diye seviniyor, ben hiç sevinemiyorum, Mehmet Ağar’a, Çiller’e kadar gidilmezse bu iş çözülmez. Bu da bana çok zor görünüyor. Mehmet Ağar’ı, yaka paça arabaya bindirip sorguya götürmeye kim cesaret edecek? Tabii bir de Marmaris’te güneşlenen Kenan Evren var.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Tertip ve Cephanelik...

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:51

Tertip ve Cephanelik...


Susurluk cephaneliği mi?..

İbrahim Şahin cephaneliği mi?..

Ergenekon cephaneliği mi?..

Sabih Kanadoğlu cephaneliği mi?..

Kemal Gürüz cephaneliği mi?..

Tuncer Kılınç cephaneliği mi?..

NATO cephaneliği mi?..

*

“Şok dalga” ya da “10’uncu dalga” ile birlikte başkent dahil olmak üzere yurdun belirli yörelerinde kazılar gerçekleştirildi...

Cephanelikler bulundu...

Aferin!..

Ergenekon tertibinin koordinasyonu mükemmel...

Ayarlama harika...

Eşgüdüm olağanüstü...

Ama, gülünç mü gülünç...

*

Neymiş?..

Ergenekon gerçekte Türk Gladyo’su imiş...

Susurluk’muş...

Vaktiyle İtalya’da NATO’nun yeraltı uzantısı Gladyo’nun icabına böyle bakılmış.. mış.. mış...

İşin içine şimdi NATO da giriyor değil mi?..

*

Bu köşenin yazarı vaktiyle, Türkiye’nin NATO’daki konuşlanmasını şöyle vurgulamıştı:

“Ucuz asker..

İleri karakol...”

NATO’nun örtülü stratejisine göre kuzeyden gelecek bir Sovyet saldırısında, Toros Dağları’nın güneyinde tutunmaya çalışılacaktı; ama Anadolu’da komünistlere karşı bir direnme hareketi örgütlenecekti...

Peki, bu direnişin silah ve cephanesi nasıl sağlanacaktı?..

Yoksa ülkenin çeşitli noktalarında yeraltı silah ve cephane depoları mı oluşturuluyordu?..

*

Sorunun yanıtı karmaşıktır; ama o yıllarda NATO’yu sorgulayan birinin alnına “Derin Devlet” yaftayı yapıştırırdı:

- Komünist...

MİT-CIA işbirliği sıkı fıkı idi...

Üstüne Kontrgerilla...

Namı diğer Gladyo...

*

Bugün olan bitene komedya mı desek?..

Gladyo ya da Kontrgerilla veya ‘Derin Devlet’, şimdi Ergenekon olmuş, yine bizi sorguluyor...

Fark ne?..

O dönemde ‘komünist’ diye sorguluyordu...

Şimdi ‘laik’ diye sorguluyor...

Evet, iş değişti, artık “laik, Kemalist, aydınlanmacı” olmak suçlulukla eşanlamlı...

*

Türkiye’deki Gladyo’nun ya da Ergenekon’un veya Kontrgerilla’nın tasfiyesi mi söz konusu?..

“Ilımlı İslamcı polis devleti” ne çeviriyor?..

Yeraltı kazılarında ortaya çıkarılan cephanelikler İbrahim Şahin’in mi marifeti, NATO’nun mu mirası, yoksa işin içinde bir başka numara mı var?..

*

Bugün Türkiye’nin Başbakanı “BOP Eşbaşkanı” ve ABD’nin Anadolu’daki “Ilımlı İslam Devleti Modeli”nin lideri...

Ergenekon tertibi de artık dava değil...

Hele İtalya ve benzerlerindeki Gladyo’nun tasfiyesine hiç mi hiç benzemiyor...

Çünkü NATO’nun Avrupa’daki üyelerinde “dinci devlet” sorunu yok...

Ergenekon tertibi açık seçik görülüyor ki ülkede ‘Gladyo’yu temizlemek bahanesiyle laik muhalefeti ve askeri tasfiye etmek yolunda bir araç...

*

İçeride tutuklular var, ne suçtan yattıkları belli değil, yedi aydır ek iddianame bekleniyor; ama, o da ne?..

Gündeme “10’uncu dalga” giriyor...

Ergenekon tertibinin nasıl yürütüleceği artık belli...

Şişirme fıs fıs iddianamelerle, bitip tükenmeyen dalgalarla, geçmişin bütün cinayetlerini soruşturmaya katmakla, yasaları hiçe saymakla, ülkenin önde gelen laik kişilerini gözaltına almakla bu tertip daha ne kadar sürebilir?..


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Başbakan Erdoğan ve hukuk

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:56

Başbakan Erdoğan ve hukuk

Resim

cigdemtoker@haberturk.com


Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hukuka bakışında, tutarlılık açısından sorunlu alanlar mevcut.
Ergenekon “10. dalga”yı eleştiren kişi ve kurumları “karanlık dehlizlerde yol almaya çalışanlar” diye niteleyen Başbakan “Bu ülkede fikri hür, vicdanı hür savcılar, hakimler var. Hiç kimse kendisini yasaların, hukukun, adaletin üzerinde görmemeli” diyor.

Devletin ulusal güvenliğini, adalet sağlama görevini en üst düzeyde emanet ettiğiniz ve gerektiğinde bir davetle hemen ifade verebilecek durumdaki asker-sivil bürokratların, yargı mensuplarının evlerinin sabahın erken saatlerinde aranmasına, peşisıra gözaltına alınmalarına itiraz edilmemesini istiyor, özetle Başbakan.

On ay önce ne demişti Başbakan ?
Bir an için öyle yapıp itiraz etmeyelim.
Fakat on ay geriye, 15 Mart 2008’deki Siirt Kadın Kolları toplantısına gidelim…
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP hakkında açtığı kapatma davasının hemen ertesine…Arşivler de bize Başbakan Erdoğan’ın şu sözlerini aktarsın:
“Millet iradesini hiçe sayarak hukuk tesis edilemez. Bu talihsiz girişimin hukuki zemini yok. Milletimizi böyle bir garabetle, ayıpla karşı karşıya bırakanlar bunun utancından kurtulamayacaklar.”
Özetle “En yüksek oyu almış AKP hakkında nasıl kapatma davası açarsınız?” demek istemiş Başbakan.
Hani kimse kendisini yasaların hukukun adaletin üzerinde görmeyecekti?
Peki, “Milletimizi böyle bir garabetle karşı karşıya bırakıp bunun utancından kurtulamayacak” olanlar kim? Belli ki, Başbakan Erdoğan’ın “Fikri hür, vicdanı hür savcılar hakimler” e dahil etmediği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı.

Onüç ay önce ne demişti Başbakan?
Ergenekon soruşturması birbuçuk yıl önce açıldı.
150 bin sayfayı geçen iddianamenin hazırlanması bir yılı buldu.
Dava açıldı. Ancak davanın açılması, soruşturmanın bittiği anlamına gelmedi.
Soruşturma, operasyon dalgalarıyla sürüyor.
Davanın açıldığı Temmuz ayında tutuklanan emekli komutanlar, ciddi sağlık tehditleri altında, neyle suçlandıklarını bilmeksizin altı aydır cezaevinde.
Neyle suçlandıklarını bilmiyorlar; çünkü “ek iddianame” hala tamamlanmadı.
Ne zaman tamamlanacağı, ilki gibi bir yıl mı yoksa daha uzun bir zaman mı alacağı, bazı tutukluların cezaevinde ölüp ölmeyeceği, bilinçlerini kaybedip kaybetmeyeceği ise meçhul.

Öyle bir tablo ki bu, Başbakan Erdoğan’ın şu güzelim sözlerini bir fotoğraf altı olarak çok hak ediyor:

“Hukukun her tür töhmetten, her tür olumsuz tartışmadan, her türlü şaibeden uzak, herkesin güvendiği kendini teslim ettiği bir kurum niteliği taşıması şarttır. İnsanların hukuka, adalete ve bunları temsil eden kişilere güveni en üst düzeyde olmalıdır.” (*)

--------------------------------------------------------------
(*) 17 Aralık 2007- Konya Adalet Sarayı açılışı


[img]http://www.haberturk.com/images/ht_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Savcıları göreve davet ediyorum!

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 11:59

Savcıları göreve davet ediyorum!


ÜLKEMİZİN asker ve polisi şehit ediliyor... Bağımsızlığımızın yegane sembolü “Ay-yıldızlı bayrağımız” yırtılarak yerlere atılıyor...
Araçlar, dükkanlar kundaklanıp “milli servetler” alev alev yakılıyor... PKK sözcüsü DTP’liler, imralı canisi Öcalan çakalına “Sayın” diye hitap ediyor...
Okulda olması gereken küçücük çocuklar “teröriste kalkan” yapılıp polis taşlatılıyor.
Vatanın varlığına bütünlüğüne kast eden hainler ulu orta, hem de kameralar karşısında bağımsızlık, soykırım, hürriyet ve işkenceden bahsediyor... Bölücü terör örgütü PKK’lı katilleri “gerilla” olarak tanımlayan Yaşar Kemal’e Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü veriliyor...
Etkili ve yetkili kişilerin “açılım” diyerek yarattığı alt- üst kimlik tartışmaları ile ülkede “Kürt sorunu” yaratılıyor...
PKK’nın ele başı Öcalan’a İmralı’da fiziksel şiddet uygulandığını iddia eden Ahmet Türk; “PKK 1980’li yıllarda Kürtlere uygulanan sosyal, siyasal ve ekonomik soykırım sonrası ortaya çıktı” diyerek Türk-Kürt kardeşliğine nifak tohumu ekiyor.
İhanet değil de ne?
NASIL bir sürece girdiğimizin farkında mısınız?
Çevrenize bir bakın, kim, neyin hesabını yapıyor; kim, kime çalışıyor ve kim, hangi dengelere hizmet ediyor?
Sözün özü, at izi it izine karıştırılırken, avuçlarımızda sıkı sıkıya tuttuğumuz milli ve manevi değerlerimiz elimizden kayıp gidiyor. Atatürk’ü içki masalarında devlet yöneten bir kişi olarak gösteren projelere devlet arşivlerini açanların, Kürtçe yayını başlatanlarla aynı safta yer almaları bir tesadüf müdür?
Millet olma veya olabilmenin en temel unsuru ortak dil ve kültür iken, bu iki kavram üzerinden “ötekileştirme” yapmanın mantıklı bir izahı yoktur. TRT’nin Kürtçe televizyon kanalı halkın ihtiyacı mıdır?
Yoksa dış kaynaklı merkezlerin ihtiyacı mı?
Bu iki soru çevresinde çözümü görmek ve gerçekleri kavramak son derece önemlidir.
Farklı dil ve lehçelerde yayın yapmak veya yapabilmek hususunda AB’nin yaptığı baskılar ortadadır. Acaba devlet eliyle resmi dil dışında yayın yapmak kime veya kimlere hizmet edecek? İşte tüm bu soru işaretleri arasında, “Bizi buraya milli irade getirdi. Bugün Kürtçe Televizyonu kabul edenler, yakında bu topraklara da Kürdistan diyecekler” açıklaması yapan Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’e acaba milli irade nasıl bir yol göstermiştir?
Sureti haktan gözüken bu hain figüran, yediği ekmeğe, yaşadığı ülkeye, bayrağına milletine ihanet düpedüz ihanet içinde değil midir?
Devletimizin ve milletimizin vatansever savcı ve hakimlerini göreve davet ediyorum.
Daha ne yapması lazım?
BU ülkenin emekli generalleri, akademisyenleri, yargıçları, bürokratları ve işadamları, bazı iddialara dayanarak sabaha karşı polis baskınlarıyla gözaltına alınırken; birlik ve bütünlüğüne bu kadar açık tacizde bulunan, terör örgütüne apaçık destek veren isimler nasıl böylesine fütursuzca hareket edebilir?
Yasalardaki “istisnai” hükümler bile, bir dönemin kuvvet komutanları için ayrım gözetilmeden uygulanırken, kamuoyu önünde bölücülüğü artık tescillenmiş, tavır ve davranışlarının yanında, sözleriyle bunu bütünleştiren Baydemir gibilere sessiz kalınması, bu ülke insanının vicdanını yaraladığı gibi, devlete de zarar verir, adalet anlayışına da... O yüzden, adı ne olursa olsun, başka davalar kendi mecrasında yürürken, dikkatler sadece oraya odaklanarak diğer olup bitenler gözden kaçırılmamalı. Özellikle bölücülüğü apaçık sergileyen, terör örgütü yandaşlığı tescillenmiş isimler, bu kadar elini kolunu sallayarak dolaşamamalı. Bu ülkenin hukukçusu gibi, askeri, polisi, siyasetçisi ve bürokratları üzerlerine düşen sorumlulukları eksiksiz yerine getirmelidir.
Bir dönem, icraatlarına övgüler dizilen işadamlarını, akademisyen, yargıç ve emekli generalleri, daha yargılamaları yapılmadan bugün azılı birer terörist gibi gösterme yarışına giren ancak Baydemir gibileri görmeyen bazı medya organları da bir an önce gerekli özeleştiriyi yapmalıdır. Herkesin sorumluluğunu yerine getirmesi, sadece devletimizin geleceği açısından değil, bu ülkede yaşayan her insanın hak ve özgürlüklerden hakettiği gibi yararlanabilmesi için şarttır.
Aynı yargının, aynı adalet sisteminin bir gün sizleri de yargılayabileceği akıldan çıkarılmamalıdır.
Bugün sağlıklı işlemeyen adaletten, o gün şikayet etmenin de fayda sağlamayacağı açıktır!


[img]http://www.tercuman.com.tr/v1/images/tercuman_02.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

’Kabahatin çoğu senin canım kardeşim!’

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 12:03

’Kabahatin çoğu senin canım kardeşim!’

rturan@hurriyet.com.tr


ERGENEKON savcılarının şakası yok! Herkesi gözaltına alabilirler!Ergenekon dalgalarının kimleri ne zaman vuracağı belli değil... Onuncu, on birinci, on ikinci dalgalar yeni yeni şüphelileri içine alıp yutabilir!

Deniz Baykal, sabaha karşı evlere yapılan baskınların, gözaltına alınmaların hukuki değil, tamamen siyasi bir hesaplaşma oluğu görüşünde ısrarlı...

Her şey akla gelirdi de, Bedrettin Dalan, Prof. Kemal Gürüz, iki emekli Orgeneral Kemal Yavuz ve Tuncer Kılınç gibi laik cumhuriyetçi yurtseverlerin ve Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu gibi hayatını adalete adamış hukuk adamının, bu girdabın içine çekilmesi akla gelmezdi.

Tutuklamalar nereye kadar gider? Kimse bundan emin değil!

Hiçbir hukuk devletinde böyle garip bir kuşku ve sindirme havası yaratılmamıştır.

Deniz Baykal’ın, durumu faşist rejimlere benzeterek "Dalga dalga tutuklamalarla hukuk yerine getirilemez, ancak siyasi hesaplaşma sürdürülür. Davanın arkasında şüphe yok ki iktidar vardır!" demesi geniş bir kitle tarafından tasvip gördü.

* * *

"Ergenekon" denilen ve ne olduğu hâlâ net olarak anlaşılmayan bir olay bu...

Bir yanda transseksüeller... Bir yanda mafya babaları ve eski polisler...

Bir yanda kuyumcular, artistler... Bir yanda emekli generaller, subaylar...

Bir yanda profesörler... Bir yanda gazeteciler, yazarlar... Ne istersen var!

Bunların haklarında bilinen tek ortak nokta AKP zihniyetine karşı olmaları!

Halen Amerika’da bulunan Dalan’a gazeteci arkadaşlar telefonda sormuşlar:

"Sizin Ergenekon Örgütü’nün 1 numarası olduğunuz söyleniyor, ne diyorsunuz?"

Dalan "Ben hayatımda hiç 2 numara olmadım ki..." diye gülmüş ve eklemiş:

"Bunlar bir torba bulmuşlar, sevmediklerini içine atıyorlar!"

Dalan haklıdır. Susurlukçu İbrahim Şahin gibi, evinde bulunan planda gösterilen yerde yapılan kazılarda bomba ve silahlar bulunan kişi ya da kişilerle, laik cumhuriyetçi saygın kişiler aynı torbaya konulmamalıydı.

Geçen hafta içinde Ergenekon dalgası kadar olmasa da, önemli bir dalga daha vardı.

1951 yılında vatandaşlıktan çıkarılan büyük şair Nâzım Hikmet’e, ölümünden 46 yıl sonra, Türk vatandaşlığı kimliği geri verildi.

1902 doğumlu Nâzım, 1950 yılında hapisten çıktıktan bir süre sonra öldürüleceği korkusuyla Sovyetler Birliği’ne kaçmış, 1963 yılında ölünceye kadar orada yaşamıştı.

Mezarı Moskova’da olan Nâzım’ın ünlü şiiri, ezilen insanların çilesini ne güzel anlatır:

"Koyun gibisin kardeşim,

Gocuklu celep kaldırınca sopasını,

Sürüye katılıverirsin hemen.

Ve adeta mağrur koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani.

Hani derya içre olup, deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf...

Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer,

Ve hâlâ şarabımızı vermek için

Üzüm gibi eziliyorsak,

Kabahat senin,

Demeğe dilim varmıyor,

Kabahatin çoğu senin,

Canım kardeşim!"



Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Başbakan ile Adalet Bakanı’nın dikkatine

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 12:06

Başbakan ile Adalet Bakanı’nın dikkatine

tturenc@hurriyet.com.tr


TÜRK toplumunu korku toplumuna dönüştüren Ergenekon Davası ve dalga dalga sürdürülen soruşturması anlaşılıyor ki artık iktidarın da kontrolünden çıktı.

Karanlık işler çeviren, cinayetler işleyen, her türlü pisliğe bulaşan devlet içine çöreklenmiş çete mensuplarının arasına laik demokratik cumhuriyet yanlılarını sokma gayretleri yüzünden hem dava yozlaştırıldı, hem de hukuk devleti zedelenmeye başladı.

Bunun suçlusu, soruşturmayı yürüten savcı Zekeriya Öz ve yardımcıları mı?

Yoksa onların arkasındaki görünmeyen, Türkiye’yi bir başka yörüngeye oturmayı amaçlayan "bir üst akıl" mı?

AKP iktidarının hukuk devleti konusunda bu kadar vurdumduymaz olması endişe verici...

Eski İstanbul Barosu Başkanı, dürüst ve saygın bir hukukçu olan Turgut Kazan, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e sorumlu bir yurttaş olarak gereken uyarıyı yapmış, Savcı Zekeriya Öz için soruşturma izni vermesi için başvuruda bulunmuştu.

Bakan bu izni vermedi. Kazan izin verilmemesi işleminin iptali için idare mahkemesine dava açtı.

Son gelişmeler üzerine davanın hızlandırılması için de mahkemeye aşağıdaki dilekçeyi verdi.

* * *

4. İdare Mahkemesi Başkanlığı, ANKARA

DAVACI: Turgut KAZAN, VEKİLİ: Av. Halil SEVİNÇ, DAVALI: Adalet Bakanlığı / Ankara

KONU: Yargılama sürecinin çabuklaştırılması, öncelikli inceleme ve çok çabuk duruşma günü verilmesi isteğinden ibarettir.

Müvekkilim, Ergenekon soruşturmasının daha 5. operasyonunda, soruşturmayı yürüten özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün, Ceza Muhakemeleri Kanunu’na aykırı ve ucu açık bir soruşturma yürüttüğünü, bu tutumuyla görevini kötüye kullandığını ve bir korku imparatorluğu yarattığını belirterek, (2802 sayılı yasanın 82. maddesi uyarınca) SORUŞTURMA izni verilmesi için Adalet Bakanlığı’na başvurmuştur.

Gerçekten, müvekkilimin 24.03.2008 günlü bu dilekçesinde, CMK’nun ifadeye çağırma, zorla getirme, yakalama ve aramaya ilişkin maddelerinin açıkça çiğnendiği ve ucu açık tutulan soruşturmada, yaşanan gelişmelere denk dalga operasyonlara başvurulduğu, böylece korku imparatorluğu yaratıldığı, ayrıca makul sürede dava açılmadığı için adil yargılanma hakkının hiçe sayıldığı vurgulanmıştır.

Bakanlık süresi içinde başvuruyu cevaplamayınca, ret niteliğindeki menfi işlemin iptali için, bu davayı açtık. Davalı idarenin cevabı geldi. Biz cevaba cevabımızı verdik. Ancak, 5. operasyon aşamasında yapılan başvuru çözülmediği için, 10 ay daha geçti ve 10 operasyon yaşandı.

Dava dilekçesinde belirttiğimiz gibi, bu süreçte makul sürede dava açılıp yargılansaydı, mahkûm olsa bile cumhurbaşkanı affıyla tedavi imkânına kavuşacak bir insan öldü. 2008 Temmuz başında (6. operasyon) tutuklanan insanlar için, henüz dava bile açılmadı. Ve operasyonlarda, 10.’suna ulaşıldı. Yargıtay Başsavcılığı yapmış bir hukukçu, hukuka açıkça aykırı, inanılmaz bir arama uygulamasının mağduru oldu.

Bütün bu gelişmeler, başvurumuzun ve davamızın haklı olduğunu gösteriyor. Ama yargılama süreci geciktikçe, yeni ihlaller ve acılar yaşanıyor. Bu nedenle, yargılama sürecinin hızlandırılmasını, öncelikli inceleme yapılarak çok erken bir duruşma günü verilmesini diliyor, durumu takdirlerinize sunuyorum. Saygılarımla. 09.01.2009

Davacı Turgut KAZAN, Vekili Av. Halil SEVİNÇ

* * *

Avukat Turgut Kazan’ın bu dilekçesi bir hukuk devleti için utanç belgesidir.

Başbakan’ın, Adalet Bakanı’nın dikkatine sunulur.

Gelişmeler çığırından çıkmış, hukuk devleti hırpalanmaya başlamıştır.

Yaşananlar muhaliflere haddi bildiriyor diye el ovuşturulacak, bıyık altından gülünecek boyutu aşmıştır.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Teşkilatın karanlık 'hamalı' kim?

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 12:14

Teşkilatın karanlık 'hamalı' kim?

oray.egin@aksam.com.tr


Susurluk olayının patlamasından sonra kamuoyunun önüne çeşitli sorumlular çıkartıldı, teşhir edildi. Bu isimlerin pek çoğu piyondu, zamanında bir kukla gibi egemenler tarafından kullanılmışlar, işleri bittiğinde, olay patladığında da harcanmış, teşhir edilmişlerdi. İbrahim Şahin de onlardan biriydi.
Oysaki bu skandalın baş aktörü gibi tanıdığımız Şahin, babası makarna fabrikasında işçi olarak çalışan, fakir bir aileden gelen ve daha okul yıllarında fanatik bir ülkücü olan sıradan bir polis alt tarafı. Bir emir eri. İbrahimŞahin'e bütün bu süreç içinde birileri tarafından gaz verildi, çok güçlü olduğu hissettirildi, o da buna inandı ve yetkilerini aşan işler yaptı, Susurluk'un hazırlayıcılarından biri oldu.
Ama sonra dönüp hiç kimse yüzüne bakmadı... Bugün hasta ve yalnız, bakıma muhtaç. Kasabanın şerifi gibi ortalığın tozunu attırdığı günlerden eser yok. Kapısını çalan da. Bir zamanlar ona koltuk çıkanlar, destek olanlar uçup gitti. Yaşlı, yorgun, hasta bir adam şimdi Şahin...
Onun okuldaki lakabı neymiş biliyor musunuz? 'Hamal' derlermiş. Saf bir adam işte. Kolay kandırılacak cinsten. Büyük teşkilatların böyle saf adamlara her zaman ihtiyaçları oluyor...
Farz edelim ki Anadolu'dan bir polis İstanbul'a tayin oluyor. Hayatını PKK'yla mücadele içinde geçirmiş, terörden çekmiş, milliyetçi duyguları aşırıya kaçmış... İstanbul'daki ağabeyleri hemen onu tespit ediyorlar. Anadolulu saf polisi buluyorlar ve diyorlar ki 'Bak Aksaray'daki bazı oteller PKK'ya yardım ediyor.'
O da bunu misyon edinip gidiyor o otelleri dağıtıyor, olaylar çıkartıyor, kapattırıyor. Bunu vatan ve görev aşkı uğruna yaptığına inanıyor. Gazlıyorlar, o da tanrısal güce sahip olduğunu düşünüyor; astığı astık, kestiği kestik. Her şeyin yanına kar kalabileceğini düşünüyor, her yöntemi uyguluyor...
Sonra ne oluyor biliyor musunuz? 'Ağabeyleri' o otel sahipleriyle masaya oturuyor. 'Tamam açarız ama şu kadar para lazım' diye kirli bir pazarlık başlıyor. Anadolu'dan gelme saf memurun üzerine yıkılmış bütün olay. O kullanılmış, sonra da bir köşeye itilmiş.
Kendilerini 'kasabanın şerifi' zannedenlerin sonu hep böyle oluyor.

***

Bugün Ergenekon'la Susurluk bağlantısı kurmak isteyenlerin yine bir piyon olarak gözaltına aldıkları, soruşturmaya dahil ettikleri bu komiseri 28 Kasım 2007'de anlatmıştım.
Kendi kendine karar verecek düşünce sistematiği olmayan, başkaları tarafından kolayca yönlendirilen ve kullanılıp bir köşeye atılan bir adam Şahin. Okuldaki lakabının 'hamal' olması yeteri kadar açıklayıcı zaten.
Ergenekon soruşturmasında bula bula yine İbrahim Şahin'i bulmak soruşturmaya ciddiyet mi katıyor, yoksa soruşturmayla ilgili kuşkularımızı doğruluyor mu?

***

Şahin ve Ergenekon hakkında bugün ekleyeceğim tek şey dünkü Hürriyet'ten Yılmaz Özdil'in yazısından şu bölüm:
'İbrahim Şahin dediğin adam, zurna değil... Genelkurmay'da kurs görmüş, Almanya'da kurs görmüş, ABD'de kurs görmüş, özel harekat başkanı olmuş, özel tim okulu kurmuş, 20 yıldır yargılanıyor, ruh gibi takip ediliyor, 24 saat dinleniyor.' Krokiyi evinde unutmuş!
'İster misin, Atatürk Evi'ni kazalım, Türkeş'in mezarını kazalım filan derken, AKP'nin bahçesinde hocanın buhar ettiği 'kayıp trilyonu' bulsunlar...'

Kendi gazetesini bile okumuyor
Nazlı Ilıcak'ın dün Sabah'ta yayımlanan köşesinde bir kemancı hikayesi vardı. Washington Post gazetesinin yaptığı bir sosyal deneyi aktarıyordu. Gazete metroya ünlü bir kemancıyı yerleştirmiş, 45 dakika boyunca altı tane Bach eseri çalmış ama hiç kimse onun ünlü virtüöz Joshua Bell olduğunu anlamamış...
İyi hoş da...
Biz bu filmi görmüştük!
Nazlı Ilıcak'a belli ki bu hikayeyi iki arkadaşı yollamış, o da çok beğenip köşesinde kullanmış.
Halbuki dikkatli bir gazete okuru olsaydı aynı hikayenin 17 Aralık 2007 tarihinde Sabah gazetesinde Ergun Babahan'ın köşesinde yayımlandığını fark ederdi! 'Kaçırdığımız güzellikler' yazısında anlattığı hikayeyi Babahan'a da bir arkadaşı yollamış.
Belli ki Nazlı Ilıcak kendi gazetesini, kendi eski Genel Yayın Yönetmeni'nin yazılarını takip etmiyor. Bu dersini çalışmadığı anlamına da geliyor. Gerçi Ilıcak zaten dersini çalışan bir yorumcu olsaydı özellikle siyasi konulardaki duruşu daha tutarlı, analizleri daha bilgiye dayalı olurdu.
Ayrıca İnternet'te dolaşan hikayeleri alıp aynen yayımlamak etik olarak tartışmalı bir durum. Ama anladığım bu ayrıntıyı fark eden editör de yok sanırım Sabah gazetesinde.

Okan Bayülgen'in ilginç akrabalık bağları
Yalçın Küçük'ün çalışma kaynaklarından biri gazetelerin ölüm ilanlarıdır. Buralardan ne ilişkiler ağı, ne akrabalık bağları çıkarmak mümkündür.
Dün de öyle oldu.
Milliyet gazetesinde yayımlanan bir ölüm ilanı şovmen Okan Bayülgen'in Şirin Ediger'le evliliği sonucunda edindiği yeni akrabalık bağlarını gösteriyordu. Şefika Ural Ediger'in vefatını duyuruyordu bu ilan...
Şefika Hanım, Okan Bayülgen'in eşi Şirin Ediger'in babaannesi.
Aynı zamanda çocuk kitaplarından ve fıkralarından tanıdığımız Yalvaç Ural'ın annesi...
NTV'deki kültür sanat programlarından tanıdığımız Yekta Kopan'ın eşi Burcu Ural'ın da anneannesi.
Kısacası, Okan Bayülgen bir evlilikle hem Yalvaç Ural hem de Yekta Kopan'la akraba olmuş.


[img]http://www.aksam.com.tr/template/aksam1/images/aksam-logo.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Yanlış, doğru...

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 12:18

Yanlış, doğru...

safileusul@ttnet.net.tr


Erdoğan dün Ankara Altındağ’daki spor salonunda konuşurken, “Ufak at da, civcivler de yesin” dedirtti yine.

Biz de bir civciv menüsü hazırladık.

Bu menü doğrular, eski dille hakikatler listesinden müteşekkil.

Yanlış1: (yanlışlar Erdoğan’dan, civciv menüsü bizden)

“Mafyanın yönettiği bir ülkede göreve geldik. Çetelere, hukuk dışı örgütlenmelere göz yummadık.”

Doğru 1:

Erdoğan’ın 58. ve 59. Hükümetleri halen aktif hiçbir mafya çetesini çökertmemiştir. Tam tersine bu Hükümet döneminde mafya uzmanı polisler pasif görevlere atanmıştır. Bunun sebebi akaryakıt kaçakçılığı gibi işlerle uğraşan mevcut mafya veya mafyavarilerin Hükümet’le bağlarıdır. Erdoğan’ın dün Ankara’da kendi cebine koyduğu mafya mücadelesi 1996 ila 2002 arasında vuku bulmuştur. Şu anda tutuklanan İbrahim Şahin tipi kişilerin etkisi bu Hükümetten önce kırılmıştır. Kazılarda bulunan silahlar çok kuvvetle muhtemel eski dönem suçlarının artığıdır. Eski dönem suçunun artığını bulana temiz eller savcısı “Di Pietro” değil mahallenin fırsatçısı ve yalancısı denir. (Bu arada, şeytan diyor ki, git İtalya’ya bul şu Antonio Di Pietro’yu ve de ki, “Gel bak bakalım, senin yaptığınla bunların yaptığı arasındaki 100 farkı bize anlat)

Yanlış 2

“Düzenleri bozulanlar rahatsız. Hukuk işledikçe, hakimler savcılar yasaları uygulayınca bazıları rahatsız oluyor. Türkiye ayaklarına vurulmuş prangalarından kurtuluyor”

Doğru 2:

Senin rant düzenini bozduğun hiç kimse olmadı Hükümetin döneminde. Tam tersine yeni rant düzenleri kurdun. Ahmet Çalık, Sabah Gazetesi, petrol rafinerileri, belediyeler, özelleştirmeler, ihaleler, saymakla bitmez. Rant düzeni bozmuş olmak şu koca dünyada en son sana düşer.

Yanlış 3:

“Kimlerin korku imparatorluğu kurmaya çalıştığını gördük. Türkiye muasır medeniyetler seviyesine çıkma hedefi doğrultusunda değişiyor. Biz ülkemizi temiz görmek istiyoruz.”

Doğru 3

En az 10 sene Türkiye-AB ilişkilerini ve reform süreçlerini yakından takip ettikten sonra, 2004 yazında Türkiye’ye döndüm. Geldiğimde önceki hükümetlerin zamanından beri oluşmuş çok mutedil ve çok demokrasi nefesli bir siyasal iklim vardı. İstediğim her bürokratla telefonda konuşuyordum. Senin Ergenekon operasyonlarından sonra eskiden her telefonuma anında geri dönen bürokratlar artık geri dönmüyor. Neden? Herkes senin tesis ettiğin siyasal iklimde gölgesinden korkar oldu. Herkes telefonlarının dinlendiğini düşünüyor. Herkes senin düzeninden korkuyor. 2004’de yani sen henüz düzenini tesis etmeden önce ve eski hükümetlerin oluşturduğu mutedil siyasal ortam hala mevcutken herkes telefonda konuşuyordu. Artık kimse konuşmuyor. Aradaki fark sensin.

Bu kadarı yeter.

Ama mesele şu ki, bu Ergenekon masalıyla Hükümet halkı fena halde dezenforme ediyor.

Radyoları bir dinleyin mesela.

Hani, çok çeşitli müzik yayını yapan ve Hükümet’e yakın bir tonda yayın yapan radyolar.

Son zamanlarda bu radyolarda dinleyicilerle çok aktif bir Ergenekon teması var.

Ergenekon bir hayalet, Hükümet ona karşı savaşıyor.

Bu radyolar Ergenekon’un yanı sıra Gazze’yi de sürekli işleyerek halk arasında garip bir arabesk şeklinde beyin yıkaması yapıyorlar.

Arada Mehter Marşı, sonra savaş zamanı türküleri vs. çalarak garip bir hezeyan yaratıyorlar.

Bunda, ezik ve yoksul kesimlerin sorunlarından kaynaklanan ruh halini Müslüman kimlik ekseninde istismar etmek söz konusu.

İşte bu olay bu yerel seçimlerin kör noktası olacak.

Herkes buna dikkat etmeli.

Hükümet, Gazze ve Ergenekon’u çok berbat bir popülizme dönüştürdü ve yerel seçimler öncesini bu arka planla yürütüyor.

Yerel seçimler bu iki olgudan etkilenecek, ne kadar etkileneceği ise olayın kör noktası.

İsrail, aslında yürüttüğü bu savaşla hem Türkiye’deki hem de tüm demokrasi zorluğu yaşayan ve dinin siyasallaştırılarak istismar edildiği Ortadoğu ülkelerindeki popülist istismarcılığa kan taşıyor.

Tabii, İsrail’de bunu anlayacak bir akıl olsaydı.

Zaten bu halde olmazdı.


[img]http://www.gazeteport.com.tr/stellent/fragments/gp_assets/images/gazeteport_small.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Sonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x