Ergenekon (namı diğer Ümraniye)

Ergenekon'da neden ABD etkisi tartışılıyor?

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 7:34

Ergenekon'da neden ABD etkisi tartışılıyor?

arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr


Boston Globe gazetesi bir başyazı ile yeni Başkan Obama’yı Ergenekon konusunda uyardı ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un kuvvet komutanlarını topladıktan sonra Başbakan ile görüşmesi ve ardından gözaltına alınan generallerin serbest bırakılmasını “Türk ordusunun sivil hükümete yönelik bu görüşmede dile getirdiği şikâyetlerin beşinci bir darbe uyarısı niteliğinde olduğu düşünülebilir.
Amerikalı yetkililer Türk liderlerini bu soruna barışçı yönden çözüm bulmak konusunda uyarmalı. Onlara tavsiyeler vermeli. Zaten Obama yönetimi birçok sorunla karşı karşıya, buna bir de Türkiye’de iç savaş ya da darbe eklenmesini kimse istemez” diye yorumladı.

* * *

ABD’nin Ergenekon soruşturmasına tepki olarak meydana gelebilecek olaylara müdahalesi bir tarafa, doğrudan soruşturmayı başlattığı yolunda basında birçok yazı çıktı. Bunlardan birincisi Fehmi Koru’ya aitti. Daha sonra İhsan Dağı ve Mahmut Övür de benzer görüşleri dile getirdi.
Son olarak Taraf’ta yazan Lale Sarıibrahimoğlu da “Ergenekon’da ABD ile uzlaşı oldu mu?” başlıklı yazısında emekli askeri hâkim Ümit Kardaş’ın sözlerine yer verdi:
“TSK bir NATO ordusu. Bizim ordunun NATO standartlarına (orduların demokratik kontrolü) çekilerek, siyasi yaşama darbelerle müdahale edemeyeceği bir uzlaşı olabilir, başta ABD olmak üzere kimi ülkelerle hükümet arasında. TSK’nın, belki Ergenekon operasyonları ile darbe dönemleri kapanabilir, ama bu sivil-asker ilişkileri anlamında TSK’nın, demokratik gözetiminin kolay sağlanacağı anlamına gelmez. TSK kolay değişmeyecek bir kurumdur.”
Sarıibrahimoğlu, daha sonra Amerikalıların Hüseyin Kıvrıkoğlu’ndan ne kadar rahatsız olduklarını örneklerle anlattı.

* * *

Hüseyin Kıvrıkoğlu, ABD’nin hedef tahtasına niçin konuldu? Amerikan politikalarına karşı çıktığı için mi? Amerika’yı ziyaret etmeyen tek Genelkurmay Başkanı olduğu için mi?
Ve daha Genelkurmay Başkanı olmadan, Kara Kuvvetleri Komutanı iken, KKTC’deki tatbikatta Hüseyin Kıvrıkoğlu’na suikast teşebbüsünü kim organize etti?
Olayda Kıvrıkoğlu’nun başının üzerinden geçen mermi, hemen arkasında oturan bir Albay’ın kalbine saplanmıştı!
Kıvrıkoğlu, tankların modernizasyonu İsrail’e verilmek istenince meydana gelen büyük tepkiyi “Anasından Yahudi düşmanı doğanlar buna karşıdır” diye göğüslemek istemişti, ama emekli olunca, Amerika’nın Irak’a saldırısını Fatih Çekirge’ye anlatmış ve “Bu harekât Irak’tan Afganistan’a kadar büyük enerji kaynaklarını hedeflemektedir. ABD, Irak’ı ele geçirince orayı içinde birçok İncirlik’ler bulunan bir üs haline getirecek ve bu üssü asıl büyük hareket ve amaç için kullanacaktır. Bunun içinde elbette İran da vardır. Bu ABD ile Avrupa arasında bir hegemonya savaşıdır. Çünkü 10 trilyon dolarlık milli hasılasına, 8 trilyon dolarlık hasılası ile Avrupa rakip olmuştur” demişti.
Kıvrıkoğlu, “Türkiye ABD’nin bu kararlılığından faydalanmasını bilmelidir” diye de ilave etmişti. Biz o zaman, Amerikan ordusunun 1 Mart tezkeresi ile Türkiye topraklarına yerleşmesini öngördüğünden bu tutuma karşı çıkmıştık.
Diğer Genelkurmay başkanlarına da benzer suikast girişimleri vardır.

* * *

Elimizdeki bilgiler, Amerika’nın kimden, ne için rahatsız olduğunu net olarak ortaya çıkarmıyor. Fakat sürekli bir Amerikan müdahalesi olduğu apaçık ortada!


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

"Susurluk kaza değildi, suikastti"

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 7:38

"Susurluk kaza değildi, suikastti"

Resim

balcicekpamir@haberturk.com


Tuncay Güney’in 2001 yılında anlattıklarını eski Susurluk Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış ile birlikte dinliyoruz. Güney Susurluk hakkında konuşuyor.

“Susurluk Veli Paşa'ya ciddi darbe vurdu. JİTEM dağıtıldı, tasfiye oldular. Ekibi dağıldı.Mehmet Ağar’ı Susurluk kazasından 1 saat önce uyardılar. Yoksa o da orada olacaktı. Ağar’ı uyaran kişinin Sami Hoştan olduğunu sanıyorum. Abdullah Çatlı, İzmit'te Veli Küçük'ün yanına gidip gelirdi.Veli Paşa, Abdullah Çatlı'dan hoşnut değildi.”

Elkatmış “Ne kadar doğru söylüyor bilemiyorum ama Mehmet Ağar konusunda haklı” diye lafa başlıyor.

Ve devam ediyor.

“Biz o dönem komisyon olarak Susurluk’ta yaşanan otomobil kazasının aslında kaza olmadığına karar verdik ama açıklayamadık. Şimdi daha rahat konuşabiliyorum. O bir kaza değildi. Direksiyon uzaktan kilitlendi. Kaza süsü verildi. Mehmet Ağar’a bu suikast önceden haber verildi ve Ağar o otomobile binmedi. Çatlı’nın eşi de ifadelerinde eşinin nasıl son dönemde korku içinde yaşadığını ve çelik yelek giymeye başladığını anlatmıştı. Daha bir çok detay daha var.”

Hep konuşulurdu ama Susurluk Komisyonu Başkanı’ndan duyunca ne yalan söyleyeyim bir garip hissettim. Komplo teorilerine bayılıyoruz tabii ama bu iddia ne kadar doğruydu?

Dayanamayıp Elkatmış’a “Peki bunun kimin yaptığına dair bir bilgiye ulaştınız mı?”

Başını salladı.

“Biliyoruz. Ama geçenlerde sadece ima eder gibi oldum. Dava açtılar. Size de söylemem ne kadar doğru olur bilemiyorum” diye cevap verdi.

Mehmet Elkatmış “Susurluk Ergenekon’un küçücük bir bölümü” diyor.

Ben ise Susurluk döneminde Aktüel Dergisi’nde Necdet Açan ve Serhan Yedig ile yaptığımız haberleri bir bir hatırlıyorum. Neler yaşadığımızı, tehditleri, itirafçıları komisyona götürüşümüzü, dedektif gibi iz sürüşümüzü, bugün her yerde yer alan Yeşil’in fotoğrafını buluşumuzu, Ankara Sheraton Otel’de tartaklanışımı…

Ama en önemlisi umudumuzu hatırladım.

Alev Er yönetimindeki o günkü Aktüel Dergisi ekibi, ışıklarını bir dakika kapatıp açan herkes gibi bir şeylerin çözüleceğine inanıyordu. Müthiş umutluyduk. Sonra o umudu kaybettik.

Bugün ise Tuncay Güney’i dinlerken, söylediklerinin onda biri bile doğru olsa, bu ülke bitmiş diye düşünüyorum.

Sonra aklıma ikizlerim geliyor.

Sahi biz nasıl bir ülke bırakacağız çocuklarımıza?

Ne diyeceğiz, ne anlatacağız?


[img]http://www.haberturk.com/images/ht_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

İbrahim Şahin'i infaz eden dostu!

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 7:41

İbrahim Şahin'i infaz eden dostu!

behic@yenicaggazetesi.com.tr


Size İbrahim Şahin’den dinlediğim bir hikâyeyi aktarayım da, memleketimizin muteber şahsiyetleri hakkında bilgi sahibi olun!
Epey bir zaman oluyor; İbrahim Şahin’le konuşmuştum... Söz kendisi aleyhine en keskin değerlendirmeleri yapan bir ünlü kişiye (siyasi ve medyacı) geldi, kendisine kişisel bir husumeti olup olmadığını sordum... Tam tersi imiş meğerse, araları da çok iyiymiş!.. O (siyasi-medyacı) kişi üstelik bir Susurluk filmi yapma peşindeyken İbrahim Şahin’den hikâyeler ve hatta danışmanlık istemiş... Daha da ilginci, biraz özel bir durum ama aktaracağım; o kişinin çok yakını bir genç kız (siyasi duruşu ve milliyetçiliğe ters tavrı da varmış) İbrahim Şahin’in yetiştirmesi, tavrı duruşu ile Şahin’in izdüşümü bir özel timci gence âşık olmuş, çöpçatanlığı da... Neyse uzatmayalım..
Şu günlerde bakıyorum aynı kişi gene malum matbuata uzman olarak çıkıyor, İbrahim Şahin aleyhine görüş bildiriyor...


İbrahim Şahin’deki bilgiler
Bombalar, tüfekler, darbeler, kazılan topraklar tamam da bu işlerin öteki cephesine şöyle kısaca bir bakış bile neden engelleniyor acaba?..
Ya da şöyle de sorabiliriz...
“Mesela İbrahim Şahin, hiç öğrenmemesi, ilgilenmemesi gereken faaliyetlere, bilgilere ulaşıp durumdan vazife çıkardığı için mi kellesi koparıldı!!?”
Anlattıklarına bakılınca!..
Mesela, hemen hemen tüm medyada yer aldığına göre diyor ki;
“Ermenilerle ilgili istihbarat toplayıp MİT’e ve askeri yetkililere aktardım.”
İbo bu işlerin hocası, çevresindeki gıllıgışlı işlere duyarsız kalması imkânsız.. Şu duyumları almış,
“Hüdai adlı işadamı bana Serpil isimli kadından bahsetti. Ermeni kökenli bu kadının asıl ismi Matit. Erzincan bölgesinde altın arıyordu. Hüdai, bu kadının Güneydoğu’da birçok ilde evler kurduğunu, yurtdışından gelen Ermenileri burada barındırdığını anlattı. Ben de bunu MİT’ten tanıdıklarıma bildirdim. İletince ayrıntılı bilgi istediler. Hüdai de bu nedenle benim için bilgi topluyordu. Diyarbakır’daki Bekir Kalyoncu Paşa da bizden bu kadın hakkında bilgi istedi. Bu telefon konuşmaları bununla ilgilidir.”
Çok ilginç değil mi?!
Bir de “kendisine Sivas ve Kayseri’deki Ermenilerle ilgili istihbarat gönderdiği iddia edilen Fatma Cengiz’le ilgili durum” var. Şahin, Cengiz’in kendisini bir yazarla tanıştırdığını belirterek, “Bu yazar Tomarza’da Ermenilerin aylık olarak toplandığını ve bunların sorumlusunun Sivas’ta kuyumculuk yapan birisi olduğunu söyleyince ayrıntılı bilgi alıp istihbarata bildirmek için çalışıyordum” diyor.
Dahası şöyle...
Fatma Cengiz, DTP içindeki Ermenilerin isimlerini kendisine bildirmiş.. İfadesi şöyle, “İçlerinden 520 kişinin Ermeni olduğunu söyledi. Ben de isimlerini istedim. Sadece bilgi topluyor ve ilgili yerlere iletiyordum.”
İbo bu yüzden derdest edilmişse!.. Olabilir mi?.. Özür kampanyalarına, tavizlere, maç tiyatrolarına, ABD dayatmalarına bakıyorum da... İbo cami duvarına mı...?!.
Artık olabilecek her durum oluyor!..


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Anayasa’ya uygun hafıza kaybı!

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 10:21

Anayasa’ya uygun hafıza kaybı!

fbila@milliyet.com.tr


Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Adli Tıp’ın İbrahim Şahin raporları, Anayasa’nın 104 / b maddesindeki koşulları taşıyacak şekilde düzenlenmiş.
İki raporda da İbrahim Şahin’in ‘travmaya bağlı yakın ve uzak hafıza kaybı’na uğradığı belirtilerek, ‘Hastanın hastalıkları kalıcıdır. Düzelme göstermez’ deniliyor


Ergenekon soruşturmasında tutuklanan Susurluk hükümlüsü, Özel Harekâtçı İbrahim Şahin’in Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından affedilmesine neden olan “hafıza kaybı”nın öyküsü ciddi çelişkiler taşıyor.
İbrahim Şahin’in, Sağlık Bakanlığı Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden, Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu’ndan aldığı iki rapor, “yakın ve uzak hafıza” kaybına uğradığını saptıyor. Cumhurbaşkanı Sezer de Anayasa’nın 104/b maddesindeki hüküm koşullarına uyduğu gereçesiyle Şahin’i affediyor.

Hastalık kalıcı mı?
Şahin’in cezası, sağlık sorunları nedeniyle iki kez erteleniyor. Şahin, erteleme süresi bitmeden önce affa esas olacak rapor için Sağlık Bakanlığı Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvuruyor.
Hastanede 6 uzman doktorun muayenesinden sonra 12.06.2003 tarihli heyet raporu düzenleniyor. Raporda, Şahin’e travmaya bağlı yakın ve uzak hafıza kaybı ve çok ileri derecede işitme kaybı teşhisi konuluyor.
Aynı raporda, Şahin’in için, “Hastanın hastalıkları kalıcıdır. Düzelme göstermez” teşhisi de yer alıyor.
Bu raporun altında şu uzman doktorların imzası bulunuyor:
Dahiliye uzmanı Dr. Ali Yayla, Cerrahi uzmanı Dr. Necmi Kurt, Nöroloji uzmanı Dr. Ülkü Türk, Göz Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Kamil Doğan, KBB uzmanı Dr. Şeref Ünver, Psikiyatri uzmanı Dr. Ayşe Lale Cığsar. Rapor Baştabip Selami Albayrak’ın da imzasını taşıyor.
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Şahin’in “kalıcı ve düzelmeyecek” hastalıkları olduğunu heyet raporuyla saptadıktan sonra, Şahin, bu kez prosedür gereği Adli Tıp Kurumu’na başvuruyor.

Bu da Adli Tıp’ın teşhisi
Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu da Şahin’in durumunu inceliyor ve 27.6.2003 tarihinde teşhisini şöyle koyuyor:
“Osman oğlu 1956 doğumlu İbrahim Şahin’de mevcut post kontüzyonel sendrom sonucu oluşmuş demans arızasının; T.C. Anayasası’nın 104/b maddesinde sözü geçen sürekli hastalık kapsamında olduğu oybirliği ile mütalaa olunur.”
Konulan teşhis, travmaya bağlı bunama-hafıza kaybı anlamına geliyor.
Bu teşhisin altında da şu doktorların imzası bulunuyor:
Kurul başkanı Uzman Dr. Nur Birgen, Ortopedi ve Travmatoloji uzmanı Op. Dr. M. Oktan Aktürk, Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Can Ö. Gökdoğan, Nöroloji uzmanı Prof. Dr. Hayrünnisa Denktaş, İç Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Esin Öztürk, Göğüs Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Sema Umut. Rapor Adli Tıp Kurumu Başkanı uzman Dr. Keramettin Kurt imzasıyla Pendik Cumhuriyet Savcılığı’na, oradan da Adalet Bakanlığı eliyle Cumhurbaşkanlığı’na gönderiliyor.

Kayıp hafızayla dilekçe!
Kalıcı ve düzelme göstermez biçimde bunama-hafıza kaybı teşhisi konulan İbrahim Şahin, bu “hafızayla” Cumhurbaşkanlığı’na tarihsiz bir dilekçe yazıyor. Dilekçede durumunu, hafızasını kaybetmiş biri için çok iyi sayılabilecek ifadelerle anlatıyor ve affedilmesini talep ediyor. Şahin durumunu özetledikten sonra dilekçenin son paragrafında şöyle yazıyor:
“Sağlığımın sürekli bozukluğunu kanıtlayan raporlarım Pendik savcılığının 2002/218 D-İŞ sayılı dosyasında bulunmaktadır. Gerekirse bu raporların asılları mahallinden celp edilerek sürekli hastalığım sebebiyle kalan cezamın Zat-ı Alinizce Anayasamızın 104’ncü maddesi 2. fıkrası ve b bendi gereğince AFFEDİLMESİNE, emir ve müsaadelerinizi en derin saygılarımla arz ve istirham ederim.”

Sosyal hafıza yerinde
Cumhurbaşkanı Sezer, söz konusu rapor gerekçesiyle Şahin’in cezasını affediyor.
Şahin ise “kalıcı-düzelme göstermez” denilen kayıp hafızasıyla çalışmalarını sürdürüyor. Ergenekon soruşturmasında kendi ifadesine göre, istihbarat toplamayı sürdürüyor. Aktütün Karakolu’na saldırı yapılacağını “sosyal ortam”daki arkadaşlıkları vasıtasıyla MİT’e bildiriyor. DTP’deki Ermeni vatandaşlarımız hakkında bilgi topluyor.
Evinde silahlar, krokiler, suikast ve eylem planları çıkıyor. Krokiye göre, Gölbaşı’nda yapılan kazıda cephanelik bulunuyor.
Bu hafızayla, bu işleri nasıl yapıyor sorusu ise yanıtsız kalıyor!

Resim

İbrahim Şahin, Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu’ndan uygun raporları aldıktan sonra af için Cumhurbaşkanlığı’na başvurdu.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Haham vizyonda!

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 10:25

Haham vizyonda!

gmengi@gazetevatan.com


Tuncay Güney’in 2001’de polise anlattıkları, Ergenekon davasının temelini oluşturmuştu.

Bu görüntülü ifade zabıtları dün bir anda TV’lerde yayınlanmaya başladı.

Genç bir adam, uyuşturucudan terör cinayetlerine ve siyasi komplolara kadar onlarca esrarengiz olayı ve karmaşık ilişkileri uzman edası içinde anlatıyordu.

Sıradan insanların hafıza kapasitesini aşan bilgiler, pek çoğumuzun şarlatan diye baktığı bu adama ajan sıfatını daha fazla yakıştırıyordu.

Kanada’da oturup Türkiye’de deprem yaratabilen Tuncay Güney’in bu bantları zaten Ergenekon iddianamesinin temeli olmuştu. Yani savcılar ve mahkeme yeni bir şey öğrenmeyecektir.

O zaman yasaları ihlâl etmek pahasına bu bantları kamuoyuna açık hale getirmenin amacı nedir?

Kendiliğinden oldu veya kurgulandı, hiç fark etmez... Tuncay Güney’in bantları mahkemenin gidişini ve sonucunu etkilemeyecektir ama toplumu etkileyecektir.

Çünkü iktidarın niyet ve hevesleri, üretilen suçlamaların inandırıcı olmasını önledi. Halkta uyanan “fasa fiso” atmosferini toprağa gömülü cephaneliklerin açığa çıkarılması etkiler gibi oldu ama yine de hedeflenen kitle desteği sağlanamadı.

Ve sonuçta sahte hahamın etkileyici ifadelerine halkı doğrudan muhatap kılmanın iyi bir fikir olacağı hesaplanmış olmalı ki, bant yayınının yolu açıldı.

Yüze yakın kişinin, ağır suçlamalara hedef yapılarak hakları çiğneniyor, suç işleniyor. Ama bu durum, ülkeyi yöneten zihniyetin ölçülerinde önem taşımıyor.

Siyasi komplolar ve cinayetler planlayan bir örgütle devlet arasında seçim yapmaya halkı mecbur bırakacak her tezgâh galiba sonuna kadar denenecektir.

Halbuki biz, Gladyo kalıntısı son gruplar varsa eğer, bu fırsatı kullanarak temizlenip kurtulalım diye hayal kuruyoruz, adalet bir an önce tecelli etsin istiyoruz.

Ama iktidara bu kadarı yetmiyor.

İktidar Ergenekon’u, muhalifleri korkutabileceği bir zindan gibi uzun süre kullanmak istiyor.

Gizli dinlemeler ve fişlemelerle kurduğu düzenin kendisine güç, topluma da itaat duygusu vereceğini zannediyor.

Yanılgısından doğacak zarar, dileriz yalnız kendisi ile sınırlı kalır!

*****

İki tespit, bir uyarı

Bir tespit: İktidar kadrolaşmada kendi rekorunu Şanlıurfa’da kırmış bulunuyor.

Vali bey, AKP belediye başkanı adayının belirleneceği temayül yoklamasına katılarak etkide bulunduğu için zarar gören adayların tepkisini çekti.

İçişleri Bakanı ne der bu duruma bilemeyiz. Halkı asıl ilgilendirecek nokta kadrolaşmanın ulaştığı boyuttur.

Vali Yusuf Yavaşcan iktidardan yana taraf olmayı aşmış, parti içinde hizip olmuştur.

Yakında onu çok önemli görevlerde görebiliriz!

İkinci tespit Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ten geldi. Prof. Öztürk, Deniz Feneri olayının dinin kullanıldığı bir dolandırıcılık olduğunu böyle 30 tane olay yaşandığını, iki devlet bütçesi büyüklüğünde paranın “Allah ile kandıranlar” tarafından çalındığını anlattıktan sonra iktidarın Deniz Feneri’ni unutturmayı başardığını hatırlattı.

Uyanmak gerekiyor..

Ve uyarı: Yeniden asılan seçmen kütüklerindeki hataların sürdüğüne dair çok şikâyet geliyor. AKP dışındaki partiler yeteri kadar çalışmıyor. İlk askıda isimlerini görenler dahi tekrar kontrole gitmeliler.

Çünkü ilk listede olduğu halde ikincide adı bulunmayan seçmenler var.

Unutmayalım; son pişmanlık fayda vermiyor!


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ankara başkent olalı...

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 21:44

Ankara başkent olalı...

ismet.solak@gazeteport.com.tr


ANKARA durduk yerde, sırf coğrafi konumu yüzünden Başkent yapılmadı.

Selçuklu Devleti parçalandıktan sonra, hemen her yörede beylikler kurulurken, Ankara halkı çağa göre çok ileri bir adım atmıştı. “Cumhuriyet Yönetimi ” uygulamaya başlamıştı.

Büyük Atatürk, gazeteci Yunus Nadi ile yaptığı söyleşide, bunu açıkça söylemişti.

Ancak, Ankara Başkent olalı, son günlerdeki kargaşayı ve ürküten tabloları yaşamadı.

Nereyi kazsanız, silah ve cephane çıkıyor.

Kah kazma ile, kah keçelerle…toprak biraz deşilince, pırıl-pırıl lav silahlarından tutun da, tabancalara, keleş denilen terör silahlarına, el bombalarına, patlayıcılara, sayısız mermilere kadar adeta cephanelikler ele geçiriliyor. Hepsi de gıcır, gıcır. Ne tozlanma var, ne bozulma...

Hepsi de sapasağlam!

Gölbaşı’ndan sonra , AOÇ arazisinde Atatürk evi ve büyük kurtarıcının en sevdiği dinlenme yeri olan “Koliba” çevrelerinde de silahlar ve çok sayıda cephane ele geçirildi,

Sincan’ın Zir Vadisi diye bir yer varmış, 50 yıldır Ankara’dayım, ilk kez duydum.

Yakalanan bir Yarbayın krokisi bulunmuş ve ona dayanarak yapılan kazıda oradan da silahlar ve cephaneler çıktı. Yüz yıllar ötesinden gelen Ankara, böyle bir manzara görmedi.

Kazılarda öğrendik ki, ZİR Vadisi, Yıldırım Beyazıt-Timur arasındaki Ankara Savaşı’nın yapıldığı yermiş! Ama, Ankara o dönemden sonra bu vadiye pek önem vermemiş olmalı. Çünkü, kazıda bazı tarihi eşyalar da çıktı. Oysa bunlar çoktan ortaya çıkarılabilirdi…

Son günlerde ortaya çıkarılan silahların özellikle Ankara’da bulunması, Başkentlileri tedirgin etti. Hemen her meslekten insan, gazeteci dostum Ali Sirmen’in dediği gibi, “Acaba sıra ne zaman bana gelecek?” sorusuyla kuşkulanmaya başladı. Uykular ve huzurlar kaçtı!

Kazılardan sonra, dün de tuhaf bir şekilde Demetevler Parkı ile ORAN civarındaki bir iş merkezinde. Bir market önünde poşet içinde G-3 mermileri bulundu.

Velhasıl, Bayburt’a gelen Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserinden sonra söylenen lafa benzedi Ankara.. Hani, konserden sonra halka “Nasıl buldunuz müziği?” diye sormuşlar da, vatandaşın biri, “Bayburt, Bayburt olalı böyle zulüm görmedi!” demiş ya!

“Ankara Başkent oldu olalı, böyle bir korku tüneline girmedi!”

Peki, toprağa gömülen silahların bulunmasından memnun değil miyiz? Aksine, eğer dava buysa, alkışlıyorum.. Ancak, anlamakta güçlük çektiğim sorun başka.. Ümraniye’de ele geçirilen bombalar için Veli Küçük, Muzaffer Tekin gibi isimlerin içeri alınması çok iyi. Fakat, aynı gruba Prof. Kemal Alemdaroğlu ve mesleğimizin yüz akı olan İlhan Selçuk gibi bir üstadın nasıl sokulduğunu kavrayamıyorum.

Daha sonraki operasyonlarda, örneğin 10. dalgada, silahları çalan yarbayın krokisi varken, Susurluk olayından sonra mahkum olan İbrahim Şahin’in notlarına bakarak silah ve cephanelere el konulacağına, neden acaba aynı grubun içine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, MGK eski Genel Sekreteri, eski Kuvvet Komutanı , YÖK eski Başkanı falan katılıyor?

Yani, bu tür terör örgütleri veya darbelerle uzaktan yakından ilgisi olmayan ve aksine terörle mücadeleyi kendilerine şiar edinmiş saygın kimseler şaibeli insanlarla aynı kefeye konuyor? Anlam veremediğimiz nokta işte budur.

Devrimci insanlar, darbeci değildir. Buna açıklık getirelim. Atatürk Devrimcisi ve Atatürk Milliyetçisi insanlar, milleti bölüp parçalamak istemez. Huzur ve barışı bozacak darbe hazırlığının içinde bulunmazlar. Aksine.. Atatürk milliyetçileri, milli birliğe ve dirliğe önem verirler. Vatanı bölecek eylemlere göğüslerini siper ederler.

Atatürk Devrimciliği, ilericiliktir. Devrimciler daima ileriye gitmek, çağdaş uygarlığın üstüne çıkmak için büyük ülkü sahibidirler. Daima yeniliğe, değişime ve sürekli gelişime önem verirler. Atatürk Devrimcileri akılcı, bilimden yana ve gerçekçi insanlardır..

Ergenekon operasyonlarının sanki bu ülküye bağlı Atatürk Milliyetçilerini, kurtuluş ve kuruluş felsefesine ödünsüz bağlı olan Atatürk Devrimcilerini hedef alıyor izlenimini veriyor.

Soruşturmaların bazı yandaş gazetelerde ve malum köşe yazarlarında gizliliğe asla uyulmadan açıklanması, kişiler arasındaki çok özel telefon konuşmalarının, insanların ailevi ve toplumsal konumlarını sarsacak bilgilerle kamuoyuna yansıtılması içimize sinmiyor.

Hatta son günlerde “yeni ve çok daha sert bir dalga geleceği” yazılıyor.

Eski Genelkurmay Başkanlarından birinin, bazı gazete yöneticilerinin ki, tanımlanan tarife göre Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök işaret ediliyor, yeni bazı öğretim üyelerinin, emekli diplomatların, gazetecilerin içeri alınacağı yazılıyor.

Böyle yazıların ne vicdana, ne meslek ahlakına, ne de hukuka uygun yanı yoktur, Bn ne sorumsuzluk, bu nasıl bir vicdansızlıktır?

Bu nedenle işte, Ankara Başkent olalı, böyle bir Makyevelist ortamı görmedi!

Yarın bir gün, bu iftira ve ihbarları yapanlar, kendi kendilerini de kötüleyeceklerdir. İnanın bana.. Çünkü bunlar korkaktırlar. Biraz üstlerine gitseniz, hemen öterler!

Bizler teröre ve ülkeyi karıştıracak örgütlenmelere karşıyız. Çünkü biz bu ülkede barış istiyoruz, huzur istiyoruz, kardeşlik ve dayanışma istiyoruz. Bizler fitne fücur nedir bilmeyiz. Merkezi insan olan sevginin sevdalı neferleriyiz. Laik Cumhuriyete ve bu güzel Vatana bağlılığımızın temelinde kişisel çıkarımız yoktur.

Tek isteğimiz vardır; “Her şey vatan için!”


[img]http://www.gazeteport.com.tr/stellent/fragments/gp_assets/images/gazeteport_small.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekon kolay bitmeyecek

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 21:49

Ergenekon kolay bitmeyecek

mabirand@e-kolay.net


Eğer bu işin sonuna gelindiği gibi bir izlenimizi varsa, unutun. Her yeni gözaltı başka bir kapı açıyor, yeni bir soruşturma başlatıyor. Hele hazırlıklı olalım. Eğer söylentiler gerçek çıkarsa, olayın daha da genişlemesini bekleyin.

Ergenekon, toplumdaki bölünmüşlüğü giderek daha da arttırıyor. Soruşturmayı sürdüren ve de yönetenler mutlaka ne yaptıklarını biliyorlardır. Ancak “tarafsızlık” adına konuşmak istemediklerinden dolayı olacak, gelişmeler kamuya tam yansıyamıyor. Tam olarak ne yapılmak istendiği anlatılamıyor. Daha da kötüsü olay giderek siyasileşiyor.

Bir kesim, “cumhuriyet değerlerini korumak” adına faaliyet gösteren muhalif güçlerin yok edilmek istendiğine inanıyor.

Bir başka kesim, toplumda kargaşa yaratarak Silahlı Kuvvetleri müdahele etmeye zorlamak isteyenlerin yakalandığına inanıyor.

Şimdiye kadar 10-11 gözaltı dalgası yaşandı. Genel beklenti veya genel kanaat, artık gözaltılar dalgasının sonuna gelindiği şeklinde.

Ben sanmıyorum.

Edindiğim izlenim her gözaltı ve her yeni aramanın soruşturmalarda yeni bir kapı açtığı, dükkanın “artık yeter” diye kapanmayacağı, hatta bir süre sonra daha da önemli bir dalga ile karşılaşacağımız yönünde.

Ergenekon hakkındaki spekülasyon soruşturmaya şu veya bu şekilde katılanlar tarafından da giderek artan bir rahatsızlıkla izleniyor. Ancak, çeşitli gerekçelerle “ bu davayı yönetenler” sessizliğini sürdürüyorlar ve “artık söz yargıçların” demekle yetiniyorlar.

Ancak, bazı soru işaretlerinin arttığını da unutmamaları gerekiyor.

Gelecek olan 2 inci iddianameden ne çıkacak bilemiyorum. Ancak şu ana kadar ki veriler, kamuoyunun gözünde “muhalefet etmekle, suç örgütü üyesi olmak” arasındaki sınırın pek net şekilde ve inandırıcı delillerle ortaya koyulmadığıdır. Toplanan yeni deliller ve bir süre sonra açıklanacak olan yeni iddianame bu zayıf halkayı ortadan kaldırır ve somut bir bağ ortaya çıkarırsa ne ala. Aksi halde, Ergenekon soruşturması beklenen (en azından varması gereken) sonuca varamayacaktır.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Bu da Tuncay Güney bombası!

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 21:55

Bu da Tuncay Güney bombası!

mtezkan@gazetevatan.com


Ergenekon meselesinde dehşet verici bir olay daha yaşandı..

Dehşet verici sözcüğünü özellikle seçtim..

Çünkü izlerken dehşete düştüm..

Her şeyi bilen adam muamelesi çekilen Tuncay Güney var ya.. Adı bütün Türkiye’ye ezberlettirilen adam..

Bu adamın 2001 yılında polise verdiği ifadenin kasetleri dağıtıldı.. Her türlü ilişkinin içinde var!

Hizbullah’ı da biliyor, PKK’yı da..

Komutanlar arasındaki çekişmeden tutun da, istihbarat örgütleri arasındaki savaşa kadar..

Kim kiminle dost..

Kim kiminle düşman..

Kimin eli kimin cebinde, ne ararsan var..

Peki söyledikleri doğru mu?

Bir kısmı doğru da bir kısmını uyduruyor mu?

Bilmiyoruz..

*


Belli, bu işlere meraklı.. Birilerinin onu kullandığı da ortada.. Belki de sağdan soldan okuduklarını, duyduklarıyla birleştirmiştir.. Güzel bir senaryo haline getirip polise ‘hava’ atmak için söylemiştir.. Kendine ‘mühim adam’ muamelesi çekilmesi için!

Ne biliyoruz!

Güney o tarihten sonra yurt dışına tüymüş, bir daha da ifadesi alınmamış.. Arada sırada televizyonlara bağlanıp ahkâm kesiyor..

Soruyorum..

Böyle ‘şaibeli’ bir adamın verdiği ifade servis edilir mi? Yüzde yüz doğruymuş gibi dağıtılır mı?

Diyelim ki doğru..

Peki bu her şeyi bilen adam Ergenekon soruşturmasının neresinde?

Sanık mı?

Tanık mı?

Nedir..

Bu kadar çok şeyi bildiğine göre örgütün lideri olmasın!

*


Güney’in ifadesinde adı geçenlerin durumu ne olacak? Yarından itibaren hepsine ‘Ergenekoncu’ gözüyle mi bakacağız?

Mesela Sabah Gazetesi’ne, Milliyet Gazetesi’ne nasıl alındığını anlatıyor.. Getir-götür işleri yapmış.. Peki ona iş veren, onu ‘ofisboy’ yapan kişileri de aynı kefeye mi koyacağız..

Yoksa kamuoyunun kafası daha da mı karışsın isteniyor?

Vay be diyelim, kimler ne ilişkiler içindeymiş. Medyası, polisi, askeri, iş adamı iç içe..

Al takke ver külah..

Polise verilen her ifade doğru kabul edilip yayınlanırsa Türkiye’nin vay haline..

*


Güney 2001 yılında ifade verdikten sonra ne yapılmış?

Hiç!

Güney’in bu bilgileri kendiliğinden verdiği ortada.. Oto kaçakçılığı ile ilgili bir soruşturma nedeniyle gözaltına alınıyor, hadi gelmişken şunları da anlatayım diyor..

Polisler bilgi sahibi olsun!

Sekiz yıl sonra söyledikleri ekranlarda..

Gerçekmiş gibi..

Dehşet verici olan bu..

*


Diyelim Güney’in söyledikleri o gün ciddiye alınmadı, daha sonra önemli olduğu ortaya çıktı..

Diyelim ki böyle..

Peki söyledikleri doğru mu, değil mi diye soruşturulmaz mı? 28 yaşındaki bir adamın her söylediği doğru kabul edilir de önemli belge diye yayınlanır mı?

Anlamış değilim..

Hem de Ergenekon meselesinin doğru bir kanala girdiği, ana yolunu bulduğu şu günlerde..

*


Düne ilişkin küçük bir notum daha var..

Bazı kişiler ısrarla yazıyor; sırada merkez medyadan bazı isimler de var.. Onlar da içeri alınacak diye..

Böyle bir dalga gelse ne mutlu olacaklar!

Bunu yazan kişi telaşlanmayın diye uyarıyor.. Herkes değil diyor; savcılar ibişlerin değil, kocabaşların peşinde..

Kendinden emin!

Herhalde ‘ibiş’ sınıfına girdiği içindir..


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Bizim işimiz gerçeklerle dedikodularla değil!

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 21:59

Bizim işimiz gerçeklerle dedikodularla değil!

mehmetyilmaz@hurriyet.com.tr


BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan "sevsinler seni" diye çıkışınca tam siper olan Fehmitaha Korukıvanç, dünkü köşesinde şöyle yazmış: "Hürriyet gazetesi yönetici ve yazarlarının Ergenekon gerçeğini kabul günü!"

Yazısında Ertuğrul Özkök’ün, Oktay Ekşi’nin ve benim yazılarımdan alıntılar yapıyor ve bizim "Ergenekon örgütünü yeni yeni anladığımızı" iddia ediyor. Bundan sonra gözü üzerimizde olacakmış, öyle yazıyor!

Çok kimlikli bu yazarın anlayamadığı konu şu: Bu gazetede ilk günden beri devlet içinde yuvalanmış yasadışı örgütlenmelerin ve antidemokratik girişimlerin cezalandırılması savunuluyor.

Bizim yayınlarımıza yön veren temel saik, Ergenekon savcısının ya da polis içine yuvalanmış Fethullahçı çetenin talimat ve sızdırmaları ve bu konu üzerinde yaratılan dedikodu tufanı değildir.

Elle tutulur, somut gelişmeler olduğunda, tıpkı son ortaya çıkan cephanelikler gibi, bu gazetede ayrıntılı olarak yer bulur.

Ergenekon örgütü ile ilgili dava sürecine ve soruşturmanın yürütülme biçimine yönelik eleştirilerimizin nedeni, bu soruşturmanın AKP’ye muhalif çevreleri sindirmek için de kullanılıyor olmasıdır.

Yazımdan geniş bir bölüm aktaran çift kimlikli yazarın şu bölümü atlaması ilginç: "Asıl amacın, yüzlerce faili meçhul cinayetin, terör eylemlerinin ve yasadışı faaliyetin odağı olan bir devlet içi gizli örgütü cezalandırmaktan çok, bundan yararlanarak laik muhalefeti cezalandırmak olduğunu düşünmemin nedeni budur."

Evet, böyle düşünüyorum: Bu dava AKP muhaliflerini sindirmek için bir araç olarak kullanılıyor, iddianame o kadar özensiz ve kötü yazıldı ki asıl suçluların yakayı kurtarmaları mümkün olabilir, dava süreci sanıkların insan haklarına saygı açısından tam bir rezaletti!

Bu gazetede eleştirilen budur. Ergenekon isimli örgütün ve marifetlerinin açığa çıkarılması değil. Bizim yazılarımız üzerine "Gerçeğin Kabul Günü" başlıklı bir yazı döşenen bu arkadaş Deniz Feneri ile ilgili gerçekleri bakalım ne zaman kabul edecek?

Gözüm üzerinde olacak!

Başbakan, gelecekte ne olacağını biliyor

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Ergenekon Soruşturması kapsamında yapılan aramalarda ele geçen silah ve mühimmat için bakın neler söyledi:

"Harbe mi gidiyoruz ya, nedir bu? Bu ülkede neler olmuş, neler oluyor kim bilir. Bunlar daha işin başı."

Bu konuşmayı kendim kulaklarımla duymadım ama dün bütün gazeteler, Başbakan’ın AKP TBMM Grup toplantısında yaptığı konuşmanın bu bölümünü, bu şekilde vermiş.

Şunu merak ediyorum: Bağımsız yargı tarafından sürdürülmekte olan bir soruşturmada, daha işin başında olunduğunu başbakan nasıl ve nereden biliyor?

Normal olarak, Başbakan’ın da gelişmeleri bizler gibi takip ediyor olması gerekir. Yani, savcılık bu konuda kamuya açık bir adım attığında öğreniyor olmalı.Ama bakın Başbakan ne diyor: Daha işin başındayız!

İki olasılık var bu durumda.

1- Başbakan, savcılık tarafından özel olarak soruşturmanın gelecekte alacağı seyir ile ilgili olarak bilgilendiriliyor.

2- Polis içinde savcılıktan habersiz olarak Başbakan’a da bilgi aktaran birileri var.


Her iki durum da soruşturmanın gizliliği kuralı ile çelişiyor.

Dava üzerine siyasi bir gölge düşürüyor, davanın bizzat Başbakan tarafından yönlendirildiği iddialarını güçlendiriyor.

Bu çok önemli soruşturmanın bu tür "dedektiflik hevesleriyle" yolundan saptırılmaması için, Başbakan’ın bu işten biraz uzak durması gerekiyor.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Mesut Yılmaz: Emniyet istihbaratı F-tipi

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:13

Mesut Yılmaz: Emniyet istihbaratı F-tipi

myetkin@radikal.com.tr


Önceki akşam NTV’de Can Dündar’ın programında eski başbakanlardan, şimdi Rize Bağımsız Milletvekili Mesut Yılmaz ile birlikte konuklar arasındaydık. Yılmaz’ın özelliği, 1997’de Susurluk Raporu’nu yazdıran Başbakan olması.
Susurluk’un üzerine gereğince gidilseydi, belki de Ergenekon olayının böyle patlamayacağı kanısı giderek yaygınlaşıyor.
Gerçi Susurluk davasıyla Ergenekon davasının önemli bir farkı var. O da Ergenekon davasında, henüz iddianameye yansımamış olsa da, fonda bir hükümet darbesi teşebbüsü, ya da en azından kışkırtıcılığı savının bulunması.
Yılmaz o yüzden programda dedi ki:
“Şu andaki gidişatla sağduyulu hiçbir şeyin çıkmayacağı kanaatindeyim. Ucu açık
soruşturma olmaz.”
Sonra ilginç bir yönde devam etti Yılmaz: “Grupların içinde farklı hizipleşmelerin olduğunu görüyorum. Bizzat Emniyet kaynaklı bilgiler geliyor ki, Emniyet içinde filan tipi yapılanmalar oluyor. İstihbarat diyorlar, tamamen F-tipi. (Can Dündar burada ‘Yani Fethullah Gülen mi?’ diye araya girdi, Yılmaz karşı çıkmadan sürdürdü) Bunu söyleyen Emniyet mensupları. Emniyet içerisinde işler bu kadar vahim, bu raddeye gelmişse, bu belki Susurluk döneminden daha vahim bir gelişmedir. Yani burada her türlü manipülasyona açık olmak lazımdır.”
Daha önce bir cezaevi türü olarak bilinen F-tipi sözcüğünü siyasi lügatımıza ilk dahil eden kişi CHP lideri Deniz Baykal olmuştu. Baykal, AK Parti hükümetinin “kendi derin devletini” kurma çabasında ‘F-tipi’ örgütlenmeye yaslandığı suçlamasında bulunuyordu. F-tipi derken, Yılmaz gibi, Baykal da Fethullah Gülen cemaati mensup, ya da sempatizanlarını kastediyordu.
Elimde bir belge var. Benzerleri Ergenekon dava dosyalarında yer alıyor. Dönemin Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel 16 Temmuz 2001’de İstanbul DGM Başsavcısı’na yazarak ‘Fethullah Gülen ve grubu hakkında proje grubu oluşturulmasını’ istemiş. Oluşturmuşlar, çalışmışlar. Sonuçları 26 Ağustos 2002 tarihinde Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ‘Gizli’ yazıyla gönderilmiş.
Saçan bu resmi yazıda şundan yakınmış: “Bu grubun Emniyet ve özellikle İstihbarat ve Kaçakçılık ve Organize Suçlar” dairelerindeki “işbirlikçileri” nedeniyle çalışmalar tamamlanamıyor. Çünkü, diyor Saçan, GSM dinlemeleri Ankara’dan yapılıyor, “çalışmaların gizliliği ortadan kalktı”, “bu grubun üyelerinin haberi olmadan dinleme olanağı mümkün değil.” Saçan yine de dönemin Zaman Gazetesi İstihbarat Müdürü Faruk Mercan’ın telefonu’un da dinleyerek bazı meslektaşlarını Gülen grubundan diye ihbar etmiş.
Saçan’ın ihbar ettiği polislerin F-tipi örgütlenmeye ait olup olmadıkları konusunda elde başka kanıt yok. Aralarında il emniyet müdürü olan da var. Ancak bir kişi diğerlerinden öne çıkıyor. Yükselmesinin bu gruba bağlı olup olmadığını tartışmadan, işinde gerçek bir uzman olduğu söylenebilir. Sadece Polis Akademisi’ni değil, 1996’da ABD’de FBI akademisini de bitirmiş. 1996-2005 yıllarında Ankara’da Emniyet Genel Müdürüğü’nde İstihbarat Müdürü olarak çalışmış. Geniş bilgisayar hâkimiyetiyle, bu dönem İstanbul’daki kamerayla sokak izleme sistemi MOBESE’yi kuran ekibin başında yer almış. (MOBESE’nin B’sinin o olduğu söyleniyor.) Başarıları olan bir polis şefi olarak 2006’dan bu yana da Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nda (TİB) Teknik Daire Başkanı, Basri Aktepe. Yani TİB’e gelen dinleme, izleme talepleriyle o ilgileniyor.
Doğrudan Başbakan Erdoğan’a bağlı ve ona hesap veren TİB, yasadışı oluşum üye zanlılarından başka neleri, nereleri izliyor? Kamu görevlilerinin telefon görüşmelerinden, üniversite mensuplarının e-posta yazışmalarına, savcı ve hâkimlerin elektronik hesap hareketlerinden gazetecilerin günlük gevezeliklerine dek neler buna dahil? Alınan izin gereği, kuşku duyulan her şeyin buna dahil olması normal mi? Kuşkunun sınırlarını, neyin muhalif düşünce ve yasal eylem, neyin suç olduğunu kim belirleyecek? Hâkim mi, polis mi? Yılmaz da, Baykal da sanırım biraz da bu yüzde durum vahim diyor.
Diğer isimlere ne mi oldu? Saçan’ın cevap yazısı İstanbul DGM tarafından kendisine iletildikten kısa süre sonra Nuh Mete Yüksel’in bir otelde bir hanımla birlikte gösteren görüntüleri basına sızdı. Montajdır, komplodur tartışmaları arasında (ardından çok kişi gözyaşı dökmemiş olsa da) Yüksel AK Parti’yi iktidara getiren 3 Kasım seçimlerinden iki hafta kadar önce görevinden alındı. Meslek hayatı iniş çıkışlarla geçen Saçan ise halen Ergenekon tutuklusu olarak cezaevinde.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Haksız mı?

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:27

Haksız mı?

oeksi@hurriyet.com.tr


TAHA Akyol dünkü yazısında uyardı. Verdiği bilgiye göre YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu kamuoyunun yoğun ilgi gösterdiği son soruşturmaları ve siyasi iktidarın yargı ile ilgili uygulamalarını hedef alan birkaç gün önceki sert açıklamayı, Yargıtay binasında düzenlediği basın toplantısında yapmış.

Eminağaoğlu’nun Yargıtay’da "savcı" sıfatıyla görevi var ama aynı zamanda Yargıçlar ve Savcılar Birliği isimli derneğin başkanı. Zaten basın toplantısını da o sıfatla düzenlemiş.

Akyol açıklamanın içeriğine girmemiş. Keşke girse de "Eminağaoğlu eleştirilerinde haklı mı haksız mı?" konusundaki düşüncelerini yazsaydı.

Ama biz yazacağız.

Eminağaoğlu’na ulaşamadığımız için o açıklamayı niçin Yargıtay binasında yaptığını öğrenemedik. O kayıtla belirtelim ki Akyol’un eleştirisi bize çok haklı göründü. Bir dernek adına yapılan açıklamanın mekanı Yargıtay olamaz. Eminiz hukukta "usul"ün "esas"tan önce geldiğini Eminağaoğlu da bilir. O nedenle bu hatayı bir kere yaptıysa bir daha tekrar etmemelidir.

Ancak bu açıklama dolayısıyla Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in verdiği demeci ve bir de açıklamanın içeriğini ele alınca insan ister istemez konunun özüne yani esasına girmeye kendini mecbur hissediyor.

Sayın Bakan’a göre "YARSAV" artık "YARSAP" yani "Yargıçlar ve Savcılar Partisi" olmuş, yani o kılığa bürünen bir dernekmiş.

Peki ama ne demiş de "YARSAP" olmuş?

Kamuoyunu yoğun şekilde meşgul eden "Ergenekon" soruşturmasında "arama kararları, arama gerçekleşmeden devlet televizyonunda duyuruldu" demiş.

Yalan mı?

"Gizlilik taşıyan soruşturma bilgileri(nin) daha işlem yapılmadan ya da yapılır yapılmaz medyanın eline geçmesi sağlanarak (bu bilgilerin) medya infazları için kullanılması kural haline getirildi" demiş.

Yalan mı?

"Soruşturma sürecinde haber alma hakkının ötesinde tüm bilgilerin medyaya sunulması, görsel olarak medyaya verilmesi, soruşturma ve yargılamanın yargı organlarına bırakılmaması, yargı ne karar verirse versin, medya yoluyla kamuoyunda yargılama yapılması sonucunu doğurmaktadır" demiş.

Yalan mı?

"Soruşturma ve yargılamalar, yargı organlarına bırakılmalıdır" demiş.

Yanlış mı?

"Soruşturmalarda bizzat savcı tarafından kullanılması gerekli ve zorunlu olan yetkilerin" fiilen polise bırakılmış olmasının "hukuka ve yasaya aykırı olduğunu" ifade etmiş.

Yalan ve yanlış mı?

"Telefon dinleme" konusundaki "hukuksuzluğun" derhal giderilmesini istemiş.

Yanlış mı yapmış?

"Yargının bağımsız olmadığını" ifade etmiş. Aynı şeyin Adalet ve Kalkınma Partisi Programı’nda da aynen bu şekilde ifade edildiğini anımsatarak soralım:

Yanlış mı konuşmuş?

Adalet Bakanı Şahin bunlara karşı çıkacağına "yanlışları düzeltme" sözü verse daha iyi olmaz mıydı?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Telefonlar, kasetler, seksi skandallar...

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:40

Telefonlar, kasetler, seksi skandallar...

rmuhtar@gazetevatan.com


Aylarca en mahremine kadar telefonlar dinlendi... İnsanların arasındaki en mahrem, özel konuşmalar deşifre edildi, yayınlandı...

İnsanlar itibarsızlaştırıldı, özel hayat tarumar edildi, herkes ve herşey belden aşağı bir seks kasetinin bayalığında ucuzlatıldı...

“Telefonlar dinleniyor, özel hayat kalmadı... Korku imparatorluğu etrafımızı sardı...” derken, emekli albay bir avukatın bürosunda çıkan seks kasetleri, yüzümüze beton gibi çarptı...

Adam avukat değil, şantajcı sanki...

Bürosunda çıkan 51 numaralı DVD porno kaseti gibi... Orgeneral ...’nın gayri resmi iletişim ve imaj danışmanı olarak görev yapan Doç. Dr. ... ile faaliyetleri...

i i i

Yargıtay isimli yedi sayfalık dökümanda Yargıtay mensuplarının özel ve kişisel bilgilerinin fişlenerek kayıt altına alınması...

***

Bazı askeri personelin özel ve kişisel bilgileri...

***

Dinci kamu personeli başlığı altında 5763 kişiye ait fişleme amaçlı kişisel kayıt...

***

Devleti yönetenler başlıklı dökümanda Başbakan, TBMM Başkanı, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı, hükümet üyeleri, bürokratların kişisel bilgileri...

***

Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ... hakkında bilgi notları...

Direkt fişlemeye amaçlı kayıtlar...

***

DVD içerisinde ‘Yargıtay Üyesi ... Kaçamak’ başlıklı dökümanda özel ve kişisel resimleri, aynı klasör içerisinde bulunan ... Başsavcısı’nın ... ile ilişkisi, iki erkek bir kadın şahsa ait gezerken çekilmiş gizli kamera kayıtları...

***

Cumhuriyet Savcısı ... ile Cumhuriyet Savcısı ...’nın 23-24 Ağustos Muğla Köyceğiz kaçamakları görüntüleri...

***

... ve metresi başlıklı özel dosya ve elde edilen gizli görüntüler...

***

Adli Yargı çevresi başlıklı klasör içinde bulunan .... Mahkeme Başkanı’nın İstanbul kaçamağı isimli gizli çekildiği anlaşılan kamera görüntüleri...

***

Yargıtay ... Ceza Dairesi üyesi .... ve fahişe ...’nun Hoşdere’deki evi isimli klasördeki video görüntüleri...

***

.... oğlu ve ... ve dostu isimli klasörlerde 43 adet uygunsuz fotoğraf...

***

... isimli dosyada Prof. Dr. ... ile ...’nın ilişkisini gösteren resimler ile başlayan (...), (...), (...) isimli bayanlarla da cinsel ilişki yaşamaktadır diye biten resim ve yazılarla dolu dosya...

***

Bunlar emekli albay olan bir avukatın bürosunda çıkıyor...

Bir tarafta telefon dinlemeler ve tamamen iğdiş edilen hayatlar...

Diğer tarafta, bütün önemli mevkidekilerin, yargıçların, profesörlerin evlilik dışı cinsel hayatlarının gizli kamera görüntülü, renkli resimli, gizli belgeli fişlenmiş kayıtları...

Dikkat ediniz... Burası Türkiye’dir ve burada insanlar, demokratik, özgür bir hukuk devletinde yaşamayı arzu etmektedir...

Görüntü şudur ki, herkes herkesin bir şantaj kasedini elinde tutmaktadır...

Bu kasetleri olan insanlar nasıl objektif karar vermektedir?..

Bu kasetleri bürolarda saklanan insanlar, nasıl devlet işlerinde, üniversitelerde, mahkemelerde görevlerini hakkıyla layıkıyla yapabilmektedir?..

Bu görüntülerle ne tip şantajlar gerçekleşmektedir?..

Bu kasetlerle yargı nasıl hakkıyla işleyebilecektir?..

Bu ülkede kimin hangi kararına güveneceğiz, hangi hukukun, hangi demokrasinin üstünlüğüne inanacağız?..

Bu nasıl bir demokrasidir ve medeniyettir Ya Rab?..

*****

SİLAHLARLA İLGİLİ SORULAR!..

Görüyorum ki herkes salağa yatmış, aklı başında kimse, aklı başında her insanın soracağı şu soruları hâlâ soramıyor?..

Yarbay’ın evindeki krokiden çıkan, kazdıkça yeraltını sarsan bunca silahı oraya kimler gömdü?..

Bu kadar silahı kim nereden arakladı, kimlerle çaldı, hangi kamyonlarla taşıdı, neyle kazdı, nasıl gömdü?..

Yarbay Mustafa Sönmez kimdir, hangi etkisi ve yetkisi vardır?..

Bu kadar kolay mı koskoca silahlı kuvvetlerde Yarbay rütbesindeki bir kişinin, bu kadar silahı gömmesi?..

10 kilogram plastik patlayıcı, 15 savunma tipi el bombası, 10 taarruz tipi el bombası, 9 sis bombası, 9 göz yaşartıcı bomba, 12 bubi tuzağı bombası, 15 tüfek bombası, 800’den fazla G-3 mermisi, 500 bixi mermisi, aydınlatma fişekleri, kaleşnikof mermileri, lav silahı mermileri...

Erleri mıntıka temizliği yapmaya götürürken gömülmediğine göre, bu kadar silah nereden geldi, kime gömdürüldü, neyle taşındı, yabancı gözlerden nasıl saklandı?..

En önemlisi, yarbayın, önünde arkasında kimler bulunuyor?.. Bu iş bir yarbay ve altındaki birkaç erle bitecek bir iş midir?..

***

Salağa yatmanın alemi yok...

Böylesine bir gömmelemeyi, “istisnai bir terörist faaliyet” sayacak kadar geri zekalı da değil bu millet...

O zaman bu işin arkası gelsin...

Kimler talimat verdi?..

Silahlar nereden geldi?..

Arkasında kimler var?..

Önümüzde neler yapacaklardı?..

***

Çok önemli değil...

Adı Ergenekon mu Susurluk mu?..

Kontrgerilla mı, Gladyo mu?..

2009’dayız...

Ben 75’ten beri bu ülkede, kirli cinayetler, arkasından ağladığım cenazeler, sokak ortasında çapraz ateşler, evlerin karanlık odalarında bitmek bilmeyen infazlar, tenhalarda kıstırılmış katliamlar görüyorum...

Ben 35 yıldır Eregenekon, Susurluk, Kontrgerilla, Gladyo, adı farketmez, fail-i meçhul kirliliği yaşıyorum ben...

Bu ülkenin laiklikten bir gıdım geri adım atmaması için bütün ruhumu seferber ederim...

Bu vatanın demokrasiden, tek milim taviz vermemesi için, en altta kalanın yanında dururum...

Ama bu ülkede, hiçbir şey adına, hiçbir kutsallık(!) uğruna fail-i meçhul, silahlı, bombalı, kalaşnikoflu kirliliklerin altında imzam olmaz benim...

Beni böyle kurtarmaya kalkmasınlar sakın...

Sakladıkları silahlardan, akıttıkları kanların üzerinden, bana özgür yarınlar vaat etmesinler sakın...

Çok arkadaşımı, çok kardeşimi, çok yoldaşımı yitirdim ben...

Artık 49’uma geldim...

Hayvan terlidir...

Gölge etmesinler başka ihsan istemem...

Ben kendimi kurtarırım, merak etmesinler...


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Hedefte Hürriyet mi var?

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:43

Hedefte Hürriyet mi var?


Ergenekon çetesi denilen yapılanma; hükümet tarafından 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta ortaya çıkan çetenin bir parçası gibi gösteriliyor. Lakin; halkın 1996 yılındaki tavrı ile bugünkü tavrı arasında büyük fark var. O zaman, kamuoyunun büyük bölümü; Susurlukçulara karşı kesin bir tavır takınıyordu. Bugün ise aynı kamuoyu; çete diye gösteren Ergenekon tutuklularının önemli bölümünün arkasında duruyor. Yani; hükümetin çetelerle mücadele iddiasına halk sahip çıkmıyor.
Sebebi; Ergenekoncu diye tutuklanan çetecilerin yanına, ülkemizin saygın isimlerinin de eklenmiş olmasıdır. Bu isimler; AKP'ye, ABD'ye ve AB'ye muhalif olan isimlerdir.
Geçen gün yazdım bir kez daha hatırlatıyorum: Ergenekon savcılığının çeteci gösterdiği isimler içinde MHP'den, BBP'dan, Refah geleneğinden ve Kürtçü kesimden kimse yok.
Lakin; İlhan Selçuk AKP'nin devrilmesinden söz ettiği için çeteci yapılmaktadır.
İşte bu olgu yüzünden halkımız, Ergenekon operasyonunun hukuksal bir operasyon değil siyasi bir yok etme dalgası olduğunu düşünüyor. Bu yüzden de Ergenekon iddianamesine inanmıyor.
Bu operasyonda neler olacağını; hükümete yakın gazeteler önceden yazdılar. Fehmi Koru; Şamil Tayyar gibi hükümet destekçisi köşe yazarları, kimlerin tutuklanacağını önceden açıkladılar; onlar da tutuklandılar. Davanın iddianamesinde nelerin bulunduğu da iddianame açıklanmadan hükümet medyasında uzun uzun yayımlandı.
Yani bu davanın içine nelerin konulacağı önceden planlanmıştı. Bu da yandaş medyada açıklanarak kamuoyu oluşturulmak istendi. Bu da gösteriyor ki dava hukuki değil, siyasidir.

BAŞBAKAN DA SÖYLÜYOR GİBİ
Ergenekon operasyonunun siyasi olduğunu Başbakan Erdoğan da farkında olmadan itiraf ediyor. Davanın savcısı olduğunu söylemesini hatırlayınız... Geçen gün yaptığı konuşmada söylediği, 'Bunlar daha işin başı!' sözü de böyledir. Başbakan; operasyon genişletilecek, diyor. Bunun kararını mahkemenin vermesi gerekirken; kararı kendisi vermiş gibi konuşuyor. Bu sözler; ileride daha çok silahın bulunacağı iması ise, Sayın Başbakan bunu nereden biliyor? Yoksa; nerelerde silahın olduğu, bunların hangi tarihte bulunacağı Başbakan'a haber mi verildi? Ki, durum bu yöndeymiş gibi...
Yandaş medyaya sızdırılan haberlere bakınca bu genişletmenin sadece silah arama bulma ile sınırla kalmayacağı anlaşılıyor. Sabah Yazarı Mahmut Övür, hedefte Aydın Doğan'ın ve Hürriyet Gazetesi'nin olduğunu ileri sürdü.
Gerçekten de Başbakan Erdoğan'ın Hürriyet'i açık açık hedef tahtasına koyduğu yakın geçmişteki sert eleştirileri ile belli oluyordu. Şimdi Ergenekoncu göstermek suretiyle Hürriyet'i de yandaş medya haline getirmek planı işletilmek istenebilir.
Bu gelişme, Türkiye'nin tamamen AKP tarafından ele geçirilmesi olacaktır. Artık Türkiye'de demokrasiden, 4. kuvvet basından, çağdaş yaşam biçiminden söz etmek de mümkün olmayacaktır.
İşte halk böyle bir darbenin korkusuyla Ergenekon operasyonunun arkasında durmuyor. Bu yüzden de hükümetin çetelerle mücadele iddiası ciddiye alınmıyor. Umarız ki hükümet; konuyu gerçekten de çetelerle mücadele ile sınırlı tutar; ülkeyi fethetmek için Ergenekon istismarcılığı yapmaz...

FETHULLAHÇILAR NEDEN YOK
Ergenekon davasının temelinde, Tuncay Güney'in 2001 yılında Adil Serdar Saçan tarafından alınan ifadesi var. Bu ifadede adı geçenlerin bir kısmı çeteci/Ergenekoncu diye suçlanıp işte bu davaya dahil edildiler. Lakin; Tuncay Güney'in aynı biçimde söz ettiği Fethullah Gülenciler ve Zaman Gazetesi korumaya alındı. Zaman Gazetesi'ni kendisinin yönlendirdiğini söyleyen Tuncay Güney'in burasını çete üssü gibi kullandığını iddia edersek yanlış söylemiş olur muyuz? Çünkü şu an Tuncay Güney çete üyesi olmakla suçlanıyor.
Dün, Zaman Gazetesi'nin Yönetmeni Hüseyin Gülerce; Fethullah Gülen'in nutuk attığı kanalda, bizler gibi cumhuriyeti savunan yazarlara hakaretler yağdırmış. Belli ki çete üyesi olmaktan korkuyor. Ergenekon davasının savcısı Zekeriya Öz'e bir kez daha sesleniyorum: Sayın savcı, Fethullah Gülen'i ve Hüseyin Gülerce'yi ne zaman bu davaya dahil edeceksin? Sayın savcı; Zaman Gazetesi'nin ve buna bağlı ticari kuruluşların nasıl yaratıldığını ne zaman araştıracaksın? Kimdir bu imparatorluğun sahibi ve hangi para ile yaratılmıştır?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Tüm kaleler elde... Neredeyse!

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:47

Tüm kaleler elde... Neredeyse!

rmengi@gazetevatan.com


Biliyorsunuz 2009’a girerken yazdığım ilk yazılardan biri bu soruyu içeriyordu; yeni yılda cevabını beklediğim soru olarak “Yasama (meclis), yürütme (hükümet), cumhurbaşkanlığı, yargı, YÖK (üniversiteler) başta olmak üzere devletin tüm makamlarını, kurumlarını ele geçirmiş bir siyasi güç, örneğin rejimi değiştirmeye varacak eylemleri yürürlüğe koyarsa onları kim, hangi sivil güç durduracak” demiştim.

Tekrarlıyorum: Adli Tıp Kurumu’nda bile “istedikleri sonuçları elde etmek üzere” kadroları değiştiren (ki bu Üzmez olayında aynen yapılmıştır) bir iktidar, geride kalan ve tepki gösterebilecek herkesi de farklı yöntemlerle susturur, sindirir, önünde tek bir engel bırakmazsa onu kim durduracak?

Öyle ya, anayasalar ve anayasa mahkemeleri aslında devleti ve rejimi öncelikle “iktidarların, meclislerin yapacağı yanlışlardan korumak için” vardır ama onlara da el atılmış durumda... Yüksek mahkemeler dışında kalan yerel mahkemelerin, yargıç ve savcıların nasıl Adalet Bakanlığı baskısı altında tutulduğunu ise sık sık tekrarlıyoruz.

Zaten bu baskı nedeniyledir ki gerçekleri dile getiren deneyimli hukukçular, örneğin YARSAV Bşk. Ömer Faruk Eminağaoğlu Adalet Bakanı Şahin’in fena halde tepkisini çekmiş ve ona “Sanki YARSAV değil YARSAP Başkanı” gibi anlamsız ve haksız bir saldırıya geçmesine neden olmuştur. Demokratik-özgür bir ülkede, konuşmak Yargıç ve Savcılar Birliği Başkanı’nın en doğal hakkıdır ama Bakan bunu bile kabullenemiyor. Neden? Yargıya yapılan siyasi baskıyı kimsenin anlatmaması, Ergenekon olayını da “savcılar yerine polisin yürüttüğü” nün ve bunun kabul edilemez olduğunun duyurulmaması mı gerekiyor?

YÖK’ÜN İŞGALİ...

Son olarak 5 YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu) üyesi 2008 yılını değerlendirirken YÖK’le ilgili gerçeği ortaya koymuşlar. Diyorlar ki:

“Anayasa’da YÖK üyelerinin Cumhurbaşkanlığı, Bakanlar Kurulu ve Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) olmak üzere üç kontenjandan seçilmesi öngörülerek konulara yaklaşımda bir denge kurulması amaçlanmıştır. Oysa 2007’den başlayarak yapılan atamalarda çoğunluğun siyasal iktidarla aynı görüşü paylaşan kişilerden oluştuğu görülmektedir.

Son dönemde çok sayıda devlet ve vakıf üniversitesi kurulması yakın gelecekte ÜAK kontenjanından seçilecek üyelerin de aynı doğrultuda olmasına yol açacaktır.”

Bu kadrolaşmanın YÖK Genel Kurulu ile sınırlı kalmayıp idari ve denetim kademelerine de başka kurumlardan atama yapılarak pekiştirildiğine... Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlarının YÖK Genel Kurulu yetkisindeki konularda “YÖK kararı beklemeden” açıklama yapmasının YÖK Başkanı’nın da “Genel Kurul yetkisindeki” konularda karar alınmış gibi demeçler vermesinin YÖK-Hükümet ilişkisini ortaya koyduğuna da yine aynı açıklamada dikkat çekiliyor.

Şimdi ben birinci paragraftaki ve o yazımdaki soruyu tekrarlıyorum; kim durduracak?

Oldukça geç oldu aslında ama yine de düşünseniz diyorum, hiç değilse çok geç olmadan!

*****

Halk Ergenekon bunalımında!

Milleti nihayet serseme çevirdiler, insanlar mutsuz, şaşkın ve bunalımda... Yerden göğe de haklılar, şu “tek günü sorunsuz, skandalsız geçmeyen” memlekete bakın: ortada bir “darbe yapacaklardı” iddiası ve dolanmış yün yumağına benzer halde bir karmaşa var...

Başbakan ve partisinin milletvekilleri ile birkaç iktidar yandaşı gazete olayları konuya müdahil savcılardan, avukatlardan bile önce haber alıp açıklama yapıyorlar, kitaplar, yazılar yazıyorlar ve sonra Başbakan ile Adalet Bakanı “ana muhalefetten yavru (!) muhalefete, medyadan tepki gösteren hukukçulara kadar” veryansın ediyorlar... Neymiş “yargı bunun için var”mış, “yargı rahat bırakılmalı”ymış.

Önce siz rahat bırakın demek lazım yine, madem ki “yargı bunun için var” yargı susarken siz neden işi gücü, ekonomiyi, yolsuzluğu, dış politikayı bırakıp her dakika Ergenekon açıklaması yapıyorsunuz?

Gizli olması gereken ve yasalara göre deşifre edilmesi, kayıt cihazlarıyla izlenmesi, izletilmesi yasak olan soruşturmanın her safhası neden ortada?

Size verilen “belli şahıslar ve gazeteciler bütün bilgileri, gözaltı listelerini önceden nasıl biliyorlardı” soru önergelerini cevaplayacağınıza neden her kesimle kavga etmektesiniz?

Akli durumu, tanıklık yapmasının mümkün olup olmadığı bilinmeyen ve “Türkiye’den intikam alacağım, bu avantajı sonuna kadar kullanacağım” diyen Tuncay Güney isimli şahsın 2001 yılındaki (ve önceden kitap olmuş) konuşması neden şu anda ortaya çıkarıldı, o kadar önemliyse neden bugüne kadar beklendi? Bu bandı medyaya kim sızdırdı? Konuşmayı o kadar sevdiklerine göre bari bu soruları cevaplasalar da öğrensek.

Son yıllarda ABD’nin Ortadoğu ülkelerindeki oyunlarını anlatan çok sayıda film yapılmış ve biz de izlemiş olmasak görüntüde inandırıcı malzeme var. Ama maalesef artık hiç kimse görünüşe aldanmıyor, aldanamıyor.

Ne kadar çok kroki, ne kadar çok gıcır gıcır silah, bomba, çıksa da “Acaba” sorusu hep orada duruyor.

Bu dava ve operasyonlar seçime kadar (ve belki sonra da sonsuza kadar) hızla süreceğine göre de hep duracak!

*****

İbrahim Şahin hasta mı, sağlam mı?

Ergenekon olayı “James Tuncay Bond” ile tutuklu İbrahim Şahin üzerinden yürüyor malum. Bond Tuncay Güney’in akli durumu üzerinize afiyet görünüyor da Şahin’i tam olarak anlayamadık.

Kendisinin Susurluk nedeniyle tutukluluğunun sona erdirilmesi “hafızasını yitirdiği” söylenerek olmuştu. Oysa Ankara’nın ünlü avukatlarından Şevket Çizmeli aldığı bilgilere göre Şahin’in beynine takılan bir aletle “hatırlayabildiğini” söylüyor.

Avukatları ve birçok kişi tarafından bilinen bir durummuş. O zaman şu soru geliyor;

Neden bugüne kadar öncelikle Susurluk olayından gelen tutukluluğu yeniden sağlanmadı? (Hastalık süreklilik göstermiyorsa tutukluluğa engel yok...)

Neden bugüne kadar serbestti?

Şu anda bir alet yardımıyla konuşabilen birinin birçok ismi dile getirmesi, olaylara yön vermesi hukuken ne derece kabul edilebilir?

Bir soru daha (acabalar bitmiyor ki):

“Şahin’in en önemli itirafı ‘generallerin onu müsteşar yapma teklifi’ idi” deniyor. Hafızası gidip gelen, sağlıklı düşünemeyen bir adam, üstelik müsteşar olması için Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın onayı gerekirken generaller tarafından nasıl müsteşar yapılabilirdi ki? Allah aşkına biri de bunu açıklasın.

Yeter yahu, bıktık saçma sapan düzmece haberlerden!


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Susurluk kahramanı sivil toplum Ergenekon’da neden devrede..

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 22:49

Susurluk kahramanı sivil toplum Ergenekon’da neden devrede değil?

rcakir@gazetevatan.com


28 Şubat sürecinin etkilerinin sürdüğü günlerde, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı 9-11 Temmuz 1999 tarihlerinde 2. Abant Toplantısı’nı düzenledi. Prof. Mehmet Aydın’ın (şimdiki Devlet Bakanı) başkanlığında, Prof. Ali Bardakoğlu (şimdiki Diyanet İşleri Başkanı), Prof. Burhan Kuzu (şimdiki TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı), Gündüz Aktan (yakınlarda kaybettiğimiz MHP Milletvekili), Mehmet Ocaktan (şimdi AKP milletvekili) gibi isimlerin de yer aldığı toplantıda ben de tartışmacı olarak davetliydim. Oturumların birinde, herkesin aklından geçip ifade etmekten çekindiği bir konuyu, 28 Şubat sürecini masaya yatırmaya çalıştım. “Türkiye’de devletten bağımsız sivil bir İslami hareket olmuş olsaydı, 28 Şubat sürecine karşı sivil itaatsizlik eylemleri düzenlenebilirdi” deyince o dönem Fethullah Gülen cemaatinin etkin isimlerinden olan, vakfın eski başkanı Latif Erdoğan epey hiddetlendi ve 11 Temmuz 1999 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin kayıtlara geçirdiği gibi “Sen ne demek istiyorsun? Ayaklanma mı olması gerekirdi? Provoke mi ediyorsun?” diye gürledi. Bereket katılımcılar arasında “sivil itaatsizlik” teriminin anlamını ve Thoreau, Gandi gibi teorisyen ve uygulayıcılarını bilenler vardı. Örneğin Porf. Niyazi Öktem “sivil itaatsizlik”in ayaklanma değil pasif direnme anlamına geldiğini söyledi.

Hükümet yetmez

Yaklaşık 10 yıl önceki bu anekdotu günümüzdeki “Susurluk ile Ergenekon arasındaki ne tür ilişki ve farklar var?” tartışmasına katkıda bulunmak için aktarıyorum. Zira Susurluk ile Ergenekon arasında bir devamlılık olup olmadığını anlayabilmek için şu hayati soruya yanıt vermek gerekiyor: “Türkiye’de sivil toplum inisiyatifi denince akla Susurluk ve Marmara depremi geliyor. Neden dün Susurluk olayında ‘temiz bir toplum’ için sokaklara dökülen, ‘sürekli aydınlık için bir dakika karanlık’ta kalan onca insan bugün Ergenekon’da benzer bir duyarlık göstermiyor?”

“Dün sivil toplum, devlet kurumlarının bütün engellemelerine rağmen mücadele yürütüyordu, halbuki bugün başta hükümet olmak üzere devletin birçok kurumu Ergenekon soruşturmasına destek veriyor” diyenler var. Başkaları da “AKP yüzde 50’ye yakın oy almıştı” deyip şöyle devam ediyorlar: “Dolayısıyla Ergenekon soruşturmasına toplumun en az yarısı destek veriyor.”

İlk bakışta bu iki akıl yürütme de makul gözüküyor fakat kim ne derse desin, hükümet başta olmak üzere birçok devlet kurumunun sonsuz desteği Ergenekon’da sorunsuz bir şekilde sonuna kadar gidilmesine yeterli olamıyor. Çünkü olayın sivil toplum ayağı çok ciddi bir şekilde eksik. Bu nedenle medya üzerinden çok ciddi kampanyalar yürütülüyor.

AKP’ye oy vermiş insanların bu boşluğu doldurmaya yetmediği de ortada. Bunun başlıca nedeni de, yazının girişinde anlattığım örnekte de görüldüğü gibi, Türkiye’nin muhafazakâr ve milliyetçi kitleleri geleneksel olarak devleti sarsabilecek hareketlerden kaçınıyorlar. Yakın tarihimiz bize sağ’ın sokaktan korktuğunu; devlete karşı protestoların sol’dan, buna karşı devlete desteğin de sağ’dan geldiğini gösteriyor.

Solu kazanmak

Susurluk döneminde Türk solu, dıştan bakıldığında çok cılız olmakla birlikte muazzam bir performans göstermişti. O günlerin, güçlerinin çok üstünde bir performans gösteren aktivistleri bugün Ergenekon konusunda tereddütlüyse, bunun sorumlusu asla kendileri değildir. Yani Ergenekon soruşturmasına şu ya da bu şekilde “Ergenekoncu, darbeci” gibi saçma yaftalarla mahkûm etmeye kalkanlar aynada kendilerine bakmalılar. Eğer gerçekten Türkiye’de darbelerin son bulmasını istiyorlarsa, bunda samimilerse solu kazanmak zorundalar.

Fakat o kadar kendilerinden emin, o kadar kibirli ve o kadar hâlâ sol düşmanılar ki bu yolda herhangi bir çabaya yönelmiyor; bunun yerine solun temel değerlerini, sembol isimlerini karalamaya yelteniyorlar.

Amaçlarına ulaşamayacakları çok açık ve sırf onların yüzünden Türk demokrasisi çok büyük bir fırsat kaçırıyor.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

ÖncekiSonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x