Ergenekon (namı diğer Ümraniye)

Avanak ajan

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 5:57

Avanak ajan

gmengi@gazetevatan.com


Yenilginin verdiği acı bazen o yenilginin biçiminden doğan utanma duygusu yanında solda sıfır kalır.

Düşünün.. İki yıl Jandarma İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nı yürüten emekli Tuğgeneral Levent Ersöz “Ergenekon’un kara kutusu” yakıştırmasına sahip seçkin bir şüpheli olarak yakalanıp tutuklandı.

Evinde, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök’e ait telefon dinleme kayıtları da dahil çuval dolusu belge ve kanıt bulunduğuna dair haberler tabii hemen medyaya servis edildi.

Sıradan insanlar kendilerini yok edecek suç delilleri ile altı ay boyunca beraber yaşama gafletine düşebilirler ama bir istihbaratçının böyle bir lüksü olamaz. Ölmekten beter rezilliktir bu.

Adama “avanak ajan” derler.

Bir çok kimse muhtemelen ona şimdi bu gözle bakıyordur. Çünkü emekli generalin “Özkök’ü dinleme CD’leri haberi de dahil tüm iddialar yalandır” diyen avukatını pek az insan duyacaktır.

Yedi aydan beri ikinci iddianamenin yazılmasını bekleyenler var, ona sıra ne zaman gelir; Allah bilir!

Gerçeği halkın büyük kesimi öğrenemeyecektir.

Hayatının kararı...

Emekli general tutuklandıktan sonra avukatı gazetecilere, yaşadığımız dönemin en temel eksiğini imdat çağrısı biçiminde şöyle ifade ediyordu:

“Yasaların uygulanmasını istiyorum, başka bir şey istemiyorum!”

Hukuk boşluğunda hüküm süren devlet terörü, artık hileyle bile örtülemez hale gelmiş görünüyor. AKP’nin kurucusu olan ve iki hükümetinde Başbakan Yardımcısı sorumluluğu taşıyan Abdüllatif Şener’in çektiği resim gerçek:

“Susurluk dönemini hatırlayın; topyekün hepimiz çeteye karşıyız. Ama Ergenekon operasyonunu siyasetçisi, aydını, gazetesi, yargısı ile büyük bir kesim daha çok eleştiriyor. O zaman bir sorun var demektir.”

Tabii ki sorun var..

Hem de öylesine büyük bir sorun ki Abdüllatif Şener’e “Hükümetten ayrılmak, hayatımda yaptığım en doğru şeydir” dedirtiyor!

“Ben de dinleniyorum. Dinlendiğimden adım gibi eminim. Bir sabah benim de kapımı çalabilirler mi? Burası Türkiye, herşey olur” diye endişe ediyor.

Ama dikkat!... Tarihe karşı bu iktidarın vebaline ortak olmaktansa bir sabah evinden alınıp götürülme riskini daha katlanılabilir buluyor.

Canlı bomba gibi

Devlet yetkisi kullananlara karşı güven duygusunun kaybedilmiş olması bu iktidarın yarattığı zarardır.

Soruşturmanın gizliliği ilkesinin paspas gibi çiğnenmesine gösterilen tepkisizlik Ergenekon’un siyasi bir dava olduğu şüphelerini sürekli arttırıyor.

İktidarın propaganda tetikçisi görevi verdiği medya organlarını kullanma biçimi, AKP’nin seçim kazanmak ve devleti tümden ele geçirmek dışında pek az şeyi önemsediğini gösteriyor.

Son zamanlarda aranan şüpheli evlerinde Başbakan’a yönelik suikast planları bulunması moda oldu.

Nasıl iştir; böyle bir plan, unutulmaması gereken bir işi hatırlatan “post it” gibi orta yerde bırakılır mı?

Yargının görevi bu davayı devleti çetelerden temizleme amacına yoğunlaşarak ve saptırma çabalarına karşı koyarak yürütmektir. Ama izin verilmiyor. İktidar kendi propaganda gücünü arttırmak amacıyla her türlü ahlâk ve yasa ihlâlini göze alıyor.

Sahte hahamı ellerindeki özel TV’lerden birine çıkarabilirlerdi. Bunu yapmamışlar, bir kamu kurumu olan TRT’yi göz dağı vermek amacıyla kasten kullanmışlardır.

İktidar artık yalnız muhaliflerini korkutmuyor, kendini de yok edecek eylemleri göze alabildiğini göstererek herkesi korkutuyor!


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

TRT’deki cinayet

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 6:00

TRT’deki cinayet

sahinha@yahoo.com


Kimin enstrümanı olduğu hâlâ bilinmeyen ama tahmin edilebilen Tuncay Güney adlı garip kişinin, birden bire habercilik aşkı kabaran TRT televizyonuna çıkartılıp saalerce ekran başında tutulması tartışmalara neden oldu.
TRT bu işi habercilik refleksi ile yaptığını söylüyor. Bu mesleğin onurunu koruyacak konumda bulunan bazı meslektaşlarımız da “Canım, habercilik yapmşlar, ne var bunda?”
diye destek çıkmaktalar...
Acaba? Acaba Tuncay Güney gibi deşifre olmuş bir provokatörün dünyanın öbür ucundan söyleyeceklerini uydu kiralayarak canlı yayımlamak habercilik midir yoksa başka bir şey midir?
TRT dün yaptığı açıklamada ‘Aynı şahıs daha önce defalarca başka yayın kuruluşlarında yer almıştır’ diyerek programı savunurken kendi tezini çürütüyor.
Son zamanlarda başka yayın organlarında sık sık görülen birini bir kez daha ekrana çıkarmanın habercilik refleksiyle ilgisi olabilir mi? İlk kez çıkıyor olsaydı o zaman düşünülebilirdi.
Bu kişinin ne diyecekleri üç aşağı beş yukarı belli olduğuna göre, amaç farklıdır...
TRT’nin iyi habercilik yapmasının tüm medyamızın dengeleri ve performansı açısından önemine birçok kez değinmiş biri olarak söyleyeyim:
İyi habercilik, benzetme uygun düşerse, seri katilliğe benzer. Tek cinayetle olunmaz.
Yani, bu konuda bir geçmişiniz, geride başka cesetleriniz olacak. Böyle bir şey sizden beklenecek. ‘Yapsa yapsa o yapar’ denecek.
Örneğin bir hafta önce İngiltere’den kaçak Turan Çömez’i canlı yayına çıkartmışsanız ve bir hafta sonra da Amerika’dan Bedrettin Dalan’a canlı olarak bağlanacaksanız ve onların Tuncay Güney’in söylediklerinin çok dışında şeyler söylemelerine izin verecekseniz kimsenin (etik konular dışında) gık diyecek hali olmaz. “Tamam bu habercilik,” denir. “Helal olsun TRT’ye” denir.
Ama TRT’yi yönetenlerin bağlantıları ve ideolojik yakınlıkları konusunda bunca şey söylendikten sonra yalnızca kaçak Tuncay Güney’i Kanada’dan ekrana çıkartırsanız haber refleksi savunması inandırıcılığını yitirir.
O zaman akla başka şeyler gelir.
Ben gene de ikna olmaya açığım: TRT haftaya aynı programda ekrana çıkartacağı konuklarla seri katil olmaya kararlı olduğunu gösterir mi dersiniz?
Yoksa tek cinayetle işlem bitmiş midir?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekon kimin işine yarıyor!..

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 6:05

Ergenekon kimin işine yarıyor!..

Tel: 0212 3544813
Faks: 0212 3544891


Ergenekon'un ne olduğunu tartışmıyorum. Tartışmam da.. Temeli dün Fethullah Efendinin müridi, bugün Kanada'nın hahamı bir garip meczubun 2001'de gülünüp çöpe atılmış saçmaları üzerine kurulmuş ve de hâlâ tamamlanıp bitmemiş bir iddianame beni bağlamaz.
Ben yargıya inanıyorum. Türk yargıcı, uzun da sürse, sonunda neyin ne olduğunu en hakça, en inandırıcı ortaya koyacak nasılsa..
Bulanık suda balık avlamaya çıkmışlar varsa cezalarını çekecekler. Bu arada bir kısım insan masum olduğu halde acılar yaşamış olacak. Olur.. Devletler ve milletlerin yaşamında böyle şeyler hep vardır. Hep olacaktır..
Ergenekon diyelim var..
Ergenekon adı altında da, dalga dalga eylemler yapılıyor.. İzliyoruz. Hem de artık kusacak kadar yoğun izliyoruz. Elime gazete almak, televizyon açmak istemiyorum. Öyle gündem oluyor dalgalar..
İtirazı olan var mı?.
Peki kime yarıyor bu Ergenekon hiç gerçekçi düşündünüz mü?.
Ergenekon'da adı geçen emekli subayların, eski YÖK Başkanı, Eski Yargıtay Başsavcısı, kafayı üşütmüş polis şefi gibi insanların, iddia edildiği gibi "İhtilal" yapacak halleri, güçleri var mı?.
"Var" diyen yok zaten.. Ne diyen var?..
"Bunlar ortam yaratıyorlar.."
Yani elinde ihtilal yapacak güç olan insan ve kurumlar var ülkemizde. Bunlar durup dururken darbe yaparlarsa, ne içerde kabul görürler, ne dışarda.. O zaman ortam yaratmak gerek.
Düşünün bakalım, bu ülkede ihtilal yapacak güç kimin elinde?..
1920'lerden başlayarak.. Osmanlı'yı devirmekten itibaren..
Ordu'da.. Ordu ihtilali nasıl yapar?. Hiyerarşik komuta düzeni içinde.. 1960'ta Menderes en tepelere tetikçilerini getirmeyi başardığı için 27 Mayıs emir komuta zincirinde yapılmamış, ama kısa zamanda ülke yönetimi Milli Birlik Komitesi'nden, emir komuta zincirine, yani Silahlı Kuvvetler Birliğine geçmişti.
12 Eylül'ü ve ara müdahaleleri zaten biliyorsunuz. Yani..
Ergenekon diye bir darbe, terör örgütü varsa eğer, bunun arkasında Ordu Komuta Kademesi olmalı.. Bakın bakalım komutanlara.. Size böyle bir izlenim veren var mı?.
Böyle bir iddia komiktir.
O zaman Ergenekon ne?.
Tüm dünyada bir ortak yöntem vardır.. Esrarlı bir sorun çözülemiyorsa, işe sondan başlanır.. Çıkış noktası şu olur?.
"Kime yarıyor?.."
Onuncuya varan Ergenekon Dalgaları kime yarıyor?..
Tahminleri geçin.. Somut örneklere bakın?.. Dün, Deniz Feneri gibi korkunç bir soygun iktidara tam bulaşırken gündemden Ergenekon dalgasıyla kalkmadı mı?..
Bugün, Gazze, Recep Tayyip Erdoğan'ın tam da baş müttefiki Amerika ile arasını açacak, hatta gözden çıkarılmasına sebep olacakken, gündemden Ergenekon dalgasıyla çıkmadı mı?.
Ne zaman bir Ergenekon dalgası olsa, gündem değişiyor.. Hangi gündem?.. İktidarı sıkan, sıkıştırmaya başlayan gündem..
Yahu bu nasıl bir darbe örgütüdür ki, hep eylemleri, darbeyi yapacaklara değil de, her nasılsa sözüm ona yıkılacaklara yarıyor?.

Benim demokrat, liberal, asil arkadaşlarım işe bu taraftan bakmayı denediler mi?.
Denemezler.. Çünkü onların kalemleri merkezden yönetilir..
İşte örnek.
Bunlar liberal, bunlar demokrat, bunlar açıklıktan, şeffaflıktan yana ideal vatandaş değiller mi lafın gelişi.. Soruyorum onlara..
Türkiye, hukuk devleti değil mi?. Temelinde Anayasa yok mu?. Anayasa'nın temeli "Kuvvetler ayrımı" değil mi?.
Peki o zaman Yürütmenin Başı Başbakanın görülmekte olan bir davaya hemen her gün müdahale edip "Ben bu davanın savcısıyım" demesi, Anayasa'nın hem de en temel kuralının ihlali, yürütme ile yargıyı birleştirmesi değil mi?.
Biri çıkıp yazdı mı, sordu mu, bu Anayasa İhlalinin hesabını?. Başbakan, üstelik laf ola konuşmadığını da üsteliyor durmadan..
"Bunlar daha başlangıç, gelecekte daha neler olacak" demek, ne demek?. Ne olacaksa yargıda olacak.. Yürütme nerden biliyor, o yargıyı yönetmiyorsa eğer?.
Daha neler olacağını bilmem.. Onu medyadaki satılık kalemler biliyor ve yazıyor zaten, onlara sorun. Ya da TRT'yi izlemeye devam edin.
Ben ne zaman olacağını biliyorum.
Ülke seçim sath-ı mailinde..
Amerika "Türkler oyununuzu AKP'ye verin" diye mesajları yığmaya başladı..
Seçimlerden AKP daha güçlü çıkmalı.. Yüzde 47'nin altına düşmek bir yana, 50'leri aşmalı.. O zaman laik cumhuriyetçiler biter. Ordu iyice yıpranır. Ilımlı İslam anayasalı Türkiye'nin önü açılır.
Bunu sağlamanın en kolay yolu ne?.
Korkak, kolay etkilenen seçmenler üzerine oynamak.. Medya çoğunluğu zaten kontrolde. O zaman seçimler Korku İmparatorluğu'nda yapılmalı..
Yani en vurucu dalgalar martta gelecek.. Hatta martın son haftasında.. Seçime birkaç gün kala.. Şimdi bir daha soruyorum..
Ergenekon kimin işine yarıyor?..
Türk televizyonlarında Amerikan Derin Devletini anlatan Görevimiz Tehlike dizisini yeniden yayınlamanın tam zamanı..
Gaflet, dalalet, hatta hıyanet içinde olanlar, belki o zaman Ergenokon'un ne olduğunu ve kime yaradığını anlayabilirler..



Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Devlet aklını arama çabası

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 6:08

Devlet aklını arama çabası

ismail.kucukkaya@aksam.com.tr


Üst düzey devlet görevinde bulunmuş isimler ayda iki kez toplanıp, memleket meselelerini görüşüyorlar. Tespit ve önerilerini başbakan ve cumhurbaşkanlarına iletiyorlar. Bunun adı Encümen-i Daniş. Tam da 'bizim köklü devlet geleneğimize uygun' bir mekanizma.
Keşke toplantı sonuçlarını iletme geleneğini AKP döneminde de sürdürselerdi. Eminim, bu mekanizma Gül ve Erdoğan'ın devleti daha çabuk tanımasına yardımcı olurdu.
Ergenekon'la ilgili son tartışmalar 'toplum zihniyetindeki devlet algısını' aşındıracak boyutlara geldi. Dünyanın böyle bir zamanında, Türkiye'nin bu kadar kritik döneminde bu zararı telafi edemeyiz.
'Derin devlet' kavramına olağanüstü derecede olumsuz bir anlam yükleniyor. 'Derin devlet' sözü 'önce markalaştırıldı', sonra 'negatif bir algılamaya' malzeme yapıldı ve en sonunda tüketildi.
Gündelik hayattaki kullanımı değil, yüksek siyaset sahasındaki anlamına göre ya derin devlete yeni bir çerçeve çizilmeli ya da yeni bir kavramsallaştırmaya gidilmeli.
'Akil devlet' denilerek bir deneme yapılmış, makul görünüyor. Ama öncelikle konunun 'esas içeriğine' bakalım. Böylece yasadışı oluşumlar, devlet içinde çöreklenmiş illegal yapılar ve devlet imkanını kendi çıkarları için kullanan çete üyeleri ile 'ne olacak bu memleketin hali?' endişesine karşılık fikirsel düzlemde üretim yapanları birbirinden ayırabiliriz. Sistem, 'temiz derin devleti işletmenin' bir yolunu bulmak zorunda.

BÜYÜKANIT: 'KEŞKE DERİN DEVLET OLSA'
Yaşar Büyükanıt'a, henüz Kara Kuvvetleri Komutanı iken yaptığımız görüşmede, 'derin devlet var mı?' diye sormuştum. 'Derin' bir iç geçiren Yaşar Büyükanıt, 'keşke olsa ama maalesef yok. Olmasını çok isterdim' demişti.
Büyükanıt sonra devlet sistemi içinde yapılan pek çok hatayı örnek gösterip, 'derin devleti olan bir ülkede bu olaylar yaşanır mıydı?' diye devam etmişti. Büyükanıt'ın o günkü sözleri ve vurguları dün gibi gözümün önünde...
Evet, devletlerin içinde 'fikir üreten gruplar' vardır. Bunlar 'eyleme dönük değil', 'strateji kurmaya yönelik' gruplardır. Anlıyoruz ki; Encümen-i Daniş böyle bir yapı. Ülkenin geleceğine ilişkin projeksiyon yapan, deneyimli isimlerden oluşan geniş bir yelpaze. Her devletin böyle 'fikir üretimlerine' ihtiyacı var. Amerika, on binlerce düşünce kuruluşuyla o açığı kapatıyor. Eski ABD Başkanları, emekli askerler, kıdemli akademisyenler düşünce kuruluşları içinde çalışıyorlar, konferanslar veriyorlar, uluslararası organizasyonların içinde ciddi sorumluluklar üstleniyorlar.
Günlerdir ABD televizyonlarında eski Başkan Jimmy Carter, Gazze saldırılarıyla ilgili yaptığı girişimlerini anlatıyor. 'Tecrübe kolay kazanılmadığı' için gelişmiş ülkeler 'kendi değerlerinden yararlanmanın yollarını' arayıp buluyorlar.
Tarihte, 600 yıl boyunca hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğu, gücünü devlet kadrolarını bizzat yetiştirmesinden sağlamıştı. 'Devlet adamı yetiştirmek, devlet aklını canlı tutmakla' mümkün olur. Osmanlı, Enderun gibi kurumlar vasıtasıyla kendi kadrolarını yetiştirecek sağlam sistemler kurmuştu. Devlet aklına kolay ulaşılamaz ki.

DEVLET AKLINDAN DEVLET ADAMINA
Kafamdaki derin devlet algısı, 'devlet aklını arama' çabasını yansıtır. Halkımız, tarihsel koşulların etkisiyle 'kerim devlet, ceberut devlet, devlet ana, devlet baba' gibi kavramsallaştırmalar yapmış. Her toplumun devlet düşüncesi de kendisine özgüdür ve birbirinden farklıdır. Televizyonlarda, gazetelerde aydınlarımız geçmişten taşıdıkları kişisel travmalarını yansıtan yorumlarla derin devlet okumaları yapıyorlar. Bu nasıl bir devlet düşmanlığı böyle!
Çetelerle savaşa sonuna kadar evet, devletin içinde yasadışı oluşumlara karışanların temizliğine tam destek ama 'böyle bir tarihsellik içinde devletin bu kadar da yıpratılmasına onay vermek' mümkün mü?
Devlet yasalarla kurulmuş, çerçevesi hukukun kurallarıyla çizilmiş ve toplumsal hayatın zorunlu bir aygıtıdır. O, 'gücünü yasalara bağlı olmasından' alır. Çeteleri, suikastçıları, bombacıları devletle organik bağı varmış gibi göstermek devlete en büyük darbeyi indirir. Birtakım suç örgütlerini devletin asli yapılarıymış gibi nitelendirmek, sonuçları kestirilemeyecek kadar tehlikedir.
O suçları işleyenler bireylerdir, çete gruplarıdır. Onların devlete sızabilmiş olmaları ya da görev yaparken hukuk dışına çıkmaları, görevlerini suiistimal etmeleri, devleti aşan bir iktidar kurma arayışına girmeleri suçtur. Hem de 'aslında devlete karşı işlenmiş suç.' Onlar bunu 'devlet için yaptıklarını iddia etseler bile...' Devlet hukuktur. Şimdi burada titiz ve ciddi bir ayrım yapmanın tam zamanı... 'Devletin esas derinliği' kurumsallaşmış, yerleşmiş, kendini müesses kılmış derin bir düşünüşün ve uzun ufuklu bir aklın yansımasıdır. 'Devletin gerçek derinliği karanlık değil, aydınlıktır.' Ona ihtiyacımız var.


[img]http://www.aksam.com.tr/template/aksam1/images/aksam-logo.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekon ve TV gazeteciliği

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 6:11

Ergenekon ve TV gazeteciliği

ismet.berkan@radikal.com.tr


Dünyanın bütün gazetelerinde, sadece gazeteler de değil, haberle uğraşan her türlü mecrada, işi sahada haber toplayıp bunları yazmak olan muhabirlerle, işi önünden geçen haberleri filtrelemek ve yayıma hazırlamak olan editörler arasında ciddi bir çekişme, çoğu zaman kavga vardır.
Muhabir, mesleğimizde haber heyecanına en fazla sahip olan kişinin adıdır. Haberle yaşar, sizin elinizde kaleminiz sağını solunu biçtiğiniz o haber için o haftalarını, günlerini, saatlerini harcamıştır.
O yüzden muhabirler, elde kalem haber düzelten, çoğu zaman o haberi yetersiz bulup gönderen editörlerden hiç hoşlanmazlar, onları en hafif deyimle ‘Meslek heyecanını kaybetmiş dinozorlar’ olarak görürler.
Dediğim gibi bu suçlamalar, çekişmeler, kavgalar mesleğimizin olmazsa olmazıdır.
Editörler, genellikle gazeteciliğe muhabir olarak başlamış, muhabir olarak editörlüğe yükselmiş (veya masa başına gömülmüş) ve yeniden muhabirliğe dönme hayalleri kuran kişilerdir. İş tanımları gereği, haberlerden, en güvenilir muhabirden bile gelse şüphe duyarlar, haberi yeniden sorgularlar. Sadece bu da değil: Muhabir dünyaya yazdığı haberin penceresinden bakarken editör o haberi daha büyük bir resmin bir detayı ya da önemli bir tamamlayıcısı olarak görür.
O yüzden de, editörün gazetecilik heyecanı ile muhabirinki arasında ciddi bir fark vardır.
***
Bunca ukalalığı yapmamın nedeni şu:
Tuncay Güney’in 2001 yılında İstanbul polisine verdiği ifadeler bir sır değil. Bu ifadenin tam metni uzun zamandan beri elimizde. Ama hiçbir gazete veya televizyon bu ifadeleri tam metin yayımlamadı. Bırakın ifadenin tam metnini, ifadenin içerdiği bütün iddialar da geçen hafta kamuoyuna malolduğu gibi yayımlanmadı bugüne kadar.
Sansür mü yaptık? Hayır. Mesleğimizin sorumluluğunu yerine getirdik, konuyla ilgisi olmayan, yeterince inandırıcı olmayan veya doğrulanamaz nitelikteki iddiaları gazetelerimizde mutlaka şüphe ifadeleriyle yayımladık. Bunu adı editör çalışmasıdır.
Ama geçen hafta Ergenekon davasına bakan mahkeme, sanık avukatlarının talebi üzerine bu ifadenin orijinali olan video kayıtlarını mahkeme dosyasına ekledi. Avukatlar da görüntüleri hemen televizyonlara verdi.
Çarşamba günü 13 yıl önce kaybettiğimiz bir yakınımın anma töreninde, kabristandaydım, telefonum çaldı, bir haber televizyonu arıyordu. Tuncay Güney’in ifadelerini yayımlıyorlardı, benden de yorum istiyorlardı. Af diledim.
Az sonra anma bitti, arabama bindim ve radyodan ifade yayınını dinlemeye başladım. Dehşete kapıldığımı söylemeliyim. Tuncay Güney’in ifadesi, hiçbir editörlük yapılmadan, hiç filtreleme olmaksızın olduğu gibi yayımlanıyordu. Onlarca kişinin adı, Ergenekon davasında hiç geçmeyen isimler, televizyondan Tuncay Güney’in sesinden itham ediliyor, türlü çeşitli suç veya kumpasların bir parçası olarak ilan ediliyorlardı.
Aynı günün akşamı bir yemek davetindeyken Murat Yetkin aradı, Tuncay Güney TRT 2’de canlı yayındaydı. Ben önce telefon bağlantısı sandım. Gecenin bir saatinde evime gittim, televizyonu açtım ve Güney’in Kanada’dan görüntülü canlı yayında
olduğunu anladım.
Yine Ergenekon davasıyla ilgisi olan ve olmayan onlarca kişinin, şirketin, sivil toplum örgütünün isimleri, neye dayandığı belli olmayan iddialarla birlikte hiçbir filtreleme olmaksızın, hiçbir editör denetiminden geçmeksizin yayımlanıyordu. Sadece iddialar da değil, tehditler, şantaj girişimleri hep bu canlı yayında yapıldı.
Bir yayıncı kuruluş bunca ayıbı bir arada nasıl yapar anlamaya imkân yok.
Daha sonra yapılan yayının ‘Gazetecilik heyecanı’ olduğu söylendi. Öyle olduğundan kuşku yok ama zaten sorun da bu. Gazetecilik heyecanı güzel bir şey olmakla birlikte tek başına bir anlam ifade etmez, o heyecanın sonunda ortaya doğru dürüst, kişilerin özel hayatlarına zarar vermeyen, sadece kontrol edilmiş gerçeklerden söz eden haberlerin çıkmasıdır önemli olan.
Türk televizyon gazeteciliği, maalesef geçen çarşamba günü kötü bir sınav verdi, pek çok
insan için onulmaz yaralar açılmasına neden oldu.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Cunta icinde cunta

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 7:41

Cunta icinde cunta

gurkan.hacir@aksam.com.tr


Ergenekon soruşturmasından başınız döndü değil mi? İddianame, gözaltılar, Tuncay Güney'in açıklamaları derken kimin kimle hareket ettiğini herkes karıştırmış durumda. Ama soruşturmada giderek yükselen rütbe durumuna bakınca
sanki ordu içinde bir hesaplaşma var. Peki,
kim kimden yana ve hangi kanat tasfiye ediliyor? İsterseniz bugün yaşananları biraz daha iyi anlayabilmek için yakın tarihimizden bir olayı hatırlayalım ve 1970'li yıllara gidelim...

Doğan Avcıoğlu'nun önderliğinde çıkan Yön dergisi, 27 Mayıs'ı örnek alan askeri bir müdahalenin ideolojik altyapısını oluşturuyordu. Demokrat Parti'nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi 1965 seçimlerini kazanarak iktidara gelmişti. Bu, Avcıoğlu ve arkadaşlarına göre Atatürk devrimlerinden giderek uzaklaşmak anlamına geliyordu.
Avcıoğlu'nun kurduğu Yön ve Devrim gazeteleri -yine kendi ifadesiyle- 'Devrimci Ordu Gücü'nün sözcüsüydü. Birçok aydın, gazeteci, yazar bu hareket etrafında kümelenmişti. İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Mümtaz Soysal, Çetin Altan, Yön dergisinin yazarlarından bazılarıydılar. Bir kısmı daha sonra devrim yolculuğunun içinde yer almasa da Yön'ün 20 Aralık 1961'deki kuruluş ilanına imza atan 1041 aydın arasında bulunmuşlardı. Yön ve Devrim, sol Kemalist bir askeri müdahalenin adeta idelojik karargahı haline gelmişti.
1970 yılınının son aylarına gelindiğinde, ordu içinde birden fazla cunta, darbe
peşindeydi. 13 Kasım 1960 hareketinde
başarısızlığa uğrayıp sürgüne gönderilen 14'lerin liderlerinden Orhan Kabibay'ın öncülüğündeki Kabibay grubu, Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun liderliğini yaptığı
Madanoğlu Cuntası en öne çıkan gruplardı. Madanoğlu asker-sivil işbiriliğine inanıyordu. Ankara'daki koordinasyonunu Doğan Avcıoğlu ve Cemal Reşit Eyüpoğlu yürütüyordu. Avcıoğlu'nun yardımcısı ise İlhami Soysal'dı. Devrim süreci hızlanınca Altan Öymen de acilen Paris'ten çağırıldı.
Milli Birlik Komitesi üyesi Osman Köksal İstanbul'daki toplantıları organize ediyordu. Ama Madanoğlu'nun en güvendiği isim başkaydı. Daha sonra MİT ajanı olduğu ortaya çıkacak olan Mahir Kaynak. (Cuntalar içinde ikili çalışan sadece Kaynak değildi. Korgeneral Atıf Erçıkan da bilgileri ve toplantıları 'başka' yerlere taşıyordu.)
Karacı ve Havacılar Tümgeneral Celil Gürkan'ın etrafında toplanıyordu. Denizcilerin öne çıkardığı isim ise Oramiral
Vedii Bilget'ti. Bütün cuntacıların ortak güvendikleri iki isim ise Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur'du. İki paşa da birbiri içine geçmiş cuntalardan haberdardılar ve devrimin öncülüğünü yapıyorlardı. Deniz subaylığından atılma Sarp Kuray ile halen ordudaki görevini sürdüren Denizci
Binbaşı Erol Bilbilik bütün cunta gruplarının ortak paydasındaki isimlerdi.
DEVRİM'İ ASKER OKUYORDU
Amerikancı olarak gördükleri Demirel hükümeti görevden uzaklaştırılacak ve yerine millici devletçi bir iktisat anlayışını hakim kılacak sosyalist-kemalist bir yönetimi başa getireceklerdi. Doğan Avcıoğlu ve Devrim gazetesinin o yıllardaki gücünü Demirel şöyle anlatıyor: 'Fethiye'den askeri bir gemiye binmiştim. Deniz tuttuğu için kaptanın köşküne çıktım. Orada komutanın yanında Devrim gazetesi duruyordu. Yani Devrim gazetesi ordunun her tarafında okunuyordu.'
Demirel'in anlattığı doğruydu. Doğan Avcıoğlu'nun 'Devrim Üzerine' adlı kitabı Hava Kuvvetleri kantininde kapış kapış satılıyordu. Ordu içinde herkes yapılacak müdahaleden emindi. Sadece hangi grubun yönetimi ele geçireceği merak konusuydu.
Tabii bu arada Amerika, Türkiye'de yaşanan bu gelişmelere seyirci kalmadı. CIA Başkanı Richard Helmes, İsrail gezisinden dönüşte Türkiye'ye uğradı! Ve rivayet o ki 'ilgili yerlere' bir liste verdi. 5 Mart günü ABD Ankara Büyükelçisi, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler'i ziyaret etti. Aynı günlerde Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, ABD'ye resmi bir gezi yaptı.
Bir haftaya sıkışan bu temaslar sonucunda hava birden değişmişti. Orgeneral Batur ve Gürler artık cuntacılarla daha isteksiz ve moralsiz konuşuyorlardı. Ama onların asker ve sivillerden oluşan Bakanlar Kurulu listesi bile hazırdı.
Adalet Bakanı: Prof. Dr. Bahri Savcı, Miraç Aktuğ, Bayındırlık Bakanı: Yük. Müh. Sedat Özkol, Şükrü Kaya, Çalışma Bakanlığı: Necdet Şehmuz, Erciş Kurtuluş, Dışişleri Bakanlığı: Sezai Orkunt, Osman Olcay, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı: İhsan Topaloğlu, Mehmet Erdemir, Gümrük ve Tekel Bakanı: Sebahattin Teoman, Cemal Silahoğlu, İmar ve İskan Bakanı: Selahattin Babüroğlu, Halit Karababa, Köyişleri Bakanlığı: O. Nuri Koçtürk, Cevat Geray, Maliye Bakanlığı: Ziya Kayra, Erhan Işıl, Milli Eğitim Bakanlığı: Prof. Dr. Fevzi Yavuz, Milli Savunma Bakanlığı: Fakih Özfakih, Devlet Bakanlığı: Mucip Ataklı, Şaban Demir, Plan Koordinasyon Başkanı: O. Nuri Tosun, Atilla
Karaosmanoğlu.
H H H
Yağmurlu bir 9 Mart sabahında cuntanın ideoloğu Doğan Avcıoğlu, Deniz Binbaşı Erol Bilbilik ile Ankara'daki Devlet
İstatistik Enstitüsü'nün köşesinde buluştu. Söylediği tek cümleden ibaretti: 'Erol,
Faruk (Gürler) bizi sattı.'
9 Mart gecesi darbe için düğmeye basılacaktı ancak 10 Mart'ta her şey tersine dönmüş ve tasfiyeler başlamıştı. Ve cunta üyeleri birer ikişer Ziverbey Köşkü'nde işkenceli sorguların yolunu tutmaya başladı.
Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur sol cuntadan çekilmişlerdi.

Hiçbir ihtilal kağıda dökülmez!

27 MAYIS'IN önderlerinden biri de Suphi Karaman'dı. 1970'lerdeki cunta savaşlarında ona da teklif götürülmüştü. Ama o işleyişten rahatsızdı. Gizli hareketlerin kağıda dökülemeyeceğini ısrarla anlatıyordu:
'12 Mart 1971 öncesindeki örgütlenmelerden bir ölçüde haberim vardı. Cemal Madanoğlu ve Osman Köksal'la buluştuk. Daktilonun başında Köksal vardı. Gizli örgütün tüzüğünü yazıyordu! 'Paşam az kaldı' falan diyordu, Madanoğlu'na. Dayanamadım, 'Osman, bu paşa ihtilale sonradan katıldı. Bir ihtilal örgütlenmesini bilmez. Ama sen bilmiyor musun?' 27 Mayıs'ın çok rahat ve kolay olduğunu sanıyorlardı. Son derece bilinçsiz hareket ediyorlardı. Beni de aralarına almak istediler. 'Bu kağıtları yırtmazsanız aranıza gelmem' dedim. Aynı ekip içinde yer alan arkadaşım İlhan Selçuk'a da söyledim bu durumu. 'Böyle şey olmaz' dedim. Osman'a da söyledim; yazdığının bir sureti MİT'e gider.'
Karaman söylediklerinde haklı çıkmıştı. Yazılanların hemen hepsi aynı anda MİT'e ulaşıyordu. Çünkü Mahir Kaynak MİT ajanıydı.

Avcıoğlu'nu kimler uğurladı

DEVRİM'İN ideoloğu
Doğan Avcıoğlu, 4 Kasım 1983 günü yaşamını yitirdi. Son günlerini geçirdiği Büyükada'da toprağa verilecekti. Eski dava arkadaşlarının bir kısmı cenazede bir araya gelmişlerdi. Doğan abilerine son görevlerini yerine getireceklerdi. Kimler mi? Uğur Mumcu, Ahmet Güryüz Ketenci, Hikmet Özdemir, emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu, Avukat Turgut Kazan, yazar ve yayıncı Ümit Gürtuna, Devrim dergisindeki iki yardımcısı Hasan Cemal ve Uluç Gürkan, yazar Yaşar Kemal ve yakın dostu yazar İlhami Soysal. Ama cenazeye gelen ilginç bir isim homurtulara sebep olmuştu. Hemen herkes 'Niye geldi bu buraya' diye söyleniyordu. O da cenazeyi defneden kalabalıktan 20 metre uzakta defin işlemini izliyordu. Kimse onunla konuşmadı.
Cenazeyi sessizce uzaktan izleyen bu yaşlı adam, 9 Mart darbesinde son anda taraf değiştiren eski Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'dan başkası değildi.

Daha kardeşinin okulunu koruyamıyorsun!

1970'Lİ yılların sonlarına doğru silahlı ve bombalı provokasyonlar da başlamıştı. Sarp Kuray eylemlerin başrolünde yer alan isimdi. Milli Güvenlik Kurulu'nda Muhsin Batur'un Başbakan Demirel'e bir soru sormasına karşılık Ankara'daki Yükseliş Koleji'ne bomba atılmıştı.
Demirel'e sorulan soru şuydu: 'Sen daha kendi kardeşinin okulunu koruyamıyorsun, ülkeyi nasıl koruyacaksın!'
Ama kışkırtma eylemleri bununla da sınırlı değildi. Devrim dergisinin sorumlu yazı işleri müdürleri Hasan Cemal ve Uluç Gürkan da bu eylemlerde yer almışlardı. 1971 yılının ocak ayında DTCF'de yapılan Dev-Genç mitinginden sonra dağılan kalabalık, Sıhhiye Orduevi'ne yöneldiği sırada Cemal ve Gürkan, Yüksel Palas'ın olduğu köşeden toplum polisinin üzerine bomba atacaklardı. Ve kalabalık, orduevindeki subaylarla el ele slogana başlayacaktı: 'Ordu gençlik el ele milli cepheye!'
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Mitingden dağılan kalabalık, Sıhhiye yerine Ulus'a doğru yönelmişti.


[img]http://www.aksam.com.tr/images/aksam_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Partizanca!

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 7:48

Partizanca!

selcantasci@gmail.com


MERAK EDİLEN YENİ YAYIN DİLİNİN İŞARETİNİ VERDİ:
PARTİZANCA!


Dört saat boyunca, ne idüğü belirsiz,kışkırtıcı, bilgi saptırıcı, hedef kirletici birinin tehdit, tahrik ve hakaretlerini izleten TRT, soru işaretleriyle dolu olan güvenilirliği ve saygınlığını kendi elleriyle yok etti.

“Haberden biraz anlayanlar, TRT’nin yaptığı haberciliği övüyor.” TRT dün sabah 09.00 haberlerinde, Tuncay Güney’le yayınlanan röportajı bu cümleyle savunuyor. Pervasız ve saldırgan. Galiba böyle bir savunma devlet televizyonunda ilk defa yaşanıyor.
Tuncay Güney dolandırıcılıktan yargılanıyor. Ruhsatsız silah, sahte nüfus cüzdanı bulundurmak, otoya sahte plaka satıp takmak, köy arazisini sahte belgelerle ele geçirip satmak, suç işlemek üzere çete oluşturmak suçlarından hakkında açılan dava ağır ceza mahkemesinde.
Adam herkesi suçluyor, ne eski genelkurmay başkanı bırakıyor, ne muhalefet lideri, herkese bir kulp takıyor. AKP, pardon TRT için bulunmaz bir hazine.
Bu yayınla TRT suç üstü yakalanıyor. AKP borazanı olduğunu ilan ediyor.
TRT Ergenekon’un savcısı
Son dakika geçiyor: TRT Ergenekon’un savcısı.
Kendisine yöneltilen eleştirilere karşı, abilerinden öğrendiği saldırgan üslupla cevap veriyor. “Haberden biraz anlayanlar ” diyerek, Tuncay Güney’in saçmalıklarına karşı çıkan cümle alemi, “bunlar bir halttan anlamıyor” diye suçluyor. Bu yayın ve bu savunma üslubundan sonra, TRT işportaya düşüyor. Zaten soru işaretleriyle dolu olan güvenilirliği ve saygınlığını kendi elleriyle yok ediyor.
TRT son dakikayı, herhalde hakkında açılacak davalarda geçirecek. Bundan sonra şok haber mahkeme salonlarında
TRT 09.00 haberleri bütün iletişim okullarında ders olarak okutulması gereken malzeme ile dolu. Haber nasıl çarpıtılır, nasıl taraf olunur, örneklerine emsalsiz katkılar.
Tayyip Erdoğan’ı solladı
TRT IMF’den yeni bir ekibin Türkiye’ye geleceğini bildiriyor:
“Sayın seyirciler IMF’den yeni bir misafir bekleniyor.”
Bu misafir denilen IMF, Tayyip Erdoğan’ın “bizim ümüğümüzü sıkmalarına izin vermeyeceğiz” dediği IMF değil mi?
TRT, partizanlıkta ve taraf olmakta Tayyip Erdoğan’ı bile solluyor...
Yalçın Doğan / Hürriyet

*****

Gazetecilik yapan TRT’ye öneri
TRT’nin yayın politikası değişmiş meğerse. Artık gazetecilik yapacaklarmış. Tuncay Güney’in canlı yayında konuştururlmasının nedeni de buymuş. Demek ki bundan sonra TRT ekranlarında Deniz Feneri soygununu, yolsuzlukları, hükümetin bazı bakanlarının insanın aklını zorlayan icraatlarını da izleyebileceğiz.
Mesela önümüzdeki hafta yayınlamak üzere TRT Haber müdürlüğüne bir önerim var: “Filistin’e bunca yıldır yapılan yardımlar nereye gidiyor” konulu bir haber dosyası olsun bu. Nasıl olup da bugüne kadar yüzlerce milyon doları bulan yardımlara rağmen Gazze’de, Ramallah’ta içecek bir bardak temiz su zor bulunuyor?
Bu konuda danışmanlık için Mercümek’i, Yimpaşçıları, Deniz Fenercileri arayabilirler. İlginç bir haber olur o zaman...
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

*****

Müptezel bir parti kuruluşu
TRT her dönemde iktidar baskısına uğradı. Her dönemde iktidarın borazanı olmakla suçlandı. Ama hiçbir zaman böylesine katıksız bir borazan görünümü almadı. TRT artık devlet değil, bir parti kuruluşudur. Hem de en müptezelinden. Bir süredir programları yandaş basının taraflı kalemlerine yaptırıyor, zaten partinin sesi gibi çalışıyordu. TRT 2’de Tuncay Güney adlı provokatöre ekranı saatlerce açarak provokasyonun da sesi oldu.
Birileri bu ruh hastasına ciddi bir nitelik vermek istiyor. TRT 2’ye çıkarılması da onun hezeyanlarına ciddi ve inandırıcı bir nitelik verme atağıydı. TRT’nin yaptığı, o anlatımlara itibar kazandırmaya çalışmaktır... Halktan toplanan paralarla yayın yapan TRT halka ve demokrasiye yönelik bir provokasyona alet oldu sonuçta. Genel Müdür Şahin resmen suç işledi...
Melih Aşık / Milliyet

*****

“Tetikçi” kimmiş anladınız mı şimdi
Abdullah Gül’ün açıklaması mahçuptu, çekingendi, üstü örtülüydü, bu yüzden anlamadınız. Cumhurbaşkanı; “(.....) Birçok insanın ismi sorumsuz şekilde TV ve gazetelerde gündeme gelmekte ve onlar zan altında bırakılmaktadır... Yargıyı ve hukukun işleyişini baskı altına alacak davranışlardan kaçınmalıyız...” dedi...
Bana mı dedi? Sizleri yağlayan, yücelten, yandaşınız olan, uçağınıza binip çanak sorular soran, yemek sofranıza katıldıktan sonra Ergenekon davasında hangi dalganın ne zaman geleceğini, kimin göz atına alınıp kimin tutuklanacağını; sızdırılmış bilgilere sarılarak yazanlara dedi.
Anladınız mı şimdi! “TETİKÇİ” kimmiş!
Bunlar tamamı gizli ve açık sizin propagandanızı yapanlar. Sizin yandaşlarınız; yazı, haber ve TV sohbet toplantılarıyla “Ergenekon Davası’nda hukukun işleyeşini ve yargıyı baskı altına alacak” türden “tetikçi gazetecilik” yapıyorlar. Ne olduğu belirsiz; provakatör, ajan, kışkırtıcı, bilgi kirletici, hedef saptırıcı, hem Hazreti Muhammed’e, hem Musevi havrasında haham olup Hazreti Musa’ya terbiyesizlik eden birini TRT televizyonunda “sayın...” hitaplarıyla, iltifatlarıyla 4 saat konuşturdular. Sizin gazetecileriniz. Uçağınıza bindirdikleriniz. Sofranıza çağırdıklarınız. TRT’ye müdür yaptıklarınız.
Bırakmıyorlar Ergenekon davası, “hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı zedelenmeden” yürüsün. Sizin “tetikçiler” Türkiye’nin darbelerden arınmasının değil Ergenekon üstünden sizin propagandınızı yapma peşindeler. Kardeşiniz Cumhurbaşkanı bile “uyarı yapmak...” zorunda kaldı.
Anladınız mı şimdi! “TETİKÇİ” kimmiş!
Necati Doğru / Vatan

*****

İbrahim Şahin’e teğet geçiyor
Ergenekon için çırpınan TRT’nin bir numarası, Susurlukçuyla adaş iyi mi?
TRT’ci arkadaşlardan rica ediyorum, lütfen İbrahim Şahin’le ilgili haberleri de verin. Korkmayın karışmaz. Biri normal bıyıklı, biri badem.
Yılmaz Özdil/Hürriyet

*****

Tahrik ediyormuş
Taha Akyol, TRT’nin Tuncay Güney’i canlı yayına çıkarmasının ’habercilik heyecanının ürünü’ olduğunu yazmış. Güney gibi ilginç biri “ister istemez haber heyecanını tahrik ediyor”muş! Güney sadece gazetecileri değil, yargı ve güvenlik güçlerini de tahrik ediyor. Sorun da bu değil mi Taha Amca; nasıl oluyor da devletin kurumları böyle bir provokasyona alt ediliyor?

Tele-muayene konferansı
Büyüteç programını sunan İbrahim G. Sarı Yeni Şafak’a yaptığı açıklamada “Gazetecilik refleksiyle, kamuoyunun Güney hakkında doğru kanaate ulaşması için 3 saat yayında tuttuğunu” söyledi. Sanırsınız toplum olarak psikiyatri diploması sahibiyiz, muayene için, telekonferans usulü heyeti toplandık, Güney’e rapor yazacağız. TRT’nin yeni işlevi ‘tıbbi tanı koymak’ mı?

‘Görevli’yi alladılar pulladılar
TRT’ye tepki gösterenlerden İlhan Selçuk, Cumhuriyet’te “Ergenekon soruşturmasında hareket noktası olan Tuncay Güney’in hokkabaz değil görevli olduğunu, bu nedenle de iktidarın aynı anda hem Güney’in ve Ergenekon tertibinin yanında” olduğunu yazdı. Selçuk, Güney’in TRT’de ağırlanmasını ‘dış destekli bir planının militanının allanıp pullanması’ olarak yorumladı.

Neydi, ne oldu?
Strasbourg’ta Avrupa Konseyi TRT muhabiriydim. Dönemin Strasbourg Büyükelçisi “TRT’ye geçtiğim haberlerden memnun olmadığını” söyledi ve devam etti:“Bundan sonra TRT’ye haber geçmeden önce bana göstereceksiniz. Eğer onaylarsam servis edebilirsiniz. Anlaşıldı mı?”
Cevap verdim:“Bu isteğinizi yerine getirmeyeceğimi bilmenizi istiyorum. Anlaşıldı mı?”
Büyükelçi, “Günah benden gitti. Sizi TRT Genel Müdürü’ne şikayet edeceğim”dedi. Cevabım;“TRT, özerk bir kurumdur.” oldu.
Büyükelçi, gerçekten beni şikayet etmiş. Haber Dairesi Başkanı Doğan Kasaroğlu telefonla aradı; “Büyükelçinin şikayet mektubu yazdığını, TRT Genel Müdürü Adnan Öztırak’ın -TRT’nin özerk olduğunu, TRT muhabirlerinin büyükelçilerden emir almayacağını, haberlerinin sansür edilemeyeceğini büyükelçiye bildirin- dediğini” söyledi.
TRT işte buydu.
Yıllar içinde ne yazık ki, özerklik mevzileri tek tek düştü. İktidarların eli TRT’nin üzerinde oldu.
Tuncay Güney’in TRT 2 ekranında ağırlanışı bağlamında bu anıyı yansıtmakta fayda gördüm.
Güneri Civaoğlu / Milliyet

*****

İzlenme oranını patlatmışlar ya...
Mehmet Altan Tuncay Güney yayınının, TRT’nin izlenme oranını patlattığını söyleyip, “TRT resmi bir kanal olup ilgi mi çekecek, yoksa reyting çekici, daha aktif bir yol mu izleyecek? Yayın politikasını ne belirleyecek?” diye sormuş. Bu sorunun cevabı “kamu yararı” olabilir mi?

*****

MİNİ YORUM
Gazetecilik kısır döngüsü

TRT “devletin televizyonu” kimliği ile tartışmanın odağı. Yayını, devleti hala devam eden bir soruşturmanın tarafı olarak konumlandırdığı için. TRT’nin Tuncay Güney provokayonuna alet olduğu geceyi hiç yaşanmamış sayalım. Medya kuruluşları, iş, sanat, siyaset ve spor dünyasının patronlarının PR ajansı gibi inşa edildikleri ve özel kalem memurluğu, tetikçilik, çantacılık, iş bitiricilik gibi yandallarda uzmanlaşmış gazeteciler(!)in istihdamından vazgeçilmediği sürece “tehdit, hakaret ve tahrik”in habercilik olarak tanımlanması devam etmeyecek mi? Siyasi iktidar, yönetim aracı değil, saltanat amacının adı oldukça, günü geldiğinde lehine çevirebileceği bu kaygan zemini tuzlamaya, cesaret eden çıkar mı dersiniz?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Darbeyi sadece askerler mi yapar

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 8:05

Darbeyi sadece askerler mi yapar

sonery@hurriyet.com.tr


TSK son yıllarda bazı çevreler tarafından neden yıpratılıyor?

Türkiye’nin en güvenilir kurumuna karşı yapılan bu sistematik psikolojik savaşın amacı nedir? TSK bir karşı darbenin saldırılarına mı maruzdur? Kimdir bu neo-darbeciler ve ne istemektedirler?

BASINDAKİ bazı meslektaşlar benzer cümleleri yazıp duruyor:

"Askerler, AKP’ye karşı darbe yapacaktı!"

Ve arkasından 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül askeri darbelerini örnek gösteriyorlar.

Yazmıyorlar ama meseleyi, 1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden, 1913 Babıâli baskınına kadar götürebiliriz.

Peki, darbeyi sadece askerler mi yapar?

Örneğin, polisler yapamaz mı?

Ya da Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna’da gördüğümüz gibi "renkli-sivil darbeler" olamaz mı?

Tabii ki olur.

O halde, işin özünde yanlış bir tartışma yürütülmüyor mu?

Aslında darbeyi kimin yapacağından çok, darbenin neden yapılacağı üzerinde durmamız gerekmiyor mu?

Örneğin, bu topraklardaki darbeler hep iç dinamiklerle mi hareket etmiştir?

1876 darbesinin arkasında İngilizler yok mudur?

1913 Babıâli baskınının arkasında Almanlar olduğu gibi.

12 Eylül’ü "bizim oğlanlara" yaptıranların Amerikalılar olduğunu bilmeyenimiz yok herhalde.

O halde, ezberlenmiş kavramlarla konuşmayı bırakıp, darbeyi kimin neden yapacağına daha geniş açıdan bakmakta yarar var.

’Elbise’ meselesi

Bakınız...

Soğuk savaş bitene kadar Türkiye’nin iç ve dış politikası belliydi.

ABD-NATO-AB; Kemalizm’den, TSK gibi Cumhuriyet kurumlarından memnundu.

Ortak düşman ise belliydi; komünistler.

Bu nedenle NATO dahilinde kurulan Gladio da, Türkiye’deki yerli sivil işbirlikçileriyle solculara karşı elinden geleni yaptı. Provokasyonlar, suikastlar düzenledi. Yetmedi, askeri darbe yaptı!

Buraya kadar sanıyorum kimsenin bir itirazı yoktur.

Sonra ne olduysa Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başladı.

Kemalizm "out", ılımlı İslam "in" oluverdi!

ABD, Türkiye’ye "yeni bir elbise" giydirmek istedi.

Başta TSK olmak üzere Cumhuriyetçi kurumlar bu "elbiseye" girmedi/girmek istemedi.

Eee ne olacaktı?

Eee’si yoktu, öyle ya da böyle o "elbise" giyilecekti!

İyi ama eskiden Amerika isteyince askeri darbe yapılıyor ve zorla da olsa "elbise" giydiriliyordu.

Oysa şimdi, dün elbisenin giyilmesine aracı olan TSK, bu kez yeni "elbiseyi" giymek istemiyordu. Örneğin, fazla "kapalı" buluyor, başörtüsüne mesafeli duruyordu! Ayrıca beline silah takıp komşularının evine girmek de istemiyordu.

Siz ABD olsanız ne yaparsınız?

Hemen Türkiye’de o "elbiseyi" giymeyi çok istekli cemaatlerle, kurumlarla işbirliği yaparsınız. Yetmedi parti kurarsanız!

Ve bu işbirliği sayesinde "elbiseyi" giymeyenleri tasfiye edersiniz.

Peki, bu tasfiyeyi nasıl yaparsınız?

Hitler’in sağ kolu J. Goebbels, Nazilerin Propaganda Bakanı’ydı. Yalanlarını kamuoyuna kabul ettirmekte çok ustaydı. Yalanını kabul ettirmekte o kadar başarılıydı ki, bugün hâlâ Batı üniversitelerinde onun "Büyük Yalan" olarak bilinen tekniği ders olarak okutulmaktadır.

Evet, tasfiye için "büyük yalana" başvurursunuz.

Yoksa Türkiye tarihinin en önemli soruşturması neden çarşaf çarşaf gazetelere, TV’lere servis yapılsın?

Torumtay’ın istifası dönemeç

Tarih 3 Aralık 1990.

Yer Ankara.

Genelkurmay’dayız. Harekât Daire Başkanı Korgeneral (rahmetli) Doğan Beyazıt, basın mensuplarına "Özel Harp Dairesi" hakkında brifing veriyor.

Brifing esnasında Güneri Cıvaoğlu’nun çağrı cihazına bir mesaj düştü. Ve Cıvaoğlu söz alarak, Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın az önce istifa ettiğini duyurdu.

Peki, Orgeneral Torumtay niye istifa etmişti?

Hayır, bu istifanın Gladio tartışmalarıyla hiçbir ilgisi yoktu. Torumtay, Turgut Özal (dolayısıyla ABD) ile Körfez politikaları konusunda anlaşamamıştı.

Ve bu istifa ile askerler, siyasal iktidarlarla uzlaşmadıkları zaman koltuğu bırakıp gitme olgunluğuna ulaştıklarını göstermişti. İlkti.

Bu aynı zamanda darbeler döneminin kapandığını da gösteriyordu.

Ve 20 yıllık süreçte Torumtay’dan sonra nice genelkurmay başkanları gelip geçti. Ve hiçbiri ABD’nin Ortadoğu politikalarına sıcak bakmadı. Mehmetçiği petrol kuyularına bekçi yapmak istemedi. Ama bunun kararını da hep TBMM’ye bıraktı. Bunları gördük, yaşadık.

Bu askerlerin darbe yapacağını ısrarla yazıyorlar. Aslında tercüme ediyorlar. Kimden mi?

1 Mart tezkeresi

2003’e dönelim. Amerika’nın Irak işgalinin mimarlarından Paul Wolfowitz, 6 Mayıs 2003’te CNN Türk’te Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar’ın sorularını yanıtladı. Konu, Amerika’nın Irak işgali için Türkiye üzerinden kuzey cephesinin açılmasını sağlayacak 1 Mart tezkeresinin reddi ve Amerika’nın bundan duyduğu derin rahatsızlık.

Bakın Wolfowitz, tezkerenin reddinden kimi sorumlu tuttu:

Wolfowitz: Ve Türkiye’de bize destek olacağını düşündüğümüz, aramızdaki ittifakın çok önemli geleneksel destekçisi kurumlardan aradığımız desteği bulamadık.

Soru: Hangileri özellikle?

Wolfowitz: Tahmin ediyorum ki biliyorsunuz hangilerini kastettiğimi, ama örneğin ordu... Ordu, hangi nedenle olursa olsun, o önemli ve de oynamaları gereken liderlik konumuna tam olarak sahip çıkamadı...

Soru: Ordunun liderlik görevi tam olarak nedir?

Wolfowitz: Ben siyasi açıdan bahsetmiyorum. Şunu kastediyorum: Türkiye’nin ulusal çıkarları ve ulusal stratejilere bakacak olursanız, özellikle sizin sisteminizde geçerli olan şu: Ordunun söylemesi gereken bir şey vardı. "Amerika’yı desteklemek Türkiye’nin çıkarınadır" demeliydi. Benim gözlemim şu oldu: Yapması gereken ya da sonuçta fark yaratacak şekilde güçlü ifade edemedi kendini. (Radikal, 7.5.2003)

Devam edelim.

Bu kez tarih 19 Nisan 2003. New York Times’ta "Savaşan Bir Ulus" başlıklı bir yazı yayınlandı. Sözünü ettikleri ulus Türkiye. Yazar Alan Cowell, yazısına, "Tek bir kuşun dahi atılmadan Türk ordusunda çok pahalı bir savaş yaşandı" diye başladı. 1 Mart tezkeresi reddedildiğinde Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’tü. Ancak New York Times, faturayı Özkök’e kesmedi. Şöyle yazdı:

"Generali yıllardır tanıyan bir Türk analizcisine göre 63 yaşındaki Hilmi Özkök, ’Bu ülkeyi ordunun yönettiğine dair izlenimi güçlendirmemek için büyük özen gösteriyor’...

Ama General Özkök’ün Avrupa yanlısı duruşu onu, ordunun siyasal ve ekonomik gücünün azalması konusunda temkinli davranan bazı kıdemli subaylarla karşı karşıya getiriyor. Daha net konuşmak gerekirse, gene bazı analizcilerin söylediğine göre, General Özkök’ün selefi Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman gibi bazı generaller, General Özkök’ün Amerika Birleşik Devletleri’yle bu denli işbirliği içinde olmaması gerektiğini savunuyorlar."


Yani: Amerika’nın derdi, ordunun siyasete karışmasıyla "demokrasinin zedelenecek" olması değildi. Amerika’nın derdi, Türk ordusunda bazı kesimlerin Amerika’yla kayıtsız şartsız işbirliğine onay vermemesi.

Son olarak, yazının bir başka bölümünü aktaralım:

"Dahası, bazı ordu uzmanları, söz konusu krizin, ordunun en üst kademeli kumandanları arasında uzun süredir devam eden bir tartışmayla keskinleştiğine inanıyor. Batı tarafından kabul görme arzusu taşıyanlarla, ki bu arzu Ankara’nın Avrupa Birliği’ne katılma isteğinde de somutlaşıyor, ulusu Avrupa ve ABD’den uzaklaştırarak, Rusya ve Çin gibi yeni müttefikler aramaya itecek daha derin bir ulusalcılığı benimseyenler arasındaki tartışma bu."

Gördünüz mü meselenin özünü?

’Türkiye’yi Kazanmak’

Amerika’nın dış siyasetini belirlemede en önemli kurumlardan biri olan Brookings Enstitüsü geçen yıl "Winning Turkey" (Türkiye’yi Kazanmak) diye bir kitap çıkardı.

Ortadoğu uzmanı ve Başkan Obama’nın danışmanlarından Philip H. Gordon, kitabında Türkiye’de askeri bir darbe sonrasında neler olacağını şöyle kestirdi:

(Bu kitaba, Brookings Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Ömer Taşpınar’ın da katkıları oldu. Taşpınar arada Radikal, Zaman ve Sabah gazetelerinde makale yazıyor.)

"Türkiye’de askeri hükümet, Ankara’nın 10 yıl önce başlattığı Avrupa Birliği’ne katılma amacından vazgeçerek başvurusunu geri çeker; NATO üyeliğini askıya alır; Amerika’nın Türkiye topraklarındaki askeri üslerini kullanmasını yasaklar ve bundan böyle daha bağımsız bir dış siyaset izleyeceğini açıklayarak Rusya, Çin ve İran’la daha yakın diplomatik, ekonomik ve enerji bağları kuracağını ilan eder ve bunlara ek olarak, Kuzey Irak’ı karşısına alır."

Psikolojik savaşın merkezinin neresi olduğu belli değil mi?

Komutanlar sürekli "Artık askeri darbeler dönemi bitti" diye açıklamalarda bulunsa da, Amerikan neo-conları (ve Türkiye’deki takipçileri) bir o kadar Genelkurmay’ın darbe yapacağını yazıyor!

O halde sormak zorundayız:

Türkiye’de "ABD elbisesini" giymek isteyenler, askeri darbe yalanını ortaya atıp Cumhuriyetçi kadrolara karşı büyük bir tasfiye operasyonuna girişmiş olamaz mı?

Sizin darbeden salt anladığınız, sabaha karşı yönetime el konulması, bildiri okunması, tankların yürümesi gibi soğuk savaş dönemi müdahaleleri mi?

Arenada aslanların önüne atılır gibi, saygın isimler, adı şaibeli kişilerle birlikte kamuoyunun önüne çıkarılmıyor mu?

Yıpratma taktiklerinin yapıldığı ortada değil mi?

İlginçtir, bu kara propaganda hep "Askerler darbe yapacak" sözleriyle aynı anda yapılıyor.

Peki, bu nasıl oldu da, "Asker darbe yapacak" sözleriyle yıpratma kampanyaları yan yana durdu?

Bunlar psikolojik savaşın hep bir merkezden yürütüldüğünü göstermiyor mu?

Ve bu gerçekten Türkiye’nin son yıllarda gördüğü -hakkını vermek gerekiyor- en başarılı psikolojik savaş yöntemiyle yapılmıyor mu?

Hâlâ soruyor musunuz, "Bu kirli savaşın arkasında kimler var" diye...

Baykal ne demek istiyor?

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, son Ergenekon gözaltılarından sonra yaşananları Hitler dönemine benzetti.

Sanıyorum Hitler dönemini en iyi anlatan kitaplardan biri, William L. Shirer’in üç ciltlik "Nazi İmparatorluğu" adlı eseridir.

Baykal’ın bu benzetmesinin ne kadar gerçekçi olup olmadığının bilinmesi için kitabı okumanızı tavsiye ederim.

Sadece bu nedenle değil...

Türkiye’de kafalar karıştırılıyor. Sanılıyor ki darbeyi sadece askerler yapar!

İşte size Hitler örneği:

Almanya’da Weimar Cumhuriyeti’ni kim yıktı:

Adolf Hitler.

Hitler’in kurduğu cumhuriyetin adı neydi:

Demokratik Cumhuriyet.

Hitler’in parlamento darbesiyle kurduğu bu cumhuriyetin silah gücü neydi: Polisler.

Hitler’in diktatör olmak istediğini anlamayıp ona "yetki kanunu" veren kimlerdi: Merkez sağ partiler.

Hitler’i diktatör yapacak yasalara ve uygulamalara mecliste karşı çıkan kimdi: 88 sosyal demokrat milletvekili.

Hitler’in arkasındaki meclis gücü neydi:

441 milletvekili.

Hitler’e karşı çıkan basının ve muhalefetin başına ne geldi:

Hepsi cezaevine tıkıldı.

Hitler’in Reichstag yangını gibi provokasyonlarla kandırıp ele geçirdiği son kurum neresiydi:

Alman Ordusu.

CHP Lideri Baykal, son dönemde yaşadıklarımızı Hitler dönemine benzeterek bunları mı anımsatmak istiyor acaba?

Bütün bunlar tesadüf mü?

Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı olacağı dönemde dedesinin mezarının Kudüs’te olduğu yazılarak Yahudi olduğu söylentileri çıkarıldı. İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olmadan önce Kudüs’teki Ağlama Duvarı önündeki fotoğrafları sızdırıldı. Amaç aynıydı. Örnekler çok. TSK’yı terör örgütü PKK karşısında aciz göstermek için ellerinden geleni yaptılar. Yetmedi, Tuğgeneral Münir Erten’in Kuzey Irak harekâtına ilişkin makamında yaptığı görüşmeyi dinleyen gizli kulaklar, bunu bile basına servis yaptılar.

Türk Gladio’sunun İslamcı ayağı

Gladio, soğuk savaş döneminde doğdu. Deniliyor ki, "Soğuk savaş döneminin sona ermesiyle Avrupa’da Gladiolar açığa çıktı; bir tek Türkiye’de üzerine gidilmedi". Gerçekten öyle mi? Ergenekon operasyonu, Türk Gladio’sunu ortaya çıkarmayı mı hedefliyor? Meselenin bir başka yönü gözlerden kaçırılmıyor mu?

DENİLİYOR ki, Ergenekon soruşturmasıyla Türkiye’de Gladio açığa çıkarılıyor.

Keşke.

Keşke Susurluk’ta sonuna kadar gidilebilse; eski başbakanlar, eski genelkurmay başkanları, emniyet müdürleri, polisler yargı önüne çıkarılabilse.

Gerçekten Ergenekon soruşturması, Gladio sırrını çözebilir mi?

Zor görünüyor. Anlatayım.

Ancak öncelikle bir yanlışı düzelteyim:

Gladio, İtalya dışında hiçbir yerde aslında pek ortaya çıkarılmadı.

Soğuk savaş dönemi bitimiyle esen ılık rüzgârlar sonucu "dönemin bittiğini" vurgulamak için, Gladio’nun bittiği/bitirildiği propagandaları yapıldı.

Aslında yapılan sadece, "adı şuydu-buydu" türü yüzeysel açıklamalardı. Arkası -birazcık İtalya dışında- pek gelmedi. Orada da bir yere gelindi ve hemen durduruldu.

Bu sebeple Avrupa’da hâlâ "Bizi kandırdınız" diye haberler/yorumlar yapılmaktadır. Bu konuda sayısız kitap çıkarılmıştır.

Yine de iyimserliğimizi koruyalım.

Ve hadi diyelim ki Ergenekon soruşturmasıyla Türkiye’de Gladio ortaya çıkarılıyor.

Peki, kim bu Türk Gladio’su?

Yandaş medya için Gladio; askerlerden, ulusalcı/milliyetçilerden ve bazı solculardan oluşmakta.

Hadi askerleri biliyoruz; NATO konsepti/stratejisi gereği özel harp yapılandırılmasına gidildi.

Yine biliyoruz ki bu yarı militer güç, zamanla siyasetin aracı haline getirildi. Darbeleri meşrulaştırma çalışmalarında kullanıldı vs.

Bunlar biliniyor. Fakat Gladio konusunda pek bilinmeyenler de var.

Örneğin, bazı yazarlar ısrarla "sol Gladio"dan bahsediyor. Bilgiye dayalı değil yazdıkları; tahmin ediyorlar!

Kimileri, fırsat bu fırsat deyip olayı kişisel intikama dönüştürmüş durumda.

Benim üzerinde asıl durmak istediğim konu bu değil.

İki nokta gözden özellikle kaçırılmak isteniyor.

PKK ve Gladio ilişkisi üzerinde de duruluyor; ama nedense Barzanici Kürtlerin Gladio ile teması var mı sorusu hiç dile getirilmiyor? Neden?

İkinci nokta:

Yandaş medya Gladio’nun "İslamcı ayağıyla" neden ilgilenmiyor? Gladio’nun İslamcı kadrosu hiç hatırlanmak istenmiyor.

Solcularla kimler savaştı; Dolmabahçe önlerinde olduğu gibi genç devrimcileri kimler bıçakladı? Maraş’ta, Çorum’da "Aleviler camiye bomba attılar" provokasyonlarına kimler ortak oldu?

Antikomünist yapılanmalar olan, MTTB, İlim Yayma Cemiyeti, Komünizmle Mücadele Derneği’nde Gladio mensupları yok muydu sanıyorsunuz?

Örneğin, Komünizmle Mücadele Derneği kurucusu bir cemaat liderinin bugün CIA ile çok yakın olması kafalarda sorular doğmasına neden olmuyor mu?

Bakınız elinizde bilgi belge olmadan yayın yaparsanız, konu karanlık olayları açığa çıkarmaktan öteye taşınır; mesele bulanır. Komplo teorileri havada uçuşur.

Sonra birileri çıkıp, "CIA gölgesindeki Gladiocu cemaat, ulusalcı sol ve sağı tasfiye ediyor" deyiverir!

O çok bildik tavırlarla ahkâm kesmeyi bırakıp sadece bildiğini ortaya çıkarmalıdır.

Örneğin:

Yandaş medya -nedense yıllar sonra- madem merak duymaya başladı bu işlere, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu cinayetleri; Gazi Mahallesi, Madımak yangını provokasyonlarıyla başlasın. Dikkat ediniz, bu kanlı olayların hepsi soğuk savaşın bittiği 1990 yılıyla başladı. Tesadüf mü?

Meraklılarsa, İslami Hareket Örgütü’nü kimlerin, neden kurduğunu araştırsınlar. Aksi halde yapılanlar tıpkı Susurluk’ta olduğu gibi kafaları karıştırmaktan öteye gitmez.

Demem o ki, meselelere ne intikamcı duygularla, ne de at gözlüğüyle bakılsın.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Bunları bilmeden ‘Ergenekon’u anlayamayız!

İletigönderen kgursu » Pzt Oca 19, 2009 8:13

Bunları bilmeden ‘Ergenekon’u anlayamayız!

ybulut@gazetevatan.com


Yazıma geçmeden bir noktanın altını çizmem gerekli; burada yazacaklarım, bugün “konu ile ilgilendirilen” isimler “suçludur” ve “böyle bir örgüt vardır, bu kişiler de üyesidir” anlamına gelmez.

Böyle bir “örgüt var mı-yok mu” YARGI karar verecek ve “isimler hakkında da” YARGILAMA süreci sonucu “hüküm verilecek” ! Peki ben “neden bahsedeceğim”? Adı ne olursa olsun; son 160 yılda “karanlık” noktalardan ve bunları “aydınlatmadan” bugün ortaya “çıkan durumu” asla anlayamayacağımızdan bahsedeceğim. Sevgili dostlar, bunları “bilmeden” bugünleri asla anlayamayız:

* 1854-1876 arasında Osmanlı’nın yaptığı 18 borçlanmanın, nereden, nasıl ve hangi “etnik kökeni farklı” Osmanlılar tarafından yapıldığını

* 1876’da LONDRA ve PARİS bankerlerine “boğazına kadar borca” batmış Osmanlı’nın “ödediği” büyük faize rağmen bitmeyen borcu gerçeğini

* Sadrazam Mahmut Nedim Paşa’nın Almanlar’la birlikte LONDRA ve PARİS’e “Borcu ödemeyeceğim” diye kafa tutmasını ve “kararını açıkladıktan sonra yerli unsurların kışkırtılması ile öldürülmesini”

* 1830 Baltalimanı anlaşması sonrası Osmanlı’nın İngilizler’in “eline düşmesini” ve sonrası gelişen “esareti”

* 1915’te “Ermeni Yer Değiştirmesi” kararı alındığında “Osmanlı Genelkurmay Başkanı’nın” Alman olduğu gerçeğini

* Biz Çanakkale’ye “yüklenirken” oradan geçmek istiyor gibi “var gücüyle yüklenen İngilizler’in” aslında Kuzey Irak’ta yaptıklarını

* Alman kökenli Bektaşi Osmanlı Baron’un “kim olduğunu”, bu ismin “kurduğu” örgütü.

* Damat Ferit ile “bu baronun” Alman bağlantılarını

* 1946 devalüasyonunu.

* 1960’da Menderes’in “Rusya’ya gitmeye neden ömrünün” yetmediğini!

* 1980 darbesini ve sonrasında Özal ile “uygulanan” 1978 Dünya Bankası raporunu ve “imzacısını”

* 2001 krizini ve 1978 Dünya Bankası raporu imzacısı Kemal Derviş’i.

* Muavenet fırkateynimizin vurulmasını ve o dönemde “Türkiye’nin Almanya’dan savaş gemisi alma girişimini”

* Bugün Türk donanmasında kaç “gemimizin” Alman, kaçının “Amerikan” malı olması gerçeğini.

* PKK’nın “AB’den” nasıl desteklendiğini.

* Yabancı bir gazetenin genel yayın yönetmeninin “Türkler’i koruyan iki Türk yazarı” ülkesinde “nasıl aforoz” ettiğini.

* Son 5 yılda “borcumuzun” Cumhuriyet tarihi kadar nasıl arttığını!

Sevgili dostlar, daha yazarım ama “bence bu kadar” bile yeter “ne demek istediğimi” anlamak için. Eğer bir “Ergenekon varsa” bunları bilmeden ve uzantılarını anlamadan “asla tamamı” çözemeyeceğiz!


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Önceki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x