Ergenekon (namı diğer Ümraniye)

Birileri sapla samanı karıştırıyor da, acaba kim?

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 14:42

Birileri sapla samanı karıştırıyor da, acaba kim?

mabirand@e-kolay.net


Hasan Cemal’ in geçen Cuma günkü yazısı önemliydi.

Ergenekon soruşturmasının hafife alınmaması gerektiğini, hukukun bu ülkede “hukuk üstü” sanılan bazı yerlere dokunmaya başlamasının çok önemli bir olay sayılması gerektiğini belirtiyor ve” yoksa “darbe yolu” açmak için bu ülke suikastlarla, siyasi cinayetlerle, bombalarla altüst edilecekti... Gölbaşı’nda, Sapanca’da, Ümraniye’de ortaya çıkan cephaneliklerin bu çerçeve içinde anlamaya çalışın... Tamam Ergenekon soruşturmasında, yargılanmasında yaşanan bazı hukuksuzlukları, ölçüsüzlükleri eleştirelim, adil yargı için bastıralım... Amma sapla saman karışmasın... Öyle saf olmayın. Naiflik kaldırmıyor bu ülke...” diyor.(10.1.09 Milliyet)

Hasan Cemal’in yazdıklarının önemli bölümüne katılıyorum, ancak bir bölümünü üstüme alındım. Yazının içinde kendime de mesaj buldum. Ben dahil, Ergenekon olayının ne anlama geldiğini bilen, Ergenekon’culardan zamanında zarar görmüş kişilerin, şimdi soruşturma ve davanın gidişiyle ilgili hoyratlıkları eleştirenlere seslenen Hasan, “bu kadar saf olmayın” demeye getiriyor.

Cemal’in ne demek istediğini çok iyi anlıyorum. Ancak öte yandan da, Ergenekon soruşturması konusunda bir ikilem yaşıyorum.

Bu olayın önemini çok iyi biliyorum. Susurlukta kaçırılan fırsatın, bu defa yakalanmasını istiyorum. Soruşturma çerçevesinde gözaltına alınanlardan bazılarının bulaştıkları kirli işleri biliyorum. Bu ülkede, belki birbiriyle somut biçimde bağlı olmasa dahi,vatan adına cinayet işleyen, devlet adına komplolar kuran guruplar var. Bu gidişin de mutlaka durdurulması, hukukun üstünlüğünün gerçekten kurulması gerektiğine inanıyorum. Üstelik geçmişte Ergenekon krokisine dahil bazı kişi ,dernek veya gurupların, benim ve ailemin hayatını nasıl zehir ettiklerini, ölümden nasıl kıl payı kurtulduğumu hatırladıkça, bu davanın bendeki önemi daha da artıyor. Ancak bir süredir de, soruşturmanın yürütülüşü ve yönetilişi beni rahatsız ediyor.

Benim gibi düşünenleri ikileme düşüren unsur, soruşturma sırasında yaşanan ölçüsüzlükler, hoyratlıklar, inandırıcı gelmeyen gözaltılardır.
Gerçekten de, Hasan Cemal’in dediği gibi sapla saman birbirine karışmaktadır, ancak bunları karıştıranlar bizler miyiz, yoksa soruşturmayı yapanlar mı ?

Herşey öylesine karışık , guruplar veya kişiler arasında kurulmaya çalışılan ilişkiler öylesine cılız, iddianamedeki bazı suçlamalar öylesine inandırıcılıktan uzak ki, ister istemez kuşku duyuyorum.

Kuşkum, ortada hiçbir şey yokken, bütün bu olayın uydurulduğu ve tamamen AKP hükümetinin yargıyı kullanarak muhaliflerini yok etmek için kurgulandığı iddialarından kaynaklanmıyor.

Kuşkum, birilerinin- soruşturmayı yapanlar ve soruşturmayı yargı dışından etkileyen resmi veya resmi olmayan gurupların - sapla samanı karıştırdığı, bazı işleri yüzlerine gözlerine bulaştırdıklarıdır.

Kuşkum, sapla samanı karıştıranlar Ergenekon olayını öylesine yanlış , dikkatsizce ve hoyratça götürüyorlar ki, bu dağ bir fare doğuracak ve Türkiye’de bir daha bu tip dosyalar açılamayacak.

SAPLA SAMANI, ERGENEKON’U SORUŞTURANLAR KARIŞTIRIYOR

Bundan dolayı, sapla samanı gerçekten karıştıranları uyarmak istiyorum. “ Çok geç olmadan bu soruşturmayı rayına oturtun. Radikal muhalifleri, gerçek komplocularla karıştırmayın”demek istiyorum.

Ayrıca unutmayalım ki, izlediğimiz uygulamalar , Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dolayısiyle Avrupa Birliği normlarına da uymuyor.

Soruşturmanın ilk aşamasını hatırlayalım.

Son derece ciddi iddialar söz konusuydu. Beklentiler de son derece yüksekti.

Aradan geçen süreçte, bakın nereden nereye geldik.

Bu tip soruşturmalarda mutlaka hatalı değerlendirmeler olur. Ancak kamuoyuna inandırıcı gelmeyen gözaltılar soluksuz sürer, kişiler ve olaylar arasındaki bağlar yeterince inandırıcı olmaz, somut deliller ortaya konulmaz, insanlar neyle suçlandıklarını bilmeden aylarca içerde tutulurlarsa, kamuoyunu rahatsız eden, gözaltılardaki kabalık ve sertliklerden vazgeçilmiyorsa, o zaman ister istemez eleştiriler de artar.

İKTİDAR DA, AŞA SU KATMAKLA MEŞGUL

Bir de iktidarın tutumuna bakalım.

Zaman zaman öylesine açıklamalar, öylesine konuşmalar yapıyorlar ki, sanki gerçekten yargıyı zorluyormuş gibi bir hava doğuyor. Ergenekon soruşturmasından beklentilerini öylesine yükseltiyorlar ve öylesine bir savunmaya geçiyorlar ki, kamu oyunda Ergenekon davası giderek siyasileşiyor. Adeta bir güç kavgası, rejim mücadelesi yaşanıyormuş izlenimi güçleniyor.
Tekrar etmek istiyorum...

Ergenekon’u içi boş bir soruşturma olarak görmüyorum, görmekte istemiyorum.

Hiç bir şekilde de küçümsemiyorum.

Ancak, kısa sürede rayına oturtulamadığı taktirde, işin giderek büyük bir fiyaskoya dönüşebileceğini düşünüyorum.

Tek beklentim, işin gereğine göre yapılması ve davanın kamu oyu vicdanında inandırıcı bir etkisinin olmasıdır.


Ben de, sapla samanın karıştırılmamasını istiyorum...Eğer soruşturmanın sorumluluğunu taşıyanlar sapla samanı karıştırmazlarsa, kamuoyunda da karışıklık doğmaz


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

İbrahim Şahin hafızasına kavuştu mu?

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 14:47

İbrahim Şahin hafızasına kavuştu mu?

fbila@milliyet.com.tr


Susurluk davasının en önemli aktörü olan İbrahim Şahin, Ergenekon soruşturmasında da sahneye çıktı. Şahin, tutuklandı.
Şahin’in evinde ele geçirilen kroki üzerine Gölbaşı’nda yapılan kazılarda silahlar ortaya çıktı. Kazılar aralıklı olarak sürüyor.
Önce İbrahim Şahin’in kim olduğunu hatırlayalım.

Susurluk hükümlüsü
İbrahim Şahin, emniyet teşkilatında Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili’ydi. Susurluk davasında yargılandı. 6 yıl hapis cezası aldı. Ancak geçirdiği bir trafik kazası sonrasında hafıza kaybına uğradığı yolunda rapor aldı.
6 ay civarında cezaevinde kaldıktan sonra Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından sağlık sorunları nedeniyle affedildi.
Şahin, “hafıza kaybına uğradığı” gerekçesiyle, sonuçta, serbest kaldı.

Hafıza geri geldi mi?
İbrahim Şahin, Ergenekon soruşturması nedeniyle gözaltına alındı ve tutuklandı. Polise verdiği ifade basına yansıdı.
Eğer doğruysa, bu haberlere göre Şahin, 3 ay kadar önce devletin kendisine görev teklif ettiğini, yeni oluşturulan güvenlik müsteşarlığına getirileceğinin kendisine iki general tarafından söylendiğini ve bu nedenle hazırlık çalışmaları yaptığını söylemişti. Evinde çıkan krokinin de bu krokiye göre bulunan silahların da kendisine ait olmadığını ifadesinde belirtmişti.
Bu durumda şu soru akla geliyor:
İbrahim Şahin’in hafızası yerinde mi, değil mi? Eğer hafıza kaybı devam ediyorsa, söyledikleri dikkate alınacak mı? Hafızasını kazandıysa, ne zaman kazandı? Yoksa hiç kaybetmedi mi?
Şahin hafızasını hiç kaybetmediyse, “hafıza kaybı raporu” nasıl verildi ve Adli Tıp tarafından nasıl teyit edildi?

Müsteşar adaylığı
Şahin’in ifadeleri hiç de hafıza kaybına uğramış birinin ifadelerine benzemiyor. “Silahlar benim olsa Elmadağ’a gömerdim, orada daha ıssız yerler var” diyecek kadar muhakeme yürütebiliyor.
Yeni oluşturulacak olan güvenlik müsteşarlığının farkında. O makama atanma sözü aldığını da söylüyor. Devletin, deneyimlerinden yararlanmak istediğini ve kendisinden 300 görevli saptamasını istediğini belirtiyor.
Buraya kadar bir hafıza ve muhakeme sorunu gözükmüyor.
Güvenlik müsteşarlığına atanma meselesine gelince. Genelkurmay Başkanlığı, Şahin’in bu ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını açıkladı. Şahin’in de bu atamanın mümkün olmayacağını bilmesi gerekiyordu.
6 yıl hapis cezası almış, kamu hizmetinden men edilmiş birinin devlet memuru olamayacağı açık. Hele müsteşarlık gibi asli nitelikle devlet memuriyetine atanması ihtimal dahilinde değil.
Bu görevi beklemesini hafıza kaybına mı vereceğiz, yoksa sağlık sorunu olmadığı düşüncesine mi?

Hafıza oyunu
Devletin bütün eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olması gerekir. Yargı denetimine açıktır. Devleti diğer organizasyonlardan ayıran da budur. Hukuk içinde hareket etmek zorundadır. Bu savaş hali için de terörle mücadele hali için de geçerlidir.
Devlet, “devletin yüksek menfaatleri” diyerek hukuk dışına çıkamaz. Bu durum, “hafıza oyunları”yla geçiştirilemez.
Geçiştirildiği içindir ki, Susurluk’tan Ergenekon’a bu işlerin içinde olanlar aynı “iş”lere devam etmekte beis görmemişlerdir.
Dışarıda veya devletin içinde yuvalanmış bütün çeteler açığa çıkarılıp yargıya teslim edilmelidir. Ancak bu yapılırken de hukukun dışına çıkılmamalı, fırsat bu fırsat düşüncesiyle ve siyasi hesaplarla hareket edilmemelidir.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenek10 dalgası

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 14:57

Ergenek10 dalgası

m.asik@milliyet.com.tr


Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz ve emekli Orgeneral Kemal Yavuz, emekli Orgeneral Tuncer Kılınç savcılık soruşturması sonrası serbest bırakıldılar. Savcılık, sorgu sonrasında, mahkemeye çıkarılmalarını gerektirecek bir suçları olmadığına kanısına vardı.
Geçmişte yüksek ve saygın görevler ifa etmiş olan bu kişilerin suçlu olduklarına ilişkin kanıt bulunmadığı halde neden polis kendilerini azılı suçlular gibi baskınla ele geçirip, adeta sürükleyerek, kafalarını bastırarak götürdü?
Bu sorunun yanıtını verecek bir yetkili yoktur.
İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın, diyor ki:
- Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bir suç isnadıyla karşı karşıya olan kişi bakımından ilke, önce ifade için çağrılmasıdır, ifadesi alınacak veya sorgusu yapılacak kişi davetiyeyle çağrılır, gelmezse zorla getirileceği bildirilir.
Ergenekon sürecinde hukuka uyulmuyor?
O yüzden bu davanın karanlık olayları ve suçları ortaya çıkarmaya değil iktidar muhalifleriyle hesaplaşmaya, öc almaya yöneldiği kanısı yaygın.
Dava böyle bir sapma gösterdiği için esas suçluların yakayı sıyırması ihtimali güçleniyor...
Başbakan Erdoğan, bu hukuksuzluğun hukuk olduğunu iddia ediyor. Önceki gün diyor ki:
- Bırakın hukuk işlesin, bırakın hâkim ve savcılar görevlerini yapsın...
Başbakan’ın “hukuk” diye bağıranlara cevabı da çok zarif:
- CHP ve medya panik içinde...
Kendisini Ergenekon savcısı ilan eden Başbakan, yapılan hukuksuzluklara bu şekilde omuz mu veriyor? Bize mi öyle geliyor!

Konuşan kuzu...
Hem Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı hem Profesör ve Anayasa Hocası... Bu sıfatların sahibi Burhan Kuzu beyefendi geçen hafta tutuklamalar sırasında Ergenekon konusunda dedi ki:
“Bu davanın en önemli faydası; Türkiye’de artık hiç kimse ‘bana kimse dokunamaz’ diyemeyecek.”
Profesör Kuzu’nun 12 Temmuz 2008 tarihli ajanslarda yer alan bir demeci var. Milletvekili dokunulmazlığı konusunda AİHM’nin bir kararı üzerine diyor ki:
“Milletvekili dokunulmazlığı kalkarsa sistem çöker.”
Evet, herkese dokunulmalı, milletvekili hariç... Böyle dürüst ve yiğit bir kuzu bu...

Aydın adaleti
İmzacı aydın deyince ilk akla gelen isim, Murat Belge, Taraf’ta, Sabih Kanadoğlu’nun evinin aranmasının olağanlığını şu sözlerle savunuyor:
“...367’nin mucidi olarak demokrasiye ve hukuka ‘bağlılığı’ da, bence, bellidir. Onun için, evine gelinmesini, ‘hukuka saldırı’ diye nitelendiremem. Bütün bunlar olmadan önce, Kanadoğlu, kendisi bu ülkede ‘hukuk’ nosyonunu ağır bir şekilde yaralamış biridir.”
367’nci maddeyi iktidarın işine gelmeyecek şekilde yorumlamak, Sabih Kanadoğlu’nun evinin aranmasına gerekçe olabilirmiş. Memleketin “aydın”ı bu... Düşünün karanlıklarını...

Bu dava bitmez
Türkiye, Ergenekon davasındaki hukuksuzluklar yüzünden AİHM tarafından tonla tazminata mahkûm edilebilir... Eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen bu konuda gazetemizde özlü yazılar yazdı...
Sayın Türmen dedi ki bir süre önce yazdığı dizi yazılarda:
“AİHM kriterlerine göre esas olan, yargılamanın tutuksuz yapılmasıdır... Tutukluluk için bireyin suçluluğuna dair makul bir kuşkunun bulunması gerekir.”
Sayın Türmen’e göre:
“Sadece ifadesini almak için birinin özgürlüğü sınırlanmışsa bu, bir ihlal nedeni olabilir.”
“Ergenekon davasında olduğu gibi tutukluluk aylarca sürdürülüyorsa bunun nedenini somut kanıtlarla ortaya koymak şarttır...
Türkiye, geçmişte sık sık bu suçlamaya maruz kaldı ve ‘Sanığın suçlu olduğuna dair güçlü kanıtlar vardı’ gibi genel gerekçelerle kendini savundu ama her defasında cezayı yedi...”
Türmen’e göre: “Tutukluluğun aylardır sürmesine rağmen henüz dava açılmamış olmasının AİHM açısından sorun yaratacağı” kuşku götürmez...
Dava AİHM’ye giderse Türkiye’nin başı çok ağrıyacak... Bu konu konuşulurken bir dostumuz:
- Hiç meraklanmayın, bu dava AİHM’ye gitmez, dedi...
- Neden?
- Bitmez de o yüzden...
Sonra cebinden bir gazete kesiği çıkarıp okudu:
“Dev - Yol davası 26 yıldır sürüyor. Dava 723 sanık, 150 avukat eskitti. Davanın en toy avukatı bile torun sahibi olacak yaşa geldi...”
Ekledi: “Dev - Yol davası bu davaya göre daha küçük hacimliydi...”

YARGIYA SAYGI
Radikal gazetesi üç gün önce birinci sayfada 5 sütun başlık attı:
“Ankara’da savcı darbe dönemlerini aratmıyor”
Kimmiş bu savcı?
“Ermenilerden özür diliyoruz” kampanyası konusunda gelen suç duyuruları üzerine dava açan savcıdan söz ediyor gazete...
Peki bu yargıya müdahale olmuyor mu? Olmuyor. Çünkü imzacılar ABD ve AB’den icazetli. Bu müdahale sayılmaz.
Ama yurtseverlerin rastgele gözaltına alındığını, aylarca suçsuz yere hapis yatırıldığını falan yazarsanız işte bu yargıya fena halde müdahale olur.


Batı basını “Türk ordusu rahatsız” diyormuş.
Doğrudur... AKP iktidarı onun için yeni bir AB atağı başlattı nitekim...
Haldun Ertem



Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Demokrasi temizliği mi hesaplaşma mı?

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 15:42

Demokrasi temizliği mi hesaplaşma mı?

bcetin@gazetevatan.com


Ergenekon’da 10. dalga da sonuçlandı, şimdi gözler 11. dalgada. Hatta Ergenekon soruşturması konusunda iyi haber alan gazetecilere göre 11. dalganın hedefi ve kapsamı da belirlenmiş. Yeni operasyon medya ve siyaset dünyasını hedef alacakmış, hatta bir eski Genelkurmay Başkanı da varmış...

Ergenekon tartışmalarının hemen her kritik noktasında Başbakan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere her etkili ve yetkili şu hatırlatmayı yapmayı ihmal etmiyor:

“Sabredin. Kimse bağımsız yargıya müdahale etmesin, yanlış olsa bile bunu yine yargı düzeltecektir. Herkes müsterih olsun...”

İktidarın ve toplumun bir kesiminin oldukça memnun ve müsterih olduğu gelişmelerden yine muhalefet ve toplumun bir başka kesimi ise derin kaygı duyuyor.

İktidarın ve toplumun, medyanın bir kesiminin gelişmelere yaklaşımı şu şekilde özetlenebilir:

“Demokrasi temizliği. Devlet içine yuvalanmış demokrasi dışı oluşumları, Türkiye’yi istikrarsızlaştırıp darbe ortamı yaratmaya çalışan derin devlet çetelerini çökertme operasyonu...”

Muhalefetin ve toplumun diğer bölümünün yaklaşımı ise tamamen aksi yönde. Hem de sadece muhalefet ve toplumun, medyanın bir bölümünde değil yargı ve yargı ile ilgili kurumların da derin endişeler taşıdığı gözleniyor.

Muhalif kesimin yaklaşımı ve yargısı tamamen zıt yönde. Bu davanın siyasi niyet taşıdığı, hesaplaşma mantığı ile yürütüldüğü, muhalefeti susturma, yıldırma amacı güttüğü kanaati çok yaygın...

Sadece muhalefet değil son günlerde yargı organlarının tepe noktalarından da ciddi rahatsızlıklar yansıyor kamuoyuna. Ayrıca yargı ile ilgili organlar da örneğin İstanbul Barosu ve Barolar Birliği geçen hafta yaşanan seri gözaltıların ardından çok sert açıklamalar yaptı. Dün YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun sert açıklamaları ortamı biraz daha gerdi, kafaları biraz daha karıştırdı.

Ba arada, geçen hafta sonunda Ankara’da yaşanan üst düzey trafik; Genelkurmay Başkanı’nın kuvvet komutanları ile yaptığı 7 saatlik toplantı, ardından Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile görüşmesi, bunun ardından Başbakan Erdoğan’ın İçişleri ve Adalet Bakanları ile yaptığı toplantılar...

Ve dün İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in Ankara’ya gelip Adalet Bakanı ile görüşmesi...

Bu trafiğin Ergenekon operasyonlarından bağımsız olduğunu kim düşünebilir?

Ergenekon soruşturması, operasyon ve gözaltılar tabii ki, yasalar ve hukuk çerçevesinde yürütülüyor. Ancak, işin başından itibaren siyasetin eli, aklı bu işin içinde. Daha ilk günlerden Başbakan “Bu davanın savcısıyım” diye kendini bağladı. Ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal da “Sen savcısı isen ben de avukatıyım” diye yanıt verdi.

Türkiye uzunca bir süredir hemen her kritik konuda olduğu gibi Ergenekon konusunda artık tam anlamıyla cepheleşmiş durumda. Bu kafa karışıklığı ve cepheleşme belki de ek iddianamenin çok gecikmesinden. Kimin ne için gözaltına alındığının, neyin ne için yapıldığının net biçimde anlaşılamamış olmasından. Sapla samanın elmalarla armutların aynı kefeye konuluyor olmasından.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Kurtlar Vadisi ne olacak?

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 15:50

Kurtlar Vadisi ne olacak?

catakli@gazetevatan.com


Ergenekon olayının tamamen iktidarın güdümünde yürütüldüğünün kanıtlarından biri de televizyonda izlenme rekoru kıran Kurtlar Vadisi adlı dizinin senaryosu. Şimdilik “maddi” nedenlerle yayınlanmayan ve artık atv’de devam edeceği belirtilen Kurtlar Vadisi’nin “ikinci bölüm” senaryosu ile bugün sürdürülen Ergenekon soruşturmasının ayrıntıları neredeyse bire bir tutuyor.

Bunun da ötesinde Kurtlar Vadisi’nin senaryosu her nasılsa operasyonların önünde. Yani yayınlandığı sürede Kurtlar Vadisi’nde ne oluyorsa bir hafta on gün içinde bunun gerçekleştiğini görüyorduk.

Ancak şimdi Kurtlar Vadisi yeni kanalında zora girecek herhalde. Çünkü olay giderek bu dizinin kahramanının da aleyhine dönme trendinde.

Şöyle anlatayım: Kurtlar Vadisi dizisinin ilk dönemi Susurluk olayını anlatıyordu. Dizide Susurluk olayının isimleri kahramanlaştırılmıştı.

Ana kahraman Polat Alemdar aslında Abdullah Çatlı idi. Dizinin ilerleyen bölümlerinde Polat Alemdar’ın aslında bir mafya lideri olmadığını, devlet adına çalıştığını, temel amacın Türkiye’nin kanını emen, iş adamı kılığındaki gerçek mafyanın kökünü kazımak olduğunu anladık!

Kısacası Susurluk adı verilen devlet içi çeteleşme bu dizide “ulvi bir vatan görevinin yerine getirilmesi” olarak anlatılmıştı. Anadolu kentlerinin vatansever gençleri, ağır abi olmaya özenen büyük kentlerin varoş gençleri, yaptıklarını gerçekten memleket aşkı olarak gören askerler, polisler ile “önemli olan adaleti sağlamak” diyen pek çok vatandaş bu diziyi büyük keyifle izledi.

Dizi galiba 100 bölümde mafyanın çökertilmesi, yargının da mafyavari örgütlenen ama devlet için savaşan kahramanları beraat ettirmesiyle sona erdi. O mahkeme sahnesi de evlere şenlikti. Yargıçlar her şeyin suç olduğunu söylüyordu ama kahramanlar beraat etti.

Diziyi yapanlar gördükleri ilgiden ve kazandıkları milyonlarca dolardan pek mutlu olduklarından devam kararı aldılar. Ama bu sırada iktidar çoktan değişmiş ve “yeni dönem” başlamıştı. Bu duruma senaryonun da buna uydurulması gerekiyordu.

Dizi yine Susurluk’un en önemli kahramanının bu kez “aslında henüz bitirilmemiş olan” derin çetelerle mücadelesi olarak başladı. Fena da gitmiyordu ki Ergenekon olayı patlatıldı. İşte o andan itibaren dizinin senaryosu da buna uygun hale getirilmeye başlandı.

Susurluk’un kahramanı yine devlet için çalışıyordu ama, aynı olayın diğer kahramanları “çıkarcı, hain, para gözlüsü, PKK ile iş birliği yapan, dinci örgütleri sevk ve idare eden” kişiler olarak gösterilmeye başlandı.

Bir önceki bölümde göklere çıkarılanlar bu kez yerin dibine batırılıyordu. Susurluk’a hiç bulaşılmıyordu. Ama şimdi durum biraz değişti. Ergenekon olayı Susurluk’a çevrilmeye başlandı. Şimdi bu durumda Kurtlar Vadisi’nin ne yapacağını merakla bekliyorum.

Dizinin ana kahramanı olan Abdullah Çatlı bu senaryoda acaba nereye oturtulacak?

Sonuç olarak söylemek istediğim şu: “Devlet adına, vatan millet uğruna yasaların ve hukukun dışına çıkılmasının iyisi kötüsü olmaz. Siyasi fayda umarak yasa ve hukuk dışına çıkmaktan medet umanların ve bunu kahramanlık gibi göstermeye çalışanların bir gün ayakları birbirine dolanır. Ergenekon’da geldiğimiz nokta budur.”

*****

Nasıl aldıysan öyle teslim et

Medyanın 10. dalga olarak adlandırdığı son Ergenekon operasyonunun en çarpıcı ismi eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz’e reva görülen davranış oldu.

YÖK Başkanı olduğu sırada “irtica yanlısı” olduğu gerekçesiyle Beşir Atalay’ı görevden alan Kemal Gürüz, bu kez dengeler değişip kendi sade vatandaş Beşir Atalay ise İçişleri Bakanı olunca ite kaka gözaltına alındı.

Herhalde bir profesörün evinden adeta sürüklenerek çıkarılmasının ve polis otomobiline başına basılarak tıkılmasının görüntülerini kimse unutmayacak.

Ancak aynı Kemal Gürüz mahkemeye bile çıkarılmadan savcılık tarafından serbest bırakıldı. Ve koca profesör elindeki bir naylon poşetle sokağın ortasına salıverildi.

Kemal Gürüz yola çıkıp bir taksi çevirmeye ve hızla mahkemenin önünden uzaklaşmaya çalıştı. Tabii ki usul böyle ama madem Ergenekon savcısı özel yetkilerle donatılmış dilediği gibi davranabiliyor, bu durumda hakkaniyet ölçülerine de uymalı ve serbest bıraktığı kişileri aldırdığı yere, ama bu kez biraz daha özenli biçimde teslim etmeli.

*****

Erdoğan’a madalya baskısı

Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e yönelik ağır sözleri dünyada etkisini göstermeye başladı. Belli ki önümüzdeki dönem dış ilişkilerde İsrail krizi yaşamamız sürpriz olmayacak.

Erdoğan, İsrail’e veryansın ediyor ama, gerek kendi tabanının gerekse bu konudaki duyarlı vatandaşların “Eleştiriyorsunuz ama hiçbir şey yapmıyorsunuz” tepkisine ise sessiz kalıyor.

Örneğin bir kesim İsrail’le olan askeri, ticari ve diplomatik ilişkinin kesilmesinden yana. Bu çok mantıklı değil. Ama Erdoğan’ın yapabileceği bir şey var.

Amerikan Musevi Komitesi AJC 5 yıl önce Erdoğan’a “Cesaret madalyası” vermişti. Komite bu madalyayı daha önce 10 kişi için uygun görmüştü ve madalya alanların hepsi Yahudi’ydi. Erdoğan, madalya alan ve Yahudi olmayan tek kişi.

HSBC Bankası’nın Amerika’daki yemeğinde verilen madalyayı alan Erdoğan yaptığı konuşmada “Türkiye ile İsrail arasında her zaman var olan dostluk, karşılıklı anlayış ve güven temelindeki ilişkilerin son dönemde kazandığı ivmenin altını memnuniyetle çizmek isterim” demişti.

İşte şimdi Erdoğan’ın bu madalyayı geri vermesi isteniyor. Ama Başbakan bu talepleri duymazdan geliyor.

*****

İstanbul Erkek Lisesi’nden kısa film yarışması

Geçen yıl bu zamanlarda size yine duyurmuştum, demek ki bir yıl daha geçmiş. Eski okulum İstanbul Erkek Lisesi bu yıl da Liselerarası Kısa Film Yarışması düzenliyor.

Bu yıl 6’ncısı yapılacak olan yarışmaya katılacaklar 15 dakikalık kurgulu bir film hazırlayacak. Yarışmaya katılacak öğrenciler filmlerini en geç 6 Mayıs 2009 tarihine kadar teslim etmek zorunda.

Geçen yıl izlediğim kadarıyla çok güzel filmler katılmıştı bu yarışmaya. Köklü bir okulun bu tür yarışmalarla sinemaya hevesli gençleri yüreklendirmesi bence çok önemli.

Unutmadan, yarışmaya katılmak isteyenler ’www.ielsinema.com’ adlı internet adresine girerek başvuru formlarını alabilir ve şartları öğrenebilirler.

Haydi bakalım liseli sinemacılar, kolları sıvayın.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Açık darbe mi sivil darbe mi?

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 15:54

Açık darbe mi sivil darbe mi?

eberber@hurriyet.com.tr


ANKARA
BELLİ ki Ergenekon örgütü iyice sahipsiz kaldı. Çünkü diyelim ki örgüt 10 kişi öldürecek...Hemen kağıt kaleme sarılıp isimler alt alta sıralanıyor. Bakkal efendiye sipariş listesi gibi özensizce ortada bırakılıyor. Veya Ankara’yı uçuracak cephanelik unutulmasın, polis de kolay bulsun diye krokisi çiziliyor!


Ama öyle veya böyle...Dün yine bir cephanelik yakalandı.

Ve eğer bu silahlar Seferberlik Tetkik Kurulu’nun (kontrgerilla) Türkiye işgale uğrarsa kullanacağı cephanelik değilse...İtiraf ediyorum ki, bir buçuk yıldır süren soruşturmada ilk kez korktum. Çünkü bu kaos bombaları Türk demokrasisini havaya uçurmaya yeter.

O yüzden silahların sahibi üniformalı darbeci çeteyse, uzatmadan yakasına yapışsınlar.

Ama sakın "kırk katır mı, kırk satır mı?" cambazlığına başvurmasınlar.

Askeri darbeyi önleyeceğiz bahanesiyle muhalifleri sindirmeye kalkmasınlar.

Askeri darbenin alternatifi sivil darbe değildir.

Çünkü teğet geçmiyor

DENİLEBİLİR ki, "Dilinde tüy, kafanda tel kalmadı, sana ne?"

Öyle olmuyor... Çünkü bu ülkede intikam hukuku ne zaman işlese...

Ne yazık ki, sizin gibi benim de canım yanıyor.

Örneğin 27 Mayıs’ta kurulan üç darağacının diyeti...12 Mart’ta üç genç fidanın asılmasıyla ödendi. 12 Eylül’de ’bir sağdan bir soldan asalım’ tarzı sözde adalet yaratıldı. 28 Şubat’ın eseri zaten iktidarda...Yani hiçbirisinde teğet geçmedi, hepsi tam 12’den isabet etti.

Bu kez de öyle oluyor, gelecek seferden de eminim.

Bir de mesleğimiz gazetecilik. Bu meslekte elinde kalem varken yanlışı görürsen...

Ya yazarsın veyahut kalemini kırıp cebine koyar gidersin.

Üçüncü seçeneği ararsan mecburi istikamet yandaş medyadır.

Pax Americana=Amerikan Barışı

PEKİ Ergenekon davası küresel denklemde nereye oturuyor derseniz...

Size üç vektör üzerinden izaha çalışayım:

1) 2007 sonuna rastlayan Dağlıca baskınına kadar çoğu hayalperest, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ABD ordusuna rağmen Kuzey Irak’a gireceğine inanıyordu... Dağlıca’dan sonra herkes dersini aldı. TSK ile Pentagon arasında irtibat kuruldu. PKK havadan bombalandı, kara harekâtı yapıldı.

Ama unutmayın ki, Kuzey Irak yönetimiyle yıllar sonra resmi temas da kuruldu.

2) 2007 genel seçiminden zafer sarhoşu çıkan AKP, kapatma davasıyla ayıldı.

Kapatma riski, ancak AB ve sonlara doğru ABD’nin aktif yardımıyla atlatıldı.

AKP yeniden ABD ve IMF çapalarına sarılmak üzere.

3) AKP ve TSK’nın güç kaybı, marjinal ve ABD karşıtı gruplara zemin yaratabilirdi.

O yüzden Ergenekon icat oldu, muhaliflerin sesi kesildi.

Ezcümle, Ergenekon bu ülkede zorla/kanla kurulan Amerikan Barışı’nın parçasıdır.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Faso fiso mu dediniz

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 15:58

Faso fiso mu dediniz


GEÇEN cumartesi günü yazımın başlığı şöyleydi:"Faso fiso bombaları..."

Özeti de şuydu:

"Biz, Susurluk çetesinin üzerine giderken, bunlara faso fiso diyenler, bizlere "Gulu gulu dansı yapıyor" diye yüklenenler, şimdi kalkmış bu bombaları soruyorlar."


Herkesin anlayacağı kadar net ve açık bir ifade ile yazmıştım.

Pazar günü ve dün hayretler içinde gördüm ki, bazı kimseler, bu sözleri "Gölbaşı’nda bulunan bombaları küçümsüyorum" biçiminde yorumlamış.

Hayret ediyorum.

Ben, yani iki hafta arayla iki defa bombalı saldırıdan kurtulan ben, bir takım karanlık insanların sakladıkları bombaları küçümseyeceğim.

Öyle mi...

* * *

1992 yılında Kanlıca’da, Sedat Simavi’nin mezarı başında anma töreni yapacaktık.

Doğan Hızlan’la birlikte erken gittik ve Kanlıca’da bir kahve içmeye karar verdik.

Mezarlığa gitmek üzere kalktığımızda kar yağışı başladı ve arabamın tekerlekleri patinaj yaptı.

Yukarı doğru tırmanırken üç dört dakika geciktik.

Tören saat 10’da başlayacaktı ve biz mezarlığın kapısına ancak saat 10.02’de ulaşabildik.

Tam kapıdan girerken biraz aşağıda Sedat Simavi’nin mezarında büyük bir patlama oldu.

Bir ağaç kökünden sökülüp devrildi.

Bir yıl önce tören yaptığımız yerin tam altına saat ayarlı bomba konmuştu.

Gecikmeseydik, başyazarımız Oktay Ekşi de dahil, bugün hiçbirimiz hayatta olmayacaktık.

Bundan iki hafta sonra bu defa Hürriyet’in Ankara bürosunun önünde bomba patladı.

* * *

Hayatım boyunca teröre karşı mücadele ettim.

O yüzden de hep terör örgütlerinin hedefi oldum.

Hürriyet’in benden önceki genel yayın yönetmeni terör kurbanı oldu.

O nedenle, eline bomba alan, silahla bir şeyleri devirmeye kalkan herkesin karşısında yer aldım.

Gençliğimde de hiçbir kanun dışı eylem içinde yer almadım.

Hiçbir silahlı mücadele grubunu desteklemedim, sempatizanı olmadım.

Bu dünyada bombayı benden daha fazla kimse ciddiye alamaz.

Çünkü bombalı terörün ne olduğunu yaşayarak öğrendim.

* * *

Dün akşam Sincan’da yapılan kazıda ele geçirilen mühimmatı hep birlikte gördük.

Bu görüntünün hiçbir analize ihtiyacı yok.

Eğer böyle bir mühimmat birileri tarafından toprağın altına gömülmüşse bunun mutlaka bir izahı olmalıdır.

Bu amacın, hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde ortaya konması ve devletin bilgisi dışında karanlık bir amaca hizmet için saklanmışsa, sorumluları bulunup mutlaka cezası verilmelidir.

Devletin, polisin, yargının bunun üzerine gitmesine kimsenin de itirazı olamaz.

Zaten olmaz da...

Bir takım adamlar böyle bir cephaneyi toprağın altına gömmüşse bunun karanlık bir nedeni var demektir.

Ergenekon davasının önemi işte bu noktada ortaya çıkıyor.

Başından beri hep aynı şeyi söyledik.

Bu davanın, bir takım şahsi hesaplaşmaların, intikam duygularının, muhalefeti sindirme çabalarının esiri olmamasına herkesin azami dikkati göstermesi gerekir.

* * *

"Faso fiso" derken bunu anlatmaya çalıştım. Susurluk o dönemde faso fiso değildi.

Bugün bulunan silahlar, çeteleşme girişimleri de faso fiso değildir.

İşte bunu anlatmaya çalıştık.

Araştırma ve dava bu iz üzerinde sürdüğü sürece bütün kamuoyunun tam desteğini alacaktır.

Soruşturmaya bu zihniyet hakim olursa, Susurluk’ta yarım kalan süreç de tamamlanabilir.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Öyle görünüyor ki iki ayrı örgüt var!

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 16:03

Öyle görünüyor ki iki ayrı örgüt var!

mehmetyilmaz@hurriyet.com.tr


SON tutuklamalar ve ortaya çıkarılan kanıtlardan sonra iki ayrı örgütle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.

1- AKP iktidarını, gerekirse bir askeri darbeyle devirmeyi planlayan bir örgüt.

2- Susurluk kazasıyla yakayı ele veren ancak eksik soruşturma ve siyasi engellemeyle o dönemde yakasını kurtaran bir ikinci örgüt.


Birinci örgüt, siyasi desteğini yitirmiş ve bir ölçüde açığa çıkmış bu ikinci örgütü, askeri darbe öncesinde kargaşa çıkartmak için kullanmış olmalı.

Elbette bir diğer ihtimal ise bazı kişilerin her iki örgüt içinde de etkin konumda bulunmaları.

Susurluk Çetesi ile ilgili soruşturmada zamanın siyasi iktidarı ve Genelkurmay tarafından açıkça korunup kollanan emekli General Veli Küçük’ün konumu bunu da düşündürtüyor bana.

Ergenekon İddianamesi’ni de bu nedenle eleştiriyorum zaten.

İddianame gereksiz ayrıntılar, dedikodular ve önemsiz sanıklar ile o hale getirildi ki, asıl fotoğrafı görebilmek giderek güçleşti.

Bu davayla ilgili kuşkum da bundan ileri geliyor.

Asıl amacın, yüzlerce faili meçhul cinayetin, terör eyleminin ve yasadışı faaliyetin odağı olan bir devlet içi gizli örgütü cezalandırmaktan çok, bundan yararlanarak laik muhalefeti cezalandırmak olduğunu düşünmemin nedeni budur.

Dilerim ki yanılmış olayım.

İbrahim Şahin’e raporu kim vermişti?

ÖZEL Harekât Dairesi’nin eski Başkanvekili İbrahim Şahin’in Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınmasından sonra ortaya çıkan silah ve patlayıcılar, bize Ergenekon diye sunulan örgütün en azından bir kanadının Susurluk kazası ile ortaya çıkan karanlık örgütün ta kendisi olduğunu gösteriyor.

Son 20 yıldır işlenen faili meçhul cinayetlerin ve uyuşturucu kaçakçılığının "kötü Kürtlerden" "devletçi Kürtlere" geçmesi sürecinin aydınlatılması için böylece elimize bir fırsat daha geçmiş bulunuyor.

Bundan önceki fırsat, o tarihteki siyasi otoritenin koruyuculuğu ve adli makamların gönülsüzlüğü nedeniyle kaçırılmıştı.

Tesadüf, bugünün iktidarının içinden çıktığı parti o tarihte de iktidardaydı. Ve bütün Susurluk sürecini "fasa fiso"ya indirgeyen, devlet içine yuvalanmış çetelerden hesap sorulmasını isteyenleri "gulu gulu dansı" yapmakla suçlayan da aynı Milli Görüş zihniyeti idi.

Eski İçişleri ve Adalet Bakanı Mehmet Ağar, bu şubat ayında Susurluk çetesi ile bağlantıları iddiasıyla yargılanacak.

Şunu merak ediyorum: Acaba Ergenekon Davası ile bu davayı birleştirmek mi gerekiyor, yoksa birleştirmeyip, ayrı bir süreç olarak mı ele almak gerekiyor?

Bir de İbrahim Şahin’i 6 yıllık hapis cezasından kurtaran "duyma sorunu, beynindeki rahatsızlıklar ve bozuk psikolojisinin sürdüğü" raporu ve o raporun nasıl düzenlendiği konusu var.

Şu andaki tabloya bakılırsa, maşallah aklı yerinde! Yerinde olmakla kalmıyor, bilgisayarında şifreli krokiler saklayabiliyor, istihbarat toplayıp ilgili birimlere aktarabiliyor.

Acaba Şahin’in raporunu Adli Tıp’ın hangi dairesi düzenledi? O dairede görevli olanlar ile bugünün Ergenekon sanıkları arasında bir ilişki var mı?

Savcılık, umarım bunlara da bakıyordur.

AKP için gerilemenin ilk işaretleri

AKP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı artık belli: İzmir Milletvekili Taha Aksoy! Aksoy, bundan önceki belediye seçimlerine de AKP adayı olarak girmiş ve kaybetmişti.

Sonra sanırım o seçimdeki çalışmalarının bir ödülü olarak milletvekili seçimlerinde AKP listesinden parlamentoya girdi.

İlk bakışta, eski adayın yeniden aday gösterilmesinde bir gariplik yokmuş gibi görülüyor.

Ancak, AKP gibi ezici bir parlamento çoğunluğuyla iktidarda olan bir partinin, İzmir gibi ülkenin en gözde kentlerinden birinde "yeni aday" bulamaması ve "seçim kaybetmiş bir adaydan" medet umması ilginç geliyor bana.

AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın, İzmir’de genel kabul görecek bir aday peşinde çok koştuğunu, teklif götürülen bazı isimlerin bunu reddettiklerini de AKP medyasına yansıyan dedikodulardan biliyoruz.

Bu iki şeyi gösteriyor bence:

1- AKP, liberal-demokrat çevrelerde eski popülaritesini ciddi olarak yitirmiş bulunuyor. AKP’yi terk edenler sadece, AKP’yi bir süreliğine de olsa "demokrat zanneden" bazı aydınlar değil!

Toplumun değişik kesimlerinde, kendilerini "sağcı demokrat" diye tanımlayan birçok kişi, geçen seçimde AKP’ye oy verdiği için pişman ve bu pişmanlık "aday bulma sürecinde" kendisini elle tutulur bir şekilde gösteriyor.

2- Bu seçimin AKP için gerileme döneminin ilk seçimi olacağı öngörüsü, siyasetle ilgilenen çevrelerde genel kabul gören bir duruma dönüşüyor. Kimse, güç yitiren bir siyasi trenin katarına takılmak istemiyor! AKP’nin bu seçimde ortaya koyacağı performans, kendisinden çok artık muhalefet partilerinin performanslarına bağlı gibi görünüyor.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Taraf olan bertaraf oluyor

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 16:07

Taraf olan bertaraf oluyor

rcakir@gazetevatan.com


Türk İslamcılığının en ilginç ve özgün hareketlerinden olan İbda’ya bağlı bir grup genç bir zamanlar “Taraf” adında bir dergi çıkarırdı. “Taraf olmayan bertaraf olur” sloganını Türkiye’de yaygınlaştıran İbdacılar işi o noktaya götürmüşlerdi ki Birinci Körfez Krizi sırasında “Sen oradan biz buradan” pankartıyla Saddam Hüseyin’e açık destek vermişlerdi. Sonuçta taraf olup bertaraf oldular.

Halbuki Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan yeni dünya düzeninde siyasi konulara duyarlı insanların herhangi bir gelişmede taraflarını belirlemelerinin epey zorlaştığı günlerden geçiyorduk. O gün Baba Bush ile Saddam Hüseyin arasında sıkışıp kalmıştık; yıllar sonra Saddam yine vardı ama babasının yerini oğlu aldı. 11 Eylül saldırıları da bir başka derin yarılma yarattı. Haklı nedenlerle Amerikan imparatorluğundan nefret eden belki de milyonlarca insan, taşıdığı bütün sembolik anlamlara rağmen sivilleri hedef alan bu saldırıları kınasın mı, alkışlasın mı, şaşırdı.

Son yıllarda hayatımız bu türden gerilimlerle geçiyor. Alın size İran’ın nükleer programı: Sırf Washington’a kafa tutuyor diye Ahmedinecad’ı sevmemiz isteniyor. Lübnan’da İsrail’e kök söktürdüğü için Hizbullah göklere çıkarılıyor. Son olarak, İsrail’in saldırganlığını mahkum etmenin yanında Hamas’ı da eleştirmeye kalkanlara hemen ayar veriliyor. Hamas’ın (ve bir dizi başka örgütün) en çok sivillere zarar veren intihar eylemlerine anlayışla yaklaşmamız bekleniyor.

Eski bir tartışma

Geçtiğimiz günlerde İsrail Dışişleri Bakanı Livni, tüm dünyaya “Ya bizdensiniz ya onlardan” diye meydan okudu. Tıpkı 11 Eylül sonrası Bush’un; her vesileyle bin Ladin ve Eymen el Zevahiri’nin yaptığı gibi. Sahiden bu kavgalarda, savaşlarda bir tarafı tutmamız şart mıdır?

Bir aydının herhangi bir davaya kendini adamasının doğru olup olmadığı çok eski zamanlardan gelen bir tartışmadır. Büyük Fransız düşünür Jean-Paul Sartre’ın Cezayir direnişine verdiği destek bu tartışmada bir dönüm noktası olmuştur. Sartre gibi olumlu örneklerin yanı sıra İtalyan faşizmi, Alman nazizmi gibi hareketlere angaje oldukları için hep nefretle anılan aydınların da bulunduğunu hatırlamak şart. Bir de değişik ülkelerde komünist partilerine girip aradıklarını asla bulamayanlar, özellikle İspanya İç Savaşı’nda büyük hayal kırıklığı yaşayan gönüllüler var.

Bazı ilkeler

Herkesin kendinden sorumlu olduğuna inandığım için kendi pozisyonumu izah etmeye ve son günlerde bazı okurlardan gelen “Yazılarınız hep nötr düzeyde. Ne etliye karışıyorsunuz ne sütlüye. Hiç renk vermiyorsunuz” türü eleştirileri bir ölçüde cevaplandırmaya çalışayım.

Değişik vesilelerle yazdım ve söyledim: Kendimi bildim bileli solcuyum ve bu dünyayı böyle terk etmeye kararlıyım. İlk solcu olduğum 1970 ortalarında iş çok kolaydı: Birkaç kavram ve birkaç sloganla idare edebiliyordunuz. Yaşadığımız postmodern çağdaysa solcu olmak ve kalmak epey zorlaştı. Körfez Krizi zamanında İstanbul’da sohbet ettiğim Le Monde Diplomatique dergisinin editörü Alain Gresh “Dünya çapında bir savaş yaşanıyor ve ben ilk defa, en yakınımdaki insanların bile hangi tarafı tuttuğunu kestiremiyorum” diyerek biz solcuların içine düştüğü ve o günden beri süregelen kriz halini çok iyi özetlemişti.

Bu tür krizlerden alnımın akıyla çıkabilmek için kendime bazı ilkeler belirledim. Bunlar:

1) Tavır almadan önce anlamaya çalışmak;

2) Çatışan tarafların herbirinin haklı ve haksız oldukları yönleri ayrıştırmaya çalışmak;

3) Asla “düşmanımın düşmanı dostumdur” dememek;

4) Kimseyi mutlak bir şekilde desteklememek;

5) “Araç amacı belirler” diye düşünmek. Örneğin hiçbir “haklı dava”nın masum sivillerin katlini meşrulaştırabileceğine inanmamak;

6) Çatışan aktörlere (siyasetçiler, örgütler, devletler) mesafeli, her zaman her çatışmanın asıl mağlubu olan halklara yakın olmak;

7) Hep mazlumun yanında, hep zalimin karşısında olmak.

Taraf olup olmama tartışmasını Türkiye içi gerilim konularına (laiklik, Ergenekon, Kürt sorunu...) taşıyarak sürdürmek istiyorum.


[img]http://haber.gazetevatan.com/images/vatanLogo_yeni.jpg[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Sorularla cevaplar

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 16:10

Sorularla cevaplar

oeksi@hurriyet.com.tr


EL Kaide bir terör örgütü müdür? Elbette!

El Kaide gibi bir cellatlar güruhu yöneticilerinin, mensuplarının, militanlarının bulunup cezalandırılması, örgütün köküyle kazınması tüm insanlık için kaçınılmaz bir görev midir?


Elbette!

Peki ama, nerdeyse her terör eylemini El Kaide’ye bağlamak dürüstlük müdür?

Değildir ama tüm insanlığın bir hafta sonra "defolup gitti" diye sevineceği ABD Başkanı George Bush’un yaptığı budur.

Nitekim ondan tüm dünyanın nefret etmesinin nedeni, "El Kaide’nin kökünü kurutmak" bahanesiyle Afganistan’ı, Pakistan’ı kendi nüfuz sahası içine alması, Irak’ı ezmesidir.

Bush bu noktaya Irak’ın, tüm zenginliklerinin talan edilmesine göz yumarak -hatta destek vererek-, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü, adil yargılamayı ayaklar altına alarak ve "Ben güçlüyüm, öyleyse her istediğimi yaparım" diyerek, kısaca tüm insanlığı terörize ederek geldi.

Oradan hareketle kendimize bakalım:

Susurluk olayı, devletin içinde bir çeteleşme süreci yaşandığını ortaya koyuyordu. Bunun bütün bağlantılarıyla ortaya çıkarılması, tüm toplumun huzuru için, bu ülkede "hukuk devleti" kavramını yerleştirmek için ve demokratik sistemin iyi işleyebilmesi için zaruri idi.

Peki Susurluk yeterince çözülebildi mi?

Kanımızca hayır!

Susurluk’un devlet içinde ve dışında kalmış aktif mensupları ile destekçileri, çekirdekteki gerçeğe ulaşılmasını engellemeyi başardılar.

Peki Ergenekon ile Susurluk arasında bir bağ olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet... Ortaya çıkan -yahut çıktığı iddia edilen- kanıtlar böyle bir ilişkinin söz konusu olabileceğini düşündürüyor.

O zaman, Ergenekon soruşturmasının tüm gerçekleri ortaya çıkarmasının ne zararı olabilir?

Hiç zararı olmaz. Tam tersine, Susurluk ile şimdiki "Ergenekon soruşturması" bağlamında hakkında işlem başlatılanlar ve yargılananlar arasında eylemsel bir ilişki varsa elbet ortaya çıkarılmalıdır.

Çıkarılmakla kalınmamalı, adil bir yargılama sonunda suçlu bulunanlara da cezanın en ağırı verilmelidir.

O halde iktidar ile muhalefet neden birbirine saldırıyor? Birtakım gazeteler ve gazeteciler neden ötekileri suçluyor?

İktidar ile muhalefet birbirine saldırıyor, çünkü iktidarın "Ergenekon" olayına bakışı, aynen George Bush’un "El Kaide"yi bahane ederek aklındaki planları uygulamasına benziyor. Nitekim aklı olan herkes, yaşadığımız sürecin bir gerçeği ortaya çıkarmak ve suçluları cezalandırmaktan çok, birilerine gözdağı vermeyi hatta birilerini susturup bertaraf etmeyi hedeflediğini görüyor.

Birtakım gazetelerin ötekileri suçlaması ise, suçlayanların bugünkü iktidara uşaklık yarışına girmelerinden kaynaklanıyor.

Yoksa, özü itibarıyla farklı düşünen, yani suçlular kurtulsun diyen kimse yok.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Dokunulmazlık

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 16:22

Dokunulmazlık


Bu ülke ne çektiyse, dokunulmazlık töresinden çekti.
Bu ülke ne gördüyse, yöresel yasalardan gördü.
Kişiye özel mektup mudur demokrasi?
Generalleri bile yargılayan sistemde, politik ağalar vergiden muaf mıdır?

***

Adamına göre sistem.
İmbikleme adalet.
Irzın nikahını kıyanlara bile kıyamadı bu memleket.
Katillerle barışık yaşayan düzeni, koynundan çıkarıp atamadı.
Belediyeleri soyanlara, yetim hakkı yiyenlere bile hesap soramadı.
"Sen de bizdensin arkadaş" şarkıları eşliğinde.

***

Yeraltındaki silahları bulup çıkaranlara şükür borçluyuz.
Yarım kalmış katliamların krokisini bulanlara, teşekkür borçluyuz.
Ama bir porsiyon demokrasiyle, kimlerin doyduğunu ve memleketi nasıl soyduğunu bildiğimiz içindir ki.
Zulmü meşru hale getirenlere tepki göstermeliyiz.

***

Dokunulmazlık karbondioksittir.
Sosyal adalet memleketin oksijeni.
Gerçek bir demokrasiye sevdalı insanlar olarak, biliyoruz ki, bir ihtilal daha yok.
Ama dokunulmazlık zırhı da, bu topraklardan kalkmalı artık.
Bir ihtimal daha yok.
Şeffaf Türkiye posterlerini, asıl o zaman görelim.
Görelim bakalım, arkalarındaki yüzlerce dosyayı, zaman aşımına bırakanları.

***

"Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" sözü, bu topraklardaki en çirkin cümledir.
Karanlık güçleri arkasına alanların, kendilerini ele verme biçimidir.
O yüzden bu toplumun, kimlerin ne olduğunu bilmesini istiyoruz.

***

Hey efendiler, efendiler!
Yiğitler anası bilinen bu memleket, hesap sorarken, babasını bile tanımasın istiyoruz.
Hey efendiler, efendiler!
Memleket biraz yeni çağın yiğitlerini görsün istiyoruz!


[img]http://www.takvim.com.tr/i/takvim_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekon üzerine çeşitlemeler..

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 16:26

Ergenekon üzerine çeşitlemeler..


Sabih Kanadoğlu serbest.. Kemal Gürüz serbest.. Paşalar serbest.. Yani Ergenekon Onuncu Dalga hafiften fos..
Yani..
"Bu Ergenekon dalgaları bu ülkede gündem değiştirmekten başka işe yaramıyor. Nedense de, hep gelip gelip Başbakan ve Partisinin sıkıştığı günlere rastlıyor" diyen Ertuğrul Özkök ile Ahmet Hakan'ın kendi ifadeleri "Komplo Teorileri" doğru mu oluyor acaba?.
Onuncu dalga patladığında Gazze hem de nasıl gündemdeydi. Başbakan da iki yandan nasıl sıkışıyordu.
Bir yandan diyorlardı ki, "Olmert önce Türkiye'ye geldi. Sizinle uzun uzun ve fis kos konuştu. Sonra harekat başladı. Haberiniz vardı. Bugün kopardığınız kıyamet, zevahiri kurtarmaya yetmiyor."
Öte yandan Amerika ve de onun güdümündeki Arap ülkeleri bile en azından ses çıkarmayarak İsrail'i desteklerken, Erdoğan'ın sert çıkışları, AKP İktidarının en büyük müttefiki ABD ile arasını açıyordu. Bu da hiç iyi bir şey değildi.
Şimdi İsrail harekatı durdurmaya hazırlandığını söylüyor. Yani Onuncu dalga foslasa da Gazze'yi, en kızgın günlerinde gündem alarak görevini yaptı sayılır..
Onuncu dalgada iki önemli tutuklama var. Biri İbrahim Şahin ..
Tansu Çiller, Mehmet Ağar ve Doğan Güreş döneminde PKK'ya en vurucu darbe vurulurken görev yapmış emekli bir Emniyet Müdürü dostuma dün sordum..
"İbrahim Şahin'e verilen görev sana verilseydi ne yapardın?.."
"Daha fazlasını yapardım.. O dönemde Özel Harekat Polisi, askerle birlikte insan üstü bir kahramanlık, bir vatanseverlik yapmıştır. Onlar başarılı olmasalardı, bugün Jandarmanın Aktütün Karakolunu PKK değil, PKK karakolu Aktütün'ü, jandarmanın bastığını okurduk. O dönemdeki zafer, coğrafyamızın değişmesini önlemiştir. Bugün artık elini taşın altına koyacak insan bulma ihtimalimiz kalmamıştır."
Bu lafları, iyi, çok iyi düşünün..
Türkiye Asala ve PKK Mücadelesinde yarın belki de TV dizisi olacak "Görevimiz Tehlike" günleri yaşadı. Bunların çok azını biliyoruz. Hepsini bilenler ise, vatan ve namus anlayışları içinde susmaya yeminli.
Bu yüzden, eksik, gedik bilgilere rağmen, "Liberal, demokrat, şeffaf" sallamalar içinde olma niyetinde değiliz. Günü gelince, devlet sırları açıklanacak. O günleri görenler, gerçekleri öğrenecekler. Doğrular ancak o gün konuşulacak.
Bugün..
Polisin en önemli teşkilatını kuran, Özel Hizmet için, yurt içinde ve dışında en iyi eğitilmiş adamının "Benim gibi birisi, silahları böyle el altına gömer, krokiyi de evinde mi tutardı" deyişindeki mantığı bir düşünmekte yarar var..
Yalçın Küçük'ü tutuklamışlar. Yani Ergenekon Davasının içine girdi ve bu dava hapı yuttu.
Ergenekon artık bitmez..
Zaten iddianame 2500 sayfa.. 450 kilo da klasörü var. Asıl ek iddianameler de bundan sonra..
Şimdi bu bitmez tükenmez iddianamenin karşısına bir de Yalçın Küçük savunması konacak.
Mahkeme heyeti "İllallah" demezse, ben Yalçın'ı tanımıyorum..
Mekteb-i Mülkiye'ye girdiğimizde Yalçın üçüncü sınıftaydı ve okulda o zamana dek egemen olan sağcılara karşı yönetimi ele geçirmek üzere kurulan bizim solcu gurubun lideriydi.
Yanlış anlamayın.. Sağcısı, solcusu can ciğer arkadaşlardık. O zamanlar öyle düşmanlık, kavga, silah, milah yoktu. Kongre biter, karşı kahveye gider, beraber briç oynardık, öylesi..
Şimdi bizim lider, harika konuşan Yalçın Küçük.. Başkan adayımız da Yılmaz Karakoyunlu .. O da şimdi yazar.. Hem kitapları, hem de Yeni Asır'daki köşesiyle..
Sağcıların lideri de sonra ünlü valilerimizden Sadrettin Yedidağ ..
Bu sağcılar, Anadolu'dan gelen ve Mülkiye Yurdunda kalan öğrenciler.. Biz solcular, Ankara'da yaşayan kentli Tüllap..
Kongre açıldı, kongre başkanı seçimi yapıldı, sağcılara fark attık. İki misli falanız. Seçimi kazanacağımız ortaya çıktı..
Ardından Yalçın kürsüye geldi. Bir konuşuyor, olmaz böyle şey.. Ağzından bal damlıyor.. Nasıl güzel, nasıl meraklı, nasıl mizah dolu konuşuyor. Eleştirileri vurmuyor, öldürüyor, ama ayni zamanda stand up şov gibi eğlendiriyor..
Bir saat, iki saat, üç saat.. Yahu bitirdi Yalçın sağcıları teker teker.. Hepsinin ipliğini pazara çıkardı, rezil etti.. Adamlar kalkıp "Kifayeti müzakere" istemiyor, onlar da ses etmeden dinliyorlar Yalçın'ı..
Oyunlarını anladığımızda iş işten geçmişti.
Yalçın bitirip inince oylamaya geçildi ve bir baktık ki, bizim Ankara'da yaşayan hanım evladı tüllap "Geç oldu" diye kalkıp evine gitmiş bile.. Oysa hepsi yurtta kalan sağcıların alayı tüm kadro salonda.. Kongre başkanı seçerken biz iki misli fazlaydık ya.. Yalçın'ın gevezeliği sonunda bizimkiler birer ikişer gidince seçimi Sadrettin kıl payı da olsa kazandı.. Yalçın onları birer birer ele alıp rezil eder ve biz kahkahalar atarken, asıl onlar içlerinden kıs kıs gülerlermiş.. "Son gülen.." diyerek..
Şimdi bu Yalçın, bu Ergenekon'a adı karışan herkesin, ama herkesin, yargıçlar, savcılar, şahitler dahil cemaziyel evvelini bir anlatmaya başlasın, dava en az 10 yıl sürer, ordan da zaman aşımına düşer gider..
Davanın sağlığı açısından Yalçın tez elden serbest bırakılmalı, bana sorarsanız!..

Korku İmparatorluğu!..
Bu notlarım çok ama çok ciddi..
Herhangi bir şey iddia etmeden, sadece düşünmenizi istiyorum. Bazen düşünmeye başlamak, her şeyin başlangıcı olur çünkü..
Bu yüzden Ergenekon Çeşitlemeleri başlığından ayırdım, ayrı koydum ki, herkes okusun, herkes düşünsün..
Türkiye Cumhuriyeti Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nu teknik dinlemeye alan yargı kararı internette var. Açıp bakabilirsiniz.
Yargı, Ergenekon için "Terör Örgütü" demiyor. Ya ne diyor?.
"Emniyet Genel Müdürlüğünün nitelemesine göre Terör Örgütü Ergenekon.."
Yani..
Ergenekon'u "Terör Örgütü" ilan eden Yargı değil.. Emniyet Genel Müdürlüğü..
Kim yapmış bu nitelemeyi peki..
"Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek.." Peki Ergenekon'a "Terör Örgütü" diyen Ramazan Akyürek kim?.
Trabzon Emniyet Müdürü iken içinde çocukların da olduğu McDonalds'ı bombalayan Yasin Hayal'in suçunun terörle ilgili olmadığına karar veren ve onu bu suçla mahkemeye sevketmeyen Polis Şefi..
Ramazan Akyürek o zaman görevini yapsa ve Yasin Hayal ve çetesinin peşine ciddi ciddi düşseydi bugün Hrant Dink belki de hayatta olacaktı.
Çocukların üzerine bomba atan gerçek adamın terörle ilgisi yok, ama daha ne olduğunu kimsenin bilmediği, adı bile rastgele konmuş hayali Ergenekon, terör örgütü, Akyürek'e göre..
Dahası.. Ramazan Akyürek'in Trabzon fiyaskosuna rağmen Emniyette yükselmesi, hem de bu müthiş istihbarat skandalına imza atan adamın alay eder gibi "Genel Müdürlük İstihbarat Daire Başkanlığına getirilmesi" açık olan karısının ani bir kararla kapanması ve çarşafa bürünmesiyle başlıyor, bir tesadüf..
Dahası..
Su Yayınlarından çıkan Fethullah'ın Copları diye bir kitap var. Yazarı Zübeyir Kındıra.. Eski polis, yeni gazeteci.. Orada da adı geçiyor Akyürek'in..
Bu kitabı buldurun.. Okuyun.. Daha sonra da Emniyet Genel Müdürlüğüne sorun..
Bugün bu ülkede görevli Emniyet Müdürü sayısı kaçtır?. Bunların kaçı Polis Akademisi mezunudur, kaçı Din Kökenli okullardan gelmiştir?.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Gladio savcısından Ergenekon savcısına altın öğütler

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 16:29

Gladio savcısından Ergenekon savcısına altın öğütler

can.dundar@e-kolay.net


Ergenekon mu? Susurluk mu? Gladio mu? “Bunlar birbirinden farklı mı; aynı yapının parçaları mı?”
Kafalar karıştı. Netleşmemiz lazım:
Susurluk’ta açığa çıkan “siyaset-mafya-polis” koalisyonu, Ergenekon denilen ahtapotun kollarından biriydi.
Gladio ise ahtapotun yüzdüğü kirli denizin adı...
O denizin hudutları içinde tüm NATO ülkeleri vardı. Hepsi, bu gizli yapıyı birer birer ortaya çıkardı.
En sona Türkiye kaldı.
Şimdi bunun sancılarını yaşıyoruz.
O açıdan skandalın ilk patladığı İtalya’da Gladio’nun çöküş tarihini incelemek zihnimizi açabilir.
* * *
Orada da skandal, bir savcının, İtalya’daki gizli depolarda bulduğu bombalarla başlamıştı.
İlk incelemede bu silahların, solun üzerine yıkılan bazı suikast, sabotaj ve terör eylemlerinde kullanıldığı anlaşıldı.
Dönemin İtalya Başbakanı, örgütü inkâr edemedi: “Ama bu, bütün Avrupa’da var” diyerek Gladio’yu ele verdi.
“Tarihin en iyi gizlenmiş sırrı” böylece ortaya çıktı.
Örgüt, CIA’ye bağlıydı. NATO ülkelerini muhtemel bir Sovyet işgalinde korumayı amaçlıyordu. Bunun için paramiliter güçler silahlandırılmıştı. Ama zamanla örgüt misyon değiştirmiş ve silahını ülke içindeki muhaliflere çevirmişti.
Sadece İtalya’da 139 yerde gizlenmiş silahlar bulundu.
Aralarında eski bir başbakan, 12 eski bakan ve milletvekillerinin de bulunduğu 7 bin 500 kişi sorgulandı.
1970-80 arasında, polis, asker, mafya ve istihbaratın, sağcı çetelerle birlikte 5 bine yakın terör olayına imza attığı ve darbe planları yaptığı ortaya çıkarıldı.
Eski cumhurbaşkanı, yakalanan çete reisleri için “Onlar kahramandır. Ceza yaftasını değil, şeref madalyasını hak etmişlerdi” dese de failler yargılandı. Mahkûm edildi.
* * *
İşte Avrupa’da bu gizli örgütü açığa çıkaran ve operasyonu yürüten İtalyan savcı, Felice Casson’du.
Geçen yıl “Genç Siviller”in organizasyonuyla Türkiye’ye gelmiş, Bilgi Üniversitesi’nde konuşmuştu. Oradaki konuşmasında ve demeçlerinde Ergenekon savcısına altın öğütler vermişti. Bu öğütleri hatırlatmanın tam zamanıdır:
1) Yasalara uy, hassas davran, hiç hata yapma. Polemik yaratabilecek uygulamalardan kaçın.
2) Kendini koruyabilmen için kurallara uyman, özel hayatında bile şeffaf olman şart.
3) Cesur ol. Eleştirilere kulak asma; ama bulguların sağlam olsun.
4) Başka savcılarla bir takım kur. Güvenilir bir ekiple birlikte çalış, böylece hem soruşturmayı hem de kendini güvence altına alırsın.
5) Parlamento desteği şart. Meclis’i de sürece dahil et. Meclis’e soruşturmayla ilgili sürekli bilgi ver.
6) Ben Başbakanlık’tan askeri istihbarat arşivine girme izni aldım; örgütü öyle deşifre ettim. Mutlaka resmi arşivlere gir.
7) Hedef olanlar hemen kulise başlar. O yüzden en önemli şey, yargının ve savcının bağımsızlığıdır. Bu yoksa işiniz zor.
8) Siyasi iradenin desteği çok önemli; ama medyanın ve kamuoyunun desteği de şart. Biz bu destekle çözüme gidebildik. Yurttaşların olanları bilmeye hakkı var. Şeffaf ol.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Nazlı Ilıcak ve cadı avı!

İletigönderen kgursu » Sal Oca 13, 2009 19:49

Nazlı Ilıcak ve cadı avı!

baris@gercekgundem.com


AKP medyası “infaz edilecekler listesi”ni büyük puntolarla açıkladı. Sırada Medya ve Siyaset Dünyası’nın önemli isimleri varmış! Polis bir gece ansızın gelip hepsini toplayacak ve “darbeci medya”nın köküne kibrit suyu dökecekmiş.

Böyle yazıyor AKP’nin devşirme gazetecileri ile “gönüllü yardakçıları.” Ağızlarının etrafında beliren köpükleri silmeye dahi gerek görmüyorlar. Muktedir sandıkları “iktidar”ın kanatları altına girerek kimi zaman polisliğe, kimi zaman da savcılığa soyunuyorlar. Oysa ki; sadece ve sadece “gazetecilik” yapsalar, tarih onlara da hak ettiği değeri verecek.

Ama heyhat! Ne gezer!

Daha düne kadar aynı okulu, aynı “plaza”yı paylaştıkları meslektaşlarının “azılı bir darbeci” olduğunu keşfetmişler… Önce polise, ardından savcıya, yetmedi iktidara sesleniyorlar: “Hadi ne duruyorsunuz, darbeci bunlar darbeci, alın hepsini içeri…”

Bunlar, 14. yüzyılın başında yaşanan “cadı avı” ritüellerini anımsatıyor. Kilisenin başı ne zaman sıkışsa, “şeytanla ve kötü güçlerle işbirliği yaptığı” öne sürülen “cadı”ların peşine düşülür, “yakma” törenleri yapılırdı. Kilise, çağı esir alan “veba”nın sorumlusunun “cadı”lar olduğunu anlatırdı.

Yaşadığımız dönem nasıl da çağrıştırıyor o günleri!

İsrail’in Filistin’de yaptığı katliam karşısında tepki veremeyen hükümet, Ergenekon’a sarılıyor. Yalçın Küçük gibi ömrünü sola adamış bir değer, İbrahim Şahin gibi Susurluk artığı bir çeteciyle aynı ‘sepete’ konuluyor. Verdiği hiçbir sözü tutamayan, demokratikleşmede en küçük bir adım daha atamayan, aksine baskıcı yasalar çıkarmakla tarihe geçen hükümet, “solun ağzına bir parmak bal çalmak” ve destek alabilmek için, önce Kürtçe TV’ye, ardından Nazım Hikmet’e sarılıyor. Hızını alamayınca, “vatandaş” olan Yılmaz Güney’i yeniden “vatandaş” ilan ediyor. Promosyon olarak da yanına ‘Alevi açılımı’ ile Ahmet Kaya’nın yayımlanamayan klibini koyuyor.

Nereden geldiği belli olmayan kaynaklarla kurulan medyası ise bu pozu tamamlamak adına “demokrat duruş” sergiliyor güya… Ve bu demokratlar, AKP karşıtı ne kadar gazeteci, bilim insanı, aydın, işadamı varsa, hepsini bir an’da ‘’darbeci’’ ilan ediyor. Gazeteciler, muhalifleri sindirme operasyonunun gönüllü bir maşası olmaya soyunuyor. Ana muhalefet liderine sıranın ne zaman geleceği köşelerden açıkça soruluyor. Ve bunların hepsi “demokratlık” adına yapılıyor.

Bunların içinde en ilginç olanı ise Zaman’dan Mümtazer Türköne ile Sabah’tan Nazlı Ilıcak hiç kuşkusuz. Bu iki isim de cadı avının yürütülmesinde rol üstlenmişler. Daha düne kadar “Susurluk”u açıktan savunan ve o dönemin iktidarı Refah-Yol’un destekçileri olan Türköne ile Ilıcak, söylediklerini sanki herkes unutmuşçasına şimdi “darbeciler temizlenmeli” diyor.

Oysa ki; Susurluk patladığında, çete ilişkileri ortaya çıktığında, Mümtazer Türköne, Tansu Çiller’in Başdanışmanıydı. Türköne, Susurlukçular için “Devlet adına kurşun atan da yiyen de şereflidir” dedirtiyordu Çiller’e…

Nazlı Ilıcak ise perde arkasında dahi durmaya gerek görmüyor, 4 Mart 1997 tarihli Akşam Gazetesi’nde şunları yazıyordu: “"Eski Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin'i Susurluk olayı patlak verdikten sonra tanıdım, anlattıklarını dinledim ve söylediklerinden ikna oldum.
Bu vatan için tek parmağını dahi taşın altına sokmamış insanlar tarafından pervasızca karalanmasını içime sindiremedim. Hele bu vatanı bölmeye gayret edenlerin , bu ülkeye kastedenlerin, namuslu kişiler gibi ekranlara çıkıp kinlerini kusmalarına, Özel Tim'e çirkef sıçratmalarına hiç tahammül edemem."

Şimdi aynı Nazlı Ilıcak, AKP’nin muhaliflerini sindirme harekatına dönüşen Ergenekon Operasyonu’nun yanında yer aldığını söylüyor. Ergenekon Operasyonu’nda ise İbrahim Şahin “darbe girişiminde bulunmaktan” tutuklanarak cezaevine konuluyor. Ilıcak, dün övdüğü Şahin’i bugün köşesinden infaz ediyor. Çünkü; AKP iktidarının çıkarları bunu gerektiriyor. 12 Eylül darbesini Tercüman’daki köşesinde öven Ilıcak, yaptıklarını herkesin unutacağını sanıyor. Oysa ki; yazılan ve söylenenler arşivlerde durmaya devam ediyor.

Türkiye, son gelişmelerle birlikte aslında hayli zor bir süreçten geçiyor. AKP medyası hedef gösteriyor, muhalifler tek tek gözaltına alınıyor, sorgulanıyor, tutuklanıyor. AKP medyasının yayın organları, bir ay sonra nelerin yaşanacağını yazıyor. Bu gazeteleri okuyanlar, gözaltılar yaşanırken hiç şaşırmıyor. Bir filmi ikinci kez izliyormuş duygusuna kapılıyor.

Ancak ne yazık ki; yaşananlar bir film değil… Hepsi gerçek… “Cadı yakma töreni” için ateş yakılırken, olan gazetecilik mesleğinin namusuna oluyor. Meslek namusu ayaklar altına alınıyor. Gazete köşeleri birer infaz mıntıkasına dönüşüyor. AKP’nin anti-demokratik tutumlarını bir kez bile eleştirme cesareti gösteremeyenler, iktidarın eteklerinin altına sığınarak çıkarlarını korumanın utancını yaşıyor. Tarih ise yaşananları o usta elleriyle belleklerimize kazıyor.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Eğer Ergenekon’un savcısı olsaydım

İletigönderen kgursu » Cum Oca 16, 2009 7:31

Eğer Ergenekon’un savcısı olsaydım

ahmethakan@hurriyet.com.tr


Eğer savcı olsaydım... Devletin derin ve kirli güçlerine karşı verdiğim güzelim mücadelenin, "AKP muhaliflerine yönelik sindirme operasyonu" diye algılanmasının önüne geçmek için var gücümle çaba harcardım...

Eğer savcı olsaydım... Derin devletin pisliklerini ortaya çıkarmak için giriştiğim muhteşem savaşı, bir manipülasyon yavşağı olan Tuncay Güney adlı şahsın üzerinden yükseltmeyi denemezdim...

Eğer savcı olsaydım... Ya Sabih Kanadoğlu ile İbrahim Şahin’i aynı kefeye koymazdım... Ya da "İbrahim Şahin hücresi" ile "Sabih Kanadoğlu hücresi"nin arasında ne türden bir bağ olduğunun işaretlerini çakardım...

Eğer savcı olsaydım... Vaktiyle "rejim muhalifi" diye yaftaladığı kişileri üniversitelerden sorgusuz sualsiz kapı dışarı etmiş Kemal Gürüz gibi bir adamdan mağdur yaratmamaya özen gösterirdim...

Eğer savcı olsaydım... Televizyon stüdyosunda Ali Sirmen gibi bir yazarın, "Korkuyorum... Uykularım kaçıyor... Beni de alacaklar" diye feryat etmesine imkan sağlayacak bir ortamı yaratmazdım... "Korku toplumu" söylentilerini boşa çıkarır, "Bir intikam operasyonu yapılıyor" yargısının kökleşmesinin önüne geçerdim...

Eğer savcı olsaydım... İflah olmaz AKP muhaliflerini hedef alıyor izlenimini vermezdim... Cinayetleri öne çıkarırdım... Bombacılara vurgu yapardım... Danıştay cinayetini en önemli mesele haline getirirdim...

Eğer savcı olsaydım... "Asker niye darbe yapmıyor" diye dövünen ama eline mantar tabancası bile almamış, demokrasiyle başı hoş olmayan ama suça bulaşmamış kanaat önderleri ile bomba düzeneği hazırlayan, yargıç öldüren, cephane biriktiren adamları aynı tasta kaynatmazdım...

Eğer savcı olsaydım... Yalçın Küçük gibi hezeyanlar söyleyen bir ermişi gözaltına alıp, "Söyle bakalım sen Türk müsün?" sorusunu beş kez sorarak, kendi davamı sakatlamazdım...

Eğer savcı olsaydım... "Arkamda hükümet var" ya da "Tayyip Erdoğan ’yürü ey savcım’ dedi" gibi cümlelerin arkasına sığınmak yerine, "arkamda halk var" ya da "arkamda devleti cinayet şebekelerinden temizleyin diyen toplum var" cümlelerinin arkasına sığınmaya çalışırdım...

Eğer savcı olsaydım... Şöyle düşünürdüm: Ben cinayet mekanizmasını ortaya çıkarmak istiyorum ama toplumun yarısı bana inanmıyor... Acaba neden? Neden bombaları gördüğü halde Deniz Baykal ikna olmuyor?

Eğer savcı olsaydım... Bana destek atmak için çırpınan yazarların kulaklarını çekerdim... Onlara "İki de bir ’sıra şunlara geldi / sıra bunlara geldi’ diye yazarak, kişisel hınçlarınızı ve öç alma duygularınızı Ergenekon üzerinden çıkarmaya çalışmayın" derdim... Bu tür adamlarla arama mesafe koyardım...

Böyle buyurdu Recep İvedik

SABAH gazetesi yazarı Emre Aköz’e göre...

Gözaltına alınma sırası Ergenekon’u alaya alan, karalayan ve karartmaya çalışan medyacılara gelmiş... Ama telaşlanmamalıymışız... Dangalakça Ergenekon dostluğu yapanlarla kimse uğraşmazmış... Asıl hedef kocabaşlarmış... Savcılar kocabaşların peşindeymiş... İbişlere dokunulmayacakmış...

Bunları okuyunca dedim ki:

"Yahu ben bu Emre Aköz denilen adama boşu boşuna ’Türk sosyolojisinin Recep İvedik’i’ diye lakap takmamışım."

Bakar mısınız yazdıklarına?

Nasıl da arsızca teneke çalıyor...

Nasıl da pervasızca düdük öttürüyor...

* * *

Ve tabii nasıl da lakap takıyor...

"Kocabaş" diyor... "Dangalak" diyor... "İbiş" diyor...

Oysa daha birkaç hafta önce bir medya sitesi, "Yazarlar birbirine lakap takmasın... Ayıp oluyor" falan diye çağrı yaptığında...

Bu Emre Aköz çıkıp, "Ben yapmadım öğretmenim o yaptı" diyen ilk mektep çocuğu edasıyla, "Ben lakap takmadım, önce Ahmet Hakan lakap taktı" falan diye ağlaşmıştı...

Neyse... Neyse...

En iyisi şöyle bitirmek:

Hey Ergenekon davası! Eğer kendini sana adayan Emre Aköz gibi bir mücahidin var ise, sen daha çok alaya alınır ve sulandırılırsın...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

ÖncekiSonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x