Belge askerin eline gecerse oyun biter onun icin belgeyi askere vermezler cunku filigran denen birsey var her printer her sayfaya filigran basar mavi isikla bakilinca filigran gozukur ve bu yolla hangi printerden cikti alindigi bulunur
Adli Tıp, Genelkurmay’da darbe planları ile ilgili belgedeki imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu kabul edilebilir kararına varıyor.
Durun, sakın acele etmeyin. Biraz nefes alın ve teknik açıklamalara hazır olun.
Adli Tıp Kurumu yetkililerine, siyasetle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan uzmanlarına işin tekniğini soruyorum. Konu teknik, konuşmayı soru-yanıt biçiminde aktarmak en doğrusu.
İMZA YAŞI ZOR
- İmzanın yaşını, yani ne zaman atıldığını nasıl anlıyorsunuz?
- İmzada kullanılan mürekkebin üretiliş yılından.
- Üretim yılını nasıl anlıyorsunuz?
- Işık dalga boyutlarından yararlanarak. İmzada kullanılan mürekkep hangi ışıkları içeriyorsa, ondan hareketle, mürekkebin üretim yılını tespit ediyoruz.
- Her mürekkebin üretim tarihi mi var?
- Yılı kayıtlı ise, var. Kayıtlı ise, tarihi tespit edilir.
- Değilse?
- Edilemez. O zaman tarihini tespit mümkün değil.
Görüştüğüm uzman, devam eden yanıtında, teknik açıdan ilk önemli bilgiyi veriyor.
Bizde genellikle üretim tarihi kayıtlı değil, onun için, imzanın yaşını tespit mümkün değil.
Bu durumda, imza yaş mı, kuru mu, tartışmalarına ister istemez fren geliyor. O uzmanla soru-yanıta devam ediyorum.
İMZA TÜRLERİ
- Belirlediğiniz ne var bu durumda?
- Bu imza çok kolay taklit edilebilir bir imza. İlk okullarda bile dersi var, artık bu gibi imzalar kullanılmıyor, isim yazılıyor. Belgedeki imza basit, taklidi kolay.
- Bundan bir sonuç çıkartıyor musunuz?
- Hayır, bu sadece bir tespit. İmza türleri var.
- Ne gibi?
- İmza tespitinde üç tür imza vardır. Benzer üründür, deriz, kabulü gerekir, deriz ve eli ürünüdür, deriz. Bizi yüzde yüz emin kılan, eli ürünü tespitidir. En hafifi benzer ürün, tespitidir.
- Bu belgedeki imza için ne dediniz?
- Kabulü gerekir, dedik. Benzerlikler fazla.
- İmza Albay Dursun Çiçek’e ait, diyorsunuz.
- Hayır, imzanın kime ait olduğunu tespit etmek, Adli Tıpta bizim en zayıf olduğumuz alan.
Bu da, görüştüğüm uzmanın aktardığı ikinci önemli bilgi. Merakım daha da artıyor ve konuşma devam ediyor.
- Kabul edilebilir, ne demek?
- Kararı mahkemeye bırakıyoruz. Çok emin değiliz, kararı siz verin, diyoruz mahkemeye.
Dongggg!.. Günlerdir imzanın kime ait olduğu tartışmaları sürerken, Adli Tıptan iki önemli bulgu çıkıyor.
1- İmzanın yaşı belli değil. 2- Çiçek’e ait olup olmadığı yüzde yüz kesin değil.
Üç kesinlik derecesi içinde, tespit ikinci derecede.
Bunlardan hareketle, belge vardır, yoktur, imza sahtedir, gerçektir, gibi sonuç çıkarmaya çalışmıyorum. Bu yazı kimseyi aklamak ya da suçlamak gibi bir amaç taşımıyor. Tümüyle teknik bir yazı.
İrticayla Mücadele Eylem Planı olduğu iddia edilen belgenin ıslak imzalı örneğinin savcılıkta olduğu iddiası günlerdir ülke gündemini işgal ediyor. Adli Tıp tarafından verilen raporda belgedeki imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğunun raporlanması ise belgenin gerçek olduğunu iddia edenlerin en büyük argümanını oluşturuyor.
Dün Akşam ve Vatan Gazeteleri’ne yansıyan haberlere göre Adli tıp raporu oluşturulurken genel temayülün dışına çıkıldı. Bu tür belgeler ile ilgili görevlendirmede ya genel kurul birlikte görev alıyor ya da görev alacak isimler kura ile tespit ediliyordu. Ancak Albay dursun Çiçek’in imza örneğine ilişkin incelemede bu kural uygulanmadı. Görev alacak uzmanlar kura yerine doğrudan kurum tarafından belirlendi. Seçilen uzmanlar ise ıslak imzanın Çiçek’e ait olduğu raporunu verdi.
Peki raporda imzası bulunan isimler kim?
Bu isimler Prof.Dr. Bülent Üner, uzman doktor Hacı Mehmet Akın ve uzman doktor Lokman Başer. Üner ve Akın, Akşam Gazetesi’nin haberine göre Adli Tıp Kurumu’nda belge gelmeden sadece bir hafta önce görevlendirildi. Bu isimlerden Uzman doktor Hacı Mehmet Akın bir kadrolaşma tartışması ile beraber göreve geldi.
Hacı Mehmet Akın’ın daha önce atandığı Ankara Grup Başkanlığı görevine daha önce görevden alınan Ahmet Hakan Dinç mahkeme kararıyla geri döndü. Dinç’in mahkeme kararı ile geri dönüşü nedeniyle Akın’a yeni bir kadro bulundu. Bu durumda Akın, Adli Tıp’ta fizik İhtisas Dairesi’nde görevlendirildi.
Islak imza incelemesinin ardında işte bu kadrolaşma iddiası var. Son dönemde hızla el değiştiren atamalarla gelen kadrolara bu inceleme görevinin seçimsiz verilmesi kafaları karıştırıyor. Bu denli hassas bir belgenin neden genel teamüllerin dışına çıkarak incelendiği kafaları karıştırıyor. Üstelik bu görev neden yeni kadrolara verildi, bu kadroların gelişi sırasında yaşanan kadrolaşma tartışmasının belgede verilen raporu tartışılır kılacağı düşünülmedi mi?
“İrticayla Mücadele Eylem Planı” belgesinin “orijinalinin” gerçek olup olmadığı tartışmasında çok şüpheli bir gelişme yaşandı.
Vatan Gazetesi’nin 18. sayfasında Burak Kara imzasıyla çıkan habere göre; söz konusu belgenin Adli Tıp Fizik İncelemeler İhtisas Dairesi’nin Belge İnceleme Birimi’nde incelenmesinde normal prosedürün dışına çıkıldı.
Habere göre; birimin uzmanlarından oluşan genel kurulun toplanması gerekirken, dosyanın incelemesinde ‘özel uzmanlar’ devreye girip belgeyi incelemişler.
İşin ilginç yanı; bu iki uzmanın kim olduğu henüz bilinmiyor ve neden normal prosedürün uygulanmadığı sorusu cevaplanabilmiş değil.
Vatan gazetesinin de böylesine önemli bir haberi neden iç sayfalara attığı merak konusu. İşte o çok önemli iddiaları içeren haber:
“Adli Tıp uzmanı: Belgeyi inceleyeni kimse bilmiyor
Adli Tıp uzmanı Doç. Alkan’dan ilginç iddia: Belgeyi inceleyen Uzmanlar kurayla belirlenmedi. Bu tip hassas dosyalarda Genel Kurul kararı çıkardı. O da yapılmadı...
Albay Dursun Çiçek’in hazırlandığı öne sürülen “İrticayla Mücadele Eylem Planı” belgesinin “orijinal” halinin geçtiğimiz hafta Adli Tıp Fizik İncelemeler İhtisas Dairesi’nin Belge İnceleme Birimi’de incelenmesinde normal prosedürün dışına çıkıldığı iddia edildi. İddianın sahibi İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi, adli tıp uzmanı Doç. Dr. Nevzat Alkan. Alkan, şöyle konuştu: “Dosya savcılıktan kurye ile Fizik İncelemeler İhtisas Dairesi’nin Belge İnceleme Birimi’ne geliyor. Buradaki görevliler, bu dosyanın birime geldiğinden haberi olmuyor. Oysa ki normal prosedürde birime gelen dosya kurayla bir ekibe dağıtılır. Hangi ekibe gideceği önceden bilinmez. Eğer ülke gündemini etkileyecek önemli bir unsur içeren bir belge geldiyse, kura çekilmez, birimin uzmanlardan oluşan genel kurulu toplanır ve bu gelen yüksek önemdeki belgeyi inceler. Kurul tarafından incelenen belge, tüm uzmanların imzası alınıp oy birliği ile karara bağlanır. Dosyasının incelemesinde bu prosedürler işlememiş, ’özel uzmanlar’ devreye girip belgeyi incelemişlerdir. Bu bir ilk. Neden normal prosedür işletilmedi? Bu özel uzmanlar kim tarafından görevlendirildi, hangi kriterlere göre seçildiler? Bu soruların cevabı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı ve Adalet Bakanlığı vermelidir.”
Adli Tıp incelemesinin ardından aralarında Fizik İncelemeler İhtisas Dairesi Başkanı Doç.Bülent Üner ve iki ‘özel uzman’ın imzası bulunan bilirkişi raporu, “Belgedeki ıslak imza Albay Dursun Çiçek’in el ürünüdür” yönünde yazılmıştı. Alkan, raporda imzası olan Fizik İncelemeler İhtisas Dairesi Başkanı Üner’in daire başkanı sıfatı gereği rapora imza attığını, diğer iki özel uzmanın hangi kriterlere göre seçildiklerinin kurum tarafından açıklanması gerektiğini belirtti. İddiaları Adli Tıp Kurumu Fizik İncilemeler İhtisas Dairesi Başkanı Doç Dr Bülent Üner’e sormak istedik. Ancak Üner, telefonlarımıza yanıt vermediği gibi, Adli Tıp Uzmanları Derneği Genel Başkanı Doç. Dr. Serhat Gürpınar aracılığıyla şu yanıtı gönderdi: “Çok hassas bir konu gazetelere konuşmak istemiyorum.””
T24.com sitesi yazarı Çiğdem Toker, ıslak imzalı belgede mürekkebin kuruma hızı ile imzanın atıldığı sürenin saptanabileceğini anlattı. Toker’in yazısı bugün Oktay Ekşi’nin yazdığı yazıya da referans kaynağı oldu.
İşte Toker’in o yazısı:
Deniz Feneri e.V davasındaki en kritik gelişmelerden biri, karapara trafiğine konu “yardıma muhtaç” belgelerinin bir kısmının, mahkemeye sunulduğu gibi 2004 değil, 2006 yılında düzenlendiğinin ortaya çıkmasına dairdi. Bu gelişme davanın seyrini değiştirecek kadar kritikti; çünkü belgenin sahteliği, “mürekkebin kuruma hızı” incelemesiyle saptanmıştı. Alman Mali Polis Başkomiseri Alexander Böhm’ün mahkemeye verdiği bilgiye göre, Hessen Eyaleti Kriminal Dairesi, gönderdikleri belgeler üzerinde mürekkebin gerçek yaşını ortaya çıkarmıştı. Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu iddia edilen “ıslak imza”ya dair Adli Tıp raporunda, “mürekkep kuruma hızı” ile ilgili bir bilgi -kamuoyuna yansıdığı kadarıyla- yer almıyor. Ancak olayın büyüklüğü karşısında, bu ayrıntının da dikkate alınması, öne çıkması gerekiyor. Çünkü herkesin zihnini meşgul eden soruların başında “İhbar mektubu neden beş ay sonra?” geliyor. “Islak imza”nın Çiçek’in kaleminden çıkıp çıkmadığı kadar; 12 gün önce mi, beş ay önce mi, yoksa iki yıl önce mi atıldığı sorusuna verilecek teknik bir yanıt, “Neden beş ay sonra?” konusuna bambaşka anlamlar kazandıracak kadar yüksek önem taşıyor. “Mürekkebin kuruma hızı” konusunda ise iki temel mesele var: TÜBİTAK’a bağlı Gebze Kriptoloji Enstitüsü’ne gönderilecek belgede “mürekkep yaşı” incelemesinin yapılması talep ediliyor mu? Ediliyorsa orada böylesi bir incelemenin sağlıklı yapılması için koşullar mevcut mu? Teknik kapasite var mı? “Mürekkep yaşı” konusunda Türkiye’deki adli tıp uzmanları aynı şeyleri söylemiyor. Bazı uzmanlara göre, bilgisayar ortamında hazırlanan bir belgedeki imzanın o belgenin yazıcıdan çıkarıldığı an atılıp atılmadığı saptanabiliyor. Buna karşılık mürekkep yaşını saptama çok büyük bir ihtiyaç olmasına karşın, Türkiye’daki teknik kapasitenin, böyle bir analizi yapmaya elverişli olmadığını belirtenler çoğunlukta. Altı aydan daha eski yazılar için bu analizin güç olduğunu, yöntemlerin tam oturmadığını söyleyenler kadar, belgenin saklanma sırasında maruz kaldığı ışık, nem gibi fiziki koşulların, mürekkep yaşı analizini etkileyebileceğini belirtenler de mevcut. Eğer Türkiye’nin teknik kapasitesi, bazı adli tıp uzmanlarını haklı çıkaracak biçimde “mürekkep kuruma hızı”nı saptayacak kadar donanımlı değilse gerçekten yazık. Çiçek’in imzasını Hessen Eyaleti Kriminal Laboratuvarı’na gönderemeyeceğimize göre, “darbe girişimi” gibi bir konuda, olayın seyrini değiştirecek nitelikteki bir sorunun cevabından ülke olarak mahrum mu kalacağız? değildir. Haklı gürültü yapmak edepsizlik değildir.”
Sahtecilik uzmanı Arıkan, bir imzanın makineyle atılıp atılmadığının anlaşılabileceğini söyledi
‘Örtüşüyorsa sahtedir’
İLHAN TAŞCI
Grafoloji ve sahtecilik uzmanı olarak 40 yıldır bilirkişilik yapan, emekli Emniyet Müdürü ve hukukçu Seyfettin Arıkan, “İrticayla Mücadele Eylem Planı” belgesindeki imzanın makine ile atılmış olabileceği tartışmalarını, “Gerçek imzalarda el alışkanlığı vardır. Ancak makine kopyasında el alışkanlıklarını görmeniz mümkün değildir” şeklinde değerlendirdi.
Polis Akademisi kriminalistik öğretim görevlisi olarak da 10 yıl boyunca görev yapan Arıkan, ıslak imza, belge tartışmasını Cumhuriyet’e değerlendirdi. Gerçek imzalardaki el alışkanlıklarına işaret eden Arıkan, “El alışkanlığında bazı hatlar ince, bazıları kalın çıkar. İmzayı bilgisayara verirsiniz kopya eder. Ama el alışkanlıklarını imzada görmeniz mümkün değildir. Sahte imzada monotonluk dediğimiz aynı hatların olması arızasını verir. Çünkü el işlekliği yoktur. Benzerlikleri vardır. Anlamayan birileri baktığında ‘imzalar aynı’ der. Biz baktığımızda işlekliklerin olmadığını görürüz” dedi.
Bir imzanın gerçek kişi tarafından mı, yoksa makineyle mi atıldığının ortaya çıkarılmasının çok kolay olduğunu anlatan Arıkan, “Islak imza dediğiniz kâğıda mürekkebin akmasıdır. Bilgisayarda da bu hatlar kopyalanmış oluyor. Temel fark makine imzasının işlek olmayıp, monoton oluşudur” dedi.
Sözü edilen “gerçek imzalı” belgenin postayla savcılığa gelmesinin “aklına yatmadığını” kaydeden Arıkan, “Biraz gündem değiştirme gibi geliyor. Postayla belge (imza) gönderilir mi? Kaybolabilir, kopyalanabilir. Kargodan gelen imzayı nasıl gerçek kabul edersiniz? Baştan beri 4 aydır memleket fotokopi ile oyalandı. Mürekkep kâğıdın içine girmiş mi, girmemiş mi? Bunların saptanması çok zor değil ki” değerlendirmesini yaptı.
Aynı kişi tarafından atılan iki imzanın üst üste çakışmasının mümkün olmadığına işaret eden Arıkan, şunları söyledi: “Eğer bire bir örtüşüyorsa birisi kesin sahtedir. Çünkü örtüşmeleri mümkün değildir. Ya birisi kopyadır ya da sahtedir. Bin tane imza atın birbiri üstüne gelmez. Her atılan imzada genel bazı harfler, küçüklükler ve kısıklıklar çakışamaz.”
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.
Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
‘Örtüşüyorsa sahtedir’ .. “El alışkanlığında bazı hatlar ince, bazıları kalın çıkar. İmzayı bilgisayara verirsiniz kopya eder. Ama el alışkanlıklarını imzada görmeniz mümkün değildir. Sahte imzada monotonluk dediğimiz aynı hatların olması arızasını verir. Çünkü el işlekliği yoktur.
..
Eğer bire bir örtüşüyorsa birisi kesin sahtedir. Çünkü örtüşmeleri mümkün değildir. Ya birisi kopyadır ya da sahtedir. Bin tane imza atın birbiri üstüne gelmez. Her atılan imzada genel bazı harfler, küçüklükler ve kısıklıklar çakışamaz.”[/b]
Yanlış efendim, ne münasebet! Bilgisayara eğer imzayı, birebir kopyalaması üzere verirsek, birebir kopyalar evet.
Ama imzanın aynını, her yerde/bazı özel yerlerde kalınlık/incelik farkları meydana getirecek şekilde, her defasında farklı attırmak da mümkün. El nasıl her seferinde farklı imza atıyorsa, bilgisayar da aynı şekilde her defasında, farklı imza atabilir. "Rastgele değişken/fonksiyon" denen birşey var yahu!
Arıkan Bey, böyle teknik bir konuda ileri geri konuşmazdan evvel, keşke önce bir bilgisayar mühendisine danışsaymış.
Üstelik imza makinasını üreten firma, kopyalayacağı imzanın, üç adet orjinal örneğini istiyor; tek adet değil! Yani fotokopi çeker gibi, verilen tek bir imzayı aynen taklit etmediğini, buradan da anlamak mümkündür!
Ayrıca, söylediğinin teknik sakatlığı bir yana, "üstüste koyun, örtüşüyorsa birisi sahtedir" diyor ya; peki şimdi makinanın attığı iddia edilen o imzayı, hangi imza ile üstüste koyup deneyeceğiz? Albay Çiçek'in de, doğal olarak madem attığı tüm imzalar birbirinden azıcık da olsa farklıysa, karşılaştırmayı, atmış olduğu hangi imza ile karşılaştıracağız? Yoksa imza sahteciliği yapanlardan, Çiçek'in hangi imzasına ulaşıp onu kopyalattıklarını mı isteyeceğiz??
Bu ne cehalet, bu ne mantıktır?
"Polis Akademisi kriminalistik öğretim görevlisi olarak da 10 yıl boyunca görev yapmak" bu insanlara mı kalmış?
Fatih "Mansur Şah" Özaydın
Hem Cemaat hem Cumhuriyet olunmaz, Ters mıknatıslanma yapar!!!
Türkiye’yi sarsan İrtica Eylem Planı ile ’meçhul subayın ihbar mektubu konularında, CHP ve DTP ayrı ayrı yargı yoluna gidecek.
İrticayla Mücadele Eylem Planı belgesine ilişkin, DTP’nin Hukuk Komisyonu Başkanı ve Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, bu hafta suç duyurusunda bulunacak. DTP’nin suç duyurusunda Anayasal düzeni yıkmak isteyen Meclis, hükümet ve milletvekilleri ile DTP’ye yönelik belgeleri hazırlayanların ve çalışmalara katılanların tespit edilmesi ve cezalandırılması talep edilecek.
Hazırlanan suç duyurusunda ‘’ Belgede DTP’nin Meclis’e girmesinin talihsizlik olduğu, devletle kavga etmek istediği, kendi içinde fikir ayrılıkları bulunduğu öne sürülmektedir. DTP seçimlere katılmış, milyonlarca oy almış Mecliste grubu olan bir partidir. Siyasi partiler, sadece Anayasa mahkemesi tarafından denetime tabidir’’ deniliyor.
CHP HAZIRLANIYOR Öte yandan, CHP de ‘’meçhul bir subay’’ tarafından yazılan ihbar mektubunda doğrudan kanıtlanması mümkün olmayan ithamlar nedeniyle suç duyurusunda bulunacak.
CHP Lideri Baykal’ın “CHP’yi böyle bir ihbar mektubu ile suçlamak ancak siyasi bir projenin gereği olarak ortaya atılabilir. Kürt açılımının çıkmaza girdiği noktada mektupla gündemi değiştirmeye çalışıyorlar” açıklamasının ardından, CHP de ihbarcının bulunması istemiyle konuyu yargıya taşıyacak.
Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Serdar Öztürk, ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' olduğu ileri sürülen belgedeki ıslak imzanın Albay Dursun Çiçek'in eli ürünü olduğu şeklindeki raporda imzaları bulunan 3 adli tıp uzmanı hakkında soruşturma açılmasını istedi.
Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Serdar Öztürk, avukatı Demet Reçber tarafından Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'na verilen dilekçede, ihbar mektubuyla birlikte savcılığa gelen belgenin Adli Tıp Kurumu'na gönderildiğini, burada prosedüre göre önemli belgelerin kurulun tüm uzmanlarının katılımı ile incelendiği yönündeki yerleşik uygulamaya göre incelenmediği ileri sürüldü.
Dilekçede, incelemeden bir hafta önce kuruma atandıkları iddia edilen adli tıp uzmanı olan Hacı Mehmet Akın ile Lokman Başer'in tıp doktorları olduğu ve görevlendirme sonucu uzman sıfatıyla belgeyi inceleyerek, ''Belgenin ıslak imzaya sahip olduğu ve imzanın Albay Dursun Çiçek'in eli ürünü olduğu kanaatine varıldığı'' yönünde mütalaa verdikleri öne sürülerek, kurumun Fizik İhtisas Dairesi Başkanı Prof. Dr. Bülent Üner'in de incelemeye katılmadığı halde, usul gereği raporu imzaladığı savunuldu.
Bu iki uzmanın grafolog olmadıkları, tıp doktoru olarak, uzman olmadıkları bir alanda inceleme yaparak mütalaa verdikleri anlatılan dilekçede, tüm bunların sonucunda inceleme heyetinin özel olarak atandığı ve bilinçli olarak sahte mütalaa verdiklerinin ortaya çıktığı ileri sürüldü.
Dilekçede, sahteciliğin ortaya çıkarılması için belge aslının İstanbul Teknik Üniversitesi, Jandarma Kriminal Laboratuar ve TÜBİTAK'ta incelenerek ıslak imzanın orijinal belgeye Haziran 2009 tarihinden sonra atılıp atılmadığının tespiti gibi çeşitli incelemelerin yapılması istendi.
Belgede gerçekten bir ıslak imza bulunup bulunmadığı, varsa Albay Çiçek'in el ürünü olup olmadığının belirlenmesi de talep edilen dilekçede, Türkiye'de internet üzerinden veya resmi alımla ''ıslak imza makinesi'' alan tüm şahısların ve resmi kuruluşların belirlenerek, bu makinelere soruşturma sonucuna kadar el konulması isteminde bulunuldu.
Dilekçede, yapılacak soruşturma sonucunda, uzman olmayarak gerçeğe aykırı bir şekilde grafoloji raporu hazırladıklarının tespiti halinde Prof. Dr. Üner ile diğer 2 kişi hakkında, ''Sahte resmi belge düzenledikleri''; uzman olmaları durumunda da gerçeğe aykırı raporu bilerek düzenledikleri bu nedenle, ''Görevi kötüye kullanmak'' ve ''Bilirkişinin gerçeğe aykırı mütalaa vermesi'' gerekçeleriyle haklarında dava açılması istendi.
Grup toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan "irticayla mücadele eylem planıyla" ilgili olarak, Genelkurmay'a çağrı yaptı.
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "irticayla mücadele eylem planıyla" ilgili olarak, "Bütün yanlışlar ortaya çıkmalıdır ve süreç hakkaniyet içinde devam etmelidir. Kim olursa olsun, nerede olursa olsun bunların ortaya çıkarılması lazım. Ama bunlar ortaya çıkarken kurumlar asla yıpratılmamalı burada da hassas olmamamız gerekir. Bu, silahlı kuvvetlerimiz için gereklidir, bu güvenlik teşkilatlarımız için emniyet teşkilatımız için gereklidir. Bütün mesele nedir? Oradaki zanlılar varsa bunların ortaya çıkarılması, bunların hukuka teslim edilmesidir. Burada da yönetici makamında olanların tutuculuk içine girmemesi gerekir, rahatlıkla gelip yargıya bunları teslim etmelidir" dedi.
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "İrticayla Mücadele Eylem Planı" ile ilgili olarak, "bütün yanlışların ortaya çıkması ve sürecin, hakkaniyet içinde devam etmesi" gerektiğini bildirdi.
Erdoğan, "Kim olursa olsun, nerede olursa olsun, bunların ortaya çıkarılması lazım. Ama bunlar ortaya çıkarken kurumlar asla yıpratılmamalı burada da hassas olmamız gerekir" dedi.
Partisinin TBMM Grup toplantısında konuşan Erdoğan, "İrticayla Mücadele Eylem Planı"na değindi.
AKP Genel Başkanı Erdoğan, şöyle konuştu: "Geçtiğimiz aylarda partimize yönelik kirli senaryoları içeren bir belge ortaya çıktı. Ben o zamanki gurup toplantımızda da ifade ettim:
’Gerçekse de vahim, sahteyse de vahim’ dedim. Bu kötü. Bu belgenin peşini bırakmayacağımızı, hukuk ve demokrasi çerçevesinde bu işi takip edeceğimizi ifade ettim. Sabırlı olmamız gerektiğini, konunun hukuka intikal ettiğini, sonucu beklememiz gerektiğini söyledim. Nitekim, hukuk işliyor. Partimle ilgili hazırlanmış olan böyle bir rapor karşısında sessiz kalmamız, hiçbir şey söylemememiz, hele hele bu ülke de kahir ekseriyetle parlamentonun yüzde 65’ini bu millet size verecek, siz sessiz kalacaksınız. Böyle bir şey düşünülebilir mi? Tabii ki biz hukuka yüklendik. Farklı yerlerde bir arayışa girmedik. Ve gerçeklerin gün yüzüne çıkması için adeta bir yoğun çalışma ve adaletin işlediğini görüyoruz ve bütün kurumlarımız hukuka yardımcı olarak savcı ve hakimlerimizin işlerini kolaylaştıracak şekilde sürece katkı verdi, destek verdiler."
-"HİÇBİR ŞEYİN ÜSTÜ ÖRTÜLEMEZ"-
"Hiçbir şeyin üzeri örtülmüyor, örtülemez de... Hiçbir şey karanlıkta kalmıyor kalmayacak da... Bunu böyle bilelim" diyen Erdoğan, şunları kaydetti: "Ancak bu süreçte gerek hukuk sisteminin gerek kurumlarımızın bir hedef haline getirilmesini, acımasızca eleştirilmesini de son derece mahzurlu gördüğümü ifade etmek durumundayım. Hukuki süreç işlerken, bir kaç zanlı üzerinden ülkemizin köklü kurumlarının, ülkemizin hukuk sisteminin yıpratılması asla doğru değildir. Hukuka da demokrasiye de ülkemize ve milletimize de bunlar yarar sağlamaz. Biz, suç sabit olmadıkça, sen suçlusun deme hakkına sahip değiliz. Hani büyüklerimizin ifade ettiği gibi, ’beraati zimmet asıldır’. Biz böyle hareket ederiz.
Bir kez daha ifade ediyorum, AKP olarak bu iddiaların peşini bırakmadık, bundan sonra da bırakmayacağız, adaletin tecellisi noktasında parti olarak, iktidar olarak üzerimize düşeni, hukuk ve demokrasi çerçevesinde yerine getirmeye devam edeceğiz. Bütün yanlışlar ortaya çıkmalıdır ve süreç hakkaniyet içinde devam etmelidir. Kim olursa olsun, nerede olursa olsun bunların ortaya çıkarılması lazım. Ama bunlar ortaya çıkarken kurumlar asla yıpratılmamalı, burada da hassas olmamız gerekir. Bu silahlı kuvvetlerimiz için gereklidir, bu güvenlik teşkilatlarımız için, emniyet teşkilatımız için gereklidir. Bütün mesele nedir, oradaki zanlılar varsa bunların ortaya çıkarılması, bunların hukuka teslim edilmesidir. Burada da yönetici makamında olanların tutuculuk içine girmemesi gerekir. Rahatlıkla gelip yargıya bunları teslim etmelidir. Burada rahat olacağız."
Albay Çiçek suskunluğunu yakın çevresine gönderdiği e-posta ile bozdu. “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nı Genelkurmay Başkanı Başbuğ gibi “kâğıt parçası” olarak nitelendiren Çiçek, söz konusu belgenin askeri yazım tekniklerine ve çalışma usullerine uygun olmadığını savundu. Mektupta “Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti anlayışını yapmış olduğu tüm eylemlerine yansıtan Albay Çiçek ne bir cuntacı ne de bir darbecidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu bir vatandaşı ve TSK’nin şerefli bir üyesi olmaktan gurur duymaktadır” denildi.
“İrtica ile Mücadele Eylem Planı” hazırladığı iddiasıyla tutuklanıp aradan bir gün geçmeden serbest bırakılan ve bir ihbar mektubuyla başlayan “ıslak imza” tartışmasıyla yeniden gündeme gelen Kurmay Albay Dursun Çiçek, suskunluğunu yakın çevresine ve mesai arkadaşlarına gönderdiği e-posta ile bozdu. “Gerçekler” başlıklı mektupta, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ gibi “kâğıt parçası” olarak nitelendiren Albay Çiçek, söz konusu planının askeri yazım tekniklerine ve çalışma usullerine uygun olmadığını savundu.
Söz konusu belgenin kesinlikle Albay Çiçek, tarafından hazırlanmadığı belirtilen e-posta’da “Kurmaylık ve doktora seviyesinde eğitim görmüş, uzun yıllar TSK bünyesinde verilen görevleri başarıyla tamamlamış bir subayın böylesi açık hatalar içeren bir planı yazıp, altına imzasını atacağını ve bu belgeyi amirlerine sunacağını düşünmek en büyük hatadır” denildi. E-posta’da, “ıslak imzalı” olduğu iddia edilen belgenin Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderilmesi, belgeyi Ergenekon savcılarına gönderen muhbirin de bulunması istendi.
Gazeteci Uğur Dündar’ın yönetimindeki Star Haber, dün akşamki ana haber bülteninde Çiçek’in yakın çevresine ve arkadaşlarına gönderdiği e-postanın bir bölümünü yayımladı.
10 sayfadan oluşuyor
Çiçek’in 3 Kasım 2009 günü gönderdiği 10 sayfalık “Gerçekler” başlıklı mesaj, “Hazırlanmamış bir planı ve atılmamış bir imzayı maksatlı olarak gündeme taşıyanlar ve yargısız infaz yapanlar her iki cihandada bu kirli eylemlerinin hesabını vermekten kurtulamaz. Bir kâğıt parçası gerekçe gösterilerek gerçek emellerini gizleyen ve bilgi kirliliği yaratanlar asimetrik piskolojik harekât yapanlar ve onların komploları hakkında hazırlanan bazı gerçekleri dile getiren yazılar ektedir. Sağlık ve başarı dilekleriyle sevgi ve saygılar” cümleleriyle başlıyor.
Ekteki dosya ise “Gerçeklerin üstü örtülemez ve kamuoyundan gizlenemez” ana başlığının altında iki ana bölümden oluşuyor. Bu bölümlerden ilki “Gerçeklerin Peşinde Olalım” diğeriyse “İftiralar ve Gerçekler” başlığını taşıyor. Çiçek’in gönderdiği e-posta ekindeki 10 sayfada dikkat çekici olan metnin doğrudan Çiçek’in ağzından yazılmamış olması. Çiçek’in devam eden yargı süreci nedeniyle böyle bir yola başvurduğu kaydedildi.
‘Muhbir bulunmalı’
TSK’de görev alan subayların çalışma prensiplerine ilişkin bilgilere yer verilen e-postada, söz konusu planın askeri yazım tekniklerine ve çalışma usullerine kesinlikle uygun olmadığı belirtildi. Mesajda şu görüşlere yer verildi: “Kurumsal olarak verilen görevleri yasalar ve emirler çerçevesinde başarıyla yapmak bir Türk subayı için esastır. Gücünü yasalardan alan, milletin gözbebeği bir kurumun üyesi bir kurmay subayın hukuken suç olan eylemleri planlara yansıtması düşünülemez. Kurumda yapılan çalışmaların, yasalara uygunluğu, her seviyedeki amirler tarafından kontrol edilir ve düzeltilir. 12 Haziran 2009 tarihinde kamuoyunu yönlendirme kampanyalarının odak noktası olan bir gazetede yayımlanan plan, Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında bilirkişi raporlarıyla tescil edildiği gibi askeri yazım tekniklerine ve çalışma usullerine kesinlikle uygun değildir.”
“Cuntacılık” ve ”darbecilik” iddialarının da sert bir dille reddedildiği mesajda “Kurmaylık ve doktora seviyesinde eğitim görmüş, uzun yıllar TSK bünyesinde verilen görevleri başarıyla tamamlamış bir subayın böylesi açık hatalar içeren bir planı yazıp, altına imzasını atacağını ve bu belgeyi amirlerine sunacağını düşünmek en büyük hatadır. Onaylanmamış ve kurumsal yaptırım gücünü arkasına almamış bir kâğıt parçasının gündeme taşınması ve tartışılması iyi niyetle açıklanamaz. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti anlayışını yapmış olduğu tüm eylemlerine yansıtan Albay Çiçek ne bir cuntacı ne de bir darbecidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu bir vatandaşı ve TSK’nin şerefli bir üyesi olmaktan her zaman gurur duymaktadır” denildi.
Son raporunda “ıslak imzanın” Dursun Çiçek’e ait olduğuna dair rapor hazırlayan Adli Tıp Kurumu görevlileri hakkında dava açacağını da kaydeden Çiçek, söz konusu belgenin Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderilerek belgeyi savcılara gönderen muhbirin de bulunmasını istedi.
İddialar için 16 dava
Albay Çiçek’in açtığı davaların, kendine duyduğu güvenin ve masumiyetinin kanıtı olduğu belirtilen e-postada şöyle denildi: “Bu konuda 4 suç duyurusu olmak üzere toplam 16 ayrı davada başlatılan hukuk mücadelesi devam etmektir. Bu hukuk mücadelesine yeni davalar eklenecektir. Albay Çiçek şekil ve içerik olarak kurumsal kriterlere uygun olmayan bir planın altına imzasını atmış olsaydı, kaybedeceği bu davaları açarak o kadar büyük hukuki sorumluluğa ve maddi riske girer miydi sorusuna verilecek cevap gerçeği ortaya koyan en önemli delildir” denildi.
Genelkurmay: Dursun Çiçek’le ilgili bir tebligat almadık
Askeri Savcılık tarafından irtica ile mücadele eylem planı ve ıslak imzalı olduğu iddia edilen belgeyle ilgili soruşturma sürüyor. Genelkurmay Başkanlığı, belgenin aslının İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'ndan 3 kez istendiğini, birincisinde belgenin fotokopisinin, diğerlerinde ise herhangi bir cevabın gelmediğini bildirdi. Askeri savcılık, belgeyi 4. kez istedi; cevap bekleniyor.
Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu, aynı soruşturma kapsamında Albay Dursun Çiçek'in İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından davet edilmediğini, kendilerine böyle bir tebligatın gelmediğini bildirdi.
"TSK'nın siteleri var" Çubuklu, geçen günlerde elektronik postayla gönderilen ihbar mektubu ile ilgili, "Bir muhbir tarafından kaleme alındığı iddia edilen ikinci ihbar mektubunda, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından işletilen internet siteleriyle ilgili bir andıç, medyaya gönderilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Başbakanlığın ilgili plan ve direktifleri çerçevesinde irticai ve bölücü tehdit unsurlarını izlemek üzere kurulmuş, işletilmiş internet siteleri bulunmaktadır" dedi.
- Evrensel hukuk kurallarının çiğnenmesi kabul edilemez - Hakkında suçlama yapılan herkes açığa alınamaz - Islak imzalı belge askeri savcılığa ulaşmadı - Bazı internet siteleri irtica ile mücadele kapsamında izleniyor - Takibe alınan siteler: Başbakanlık talimatıyla rutin bir işlem
Baykal, 'belge'yle ilgili psikolojik savaşın bir kadroyla yürütüldüğünü söyledi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ''İrticayla Mücadele Eylem Planı'' olduğu iddia edilen belgeyle ilgili olarak, ''Bu psikolojik savaş harekatı, bu belgeyi bulduğunu iddia eden kişiyi de içine alan ama onunla sınırlı olmayan, kapsamlı bir kadro tarafından belli bir karargahta, düzenli, merkezi bir çalışmayla, sistematik olarak götürülmektedir'' dedi.
Baykal, Karaman'da katılacağı programa gitmek üzere geldiği Konya Havaalanı'nda düzenlediği basın toplantısında, ''İrticayla Mücadele Eylem Planı'' olduğu iddia edilen belgeyle başlayan süreçte, demokratik bir hukuk devletinde kolay rastlanmayacak bir tartışmanın yaşandığını söyledi.
Bir süre önce Genelkurmay'da hazırlandığı iddia edilen bir belgeyle başlayan tartışmanın bugüne kadar geldiğini, bugün gelinen noktada artık konunun bir belge tartışması olmayı geride bıraktığını ifade eden Baykal, ''Elbette belgenin tartışılması gereken yönleri var, onlar tartışılacak. Belge o altında imzası olan kişiye ait midir, değil midir? İmza daha sonradan oraya taşınmış mıdır? Yoksa başlangıcında belgenin altında o imza yer almış mıdır? Belge orijinal midir? Islak mıdır? Bunlar tartışılacak, bunları yetkili merciler aydınlığa kavuşturacak'' dedi.
Baykal, bu konuyu dikkatle izlediklerini, daha önce bu konuda düşüncelerini söylediklerini anımsatarak, şunları kaydetti:
''Gelinen noktada tartışma artık bir 'belge tartışması' olmayı aşmıştır. Tartışma, 'belgenin sahi olup olmadığı tartışması' olmayı aşmıştır. Bugün geldiğimiz noktada bu belgeden yola çıkarak, çok köklü, çok önemli bir büyük çatışma ortamının devlet düzenimiz içinde ortaya çıkarılmış olduğuna tanık oluyoruz. Bu belge sahi mi, değil mi? 'Bu belgeyi elde eden insan, hukuk sürecini işletmek için bu belgeyi adli mercilere intikal ettirerek görev yaptı, bu olay bundan ibarettir' deme imkanımız artık kalmamıştır. Çünkü bu belgeyi aşan, bu belgenin kapsamı içinde değerlendirilmesi mümkün olmayan, belgenin çok ötesinde ithamlar, suçlamalar, siyasi değerlendirmeler, bir siyasi kampanya anlayışı içinde ortaya konulmuştur. Bu manzara karşısında hepimizi görüyoruz ki Türkiye'de bir psikolojik savaş harekatı yürütülmektedir. Söz konusu olan bir psikolojik savaştır. Devletin belli kurumları bu psikolojik savaşın hedefi seçilmiştir ve onlardan yola çıkarak bu belgeler bir vesile olmuş, giderek kapsamı genişleyen, hedefi büyüyen bir siyasi itham, bir siyasi suçlama harekatı götürülmektedir.''
-''HİÇ BİR CİDDİ DEVLETTE BÖYLE BİR ŞEY OLMAZ''-
''Bu psikolojik savaş harekatı, bu belgeyi bulduğunu iddia eden kişiyi de içine alan ama onunla sınırlı olmayan kapsamlı bir kadro tarafından belli bir karargahta, düzenli, merkezi bir çalışmayla sistematik olarak götürülmektedir'' diye konuşmasını sürdüren Baykal, belgeyi elde eden kişinin hukukla meşgul olmadığını savundu.
Baykal, şöyle devam etti:
''Artık iş o noktaya gelmiştir ki; belgeyi elde eden kişi savcılara ihbar mektubu yazdığını söylerken yazdıklarını savcılara değil, gazetecilere göndermekle yetinmektedir. Çünkü onun muhatapları artık medyadır. Hukukla meşgul değildir. Savcılıkları desteklemek, bilgilendirmek, yargı sürecini kolaylaştırmak peşinde değildir, psikolojik savaşa katkı yapmak niyetindedir. Onun yolu da ithamlarını, suçlamalarını, karalamalarını basına yansıtmaktır. Bir siyasi gerginliği, bir siyasi suçlamayı, bir siyasi kampanyayı devletin kurumlarına karşı yürütmeye destek olmaktır. Bu nedenle muhatap medyadır. Bu tabii önemli bir tespit. Kaygı verici bir durum. Hiçbir ciddi devlette böyle bir şey olmaz, devletin içinde devletin temel kurumlarına karşı böyle bir siyasi operasyon yürütülmemektedir. Kurumlar arası bir büyük çatışma, planlı olarak, zamanlamasıyla ek açıklamalarıyla yükseltilen hedefleriyle bir karargah çalışması sonucunda yürütülmektedir. Bu manzara karşısında ben şunları söyleme gereğini duyuyorum, öyle anlaşılıyor ki AKP devlet düzeni içinde kendi derin devletini kurma çabası içindedir. Bu yaşadığımız olayların iktidarın himayesi dışında, bilgisi dışında, katkısı dışında şekillenmesi mümkün değildir. Bu psikolojik harekatı iktidarın himaye etmekte olduğu, onun desteğiyle bu çatışmanın yürütülmekte olduğu çok açık bir gerçektir. Bu manzaraya bakarak, 'AKP kendi derin devletini ikame etmek için devlet kurumlarıyla bir büyük çatışmayı sahneye koymaya başlamıştır' diye düşünüyorum.''
-''BELGEYİ 4,5 AY TUTMA KARARINI KİM ALMIŞTIR''-
Kaydedilmiş olan belgenin 4,5 ay tutulduğunu ifade eden Baykal, ''Tutan kimdir? Tutma kararını alan kimdir? Belgeyi elde eden bu kararı almıştır. Peki o 4,5 ay içinde ne olmuştur? Bir, bu tip olayların nerede yargılanacağı ile ilgili yasal bir düzenleme yapılmıştır. Bir yasal değişiklik yapılmıştır. Bu yasal değişikliği kim yapmıştır? Bunu iktidar yapmıştır. Belgeyi 4,5 ay tutma kararını kim almıştır? Belgeyi elinde bulundurduğunu söyleyen kişi. Birbirinden kopuk mudur bu olaylar?'' diye konuştu.
CHP Genel Başkanı Baykal, şöyle devam etti:
''Bu kadar büyük iddiaları ortaya atan kişi nerededir? Bu kadar vatansever, silahlı kuvvetleri kurtarmaya karar vermiş, onun içindeki yanlışlıkları ortaya koymaya karar vermiş, bu kadar ciddi iddialar ortaya atan kişi, herkesi suçlamayı kendi yetkisi dahilinde kabul eden kişi kimdir? Kendisini niye ortaya koymamaktadır. Niye saklı ve gizli götürmektedir. Ortaya çıksın kim olduğu görülsün. Bu çatışmanın taraflarını, karargahlarını bir anlayalım, bir tanıyalım, bilelim. Yoktur hala. Yoktur ama her an demeç verir gibi e-maille insanları yıldırıyor. Kendi kanaatini söylüyor. O 70 milyondan biri. Onun kanaatiyle mi hüküm vereceğiz. Sen yargıya intikal ettir, yargı tespit etsin. Türkiye bu noktaya tesadüfen gelmemiştir. Maalesef AKP iktidarının 7. yılında Türkiye kendi kendiyle çatışır, mücadele eder, psikolojik savaş yürütür noktaya gelmiştir.''
-SORULAR-
Bir gazetecinin ''Gündem değişti mi'' şeklindeki sorusunu Baykal, ''Yok niye değişsin, değişir mi?'' diye yanıtladı.
Baykal, Türkiye'de bu girişimin ne anlama geldiğini herkesin çok iyi bildiğini, bunun tartışılacağını ancak Türkiye'deki asıl meselenin bir biri ardına ortaya çıkan ve iktidarın tutarsızlıklarını sergileyen gelişmeler olduğunu söyledi.
Bir açılım süreci başlatıldığını ifade eden Baykal, sözlerini şöyle tamamladı:
''Ermeni açılımı dediler. Bugün geldiğimiz noktada tıkandık kaldık. Ermeniler diyorlar ki 'Biz Karabağ'daki işgale son vereceğimizi hiç kimseye taahhüt etmedik. Biz protokolün yürürlüğe girmesini ve Türkiye'nin sınırı açmasını bekliyoruz'. Türkiye de Azerbaycan topraklarının işgaline son verilmeden sınırın açılmayacağını vatandaşları ile muhalefeti ile en sonunda Başbakan'ın kabulüyle ifade etmiş durumda. Ne oldu şimdi? Bu açılımdan ne elde ettik? Ne kazandık? Azerbaycan'ın dostluğunu kaybettik.
Kürt açılımı başlattılar. Geldiğimiz noktada hukuk katledildi. PKK bayraklarıyla milletin gözüne baka baka gösteriler yapılıyor. Türkiye böyle bir gerginlik, çatışma ortamına sürüklendi. PKK güçlendirildi, itibar kazandı, muhatap alındı. PKK'ya yarayan bir süreç olduğu ortaya çıktı.
Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) diye bir şey çıkardılar. Bütün millet şimdi ne yapacağını bilemez halde. Kanunla düzenlenmesi gereken bir konuyu, yönetmelikle halletmeye çalıştılar. Herkes yediğinden, içtiğinden kuşku duyar halde.
Bir aşılama konusu önümüzde duruyor. Bir salgına karşı hükümet aşılama kampanyası yapıyor. Trilyonlarca lira harcanıp aşı getirildi. Bakan aşılamaya çalışıyor, başbakan 'ben aşılanmam bunun sakıncaları var' diye açıklamalar yapıyor. Böyle devlet yönetimi olur mu?''
Baykal, bir gazetecinin ''domuz gribi aşısı olmayı düşünüyor musunuz?'' şeklindeki sorusunu ise yanıtsız bıraktı.
Baykal, daha sonra parti otobüsüyle Karaman'a hareket etti.
Baykal yazdı:''İrticayla Mücadele Eylem Planı'' olduğu iddia edilen belgeyle ilgili olarak, [b]''Bu psikolojik savaş harekatı, bu belgeyi bulduğunu iddia eden kişiyi de içine alan ama onunla sınırlı olmayan, kapsamlı bir kadro tarafından belli bir karargahta, düzenli, merkezi bir çalışmayla, sistematik olarak götürülmektedir''
Cok güzel. Simdi bu karargahlarin sivil uzantilarini aciga cikarmaya geldi sira. Sözde sivil toplum örgütlerinin 7 yildir yaptigi carpitmalari hatirliyor musunuz?
Bu sivil soytarilar tarafindan askeri kanadin partisi olarak nitelendirildiniz ama "Hedefimiz tam üyelik" demekten geri durmadiniz Sayin Baykal. Saldiriya ugrayan Türk Milleti'dir, artik milletin partisi oldugunuzu gösterin!
İşgâlciler ölmeli!
"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Önce Ankara'daki Amerikan askeri karargahı ODC'nin katkılarıyla Albay Çiçek'in imzası taklit edilerek sahte bir "İrticayla Mücadele" belgesi hazırlanıyor.
Belgenin hazırlanmasından gayet tabii Ergenekon Savcılığının ve Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı Tayyip Bey'in bilgisi var.
Sonra bunun fotokopisi çekilerek sahte bir ihbar mektubu ilişiğinde Savcılığa postalanıyor.
Savcılık, her zaman yaptığı gibi "soruşturmanın gizliliği" ilkesini takmayarak fotokopiyi yandaş basına servis ediyor. Gayet tabii fotokopi imzanın gerçek olup olmadığı teknik olarak anlaşılamayacağı için sürece bir ara veriliyor.
Sonra, sabaha karşı başka bir kanunun peşine monte edilen bir madde ile "askerin sivil mahkemelerde yargılanması" kanunu çıkarılıyor.
Daha sonra, Adli Tıp Kurumu'na iki yandaş doktor ataması yapılıyor.
İşte şimdi belgenin aslını ortaya çıkarma zamanı gelmiştir. (Yandaş doktorlar daha önce atanabilseydi, önce fotokopi değil, doğrudan ıslak imza ortaya çıkarılacaktı)
Yine sahte bir ihbar mektubu ilişiğinde belgenin ıslak imzalı aslı Savcılığa postalanıyor.
Islak imza Adli Tıp Kurumu'na gönderiliyor.
Kurallara göre, inceleme yapacak olan heyet kura ile belirlenir. Önemli vakalarda ise Adli Tıp Genel Kurulunun tümü incelemeye katılır.
Islak imzayı inceleyecek heyet ise, kurallara aykırı olarak, kura ile değil de tayin ile belirleniyor.
Kimler tayin ediliyor bilin bakalım.
Bilmeyecek ne var, bir hafta önce atamaları yapılmış olan iki yandaş doktor tabii.
Prof. Dr. Bülent Üner ile Uzman Dr. Hacı Mehmet Akın. Heyetteki üçüncü üye ise yine gayet tabii yandaş Uzman Dr. Lokman Başer.
* * *
Cezaevinde kanser olan Güler Zere için aylardır Adli Tıp raporu çıkmamıştı. Geçen gün Abdullah Gül "Usulüne uygun belge hazırlanırsa tahliye işini inceleriz" demişti. Aylardır çıkmayan rapor, bir gün içinde çıkıverdi.
Adli Tıp Kurumu Başkanı Haluk İnce, bu durumu şöyle açıkladı: "Hastayla ilgili vereceğimiz kararda, hastanın yararını düşündüğümüz kadar, toplumun bazı kesimlerinin düşüncelerini de düşünmek zorundayız."
Vay canına...
Demek ki Adli Tıp Kurumu, sadece önüne gelen olaya bakarak karar vermiyor. "Toplumun bazı kesimleri ne der" diye düşünerek karar veriyor.
Mesela kadın kanser. Cezaevinden tahliye edilmesi lazım. Ama "toplumun bazı kesimleri" bu tahliyeyi istemiyorsa, Adli Tıp bu raporu hazırlamaz.
Islak imza olayında da aynı şekilde "toplumun bazı kesimleri", bilhassa "Ergenekon Savcıları, Tayyip Bey ve bilumum Amerikancılar ne der" diye düşünülerek karar verilmiştir.
Bundan şüphesi olan, Adli Tıp Başkanı'nın yukardaki ifadesini tekrar tekrar okumalıdır.
Adli Tıp raporunda "İrticayla Mücadele Eylem Planı" başlıklı belgenin altında ıslak imzanın sahibi olduğu açıklanan Kurmay Albay Dursun Çiçek ve beraberindeki 6 askerin Beşiktaş'ta bulunan İstanbul Adliyesi'ndeki sorguları tamamlandı.
Albay Dursun Çiçek tutuklanma istemi ile mahkemeye sevkedildi.
Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı adliye binasında, hakim ve savcıların giriş yaptığı kapıdan içeri alınan Albay Dursun Çiçek, Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet savcılarına ifade verdi.
Su vakitten sonra ne Albay'in, ne Basbug'un, ne de ordunun aklanmasi hicbir anlam ifade etmeyecek. Merkez'in yazdigi oyun, bütün ilkelligine ragmen, basariyla sahneye kondu ve algilar degistirildi.
Goebbels'in "Büyük Yalan" teknigi ustaca kullanildi: Yeterince korkusuzca ve durmaksizin tekrarlanan bir yalana yiginlar inandirilabilir.
Yalana "inanildigi" da haberlerin okunma sayisindan anlasilabiliyor.
Iktidara yüzde 47 oyla, küresel mafyayi getiren halkimizin gercekleri anlamasi icin umarim tepesine bomba yagmasi gerekmez. Hitler'in Almanya'yi sürükledigi karanliga Türkiye sürüklenmesin.
İşgâlciler ölmeli!
"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."